Kaya KONAKKURAN |
Emekli Hava Pilot Tümgeneral |
181. Filo, Ağustos 1964, Diyarbakır |
|
1963 yılı Temmuz ayı başında,
Jet Eğitim filosundan pilot
teğmen olarak mezun olduktan
sonra, kısa bir izni takiben
çektiğim kuranın sonucu olarak
Diyarbakır 8’inci Ana Jet
Üs’süne katılmam gerekiyordu. O
zamanın şartlarında kurye olarak
C-47 Uçakları görev yapıyordu ve
malzeme dışında yolcu olarak çok
az bir kapasite
kullanabiliyorlardı. Bu nedenle
devre arkadaşım Gökalp YUĞNAK
ile tren yolculuğu yaparak
Diyarbakır’a gitmeyi planladık.
Gökalp YUĞNAK başlangıçta kurayı
Konya olarak çekmesine rağmen,
ortaokuldan başlayarak, lise ve
Harp Okulunda aynı sırada oturan
benimle birlikte Diyarbakır’a
gelebilmek için, verilen yarım
saatlik değiştirme zamanı içinde
Diyarbakır kurası çeken sınıf
arkadaşımız Hami YÜKSEL ile
değişiklik yaptı ve biz bir
Temmuz ayı Diyarbakır tren
yolculuğuna başladık. Çok uzun
süren bir tren seyahatinin son
saatlerinde, cehennem gibi bir
sıcakla karşılaştığımızda,
Diyarbakır’da yaz aylarında
nasıl bir durumla
karşılaşacağımızı yavaş yavaş
hissetmeye başlamıştık. |
Trenden inip Ofis, İstasyon,
Alay diye bağıran dolmuşlardan
birine binerek Üs’sün yolunu
tuttuk. Ancak Üs’se geldiğimizde
birlikte atandığımız 14
Teğmen’in hiçbirine yatacak bir
yer olmadığını, misafirhanenin
onarımda olduğunu, diğer
Amerikan barakalarının da dolu
olduğunu öğrendiğimizde; sadece
hava sıcaklığı değil,
Diyarbakır’da daha bir çok
mücadelenin bizi beklediğini
anlamıştık |
Şehre indiğimizde ordu evinde de
yer bulamadık ve o yıllarda çok
kısıtlı otel imkânları olan
Diyarbakır’da kalacak bir yer
ararken, Dağkapı'da bulunan Onur
Palas’ın 2’nci katında 2 yataklı
bir oda temin edebildik. Otelin
kişi başına gecelik ücreti 10
liraydı ve o zaman uçuş parası
olarak aldığımız 90 lira ancak 9
gün otel ücretimizi
karşılayabilecekti, mutlaka
Üs’te bir yer bulmalıydık. |
Ertesi gün, 8’inci Üs’se
yeni atanan 14 Teğmen Üs
K.Kur.Alb. Lütfi
GÜNDOĞDU’nun karşısına
çıkarıldık. Kur.Alb. Lütfi
GÜNDOĞDU; Diyarbakır’da
atandığımız filolarda
yapacağımız uçuşlar ve
gerçek bir muharip harbe
hazır pilot olabilmek için
bizlerden beklediklerini
büyük bir açıklıkla anlattı.
Üs K. Lütfi GÜNDOĞDU’yu daha
önce anlatılanlardan
tanıyorduk, son derece iyi
eğitim görmüş, yetenekli bir
pilottu ve jet uçaklarının
Türkiye’ye getirilişinde rol
alan birkaç kişiden ve ilk
jet öğretmenlerinden
biriydi. Sonraki yıllar
kendisi ile F-84F ve F-104
uçakları ile defalarca uçma
şansını yakalayan
pilotlardan biriyim. Şu
tesadüfe bakın ki ikinci
atamam olan 4’üncü Ana Jet
Üs Mürted’de yine Üs
Komutanımdı ancak bu defa
Tuğgeneral rütbesindeydi. |
Üs Komutanının direktiflerini
aldıktan sonra tekrar kalacak
yer araştırmasına gittik. O
yıllarda 8’inci Üs 4 Filodan
oluşmaktaydı. 181, 182, 183 ve
184 (RF-84F) filoları. Birlikte
Üs’se katıldığımız devre
arkadaşlarımız bu filolara
bölüştürüldük. Ben 181’inci
Filoya, yakın arkadaşım Gökalp
YUĞNAK ise 182’nci Filoya
atanmıştı. Böylece 6 ay sonra
Malatya’ya intikal edecek 182
Filo ile birlikte kader birliği
yaptığımız arkadaşımızdan da
ayrılıyorduk. Ancak yıllar sonra
ikinci atamamızda tekrar aynı
birlikte (4’üncü Üs) ve aynı
filoda (141) buluşacaktık.
|
8’inci Üs yerleşim bölgesinde
kalacak yer ararken, onarımda
olan ve denetlemelerde 8 Üs
Misafirhane tabelası
kaldırıldığı söylenen, bir büyük
salon, bir dört kişilik oda ve
yalnız bir tuvalet ve lavabodan
oluşan binayı keşfettik. Büyük
salon bomboştu, sobası olmayan
salona kalorifer sistemi
yapılmak istenmiş ancak yarım
bırakılmıştı. Kalorifer
borularının geçeceği yerler
kırılmış öyle durmaktaydı. Ancak
biz kararlıydık, misafirhane
tamamlanıncaya kadar bir karyola
bulabilirsek burada kalacaktık.
Devre arkadaşlarımızdan Üs
levazımda görevli Teğmen Ergun
ÖZKUL’u araya sokarak Hizmet
Bölük K. Yüzbaşı’dan ihtiyaç
fazlası 2 Er karyolası, yatak,
battaniye gibi ihtiyaçlarımızı
senet karşılığında temin ederek
misafirhane diye anılan binanın
büyük salonuna yerleştik. |
Salon 1 tek lamba ile
aydınlanıyordu, masa, dolap
bulunmamaktaydı. Gazinodan
aldığımız birkaç sandalye,
giysi ve valizlerimizi
koymak için şimdilik
yeterliydi. Sonradan devre
arkadaşımız Erol OLCAY,
Maliyeci Ömer DİRİK, 1960
Mezunu Şenkal BÜTÜN taşındı,
bir de tahta dolap bulduk,
böylece lüksümüz
tamamlanmıştı. Ancak en
büyük sorunumuz suların
akşam saat 18.00’den sonra
ve sabah çok kısa bir süre
verilmesiydi. Odamızda soba
olmaması şimdilik ikinci
plandaydı ve kış gelinceye
kadar onu düşünmemeye gayret
ediyorduk. O yıllarda Üs ve
Kuvvetin çamaşır yıkama
konusunda bir imkânı yoktu
ve yemek için Filoda
kantinde bulunabilen öğle
yemeklerinde, yumurta,
menemen ve köfte dışında
akşam yemekleri sadece
Kuvvet Karargahının yanında,
kışın gazino, yazın havuz
başında yenebiliyordu. Üs
misafirhanesine yerleştikten
birkaç gün sonra kapının
önüne oturmuş konuşuyorduk
ki hemen karşımızdaki boş
alanda, geçen uzun yılların
eskittiği çevre fens telleri
ile zorlukla seçilebilen
tenis kortunu fark ettik.
