Ben Kimim

 
 
 

MERZİFON F-86 HATIRALARI

Ağustos 1958 - Temmuz 1961

(Devamı)
 

2008 NİSAN: UÇUŞ OKULUNDAN MEZUNİYETİMİN 50'NCİ YIL KUTLAMASI

ABD'de iki yıllık pilotaj eğitimimi tamamladıktan sonra 1958 yıl Ağustos ayında Merzifon 142'nci (şimdiki 151'inci) F-86 Av/Önleme filosuna atanmıştım. ABD Uçuş okulundan mezuniyetimin ve ilk filoya katılışımın 50'nci yılı olan 2008 yılında bu iki olayı çok özel bir şekilde kutlamak mutluluğuna eriştim. Bu iki mutlu olayın birincisi ABD'de uçuş okulundan mezuniyetimin 50'nci yıldönümünde, mezun olduğum sınıf tarafından Dayton-Ohio'da tertiplenen kutlama toplantısına katılmam; ikincisi de İlk uçuş birliğim olan Merzifon'da filoya katılışımın 50'nci yılına denk gelen filo gecesine katılma mutluluğunu yaşamamdır.

ABD Hava Kuvvetleri sadece kendi pilotlarına değil, NATO ülkeleri ile diğer ikili anlaşma yaptığı ülkelerin öğrenci pilotlarına da uçuş eğitimi vermektedir. Yılın belirli periyotlarına göre planlama yapılırken, öğrencilerin mezuniyet yılı dikkate alınarak uçuşa başlayan her sınıfa ayrı bir isim verilmektedir. ABD San Antonio şehrindeki Lackland Hava Üssü'nde bulunan Lisan okulundan mezun olduktan sonra, başlangıç eğitimi için T-34 ve T-28 pervaneli uçakların bulunduğu Texas eyaletindeki Hondo Üssü'ne katıldığımızda, sınıfımızın isminin 58-J olduğunu öğrendik.

Mezuniyetimizin 40'ncı yılı olan 1998 yılının başlarında bir gün uçuş okulundaki sınıfımızın kıdemlisi Amerikalı Üsteğmen James Koonce (ABD Hv.Kv.'den Albay rütbesiyle emekli olmuştu) isimli arkadaşımızdan bir email gelince çok şaşırdım. Pervaneli uçaklarda başlangıç eğitiminden mezun olduktan sonra jet tekamül eğitimi için gittiğimiz Mississippi eyaletinin Greenville Üssü'nde T-33 eğitimi görürken Üsteğmen James Koonce bizim sınıfımızın kıdemlisiydi. Mezuniyetimizden sonra aradan geçen 40 yıl içinde kendisiyle hiç bir temasımız olmamıştı. Kıdemlimiz bizim email adreslerimizi Hava Kuvvetleri kanalından tespit etmek becerisini göstermişti. Sınıf kıdemlimiz, mezuniyetimizin 40'ncı yılını kutlamak için Amerika'da bir kutlama gecesi tertip ettiklerini ve 58-J sınıfından adreslerini buldukları pilot arkadaşlara bunu duyurduklarını bildirdi. Ben Hava Kuvvetleri'nden emekli olduktan sonra görev aldığım NATO'nun Lüksemburg'da bulunan NAMSA Lojistik Merkezi'nde bulunmam sebebiyle ABD'deki 40'ncı yıl kutlama toplantısına katılmam mümkün olmadı ama kıdemlimize gönderdiğim e-mailde eğer 58-J'nin 50'nci mezuniyet yılı kutlama toplantısını tertip ederlerse mutlaka o toplantıya katılmak istediğimi bildirdim.

On yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve 2008 yılının başında sınıf kıdemlimiz gönderdiği e-mailde, 58-J sınıfının 50'nci Mezuniyet Yılı toplantısının ayni yıl Nisan ayı içinde Ohio Eyaleti'nin Dayton şehrinde tertiplendiğini bildirdi. Dayton şehrinin seçilmesinde, o şehrin yakınındaki Wright Patterson Hava Üssü'nde bulunan ABD Hv.Kv.Lojistik Komutanlığı'ndan 58-J sınıfının tertipleyeceği yıldönümü toplantısı için destek alınacağını ve ayrıca dünyanın en büyük havacılık müzesi olan ABD Hava Kuvvetleri Ulusal Hava Müzesi'nin burada bulunmasının tercih sebebi olduğunu davet yazısında belirtti.

1956 yılında Hava Harp Okulu'ndan mezun olup İzmir - Gaziemir meydanında kısa süreli uçuş eğitimimizi tamamladıktan sonra pilotaj eğitimi için ABD'ye beraber gittiğimiz sınıf arkadaşlarım Kaya Ergenç (Emekli Hv.Tuğgeneral) Öner Dinçer (Emekli Hv. Korgeneral) ve ben, 50'nci yıldönümü kutlama toplantısına katılmaya karar verdik ve Dayton - Ohio'ya gittik.

Amerikalı sınıf kıdemlimiz mezuniyet kutlamasına katılacaklarını bildiren sınıf arkadaşlarımız için Hava Müzesine yakın bir yerde bulunan bir otelde rezervasyon yaptırmıştı. Otele giriş yaptığımızda resepsiyonda bize üzerinde 58-J sınıfımızın amblemi ve ismimizin yazılı olduğu bir yaka kartı verdiler. Ayrıca 50'nci yıl kutlaması için gelenlerin, akşam saat 19.00'da otelin kokteyl salonunda toplanacağını bildirdiler.

Kokteyl salonunda yıllar sonra arkadaşlarımızla karşılaşmamız hepimizi heyecanlandırmıştı. Toplantıya 45 pilot arkadaşımız katılmıştı. Bazı arkadaşlarımızın eşleri de toplantıya katılmışlardı. Düşünün, 50 yıl önceki mezuniyet töreninde pilot brövelerimizi taktıktan sonra herkes birbirine veda etmiş ve aradan geçen 50 yıl boyunca hiç karşılaşmamışsınız ve ilk defa bir araya geliyorsunuz! Bu duyguları anlatmak gerçekten çok zor!

Otel resepsiyonunda bize verilen isim listesini incelediğimde, Mississippi / Greenville Jet Eğitim Üssü'nde T-33'lerde eğitim görürken uçuş hattının brifing salonunda yan yana masalarda oturduğumuz en yakın arkadaşım Philip'in toplantıya katılacağını öğrenmiştim. Makedonya asıllı olan bu Amerikalı arkadaşımın Türklere karşı ayrı bir sempatisi vardı. O zaman İngilizcemi ilerletmemde Philip'in bana çok emeği geçmişti. Ben çocukluğumdan beri müziğe çok düşkündüm ve radyolardan devamlı çalan popüler şarkıları dinlerdim. O yıllar Elvis Presley ile Paul Anka'nın yıldızlarının yeni yeni parladığı yıllardı. Bu iki sanatçının söylediği şarkıları çok severek dinler ama şarkıların sözlerini bir türlü anlayamaz ve bu şarkı sözlerini çok merak ederdim. İşte arkadaşım Philip anlayamadığım bu şarkı sözlerini kendisine sorduğumda bıkıp usanmadan onların anlamlarını bana izah etmeye çalışırdı.

Kokteyl salonuna girdiğimde kalabalık arasında ilk olarak gidip o arkadaşımı buldum. Kendisi sima olarak pek değişmemişti. Sarıldık, kucaklaştık. Bizimle bir araya gelen diğer arkadaşlarımızla beraber koyu bir sohbete daldık. Herkes birbirine filo günlerinden hatırlanan müşterek anılarımızı, 50 yıl içinde yaşadıklarını, evliliklerini, çocuklarını ve uçuş hayatlarını anlattılar. Philip sohbet esnasında arkadaşlara benim müziğe olan merakımdan ve kendisine şarkı sözlerinin anlamlarını sorduğumdan bahsedince doğrusu hafızasına çok şaşırdım. Kendisine yıllar önce sabırla bana şarkı sözlerinin anlamlarını izah ettiği için bir kere daha teşekkür ettim.

