Ben Kimim

 
 
 

TECRÜBE NEDİR?

 
Hava Pilot Binbaşı
Alp BOZKURT
 

Oldukça soğuk fakat pırıl pırıl bir Ocak günüydü. İki haftadır kar yağışı ve fırtına yüzünden bir sorti bile uçamamıştık. Bu arada öncelikle istenen bir görevi de hava durumu sebebiyle icra edememiştik. O günkü hava ise bu görev için en ideal şartları oluşturuyordu. Görevin özelliğinden dolayı tek uçak uçacaktık ve arka kokpitim ile birlikte en ince ayrıntısına kadar güzel bir görev hazırlığı yapmıştık. Şimdi sıra hazırlıklarımızı icra etmeye gelmişti.

İki haftadır uçamamanın verdiği hasretle piste girdik ve kalktık. Görev gereği planlamamızı yüksek irtifa yapmış ve çok kısa sürede FL 360'ı almıştık. Hemen ilk kontrollerimizi yaptık, her şey normal ve manzara harikaydı; rotayı uçarken tüm Güneydoğu Anadolu bembeyaz bir örtü altında uzanıyor, millerce mesafeyi pırıl pırıl görebiliyorduk. Ensemde bir uyuşukluk, hafif bir sersemlik, dudaklarımda uyuşma. Hemen gözüm oksijen kolektörüne gitti; her şey normaldi, fakat ben niye kendimi böyle sarhoş gibi hissediyordum? Arka kokpitime kendisinde bir gariplik olup olmadığını sorduğumda önce her şeyin normal olduğunu söyledi ve ardından kahkahalarla gülmeye başladı. İşte o an durumumuzun gayet ciddi olduğunu anladım. Hemen maskemi çıkarıp aynaya baktığımda dudaklarımın morarmaya başladığını gördüm. Evet, biz hipoksi olmaya başlamıştık ve hatta olmuştuk. Hemen sert bir manevra ile en kısa sürede FL 100'ün altına alçaldık, aradan kısa bir süre geçtikten sonra kendimize gelmeye başlamış, morluklarımız yok olmuş, kahkahalarımız kesilmişti.

En pratik zamanda meydanımıza yaklaştık ve indik. Bu arada meydana yaklaşırken durumu kuleye bildirmiş, uçak başına bir ambulans da istemiştim. Motorları park yerinde durdurdum, inmek için kokpitte ayağa kalktığımda hafif bir baş dönmesi hissettim, "Neyse bu kadarı olur." diye düşünüp merdivenlerden sendeleyerek indim; ama hâlâ üzerimde bir gariplik vardı. Ben bunları düşünürken arka kokpitimin uçaktan iner inmez yere oturduğunu gördüm. Evet onun hâli biraz daha garipti. Takiben uçuş doktorları bunun normal olduğunu söyleyip bizi %100 oksijene bağladılar ve yaklaşık bir saat sonra arka kokpitim ile beraber sapasağlam ayaktaydık, şimdi de uçaktan inerkenki hâlimize gülüyorduk.

Bu olayı bu kadar çabuk tespit edip giderici işlemleri gerçekleştirmeyi, uçağı ve kendi hayatımızı kurtarmayı tek bir şeye borçluydum. O da; Hava Uzay Hekimliği ve Fizyolojik Eğitim Merkezinde aldığımız eğitim ve bu tür olayları yerde Hypoberik çemberde yaşamamızın getirdiği tecrübeydi.

Daha sonra bakım incelemesi sonucunda öğrendik ki, uçaktaki oksijen tüpünün kokpit oksijen kolektör bağlantısı kalkışta mekaniki bir arızadan dolayı birbirinden ayrılmış. Kısacası; biz kalkıştan sonra tırmanış ile birlikte sürekli olarak dış ortamdaki azalan havayı solumuşuz. (Pardon solumaya çalışmışız?)