Yıllar önce burada tenis
dahi oynanacak tesislerin
bulunması izlenimi bizi
hayli şaşırttı. Yaz
aylarında yukarda
belirttiğim salondaki soba
ve kalorifer sisteminin
olmaması, kış ayları
geldiğinde büyük bir sorun
olmaya başlamıştı. Bir akşam
arkadaşım Erol OLCAY ile
Üs’sün pek fazla
kullanılmadığını tahmin
ettiğimiz bir odasından bir
gaz sobasını borularıyla
birlikte kimseye haber
vermeden salonumuza taşıdık
ve kurduk. Tam yakmak
üzereyken kapıda beliren Üs
Nöb.Sb.ı Teğmen Ergun ÖZKUL
gülmekten konuşamıyordu.
Kendisini zorladığımızda
bize yine gülerek şu cevabı
verdi : Arızalı sobayı
çalmışsınız, bana
sorsaydınız zahmetiniz boşa
gitmezdi. |
Diyarbakır Üs’sünün su
imkânlarının kısıtlılığı çok
uzun yıllar sürmüştür. Üs’se ilk
katıldığım 1963 yılından 28 yıl
sonra Üs K. olarak atandığımda,
uçuşa gittiğim 182 Filo Hat
kıdemlisine “Bir isteğiniz var
mı?” diye sorduğumda cevabı “Su”
olmuştu. Üs İstihkam Tabur K.
Kur.Yb. Mahmut YARGIÇ’la
yaptığımız inceleme sonucunda;
2-3 yıl sonra NATO ENF Faaliyeti
olarak Üs’sün su temin ve
dağılımının finanse edileceği,
ancak o güne kadar, sürekli
harekât görevlerinde bulunan ve
çok zor şartlarda görev yapan
Üs’sün biran önce suya
kavuşturulması için bir yol
bulunmasına karar verdik. Üs içi
ve lojmanları desteklemek için
5-6 kuyu mevcuttu ancak onların
kapasiteleri 5-7 metreküpten
fazla değildi. Ancak ABD
birliklerinin Irak Harekâtı
safhasında Üs’de yerleşen
birimlerinin bir kuyu açtığı,
gücünün 40 metreküp’ün üzerinde
olduğu belirlendi ve o kuyuya
ancak SHP’de planlanabilecek ve
temini yıllar alacak 3 km
uzunluğunda geniş su boruları
ihtiyaca vardı ki ancak proje
dışında bir yerden temin
edilebilirdi. MSB’lığı ve
Lojistik K.lığı kanalıyla o güne
kadar kullanılmadan bekleyen bir
sistemden, temin edilerek
döşendi ve 184 Filo su kulesine
kadar uzatılan sistem kanalıyla
artık susuzluk kader olmaktan
çıkmıştı. |
1964 Kıbrıs Harekâtına girmeden
bütün bunları niçin hatırlatma
gereği duyduğumu merak etmiş
olabilirsiniz. O günkü Harekâtı
anlatmadan önce, bugünün genç
pilotlarının hayal bile
edemeyeceği gerçekleri
sıralamadan, tam anlamıyla
harekâtın içeriğinin
kavranamayacağına inandığım için
bu girişi yazmak ihtiyacını
hissettim. |
Üs’se katılımdan sonraki
günler, F-84F uçakları ile
intibak uçuşlarının
başlamasıyla gelişmeye
başladı. F-84F uçaklarının
çift kumand tipi olmadığı
için MTD (Uçak kullanımıyla
ilgili teknik kurs) ve yer
derslerinden sonra ilk rule
eğitimi ardından kolunuzdaki
bir öğretmenle yalnız uçuşa
çıkıyordunuz. Benim ilk
F-84F öğretmenim, sonradan
şehit olan 1957 mezunu Kd.Ütğm.
Hulusi AYTEKİN’di. |
İlk intibak eğitiminin bir
safhasından sonra pist onarımı
nedeniyle İncirlik’e intikal
ettik ve uçuşlara orada devam
ettik. Birlikte harbe hazır
olduktan sonra Kıbrıs’ta olan
olaylar nedeniyle defalarca
İncirlik’e intikal ettik ve
Akdeniz bölgesinde sayısını
hatırlamadığım kadar intikal ve
keşif görevlerinde bulunduk. O
bölgede her uçuşumuzda Kıbrıs’ta
konuşlu İngiliz uçakları bizi
önler ve aramızda çeşitli
dalaşmalar olurdu. Artık
İncirlik’e Kıbrıs konusunda
intikal etmeyi ve bir süre nöbet
tutup tatbikat uçuşu yaptıktan
sonra Diyarbakır’a dönmeyi
kanıksamıştık. |
8’inci Üs’se katılışımızdan 1
yıl geçmişti ve Komuta kademesi
de 1964 Temmuz’unda değişmişti.
Kuvvet Komutanı Tuğgeneral Emin
ALPKAYA, Üs K. Kur.Alb. Ali GÜR,
Uçuş Grup K. Yb. Şefik AKTUĞLU
ve Filo K. Kur.Bnb. Necdet
HIZEL’di. |
Diyarbakır’da o tarihlerde
uçan F-84F ve RF-84F
uçakları A/B olmayan düşük
takatlı uçaklardı. Sıcak
havalarda ancak pylonlara
100 Galon yakıt alarak veya
sadece gövde içi yakıtla
uçulur, öğleden sonraları
yaz ayları sıcak artınca
uçuş yapılmazdı. Harekât
ihtiyacı olarak veya alarm
durumunda bekleyen uçakların
kalkabilmesi için 4 adet
JATO takılarak ateşlenir ve
öyle kalkış yapılabilirdi.
Bütün bu tedbirlere rağmen
pist sonunda kalkamayıp
amerikan bariyerini
parçalayan, kırım veya
yangınla karşılaşılan ve bir
çok durumda pilotun hayatını
kaybetmesiyle sonuçlanan
olaylara sık sık
rastlanırdı. O yıllarda Hava
Kuvvetleri kaza kırım
nispeti çok yüksekti ve kaza
kırım olayları hayatın bir
parçası gibi
süregelmekteydi. |
Yine böyle bir uçuşun yapıldığı
7 Ağustos 1964 günü öğleden
sonra, 181 Filodan iki bekar
teğmen olan Ben ve Erol OLCAY’a
o ayın mükafatı olarak hafta
sonu İkinci Kuvvet Hazar Gölü
dinlenme tesislerinde konaklama
şansı tanınmıştı. Biz de Erol
OLCAY ile birlikte ardında yüzme
ve tatil fırsatı olan bu geziye
zevkle katılmak için
hazırlıklarımızı yaptık. Birçok
kişinin aileleri orada kampta
olduğundan, görevde olan bizim
gibiler ve diğer komutan ve
subaylar C-47 uçağı ile Elazığ
Meydanı’na uçacak ve oradan bir
bot ile kampın bulunduğu bölgeye
hareket edecektik. Bizimle
birlikte uçucu olarak bir tek
Uçş.Grp.K. Yb. Şefik AKTUĞLU
geliyordu. |
7 Ağustos 1964 Cuma günü öğleden
sonra uçakla Elazığ Meydanına ve
oradan da küçük bir deniz
vasıtasıyla Hazar Gölü İkinci
Kuvvet K.lığı dinlenme
tesislerine gittik. Orada bize
kalacak yer gösterdiler,
yerleştikten sonra yüzmek,
güneşlenmek ve birazda dinlenmek
için göl kıyısına geldik. Gölün
suyunun sodalı olması nedeniyle
vücudunuzda bir nevi kayganlık
oluştuğunu hissediyordunuz.
