Emekli Hava Pilot Kıdemli Albay |
Orhan KESİKOĞLU |
|
|
Bu anımı aktarmaktan amacım, esmer tenli
sayılabilecek iki genç üsteğmenin, bırakın
yüzlerini, dudaklarının dahi süt beyaz
olduğu ve hayatlarının bir sinema şeridi
gibi gözlerinin önünden geçtiği, olağanüstü
bir heyecan anını ve bu heyecana neden olan
sebepleri size aktarmaktır. |
Bu anımın kapsamı, havacı arkadaşlarıma
özellikle de genç pilotlara birçok yönden
ibret dolu mesajlar vermesi bakımından
oldukça önemlidir. |
Sene 1964, mevsim Sonbahardı. Merzifon'da
bulunan 143 ncü Filo Komutanlığı'nda kol
uçucusu olarak görevli idim. Bir Cumartesi
günü T-11 uçağı ile Etimesgut Meydanı'ndan
malzeme alıp Merzifon'a getirmekle
görevlendirildim. Meteoroloji hava
şartlarını yol boyunca sabah parçalı
bulutlu, öğleden sonra ise çok bulutlu ve
mevzi yağışlı olarak bildirmişti.
Merzifon'dan sabah erken kalktık ve
Etimesgut'a rahatça indik. Uçaktan iner
inmez ekibinde bulunan astsubaylara işlerini
erken bitirmeleri ve saat 11:30'da uçakbaşı
yapmaları hususunda talimat verdim. |
Ben de arkadaşlarımla birlikte Ankara'ya
indim. Uzun zamandır bir fırınlı ocak almak
hevesinde idim. Bunun için de büyük bir
azimle para biriktirmiştim, hem de tam 750
TL. O zaman için büyük paraydı. Planladığım
fırını aldım, sevincim sonsuzdu. |
Ankara'dan döndüm ve zamanında uçakbaşı
yaptım. Etimesgut Meydanı'ndaki yetkililere
uçağıma yakıt ikmali yapmalarını söyledim.
Ancak, benzin durumunun kritik olduğunu
söyleyerek yakıt ikmali yapmadılar. Bu
yetkinin Komutana ait olduğunu beyan
ettiler. Komutana ulaşamadım. Diğer tüm
makamlara ısrarla müracaat ettim, ama
hepsinden red cevabı aldım. Hava durumu hoş
değildi ve gittikçe de bozuyordu. Bir an
önce kalkıp üs'süme dönmeliydim. Merzifon'a
dönecek kadar yakıtım vardı, ama ya yedek
meydana gitmem gerekirse ne yapardım?
Mutlaka yakıt almalıydım. Ben de Mürted
Üs'süne klerans aldım, kardeş üs'se iner ve
oradan yakıt alıp havalanırım diye plan
yaptım. |
Bu düşünceyle Etimesgut'tan kalkıp Mürted'e
doğru havalandım. Mürted Meydanı rüzgâr
altına girdiğimde mesai arabaları
nizamiyeden çıkmak üzereydi. Nasıl olsa Üs
Komutanı gitmemiştir diye indim. "Arkamdan
Gel" arabasını istedim ve bu araba ile Üs
Komutanı'nın makamına gittim. Ancak
Komutanın mesaiden önce görev icabı şehre
gittiğini öğrendim. Nöbetçi Amiri'ni buldum
ve uçağıma benzin ikmali yapmasını ısrarla
istedim; ancak Komutanın onayı olmadan
yapamayacağını beyan etti. Komutanı evinden
de aradım ama bulamadım. Artık ilave
yakıttan umudu kestim. Tekrar meteorolojik
durumu inceledik. Yetkililer havanın T-11
uçuşuna müsait olmadığını, beklemem
gerektiğini ve müsait olduğu anda klerans
verebileceklerini bildirdiler. Ekip
arkadaşlarım bu havada gidemeyeceğimizi
tahmin ettiklerinden "Bugünü Ankara'da
geçirip yarın gideriz." diyerek şehre
indiler. |
Ben Üs'de kaldım ve arkadaşlarıma "Hava
müsait olursa giderim." diye kararımı
bildirdim. Ben ve Ütğm. KESKİN, Üs'de
bilardo oynayarak vakit geçirmeye koyulduk,
bu arada da pencereden sürekli havayı
kontrol ediyorduk. Bir ara havadaki
bulutların parçalandığını gördüm. Koşarak
meydan harekâta gittik, klerans aldık ve
uçakbaşı yaptık. Uçağı çalıştırdık ve piste
giriş için müsaade aldık. Motor
kontrollerini yapıp piste girdiğimizde
pistin öbür ucunda yağış başlamıştı bile.