Kıdemlimiz çok iyi düşünmüş ve fotoğraflarımızın bulunduğu mezuniyet kitabını beraberinde getirmişti. Birbirini tanımakta zorluk çekenler, karşısındakinin yaka kartındaki ismiyle mezuniyet kitabındaki fotoğrafına bakıp birbirlerini kolayca tanımışlardı. Arkadaşlardan kimisinin saçları tamamen dökülmüş, kimisi oldukça göbek bağlamıştı. Belki dikkat etmişsinizdir, aradan ne kadar uzun yıllar geçerse geçsin, insanın fiziki görünüşünde pek çok değişiklikler olabiliyor ama gözlerin rengi ve bakışları hiç değişmiyor ve kişiyi tanımak mümkün oluyor.

Ertesi akşam hemen yakınımızda bulunan Hava Müzesi'nde akşam yemeği tertip edilmişti. Ben Hava Müzesi'ni Hv.Kv.Lojistik Başkanı olarak 1983 yılında Wright Patterson Üssü'ndeki ABD.Hv.Lojistik Komutanlığında tertiplenen F-16 İkmal Bakım Sözleşmesi'ni imzalamak için geldiğimde ziyaret etmiştim. O zaman, bütün bir öğleden sonramı harcayarak ancak gezebildiğim müzenin hemen girişinde büyük bir kafeterya bulunduğu ve orada yemek yediğim aklımda kalmıştı. Herhalde sınıf yemeğimizi o büyük kafeteryada düzenlemişlerdir diye aklımdan geçiriyordum.

Bizi akşam yemeği için Hava Müzesi'ne götürmek üzere tahsis edilen iki otobüse bindik ve müzenin girişindeki kafeteryanın önünde otobüslerden indik. Önden giden kıdemlimiz kendisini takip etmemizi söyledi. Kafeteryanın önünden geçip müzenin içine doğru ilerlemekte olan kıdemlimize, yemeği kafeterya salonunda yemeyecek miyiz diye sorunca bana: "yemeği yiyeceğimiz yer herkes için büyük bir sürpriz olacak" dedi. Biraz daha ileriye, uçakların sergilendiği bölüme geçince gerçekten, bizi ne kadar büyük bir sürprizin beklediğini gördük. ABD Hava Kuvvetleri büyük bir incelik gösterip jest yaparak emekli pilotlarının 50'nci mezuniyet yılını kutlamaları için tertipledikleri bu özel gecede, onların hizmet yıllarında uçtukları uçaklarla iç içe, bir arada, karşılıklı, yan yana olmaları için Hava Müzesi'nde savaş uçaklarının sergilendiği bölümü emekli pilotlarına yemek salonu olarak tahsis etmişti.

Uçakların bulunduğu bölümde isimlere göre düzenlenen masamızın numarasını salonun girişindeki levhaya bakıp öğrendik. Kaya Ergenç, Öner Dinçer, ben ve diğer üç arkadaşımızla beraber masamızın başına geldiğimizde. bir F-86F tipi uçağın tam karşısındaki masada oturacağımızı görmeyeyim mi! İlk göz ağrım F-86 uçağını yıllar sonra birden karşımda görünce heyecanlandım, çok şaşırdım, ve gözlerime inanamadım! Mississippi, Greenville Üssü Jet Eğitim Filosu'nda T-33'lerden mezun olup pilot brövemizi aldıktan sonra, Arizona'nın Williams Hava Üssü'ndeki atış okulunda 50 yıl önce Harbe Hazırlık eğitimi gördüğümüz F-86F uçağı, işte şimdi 50'nci mezuniyet yılını kutladığımız bu özel gecede oturduğumuz masanın tam karşısında bütün güzelliğiyle sanki bana bakıyor gibiydi! Acaba bu bir rüya olabilir miydi? Hayır, rüya değildi! Uçuş okulundan mezun olduktan sonra harbe hazırlık eğitimi gördüğüm F-86F uçağının tam karşısında bulunan masada arkadaşlarımla bir arada 50'nci mezuniyet yılını kutlamam, hayatımda yaşamış olduğum en büyük mutluluklardan biri olmuştur.