Ayrıca bu gölde gümüş balığına
benzeyen küçük bir balık türü
bulunuyordu, biz de temin
ettiğimiz oltalarla bir miktar
balık tutabildik ve onları
kızarttırarak o akşam yemeğinde
afiyetle yedik. |
Akşam yemeğinden sonra sahilde
birkaç arkadaşla sohbet ederken
Yb. Şefik AKTUĞLU’nun bizleri
aradığını söylediler. Hemen
kendisini bulduk ve bize aynen
şu direktifi verdi; “Çocuklar
biz bu kampta pilot olarak
sadece 3 kişiyiz. Yarın için
kuvvetten emir aldık, NATO
manevraları için sabah mutlaka
Diyarbakır Üs’sünde bulunmamız
gerekiyor. Vasıtamız yok ancak
belki yakınımızdan gece geçecek
trenden istifade edip sabah
erkenden görevimizi başında
olabiliriz. Fakat bir sorunumuz
var; Bu gece geceçek tren
Express bu istasyonda
durmuyormuş, Posta treni de
yarın akşam geçecekmiş. Bu
durumda kampta mevcut fenerleri
kullanarak ve mümkünse kırmızıya
boyayarak treni durdurmayı
deneyeceğiz. Şayet muvaffak
olursak erkenden görev başında
oluruz, birazdan tren yolu
kenarına gitmek için hazır olun”
dedi ve uzaklaştı. |
Birkaç saat sonra trenin
geçmesi gereken saate yakın
bir zamanda bizlere yardımcı
olan erler, fenerler ve
gönüllü arkadaşlar eşliğinde
tren yoluna yerleştik.
Trenler bu bölümde zaten pek
süratli seyretmezdi. Bu
nedenle de işimiz
kolaylaşabilirdi. Uzun bir
süre bekledikten sonra tren
yolunun geliş istikametine
geniş aralıklarla
yerleştirdiğimiz fener
taşıyıcıları trenin gelmekte
olduğunu ıslık çalarak
bildirdiler. Zaten birkaç
yardımcı arkadaş da tren
raylarına kulaklarını
koyarak yaklaşan trenin
sarsıntılarını rapor
ediyorlardı. Treni
sandığımızın aksine kolayca
durdurduk. Tren
sorumlularına durumu
anlattığımızda büyük bir
anlayışla karşılandık. Zaten
sık sık olmasa da hastalık
ve doğum nedenleriyle böyle
durumlarla karşılaştıklarını
söylediler ve o günün yaşam
şartlarına göre bu durum son
derece doğaldı. |
Trene bindik ve sabahın erken
saatlerinde Diyarbakır’daydık.
Biz bu hafta sonu gezisine sivil
pantolon gömlek gitmiştik ve o
halde nizamiyeden içeriye
girince bizi derhal uçuş hattına
götürdüler. |
Uçuş hatlarında büyük bir
karmaşa yaşanıyordu ve biz o
zaman anladık ki bu bir NATO
manevrası değil, zaten
başından beri bu şüpheyi
taşıyorduk ama Uçuş Grup
Komutanımızın, kamptaki
ailelerin endişe duymaması
için söylediği, gerçeği
yansıtmayan manevra
hikayesini, gerçek gibi
kabullenmeyi daha uygun
bulmuştuk. Filo’ya gidip
uçuş teçhizatımızı alalım
dediğimizde, filodan bir
yetkili; “Paraşüt ve
kaskınız arabada, uçuş
kombinezonu, bot ve diğer
teçhizatınız nakliye
uçağıyla gelecek. Şimdi bu
durumda size tahsis edilen
uçağa binip doğru İncirlik
Üs’süne intikal edin. Oraya
gittiğinizde sizlere
tafsilatlı brifing
yapılacak.” Bu ara
Diyarbakır’da şehirde oturan
personel için otobüsler
şehre hareket ediyor ve 1
T-33 uçağı alçaktan uçarak
şehre alarm verecek
pasajları uyguluyordu, biz
bu ara uçağa bindik ve
çalıştırdık. |
Aynı zamanda lojmanda oturan
bizden kıdemli bir yüzbaşı ve
bir üsteğmen ile anlaşarak
dörtlü kol oluşturduk ve kule
müsaadesi alarak piste girip
havalandık. Sanıyorum İncirlik’e
intikal eden ilk kol biz
oluyorduk. Harekât planlarında
öncelikle İncirlik’e intikal
edecek filo 181’inci Filo
olduğundan böyle olması da
gerekiyordu. Filomuza yeni
katılan 1962 mezunu, daha
intibak yapmamış birkaç teğmeni
saymazsak, filonun harbe hazır
en kıdemsiz pilotu bendim. |
Biraz uykusuz olmamıza rağmen
kalkıştan sonra oksijen bizi
biraz kendimize getirdi
sanıyorum. İçimden; bu intikal
de sonuçsuz kalacak bir işlem
olarak kalmazsa çok sevinirim
diye geçiriyordum. Ancak
defalarca alarm sonrası intikal
ve sonuçsuz geriye dönüş yaşadım
ki, bu gidişten de pek umutlu
olduğum düşünülemezdi. |
İncirlik’e iner inmez Hat’ta
uçakları park için epey
makinist ve silahçı olduğunu
görünce geceden buraya sevk
edildiğini düşündüm.
Uykusuzluk ve yorgunluktan
uçaktan rehavet içinde bir
müddet zaman geçirdim.
Uçaktan inerken silahçıların
daha uçuş sonu bakım
yapılmadan ve yakıt almadan
yükleme işlemlerine
başladıklarına şahit oldum
ve bu defa işler acaba
öncekilerden daha ciddi mi ?
diye düşünmekten kendimi
alamadım. |
O yıllarda İncirlik Üs’sünün bir
bölümü, ikili anlaşmalar gereği
Atış Bombardıman Okulu olarak
Türk Hava Kuvvetlerine
ayrılmıştı ve doğudaki birlikler
buraya çeşitli nedenlere intikal
eder bir süre kaldıktan sonra
birliklerine geri dönerlerdi.
Birlikler harekât planlarında
kendilerine tahsis edilen
intikallerin dışında Hava-Hava
atışı, Hava-Deniz atışı için
genelde buraya intikal
ederlerdi. Bu nedenlerle burada
Hava Kuvvetleri Filoları için
gerekli lojistik destek
(Mühimmat dahil) bütün yıl
boyunca sağlanırdı ve filo
personelinin barınma ve diğer
ihtiyaçlarını karşılamak için
kısıtlı da olsa destekleyecek
kolaylıklar mevcuttu. Bu
kolaylıkların hepsi saç
barakalardan ibaretti ve o
zamanki şartlara göre ihtiyacı
karşılamaktaydı. |
Uçaktan indikten sonra doğru
filo harekât barakasına gittik.
Herkes telaş içinde
hazırlıklarını yapmaya
çalışıyordu. Bir süre harekât
barakasının ayrılmış bir bölümü
olan pilot odasında dinlendik.