Henüz kuleye kalkışımı rapor etmeye
başlamıştım ki, kule beni aradı. Ben kulenin
kalkışa müsaade etmeyeceğini anladım ve
kuleye kalkışa geçtiğimi, kendilerini
duymadığımı bildirdim. Gaz kollarını ileri
verdim ve frenleri bırakarak kalktım. Pistin
yarısından sonra hafif yağışa girdim ve
tırmanarak kuleye "Merzifon Meydanı'na
gitmek üzere Meydanı'nızı terk ediyorum."
dedim. Esenboğa üzerine doğru tırmandım.
Esenboğa Kulesi'ne kontrol sahasından 7000
feet'te geçtiğimi ve alıcım olmadığını ifade
ettim (fakat uçağımın alıcısı vardı) Kule de
bana geçişin serbest olduğunu bildirdi.
|
İşte maceramız bundan sonra başlıyordu.
İrtifa alıp bulut üzeri gitmeyi
planlamıştık, fakat karşımızda tam oluşmuş
bembeyaz bir Kümülüs çıktı. Bulutun üst
kısmı aşağı yukarı 17.000 feet
yüksekliğindeydi. Uçağımız, yalnız görerek
uçuşa müsait olduğundan ve hemen
buzlanabileceğinden dolayı Kümülüs'ten
geçemeyeceğimizi anlayarak irtifa kaybedip
bulut altı gitmeye karar verdik. Eğer müsait
olmaz ise geri dönecektik. Fakat bulut altı
müsaitti. Tahminen Kümülüs'ün 500 feet
altına inerken omuz bağlarımızı iyice
bağladık. Buna rağmen yine türbülansa
girdik. Ve daha da alçaldık. Önümüzde
Kızılırmak Vadisi görüldü, bulut altı gidişe
müsaitti, biz de yola devam ettik. Bu
bölgede uçuşum fazla olduğundan araziyi çok
iyi bilmekte idim. Kızılırmak Nehri'ni takip
ediyorduk. İlerde bulutlar daha da
alçalıyordu, geriye baktığımda bulutlar
kazan gibi kaynıyordu ve arkamız daha da
kapanmıştı. Uçtuğumuz irtifa minare boyu
desem yalan olmazdı. Biraz sonra önümüzde
yağış gözüktü ve önden görüş olmayacağı için
yan camı açtım ve yağışa girmemek için
rotayı biraz kuzeye çevirdim. Fakat
karşımıza hilal şeklinde bir vadi geldi.
Üzeri bulutlarla kaplı idi. O vadiden T-11
uçağını dönüş kutru içinde çok zor döndürüp
buluta girmemek ve dağa çarpmamak için tüm
pilotaj marifetlerimi kullandım. |
Ben ve arkadaşım Ütğm. KESKİN'de, muazzam
bir sıkıntı ve ürperme başlamıştı. Bir
sigara yakmak istediğim, ancak ateşim yoktu.
Keskin Ütğm.'e "Kibritini ver." dedim,
vermedi ve "İniş yapalım da o zaman." dedi.
Devre arkadaşım olduğu için zorladım ve
yandan omzuna bir iki yumruk attım. Geri
dönmeyi düşündük ancak gerimiz de, iyice
kapanmıştı ve dönüş imkansız gözüküyordu.
Kendimizi amansız bir kapana kısılmış gibi
hissediyorduk. O'nun suratı sararmış ve
dudakları kelimenin tam anlamıyla
morarmıştı. Ben kendi yüzümü görmediğim için
durumumu bilmiyordum. Bu sigara isteği benim
o andaki ruhumda, idam mahkumunun son arzusu
gibi bir şey idi. Sigarayı içip biraz
rahatlamak istiyordum. Bu yolculuk bana sonu
olmayan bir uçurum veya yer altına akan
nehir gibi karanlık gözüküyordu. Bırakın
dakikaları saniyeler bile çok uzun
geliyordu. Önümüz gittikçe kapanıyor,
arkamız daha da kararıyordu. Artık hava
kararmaya başlamıştı ve bulutların altını
yalayarak çok alçaktan uçuyorduk. Sol
ileride bir köy gözüktü, köy arazisi biraz
düzlüktü. Ekili tarlalardaki buğdaylar yeni
çıkmıştı ve mecburi iniş için müsaitti.