2008 MAYIS: İLK UÇUŞ BİRLİĞİM MERZİFON 142'NCİ KATILIŞIMIN 50'NCİ YIL KUTLAMASI
ABD'de uçuş okulundan mezuniyetimizin 50'nci yılını Dayton - Ohio'da kutladıktan bir ay kadar sonra, 50 yıl önce ilk uçuş birliğim olarak katıldığım Merzifon 142'nci Filo (şimdiki 151'nci Filo) tarafından tertiplenen filo gecesi için bir davetiye aldım. Amerika'da mezuniyetimin 50'nci yılı kutlamasına katıldıktan sonra ilk uçuş birliğime katılışımın da 50'nci yılını kutlayacak olmamdan daha büyük bir mutluluk olabilir miydi? Filo gecesine katılacağımı sayın Üs Komutanı Tuğgeneral Tayfur Fikret Erbilgin ile 151'nci Filo Komutanı sayın Kurmay Yarbay Sargun Göktun'a bildirdim.
Gecenin tertiplendiği gün sabah erken saatte İstanbul'dan arabamla yola çıktım. Bolu-Gerede-Ilgaz-Tosya, Osmancık üzerinden Merzifon'a geldim. Yolda fazla trafik olmadığından Merzifon'a öğleden sonra saat 14.00 civarında varmıştım. Şehrin yukarı tarafında bulunan lojmanlar bölgesindeki misafirhanenin önüne arabamı park ettiğimde, orada uçuş kıyafetiyle bir Kurmay Yarbayın beklemekte olduğunu gördüm. Kendisini daha önce hiç görmediğim ve tanımadığım Kurmay Yarbay yanıma gelerek kendisini 151'nci Filo Komutanı Yarbay Sargun Göktuğ (geçen yıl Tuğgenerallik rütbesine terfi etti) olarak tanıtıp hoş geldiniz deyince çok duygulandım. Ben filo gecesinin yapılacağı tarihte misafirhanede yer ayırtmak için telefon ettiğimde, misafirhane görevlisi, gelen misafirlere yardımcı olmaları talimatı aldıklarını söylemiş ve benim geliş saatimi ve geleceğim vasıtayı sormuştu. Ben de kendilerine İstanbul'dan kendi arabamla sabah erken saatte yola çıkacağımı ama yol uzun olduğu için varış saatimi bilmeme imkan olamayacağını söylemiştim. Misafirhane önüne geldiğimde Filo Komutanı bana hoş geldiniz deyince, o kadar uzun yoldan gelen bir kişiyi bekleyip karşılamış olmasından çok etkilendiğimi ve duygulandığımı söyledim, kendisine büyük zahmetleri için teşekkür ettim.

Beni karşılayan Filo Komutanı eğer arzu edersem akşam saat 20.00'de başlayacak olan yemeğe kadar Üs'sü ve Filoyu gezdirebileceğini söyleyince çok memnun oldum.

Önce şehitlik ziyareti yapmayı arzu ettiğimi Filo Komutanına söyledim. Beraberce şehitliğe gittik. Orada şehit arkadaşlarımın kabirlerini tek tek ziyaret ettim ve onları sevgi, saygı ve rahmetle andım.

Şehitlik ziyaretinden sonra Üs'se geldik. Üs'de ilk önce, benim 50 yıl önce görev yaptığım filo binasını görmek istedim. Bizden sonra F-5 ve daha sonra F-16 filolarının Merzifon'da konuşmasıyla beraber yeni filo binaları yapılmıştı. Bizim o zamanki filo binamız Üs Muhabere Tabur Komutanlığı'na tahsis edilmişti. İlk göz ağrım filomun önünde aşağıdaki fotoğrafı çektirdim.