Uçuş teçhizatımız ve diğer
malzemeler bize ulaştırıldı ve
hazırlıklarımızı yaptık. Bu
arada Filo Harekât Sb. Yüzbaşı
Mehmet KARAGÖZ özetle; “Erenköy
çevresinde Türk mücahitlerinin
EOKA birlikleri tarafından
kuşatıldıklarını bu nedenle daha
önce birçok defa eğitimi
yaptığımızı, Silifke çıkışlı
profil rotalarımızı, parolaları,
frekansları ve diğer usulleri
istihbarat subayından teslim
alarak çalışmamızı, büyük
ihtimalle bugün ilk çıkış olarak
181 Filonun bu göreve tahsis
edileceğini” bildirdi. Biz de
görevle ilgili ihtiyaç duyulan
tüm bilgi ve dokümanları alarak
çalışmaya başladık. |
Aradan az bir süre geçtikten
sonra Kuvvet Komutanı, Üs
Komutanı, Uçuş Grup
Komutanı, Filo Komutanı ve
diğer uçucular giyinmiş ve
her türlü teçhizat ve
ihtiyaç duyulan hedef
malzemeleri ile brifing
odasında yerimizi aldık.
Harekât Subayı ve
İstihbarat, Erenköy
civarında Rum birliklerinin
konuş ve destek yollarını
fotoğraflarla bizlere
aktardı. |
Görevimiz; Erenköy içinde ve
çevresinde mevzilenmiş,
fotoğraflarda belirtilen
sınırlar içinde kuşatılmış Türk
mücahitlerinin civarındaki Rum
birliklerine taarruz ederek,
kuşatmanın ortadan kalkmasını
temin edecek bir harekât icra
edecektik ki, bu harekât
sonradan Dünya Hava Kuvvetleri
literatürüne “Hava Polis
Harekâtı” olarak geçecekti.
Brifingin sonunda bir Karacı
Uçaksavar Albay; “Yerden havaya
hafif ve orta uçaksavar veya
havaya tevcih edilmiş makineli
tüfek ateşi ile
karşılaşabilirsiniz, çünkü orada
bulunan Rum birliklerinin elinde
bu tip silahların olduğunu
biliyoruz. Ancak sizlere zarar
verebilecek miktarda bir etki
yaratabileceklerini sanmıyoruz,
zira şu anda Türk Kara
Kuvvetlerinde Uçaksavar sınıfı
kaldırıldı. Ayrıca yerden havaya
füze silahları kesinlikle
bulunmamaktadır bu nedenle
kayıpsız taarruzlarınızı
uygulayabilirsiniz” dedi. Ancak
bütün bu bilgilere rağmen
uçaksavar silahlarının alçak
taarruzlarda yine de bir nebze
etkili olacağını düşünerek lider
brifinginde alçak taarruzlarda
kaçınma taktiğini yeniden gözden
geçirdik. |
Brifingden sonra bir süre daha
hedef ve diğer görev bilgilerini
gözden geçirdik. Dinlenme
odasında hazır beklerken taarruz
kolları 4’lü olarak ismen
programa yazıldı. Ben ikinci
taarruz kolunun 4 numarasıydım.
Ben hala bu harekâtın
olabileceğine kanaat
getirmediğimden, biraz da
uykusuzluk nedeniyle orada ki
oturma birimlerinden birinde
uyuyakalmışım. Birden bir dürtme
ile uyandırdılar; “Haydi
gidiyoruz”. İçimi bir heyecan
kapladı, demek defalarca
yapamadığımızı bugün
başaracaktık. Derhal
hazırlandım, biraz suyla yüzümü
yıkadım, başımı kaldırdığımda
daha önce intikallerde Kıbrıs
provalarında 183’üncü Filo’dan
1957 mezunu Kd.Ütğm. Niyazi
ERİÇ’in dinlenme odasının
duvarına yazdığı “SON KANADIMIZA
KADAR” sözü gözüme ilişti.
|
Evet, son kanadımıza kadar
görevimizi gururla yapmaya
gidiyorduk, kapıdan çıktık
arabalara bindik, uçuş
hattında makinistler bizi
büyük bir heyecanla
karşıladı. |
Uçuş öncesi brifingde
belirtildiği gibi 4’lü kol
karışık yükle yüklenmişti ve
benim uçağımda 8 adet 5 inçlik
roket ve tüm makineli tüfekler
doldurulmuş durumdaydı.
Kontrolleri yaptık ve motorları
çalıştırdık. Çoğu zaman NATO’dan
MAP (Askeri Yardım Programı)
statüsünde aldığımız ikinci el
yıpranmış uçaklar sık sık
arızalar gösterirlerdi. Ancak
bugün herhalde onlar da işin
ciddiyetine anlamış olacaklardı
ki hiçbirimizde en ufak bir
arıza görünmüyordu. Öncelikle
lider, görevde kullanacağımız
gizli frekansları kontrol
ettirdi onun dışında herkes
görevini biliyordu ve telsiz
konuşması mümkünse hiç
yapılmayacaktı. |
Kuleden müsaade istendi ve
kalkıştan hemen sonra kuleye,
kanalının terk edileceği
bildirildi, bu görevde geri dön
kod’u yoktu. İçimden; bir yerden
kesilsek, bizi bir daha kimse
geri döndüremez diye düşündüm.
|
Güneye kalkış pist başında
silahlar kuruldu, pimler
çekildi, bir an evvel
kalkmak için silahçılara
acele etmeleri için
işaretler ediyordum, onlar
da OK işareti yapıyorlardı.
Neyse sonunda piste girdik.
Tam kontrolleri yapacaktık
ki, içinde rütbeli Amerikalı
subay ve astsubaylar olan
bir Amerikan Pick-up aracı
önümüzü kesmek için pistin
içine girdi ve 4’lü kolun
önünde enlemesini durdu ve
bize geri dönün anlamına
gelen işaretler yapmaya
başladı. Lider bu durumu
derhal kuleye rapor etti ve
Kuvvet Komutanına durumun
bildirilmesini, emir
beklediğimizi bildirdi.
Aradan yanılmıyorsam 1
dakika dahi geçmeden Kuvvet
Komutanı emri bildirildi.
“Egzostunuzu çevirerek aracı
oradan kovalayın, icap
ederse devirin ve zamanında
göreve kalkın.” Buradan
anlaşılıyordu ki Kuvvet
Komutanı da kulede durumu
yakından izliyordu. Bizim
egzost çevirme manevramız
daha sonuçlanmadan Amerikan
aracı pist dışına çıkarak
kaçmaya başladı. Uçaklarımız
düzelterek tek tek kalkışa
başladık, ben 4 numara
yerden kesildiğimi rapor
ettiğimde özel frekansa
geçtik, bizi artık ancak
Tanrı geriye döndürebilirdi. |
Peki İncirlik Üs’sü Amerikalı
komutanı neden böyle bir
uygulamaya karar vermişti?