İçimden Merzifon'a gidemezsem buraya mecburi
iniş yapabileceğimi düşündüm. Sonra KESKİN
Ütğm.'nin de aynı düşüncede olduğunu
öğrendim. Köyün sürüleri ağıllarına
dönüyordu. Bir de kaz sürüsü gördüm. O kadar
alçak uçuyorduk ki, sürüler ürktü ve panik
halinde kaçışarak birbirine girdiler.
Tarlalardaki kazlar gürültümüzden sağa, sola
uçuşuyordu. Köyün yanında gördüğümüz, çoban
ve yanındaki kişi de, bu uçak nereden çıktı
gibisinden durmuş bize bakıyor ve sanki
akıbetimizin korkunç olacağını düşünerek
heyecanlı el kol işaretleri yapıyorlardı.
Radyo kompamız Merzifon'u gösteriyordu.
Artık Merzifon'a yaklaştık demekti. Merzifon
radarını aradık ve radar bizi duydu, o anda
yakın bir dostla karşılaşmış gibi büyük bir
sevinç duydum. |
Yerimizi tarif ettik, baş, irtifa ve
mevkimizi bildirdik. Operatöre içinde
bulunduğumuz durumu anlattım ve bize yardım
etmesini söyledim. Operatör bilahare bizi
duyamadığını ifade ederek bir iki kez aradı
ve telsiz irtibatını kesti, içimizdeki hüzün
daha da arttı ve her yer daha da bir
karanlık oldu. Kokpitteki borda saatlerini
okumak için dahili ışıklarımı yaktım, harici
ışıklarımı ise kalkıştan itibaren yakmıştım.
Her geçen dakika aleyhimize işliyordu.
İçimizi iyice umutsuzluk kapladı. O anda
Ütğm. KESKİN'e baktım, arkadaşımın yüzünün
süt gibi bembeyaz olduğunu, dudaklarının
dahi aynı şekilde beyazlaştığını fark ettim.
Rahatlamak üzere birer sigara içmemiz için
ateşini vermesini söyledim, yine vermedi.
Bir iki yumruk daha attım omzuna, fakat
oralı olmadı. Kızılırmak'ın Kuzeye
kıvrıldığı yere gelmiştik, burada Merzifon'a
iniş için üç seçenek olduğunu söyleyerek
durum muhakemesi yaptık. Birincisi Merzifon
Meydanı'na dağların arasından Kızılırmak
Vadisi'ni takip ederek Gümüşhacıköy'e
gitmek, ikincisi güneyden dolaşarak Amasya
tarafındaki boğazdan girmek, üçüncüsü de
mesafeyi ve dağların yüksekliğini
bildiğimize göre kompa orajı gösterse dahi
başımızı sabit tutarak zamanı gelince
alçalma yapacağımızı söyleyerek karbüratör
ısıtıcılarını da açıp alçalma yapmaktı.
Ancak bunun şu riski vardı; uçağın buz
kırıcıları olmadığı için bulut içinde
buzlanma var ise uçağımız taş gibi düşerdi.
Önce ikimiz de güneyden dolaşıp Amasya
Vadisi'nden Merzifon'a gitmeyi düşündük ve
tüm hazırlıklarımızı yaptık. Depomuzda
benzinimiz de çok azalmıştı. İçimden, ilave
benzinin bize niçin verilmediğini düşünüyor,
bir türlü anlayamıyordum. Gerçi şu anda
benzin de olsa ne yapabilirdik? Uçağı güneye
çevirdik. Daha da alçaldık. Alçaldığım halde
hemen buluta girdim ve muazzam bir şekilde
doluya tutulduk. Hemen dönüşe geçerek tekrar
eski mevkimize dönmeye başladım ama uçak da
muazzam bir türbülansa girdi. Gözlerim borda
aletlerinde, irtifayı sabit tutup 360 derece
başa döndüm. Bu dönüşte kendimi daha kötü
hissediyordum. O anda çocukluğum dahil tüm
yaşamım sinema şeridi gibi gözlerimin
önünden geçti. Uçağın üzerine vuran dolular
sanki uçağa değil beynimize vuruyordu.