Eski filo binasının içine girince ilk önce bizim zamanımızda brifing salonu olarak kullandığımız odayı görmek istedim. Brifing salonumuz kapıdan girişte hemen solda bulunuyordu. Oda, içindeki üç masa ve iki etajerle gözüme o zamankinden çok daha küçük gözüktü. Daha önce söylediğim gibi o zamanlar binada kalorifer sistemi yoktu ve bizler brifing salonunun bir köşesine kurulan kömür sobasıyla ısınıyorduk. Salona girince ilk baktığım yer nedense işte o kömür sobasının bulunduğu köşe oldu. O anda çok duygulandım ve kendimi çok tuhaf hissettim. Brifing salonundan sonra hemen karşısında bulunan o zamanki Eğitim Subaylığı odasını, Filo Komutanı ve Harekat Subayı'nın odalarını dolaştım. O zaman emirlerinde büyük bir zevkle, gururla ve şevkle görev yaptığım ve halen ebediyete göç etmiş bulunan Filo Komutanımı, Harekat Subayımı, Eğitim Subayımı ve görev uçuşlarında şehit düşen filo arkadaşlarımı sevgi, saygı, özlem ve rahmetle andım.

Filo Brifing Salonu içinde çekilen fotoğrafım. Mayıs 2008

Eski filo binasını ziyaret ettikten sonra Filo Komutanı beni uçuş hattına götürdü. Uçak sığınaklarından birinin içinde bulunan F-16C uçağı hakkında bilgi verdikten sonra uçağın kokpitini tanıttı.

151'nci Filo K. Kur.Yb. Sargun Göktun ve ben F-16C Uçağı önünde

Filo binasından sonra görmek istediğim yer, alarm nöbetlerini tuttuğumuz pist başı alarm binası idi. Merzifon F-86 hatıralarımın bundan önceki bölümünde, bizim zamanımızda alarm nöbeti tuttuğumuz yerin ne kadar kötü bir durumda olduğunu ve nöbet yerinde ne kadar büyük sıkıntılar yaşadığımızı anlatmıştım. Biz alarm nöbetlerini, ayni zamanda pist başı aracı olarak da kullanılan, kapalı bir kamyon kasası şeklinde, ısıtıcısı olmadığı için küçük bir elektrik sobasıyla ısıtılan ve kışın buz kesen, gürültülü bir jeneratör aracının içinde tutardık. Jeneratör aracının iç bölmesinde uzunlamasına yerleştirilen iki tahta sıra, pilotların istirahat etmeleri için yatak vazifesi görürdü. Her pilota deniz üzeri uçuşlar için ismen dağıtımı yapılan can yeleklerimizi de ağzımızla şişirip yastık olarak kullanırdık. Tuvalet ihtiyaçları için pist başı aracının biraz uzağında tenekeden yapılmış bir sahra tuvaleti kullanılırdı.

Filo Komutanı beni aracıyla pistin 05 başında bulunan alarm nöbet binasına getirirken işte aklımdan bunlar geçiyordu. Yeni alarm nöbet binası, tertemiz küçük bir çay ocağı, tuvaleti, duşu, yatak odası ve televizyonu olan küçük bir dinlenme salonuyla hem pilotların hem de uçak makinistlerinin rahatça ve huzur içinde görev yapabilecekleri şekilde düzenlenmişti. Dinlenme salonunda pilotların okumaları için doküman, kitaplar ve Hava Kuvvetleri yayınları bulunuyordu.

Pist başı alarm nöbet binasını da gördükten sonra şehir içinde küçük bir tur atıp misafirhaneye döndük. Misafirhanenin lobisinde çok büyük bir sürprizin beni beklemekte olduğunu nereden bilebilirdim? Misafirhaneden içeri girince orada benim 50 yıl önceki ilk Filo Komutanım Lütfi Gündoğdu'yu (Emekli Hava Tuğgeneral) görünce sanki dünyalar benim oldu. Gündoğdu Generalim de komutanlığını yaptığı filonun gecesine şeref misafiri olarak katılıyordu.