Sanıyorum onlar bizim defalarca
intikal edip, uçakları yükleyip
sonradan vazgeçtiğimizi
bildiklerinden, bu defa bağlı
oldukları makamlardan gerekli
emri almadan böyle bir harekâta
müdahale etmek ihtiyacını
hissetmişlerdi. |
Ancak ikili anlaşmalara göre
misafir olarak bulundukları bir
Üs’te böyle bir müdahale hakları
bulunmamaktaydı ve bu hatalı
davranışta Kuvvet Komutanı’nın
çok yerinde cesaretli müdahalesi
ile ortadan kaldırılmıştı. |
Taşucu ortasında 4 uçak
alçak irtifadan uçuşumuza
devam ediyorduk, Taşucu’ndan
sonra direk rotamıza döndük
zaman bir türlü geçmek
bilmiyordu, halbuki Taşucu-Erenköy
arası muharebe profili
süratiyle 10-12 dakikalık
bir mesafedir, ancak olayın
heyecanını kapılınca çok
uzun bir zaman geçtiği
duygusu hakim oluyor. Kıyı
göründü. Taktik kol
düzeninde silahların
ateşlenebilmesi için gerekli
düzenlemeler uygulandı ve
böylece Liderin talimatıyla
Erenköy civarında verilen
görev çerçevesindeki
hedefleri tespit ve taarruz
planlaması yapılacak ve
sonra Lider inisiyatifi ile
seçilen hedeflere taarruz ve
teksif sağlanacaktı. İlk
pasajda keşif uçaklarını
çektiği fotoğraflardan
tespit ettiğimiz hedefleri
tam anlamıyla göremedik, bu
nedenle Lider bir geniş
dönüş yaptı. Ancak ikinci
dönüş içinde koldaki bütün
pilotlar Erenköy çevresinde
bulunan çok sayıda zırhlı
araç ve silahlı vasıtaları
tespit ettik. Onlar henüz
bizim taarruz edebileceğimiz
tahmin etmediğinden ağaçlık
bölgelerin haricinde fazla
bir gizlenme ihtiyacı
duymamışlardı. Lider’le
birlikte taarruz çıkışına
başladığımızda, ilk
dalışımızda Liderin
savurduğu bombaların
patlamasıyla birlikte
dağılıp kaçmaya başladılar.
Ben 5 inçlik roketleri 7-8
zırhlı personel taşıyıcı ve
silahlı vasıtaların toplu
halde bulunduğu bölgeye
ateşledim. Çıkışta o
bölgenin toz duman içinde
kaldığını gördüm. İşin
ciddiyetini bu baskın
tarzındaki taarruzdan hemen
sonra anlayan Rum birlikleri
süratle kaçmaya, dağılmaya
başladılar. Havadan dahi
panik halinde oldukları
gözleniyordu. Zırhlı
vasıtalar yolları
kullanarak, ağaçlık alanda
saklanan silahlı personel
çeşitli istikametlere
kaçışarak bölgeden
uzaklaşmayı hedeflemişti.
İşte o zaman makineli
tüfeklerimizle tüm mermiler
bitene kadar bu hedeflere
birçok dalış yaptık.
Mermiler bittikten sonra bir
keşif dönüşü daha yaparak
alçaktan uçarak hedef
bölgesini terk ettik. Bu
taarruz Türk Hava
Kuvvetlerinin 181’inci
Filosunun ikinci taarruzuydu
ve Polisiye Harekâtı
başlatmıştık. İncirlik
Meydanına döndüğümüzde
uçakları park eder etmez
makinist ve silahçılar
uçakları derhal yüklemeye
başladılar. Biz de ufak
tefek arıza olsa bile asla
bunları yazmadık, harekâtı
etkilemeyecekse bu uçaklar
uçmaya devam etmeliydi.
|
Filo barakasına gittik ve
gerekli raporu verdik, herkes
bizi tebrik ediyordu. Diğer
arkadaşlarımız da bizden sonra
hazırlanmış ve hedeflerine
gitmişti. Biraz dinlendikten
sonra ikinci sorti için brifinge
girdik. |
İlk taarruz emri 17.45 olduğu
için ikinci sorti sonunda
alacakaranlığa düşme ihtimali
olduğundan acele ediyorduk.
Keşif neticelerini aldıktan
sonra kaçış yollarındaki ve
Erenköy çevresindeki tespit
edilen hedefleri inceledik ve
brifingimizi tamamladık. Bu defa
Lider 1957 HHO mezun Kd.Ütğm.
Zeki UÇAK’tı. Ben en kıdemsiz
olduğum için yine 4 numara, 3
numara ise sonradan
Diyarbakır’da şehit olan Tğm.
ÇORBACI’ydı. Uçak başına
gittiğimizde müthiş bir
hareketlilik ile karşılaştık.
Zira diğer uçaklar da inişe
başlamış ve silah yüklemeleri
devam ediyordu. Motorları
çalıştırdık, rule sonrası
silahları kurduktan sonra piste
girip kalktık. Rotamız aynı
olmasına rağmen bu defa zaman
çabuk geçti gibi geldi. Erenköy
kıyılarına yaklaştığımızda o
bölgede Eskişehir’den ve
Malatya’dan F-100 uçaklarının da
harekâta katılmış olduğunu
gördük. Kıyıya yaklaşırken
süratle hareket eden ve devamlı
sağa sola dönüş yaparak kaçmaya
çalışan Rum botlarını gördüm.
Bizim orada bir deniz vasıtamız
olmadığına göre onlar mutlaka
Rum botlarıydı ve ilk taarruzdan
sonra Erenköy’ü denizden kuşatan
bu botlar pabucun pahalı
olduğunu anlamışlar ve bölgeyi
terk etmeye çalışıyorlardı.
Ancak daha önce bize böyle bir
görev verilmemişti ama kaçan
hedeflerin cazibesine kapılarak,
yine uçağımda ki roket yüküne
güvenerek Lider’ime: “Müsaade
ederseniz bu botlara taarruz
edeyim, kaçırmayalım” diye bir
istekte bulundum. Ne de olsa
Teğmenin acemi heyecanı bana
esas hedefimi unutturmuştu.
|
Esas hedef vurulduktan sonra
belki yeterli silah mevcutsa
bu işlem yapılabilirdi.
Ancak şu anda teklif dahi
edilemezdi. Lider; “Olmaz,
koldan ayrılma, sana verilen
hedefi tespit ve tahrip
etmeye yönel.” diye sert bir
şekilde bana cevap verdi.
Hatamı anladığım için sesimi
çıkarmadım. |
Verilen hedefleri tespit için
dönüşler yaparken artık güneş
batımına yaklaşmıştık ve birden
Pomo Burnu istikametinden izli
mermi yollarının lidere ve
bizlere doğru uzandığını fark
ettim. Daha bunu ikaz edemeden
lider uçağının hava alığının sağ
tarafında bir parlama oldu.
Anında lideri ikaz ettim. Lider
hava alığı sağ yanından isabet
almış olabileceğini ve bu
nedenle benim hasar kontrolü
yapmak için yaklaşmamı söyledi.
Yaklaşıp baktım, bir mermi
alttan girmiş, çıkışta biraz
daha açılan bir iz bırakmıştı.
Rapor ettikten sonra lider; “3
ve 4 numara olarak Pomo
burnundan bize ateş eden
uçaksavara taarruz edin ve
sadece makineli tüfekleri
kullanın, ana silahlarınız
gerçek hedefinize kalsın” diye
direktif verdi. Biz dönerek
koldan ayrıldık ve bize doğru
hala ateş eden silahların
bulunduğu bölgeye makineli
tüfeklere birkaç dalış yaptık.
Artık o bölgeden herhangi bir
atış yapılmıyordu. Hedef son
durumu tespitinden sonra denize
doğru dönerek tırmanıyorduk ki,
benim önceden gördüğüm botlara
iki F-100 uçağı dalmış ve roket
podları ile taarruz ediyorlardı.
Görev kolumuza katılmak için
uçarken içimden; “Keşke bu görev
bana ait olsaydı” diye geçirdim
ama artık esas görevime dönmenin
zamanıydı. Kola katıldıktan
sonra bize verilen hedeflere
taarruz etmeyi sürdürdük.
Roketlerden sonra uçaksavar
hedefine çok mermi harcadığımız
için, az da olsa kalan
mermilerle de kaçış durumunda
olan personel ve taşıyıcıları,
hafif zırhlı vasıtalar ve
kamyonlara taarruza devam ettik.