Yağıştan çıkınca eski yerimiz bize çok rahat
geldi ve bir ferahlama hissettik. Sanki
büyük bir yükün altından kurtulmuş gibiydik.
|
Artık alçalma ile Merzifon'a inme ihtimali
de ortadan kalkmıştı. Gördüğümüz köye dönüş
mecburi iniş yapmak da mümkün değildi. Çünkü
hava iyice kararmıştı. Arkadaşıma dönerek
"Bak bu gördüğün dağların arasından, vadiyi
takip edeceğiz. Eğer yağış olursa irtifa
alıp, paraşütle atlarız. Eğer yağış olmaz
ise yola devam edelim." dedim. Vadideki
dağların üzeri de tamamen bulutla kaplıydı.
Vadi o kadar dardı ki, uçağın kanatlarının
sağması dahi bir mucize gibi görünüyordu.
Arkadaşıma "Uçağı gazlı tutacağım, eğer
yağışa girersek görüşümüz hiç olmayacak ve o
anda mümkün olduğunca irtifa alıp paraşütle
atlayacağız, hazırlıklı ol. " dedim.
Arkadaşımın o andaki yüz ifadesini, kanı
çekilmiş bembeyaz olmuş suratını ve
dudaklarını hiç unutamam. Bir insanın
dudaklarının süt beyaz olmasını siz hiç
gördünüz mü? Aynı durum bende de varmış, ben
o anda vücudumun her yerinde müthiş bir
yorgunluk ve kalbimde sıkışma hissediyordum.
İdam mahkumunun ipe gittiği gibi biz de
istemeye istemeye yolumuza devam ediyorduk.
Arkadaşıma "Kanadın dağa çarpmaması için sen
sağ kanada, ben de sol kanada bakayım."
dedim ve uçağın yan camlarını açtık. Hava
iyice kararmıştı. Biz yolumuzu nehrin
ışıltısından görebiliyorduk. Biraz sonra
önümüzdeki bulut alçaldı, bulutun alt
etekleri üzüm salkımını andırıyor, yağmur
damlaları yere düşüp düşmemek için tereddüt
ediyor gibi nazlanıyordu. Daha fazla
alçalmadık. Çünkü kanatlarımız dağ
kenarlarını yalıyordu. Bulutun altında ön
camımız su almıştı ve görüşü yandan
sağlıyorduk, hemen sonra hava biraz yükseldi
ve vadi bitti. Geniş kubbeli bir hava ile
karşılaştık, Gümüşhacıköy'e gelmiştik ve
büyük bir rahatlama duyduk. İşte Dünya'nın
en mesut ve rahat insanı bizdik, bu sevinci
hayatımızın hiçbir anında bir kez daha
yaşayamazdık. Bu ümitsiz bir hastanın tekrar
hayata dönüşü gibi bir şeydi, etrafımızdaki
her şey çok iyi gözüküyordu. Merzifon
kulesini aradım, kule hemen cevap verdi.
Komutan ve Harekât Komutanı'nın kulede
olduğunu ve bizi beklediğini ifade etti.
Mürted bizim kalkışımızı Merzifon'a
bildirmişti ve bu havada gelmek çılgınlık
olduğu için, Komutan ve Harekât Komutanı
Üs'se gelmişlerdi. Bizi radardan sormuşlar.
Radar bir ara temas ettiğini ve irtibatın
kesildiğini söylemiş. Bizden ümidi
kesmişler, biraz sonra kayıp olduğumuzu
bildiren bir mesajı Hava Kuvvetleri
Komutanlığı'na çekeceklermiş. Park yerine
geldiğimde uçağın farlarından omuzundaki
yıldızları parlayan Harekât Komutanımızı
gördüm. Motoru durdurup yere indim. Uçağın
kapısında bana bu havada niçin geldiğimizi
sordu. Ben de "Komutanım, böyle bir havada
babam dahi ölse bir daha bir yere gitmem."
diye cevap verdim. Komutanımız, bizim
yüzlerimizdeki ifadeyi ve perişan halimizi
görünce "Bunların çekmiş olduğu ceza
kendilerine yeter." diye düşünmüş olacak ki,
hiç bir şey söylemeden dönüp gitti. |
Komutanımız doğru düşünmüştü. Bu olaydan
aldığımız ders bize ömür boyunca yetecek
kadar etkili ve önemliydi. Ayrıca
hatalarımızın bedelini ödemiştik.
Verilebilecek hiçbir ceza yol boyunca
çektiğimiz acı ve ürpermelerin bize verdiği
ıstırap kadar çetin olamazdı. |
|