Fotoğrafta, efsane havacı, ilk Filo Komutanım Lütfi Gündoğdu ile kucaklaşıyoruz.

Lütfi Gündoğdu, Türk Hava Kuvvetleri'nin 1952 yılında pervaneli uçaklardan jet çağına geçişi sırasında, T-33 uçaklarında öğretmen pilot olarak yetiştirilmek üzere ABD'ye gönderilen ilk 8 pilottan biri idi. F-84G uçakları 1952 yılında Türkiye'ye geldikten kısa süre sonra teşkil edilen 4'lü F-84G akrotiminin liderliğini yapmıştı.

Efsane havacı Lütfi Gündoğdu'nun şeref misafiri olarak davet edildiği filo gecesine, Merzifon Üssü'nün bağlı olduğu Diyarbakır 2'nci Hava Kuvveti Komutanı Korgeneral Rasim Arslan da büyük bir incelik göstererek katılmıştı.

Aşağıdaki fotoğrafta (soldan sağa) 5'nci Üs Harekat Komutanı Kur.Albay Topçu, 5nci Üs Komutanı Hv.Tuğgeneral Tayfur Fikret Erbilgin, 2'nci Hava Kuvvet Komutanı Hv.Korgeneral Rasim Arslan, E.Hv.Tuğgeneral Lütfi Gündoğdu ve ben görülüyoruz.

Akşam yemeğe başlamadan verilen resepsiyonda 151'nci Filo'nun değerli pilotları ile Üs'sün diğer güzide mensupları ve muhterem eşleriyle tanışmak fırsatı buldum. Sohbetimiz esnasında benim kaleme aldığım Merzifon F-86 Hatıraları kitapçığının pilot eşleri tarafından da okunduğunu öğrenmem benim için gerçekten büyük bir sürpriz oldu. Bu anı kitapçığı o tarihten bir süre önce Hava Kuvvetleri Komutanı emriyle Hava Kuvvetleri Bülteni'ne ek olarak tüm Hava Kuvvetleri birliklerine yayınlanmıştı. Bu anı kitapçığının pilot eşleri tarafından okunduğunu öğrenmek beni son derece sevindirmişti.

Kaleme aldığım Merzifon anılarımda o yıllarda daha lojmanların yapılmadığını, şehirde bir tek kaloriferli evden başka diğer bütün evlerin sobayla ısıtılan evler olduğunu, sadece iki kişinin evinde buzdolabı bulunduğunu, kimsenin evinde çamaşır makinesi olmadığını, hele bulaşık makinesinin varlığının bile bilinmediğini, o yıllarda daha henüz tüplü gaz ocakları piyasaya çıkmadığından, evli arkadaşlarımızın eşlerinin mutfaklarında pompalı gaz ocağı kullandıkları gibi konuları okuyan sayın pilot eşleri, o zamanki yaşantılarla bu günü mukayese ettiklerinde herhalde kendilerinin çok şanslı olduklarını düşünmüşlerdir.

Resepsiyon ve kokteyli takiben akşam yemeği için masalarımıza oturduk. Yemeğin ortalarına doğru 151'nci Filo pilotları, bir animasyon gösterisi yapmaya başladılar. Ben bir filo gecesinde pilotlar tarafından düzenlenen böylesine ilginç bir animasyon gösterisini ilk defa görüyordum. Animasyon gösterinde filonun yetenekli pilotları aynen profesyonel sahne sanatçıları gibi değişik kostümler içinde çok esprili bir gösteri yaptılar. Gösteriyle beraber, sahnenin iki tarafına yerleştirilmiş iki büyük perdeye bilgisayarda hazırlanan çok güzel uçuş görüntüleri aksettiriliyordu. Animasyon gösterisi, karşılıklı diyaloglar ve espriler sahne sanatçılarını aratmayacak ustalıkta idi. Animasyon ve video görüntülerini izlerken işte bir savaş uçağında uçanlardan ancak böylesine mükemmel bir sanat gösterisi yapmaları beklenir dedim!