Aynı gün bu bölgedeki
taarruzlara Eskişehir Üs’sünden
katılan Yzb. Cengiz TOPEL’in;
Erenköy’ün doğusunda deniz
kıyısına yakın bir yere uçağı
yerden yapılan atışla veya
yerden seken FOD ( Yabancı cisim
hasarı ) sonucunda isabet alarak
düştüğü, kendisinin paraşütle
atlayarak Rum’ların eline
geçtiği ve işkence ile düştüğü
yere yakın olan EOKA yuvası Çiko
manastırında şehit edildiğini
öğrendik |
Hava kararmak üzereyken
görevimiz sona erdiğinden Üs’se
dönüşe başladık. Kalkışta
paylonlar dolu kalktığımız halde
hedef üzerinde o kadar çok yakıt
harcamıştık ki, dönüşte bütün
yakıt lambaları yanarken ancak
ana depo ile meydana inebildik.
O zaman düşündüm ki; her harekât
planlamasında hedef üzerinde
verilen 5 dakika muharebe payı,
karşı tarafın Hava Kuvvetleri
baskısı olmamasına rağmen
ihtiyaca yetmemiş gereğinden çok
dalış yapılmıştı. |
Dönüş rotasında bir uçak
aldığı isabetten dolayı
küçük çapta yangın çıkmış,
motor stall olmuş ve iki
defa motor çalıştırdıktan
sonra direk yaklaşma ile
meydana inebilmişti. Pilot
sonradan hava yollarına
ayrılıp bilahare vefat eden
Yzb. Selçuk SÜMER’di.
Kendisiyle çok kereler
birlikte uçtuk |
Sonsuz cesareti olan ve Tanrının
ona bahşettiği süper uçuş
kabiliyeti ile ataklığını
birleştirerek bir pilotun
yapabileceği her hareketi en uç
noktalara taşıyabilen bir
uçucuydu, kendisine Tanrıdan
rahmet diliyorum. |
9 Ağustos 1964 Pazar bir gün
öncenin taarruzları neticesinde
yapılan keşif sonuçlarına göre
dağılan ve büyük ölçüde Rum
güçlerinden geriye kalanlar
Erenköy’ün çevresini terk
ederek, bir kısmı (motorlu ve
zırhlı birliklerin dışında
kalan) güneye dağlık ve ormanlık
bölgeye sığınmış diğer
birliklerin büyük bir kısmı,
kaçışın tek bir yolla açıkta
yapılabileceğini dikkate alarak
civar Rum köylerinin çevrelerine
sığınmıştı. Hava birliklerine
ikinci gün verilen görevler Pomo
ve kaçış yolu üzerinde bulunan
sığınak noktaları, Paşiyammo,
Aşağı Pirgo, Yukarı Pirgo
yerleşim birimleri çevresinde
gizlenmeye çalışan birliklerdi.
|
181’inci Filoya verilen
görev; Paşiyammo yerleşim
bölgesi civarında gizlenen
birliklerdi. İkinci gün
birinci sorti benim silah
yüküm NAPALM olarak
planlanmış ve çok alçaktan o
birliklere önce koldan ayrı
olarak ilk ben taarruz
edecek ve denizden dağlık
alana doğru kuzey güney
istikametinde yapacağım
taarruz sonucu dağılacak
birlik ve personele diğer 3
uçakla birlikte saldırmaya 4
numara olarak devam
edecektim. Taarruz bölgesine
geldiğimizde çok süratli
olarak hedef bölgesinden
alçak geçiş yapıp uçaksavar
savunması için sert bir
dönüşle hedef incelemesi
yaptık. Bize verilen keşif
fotoğraflarındaki hedefler
yerleşim biriminin pek göze
batmayacak bir yerinde
evlerden uzak konuşlanmış ve
üzerleri kamufle edilmeye
çalışılmıştı. Paşiyammo
yerleşim birimi bir köy
görünümünde, ancak evlerin
birbirinden çok uzak inşa
edildiği geniş bir alanı
kaplıyordu. Dönüşü
tamamlayıp denizden güney
istikametinde pasaja girdim,
hedefi tam karşıladığımda
çok alçak irtifaaya inerek
süratle yaklaştım. Hatta
atış süratinin 20-30 knot
üzerinde yaklaşarak
reflektörü bu süratle atışa
göre ayarladım ve tam hedef
üzerinde 2 NAPALM’ı
bıraktım. Çıkışta; normal
atış süratinin üzerinde
taarruz etmeme rağmen,
karşımda kalan ağaçlık ve
dağlık alana vurmamak için
azami çekiş yaptım ve eğer
çıkış esnasında NAPALM’ler
düşmeseydi buradan zor
kurtulurdum diye düşünmekten
kendimi alamadım. |
|
Kıbrıs
Erenköy
Harekâtı
esnasında
Tğm. Kaya
KONAKKURAN |
|
NAPALM’lerin müthiş alevinin
hedef bölgesini sardığını,
çekişin içinde takip ediyordum
ve hedef bölgesinde araç ve
personel olarak büyük bir
hareketlenme olduğunu
izliyordum. Benim atışım sonrası
4 uçak hedef çevresi ve kaçış
yolları üzerinde yerleşim
bölgesindeki evlere zarar
vermeden taarruzlara devam etti.
Yine mermilerimiz tükenince
taarruz sonu keşif amacıyla bir
pasaj geçişi yaptık ve meydana
döndük. |
Filoya döndüğümüzde rapor
verdikten sonra Kuvvet
Komutanı’nın filo harekât
barakasına girdiğini gördük.
Önceden bizim filoda uçuş yapan
Tuğg. Emin ALPKAYA ile çeşitli
defalar birlikte uçtuğumuzdan
beni ismen tanıyordu ve bana
seslenerek: “KONAKKURAN şimdi
sizin taarruz bölgesinden T-33
uçağı ile keşif yapmaktan
dönüyoruz. Uçş.Grp.K.Yb. Şefik
AKTUĞLU ile gözlemlerimizi şu
harita üzerine işaretledik.
Bölgeden doğuya kaçan birlikler
işaretli bölgede toplanıyorlar
ve kısa zamanda vurulursa büyük
ölçüde tahrip olurlar. 4 uçak
topla ve harekât ve istihbarat
silah seçimlerini yapsın ve o
yüklerle yüklenmiş uçakları
alarak derhal taarruz edin” ben
biraz şaşırdım ama belli
etmeden; “Baş Üstüne Komutanım”
dedim ve hedef işaretli haritayı
alarak selam verdim ve hemen
uzaklaşarak istihbarat bölümüne
gittim. Harekât subayının da
orada olduğunu söylemişlerdi.
Durumu arz ettim ve filonun en
kıdemsiz teğmeni olarak bir
görev aldım ama ben 4 uçağın
liderliğini alacak rütbe ve
kıdemde olmadığımdan “Bana
yardım eder misiniz?” dedim.
Harekât subayı bana: “Görev sana
verilmiş, uçak no.larını silah
ihtiyacına göre hemen seçelim ve
seninle koldaki lider olarak
sorumlu bir pilot ve iki elemanı
belirleyelim, Sen görev brifingi
için hazırlan, görev dönüşü
keşif sonu alınacak
fotoğraflarla Kuvvet Komutanına
birlikte arz ederiz” dedi.
“Emredersiniz” dedim ve
hazırlanan 4 uçak ve lider dahil
diğer pilotlarla birlikte kısa
bir brifing sonucunda kalktık ve
hedef bölgesine ulaştık. |
Haritada hedef olarak
işaretlenen bölgede; kısıtlı
ve engebeli ağaçlık bir
alandan sonra bir toplanma
bölgesi oluşturulmuş ve
Erenköy çevresinden uzak bir
bölgeye sığındıklarını
düşündüklerinden oldukça
rahat görünüyorlardı.
Yaptığımız taarruzun etkili
olduğunu düşünüyorum. Dün
akşamdan itibaren bu bölgeye
kaçabilen birliklerin büyük
bir bölümü burada
konaklamıştı. Görev sonucu
son dönüş sonrası
tırmanırken, Erenköy güneyi
ve taarruz ettiğimiz bölge
civarından doğu istikametine
yangınların bıraktığı çok
uzun bir duman göğe
yükseliyordu. |
Harekâtın sona ermesinden sonra
düşündüm ki; silahsız bir T-33
uçağıyla, Kuvvet Komutanı ve
Uçuş Grup Komutanının harekât
bölgesinde keşif uçuşu yaparak
hedef saptaması son derece
cesaret isteyen üstün
niteliklere sahip iki pilotun
yapabileceği bir işti. |
O zamanki Kuvvet Komutanımız
Emin ALPKAYA ile Hava
Kuvvetleri Komutanı olarak
1974 Kıbrıs Barış
Harekâtında, Karargahta ve
Harekât Merkezinde tekrar
karşılaşacak ve gemilere
taarruz emri verildiği
saatte gönüllü olarak uçuş
birliğim olan Mürted
141’inci Filoya gitme
isteğimi ikinci teklifte
kabul edip beni kendi resmi
aracıyla Mürted’e gönderen
Hrk.Bşk. Tümg. Tevfik
ALPASLAN ve Üs’de Üs
Komutanı olarak bana çeşitli
görevler veren ve bir geri
hizmet uçucusu Kur.Yzb.
olarak harekâta katılmamı
sağlayan Tuğg. Şefik AKTUĞLU
ile yeniden karşılaşacaktık.
Her ikisi de aramızdan
ayrılan (E) Org. Emin
ALPKAYA ve (E) Tümg. Şefik
AKTUĞLU’ya Tanrıdan rahmet
diliyorum. 1974 Kıbrıs Barış
Harekâtı ile ilgili
anılarımı ayrı bir bölümde
hazırlamayı düşünmekteyim. |
Harekâta iki gün boyunca
katılan 181’inci Filo
personeli; başta Filo K.Kur.Bnb.
Necdet HIZEL, Hrk.Sb. Mehmet
KARAGÖZ, Yzb. Selçuk SÜMER,
Yzb. Rahmi DOYRAN, Kd.Ütğm.
Yalçın ADAŞ, Erdoğan ERGUN,
Zeki UÇAK, Gültekin BAŞAR,
Ütğm. Ünal ERTEM, Hasan
MERCANLI, Orhan ÖZIŞIK, Zeki
OYMAN, Burhan ÖZALPAŞAN,
Tğm. Muammer ÇORBACI, Tğm
Erol OLCAY ve Kaya
KONAKKURAN olmak üzere 16
pilottur. |
|
Kıbrıs
Erenköy Hava
Harekâtından
Sonra
Diyarbakır
181’inci
Filo Uçuş
Personeli |
|
|
Kıbrıs Harekâtından Sonra Bir Görev Uçuşu Esnasında Uçağında Yangın Çıkarak Uçağını Terk Ederek |
Tğm. Erol OLCAY İle Beraber Filo Arkadaşları |
|
Soldan Sağa: Tğm. Vehbi YILDIZ (Kur.Yzb. rütbesinde 9’uncu Üs 191’inci Filoda Şehit), Tğm. Muammer ÇORBACI (Harekâttan 1 yıl sonra görev uçuşu dönüşü alçalmada Karacadağ’a çarpma sonucu Şehit), |
Tğm. Erol OLCAY, Tğm. Kaya KONAKKURAN, Tğm. Uçuş Doktoru |
|
|
Filo H/H pilot adedinin o zaman
32 civarında olduğu
düşünüldüğünde bu sayı
şaşırtıcıdır. Ancak yaz
aylarında birkaç pilot izinde,
kursta ve çeşitli nedenlerle
uçamaz durumda olmasına ilave
olarak, verilen alarmın geç
anlaşılması ile jet uçaklarına
ve sonradan kalkan ulaştırma
uçaklarına yetişemeyenler de
olmasına rağmen az sayıda uçucu
ile görev tam olarak yerine
getirilebilmiştir.
Yetişemeyenler sonradan filoya
katılmış ancak harekât sona
erdiğinden göreve iştirak
edememişler ve sonraki keşif ve
bölge uçuşlarında uzun bir süre
görev almışlardır. Bunlardan
biri çok iyi hatırladığım Ütğm.
Fahrettin GÜVENÇ olup izinden
geri çağrıldığında İstanbul’dan
otobüsle İncirlik’e gelmiş ancak
ikinci günü akşam üzeri görev
sona erdiğinden harekâta iştirak
edememiştir. |
Harekâtın ikinci günü olan 9
Ağustos’tan sonraki 10 Ağustos
1964 günü sabahı bir ulaştırma
uçağıyla Genelkurmay Başkanı ile
birlikte Hava Kuvvetleri
Komutanı Org. İrfan TANSEL
İncirlik’te 181’inci Filo
uçucuları ve birlik
komutanlarını ziyarete geldi ve
bizleri büyük bir masa etrafında
toplayarak aşağıda açıklayacağım
tarihi konuşmayı yaptı. |
“Harekât şimdilik kısa bir
süre için durduruldu. Fakat
bir süre sonra yapılacak
durum değerlendirmesine göre
tekrar taarruza devam
edeceğiz. Ancak öncelikle
sizleri tebrik etmek
istiyorum, son derece
başarılı bir görev icra
ettiniz ve taarruz tamamıyla
amacına ulaştı. Erenköy ve
civarında kuşatılmış Türk
direnişçileri tamamen
kurtarıldığı gibi diğer
bölgelerde kritik durumda
bulunan Türk direnişçileri
de rahat bir nefes aldılar.
Rum birlikleri büyük zayiat
vererek dağıldılar ve hava
harekâtı amacına ulaştı.
Ancak tekrar Kıbrıs
Türklerine ve Türk direniş
bölgelerine Rumların
yapacağı bir harekâta asla
müsaade edilmeyecek gerekli
cezalandırma uygulanacaktır.
Ancak öncelikle size bu
harekâtı gerçekleştirebilmek
için nasıl karar verildiğini
açıklamam gerekiyor.
Bildiğiniz gibi Kıbrıs’ta
Türk’lere karşı çok uzun
yıllardan beri Rumlar
tarafından çok sinsice bir
asimilasyon hareketi
sürdürülmektedir. |
1960 Londra ve Zürih
anlaşmalarından sonra bu sürekli
Türkleri yok etme planı ve adayı
ele geçirmek için yıllardır
sürdürülen Megalo-İdea
stratejisinin sona ereceği
sanılmıştı. Ancak her şey
Türklerin aleyhine gerçekleşti
ve son savunma kalesi olarak
Türklerin mücahit güçlerinin
büyük bölümü Erenköy civarında
kuşatıldı ve Türk mukavemet gücü
bitirilmek üzereydi. Bu duruma
mutlaka müdahale edilmeliydi.
Ancak diğer ülkeler bu duruma
seyirci kalıyor ve sanki
Rumların netice almasını tercih
ediyor izlenimi veriyorlardı.
Bir şey yapılacaksa kendi
tercihimiz ve kararımızla
yapmalıydık. Böyle bir harekât
ancak; baskın tarzında taarruz
ederek birkaç saat içinde sonuca
gidebilecek Hava Kuvvetleri ile
mümkün olabilirdi. Ancak bir
sorun vardı; böyle bir karar
Büyük Millet Meclisinden
çıkmalıydı fakat ona zaman
yoktu. Olaylar çok süratle
gelişmişti, harekâta 1 gün
içinde karar verip
uygulamalıydık yoksa çok geç
kalınacaktı. O zaman 2’nci
alternatif olan Hükümet
Kararıyla Bakanlar Kurulu’nu
toplayarak karar
çıkarılabilirdi. |
Fakat o durumda da bir sorun
vardı. Başbakan İnönü bir
koalisyon hükümetini yönetiyordu
ve böyle bir kararı aldırmak
için yaptığı teşebbüsler diğer
partili bakanlar tarafından
tehlikeli ve çok riskli
bulunduğundan kabul edilmiyordu.
Başbakan İnönü beni çağırdı ve
baş başa bir görüşme daha
yaptık. Ben durumun aciliyeti
var en geç yarın bu harekâtı
yapmazsak Erenköy düşer ve
Kıbrıs ile ilgili tüm
hayallerimiz söner, tekrar eski
duruma asla dönemeyiz, Kıbrıs’ı
kaybetmemize 1 gün var, en büyük
riskleri de taşısa yarın mutlaka
en geç öğleden sonraya kadar
taarruz kararı almalıyız,
diyerek durumun aciliyetini arz
ettim. Çok deneyimli bir asker
ve devlet adamı İNÖNÜ; o zaman
yarın karar aldırmaya
çalışacağım sizde Bakanlar
Kurulu’na gelin. Şayet onları
ikna teşebbüsünde muvaffak
olamazsam size bir işaret
yapacağım, o zaman toplantıdan
çıkarak ilk kalkacak uçaklara
KALK emri verin ve toplantı
salonuna gelerek; uçakların
havalandığını geri dön kodu da
olmadığından geri döndürme
imkânımızın olmadığını, zira
daha önce İncirlik Filosuna
kritik taarruz saatinin önceden
bildirildiğini şayet o kritik
zaman aşıldığında her şeyin
biteceğini bildirin. Aynen
uyguladım ve bu bilgi bakanlara
büyük bir sürpriz oldu, ancak
yapacak başka bir şey
olmadığından onlar da
Başbakan’ın bu kararına uymak
durumunda kaldılar. Ve hep
birlikte bana Gazanız Mübarek
OIsun, bizlerin endişe ettiği
gibi içinden çıkılamayacak bir
durumla karşılaşmayız inşallah
diyerek tebrik ettiler. |
Sizler bu müdahaleyi bu zor
şartlar altında
gerçekleştirdiniz. Sayın
Başbakan İNÖNÜ’nün cesaret
ve üstün askeri ön sezisi
olmasa bu görev asla
başarılamazdı. Sizleri
tekrar kutluyor, bugün ve
gelecekte başarılarınızın
devamını diliyor
gözlerinizden öpüyorum.” |
Komutanlar ayrıldıktan sonra
birkaç gün heyecanla bekledik,
ancak bir daha taarruz emri
verilmedi. Artık Kıbrıs’ta
şimdilik duruma hakim olunmuştu,
sonradan sorunun devam edeceği
muhakkaktı ve öyle de oldu.
Ancak ikinci müdahale için daha
bir 10 yıl beklenecekti. |
Aradan birkaç gün geçtikten
sonra biz alarm halinde
İncirlik’te nöbete devam ediyor,
civarda ve Akdeniz’de keşif
uçuşları yapıyorduk. O günlerde
ilk önce Ankara radyosu bizimle
röportaj yapmak için geldi ve
seçilen birkaç kişi konuşma
yaptı. Önce Üs K. Kur.Alb. Ali
GÜR, Yzb. KARAGÖZ ve BEN tam
olarak hatırlamıyorum ancak
sanıyorum şöyle konuşmuştum.
“Kısa zamanda harbe hazır olarak
bu harekâta katılmak
bahtiyarlığına eriştim, çok
mutluyum” yine o günlerde
Hürriyet gazetesinden Gökşin
SİPAHİOĞLU geldi röportaj yaptı
fotoğraflar çekti ve bu röportaj
iki gün sonra Hürriyet
gazetesinin ilk sayfasında tam
sayfa olarak yayınlandı. Orada
yayınlanan fotoğrafları bu
anıların sonuna almayı uygun
gördüm. Ayrıca o günkü anıların
canlanması için bugün birçoğu
hayatta olmayan 181’inci Filo
arkadaşlarımla ilgili bazı
hatıra fotoğraflarının da bu
anıların sonunda yayınlanması
beni son derece mutlu edecektir.
|
Bu fotoğraflardan sonra
fotoğraf sanatçısı Ara GÜLER
şimdi adını hatırlayamadığım
çok önemli bir yabancı dergi
için çekimler yaptı. O
fotoğrafları bugüne kadar
göremedim. Kendisinden Hava
Kuvvetleri Tarihçe Şubesi
olarak istekte
bulunabileceğini
belirtmiştim. |
Bu isteğe olumlu cevap
vereceğini sandığım bu üstün
yetenekli Türk fotoğraf
sanatçısının, emsalsiz
fotoğraflarının temin edilmesi
halinde Hava Kuvvetleri Tarihi
hazinesine bir değer daha
katacağından hiç şüphem yoktur.
|
Aradan kaç gün geçti
hatırlamıyorum, ısrarlı
girişimler sonucunda hunharca
şehit edilen Yzb. Cengiz
TOPEL’in cenazesi İncirlik’e
getirildi. O’nu omuzlarımızda
Ankara’ya gidecek uçağa taşıdık.
Yıllar sonra Kıbrıs’ta O’nun
şehit olduğu bölgeye defalarca
gittim. Deniz kıyısında uçağının
motorunun bulunduğu anıtı ve
halen bir kara birliğinin
karargah binası olarak
kullanılan Çiko Manastırı ikinci
katındaki müze haline çevrilmiş
şehit edildiği odayı ziyaret
ettim. Bina çok eski ve ne kadar
bakım yapsanız bu eski yapıyı
uygun bir hale getirmek mümkün
değil. |
Bu nedenle bu adı müze
olarak geçen mütevazı odanın
içindeki hatıralarla gerçek
bir müze yaratılarak, deniz
kıyısındaki Cengiz TOPEL
anıtının yanına inşa
edilecek bir binaya
taşınması şehidimizin
hatırasına saygı duyulacak
bir yaklaşım olacağını
değerlendirmekteyim. Ayrıca
orada görevli erler
tarafından yapılan Yüzbaşı
Cengiz TOPEL’in hayatı ve
olayı ile ilgili açıklamalar
tatmin edici olmaktan çok
uzak. Hava Kuvvetlerinin bu
konuda da daha içerikli ve
gerçek bilgileri
hazırlayarak müzede
kullanılacak şekilde
uyarlaması bence son derece
uygun olacaktır. Bu konuda
orada çektiğim bazı
fotoğrafları da bu anının
sonuna eklemenin faydalı
olacağını düşündüm |
Kaynaklar: Yurtiçi Sıra
No.: 47 |
|