Ertesi sabah dönüş için yola çıkmadan önce sayın Üs Komutanı Tuğgeneral Tayfur Fikret Erbilgin ve Filo Komutanı sayın Sargun Göktun'a veda ederken Filonun eski mensuplarına gösterdikleri büyük ilgi, yakınlık ile böylesine unutulmaz bir gecede ev sahipliği yaptıkları için kendilerine şükranlarımı ifade ettim.

Uçuş okulundan mezuniyetimin ve takiben ilk uçuş birliğine katılışımın 50'nci yılını işte böyle iki unutulmaz olayla kutlayarak hayatımda duyabileceğim en büyük mutluluklardan birini yaşadım.

MERZİFON’DA KADERİNE TERK EDİLEN SPITFIRE UÇAKLARI

Ağustos 1958'de Merzifon’da göreve başladığımda, o tarihten dört yıl kadar önce servis dışı bırakılıp Merzifon Üssü'nün eski pisti üzerine sıra sıra dizilmiş Spitfire uçaklarıyla ilgili yazacağım bu anıma ne başlık koymalıyım diye epey düşündüm ve sonunda yazımın başlığını “MERZİFON’DA KADERİNE TERK EDİLEN SPITFIRE UÇAKLARI” şeklinde koydum. Neden böyle bir başlık koydum?

Biz sınıf arkadaşım Öner Dinçer (Emekli Hava Korgeneral) ile beraber ABD'de uçuş okulundan mezun olduktan ve F-86 uçaklarında Harbe Hazırlık eğitimi gördükten sonra iki F-86 filosunun bulunduğu Merzifon'a tayin olmuştuk. İkimiz de bekar olduğumuzdan Üs'deki misafirhanede kalıyorduk. Hafta içinde uçuş faaliyetleriyle devamlı meşgul olduğumuz için vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorduk ama hafta sonlarında kitap okumaktan başka kendimizi meşgul edecek bir şey bulamıyorduk.

Filo'ya katıldığımız ilk günler karargah önünden kalkan mesai otobüsüyle çevre yolundan filoya gelirken, karargah binası ile ana pist arasında yer alan eski pist üzerinde sıralanmış, sayıları yaklaşık 30-35 civarında olan Spitfire uçakları dikkatimi çekmişti. Bu efsane uçakların ismini daha önce çok duymuş, fotoğraflarını görüp filmlerini seyretmiştim ama uçağın kendisini yakından görme fırsatım hiç olmamıştı. Mesai otobüsüyle filoya gidip gelirken eski pist üzerinde düzgün bir şekilde sıralanmış bulunan bu Spitfire uçaklarına uzaktan bakar ve ilk fırsatta bu uçakların başına gidip onları yakından incelemeliyim diye aklımdan geçirirdim. Uçakların üzerinde bulundukları eski pist bizim kaldığımız misafirhaneye yürüyüş mesafesindeydi.

Şimdi sırası gelmişken Spitfire uçaklarıyla ilgili kısa bir bilgiyi sizlerle paylaşmalıyım. İngiliz Supermarine Aviation firmasının baş mühendisi R.J.Mitchel tarafından dizayn edilen, yekpare metal tasarımlı, tek motorlu ve tek pilotlu olan bu uçak ilk uçuşunu 5 Mart 1936'da yaptıktan sonra 4 Ağustos 1938 tarihinde İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF) filolarında hizmete girmiştir. Spitfire uçaklarının birbirinden farklı motor ve silah sistemleriyle çok değişik modellerinden toplam 22.777 adet üretilmiştir.

Spitfire uçakları 1940 yılının Temmuz - Kasım ayları arasında cereyan eden İngiltere Savaşı (Battle of Britain) sırasında Manş Denizi ve İngiltere Adası üzerinde Alman savaş uçaklarına karşı sağladığı başarılarla dünya havacılık tarihine ismini yazdırmıştır. Tarihçiler, beş ay süren İngiltere Savaşı (Battle of Britain) sırasında, İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri uçaklarının Alman uçaklarına karşı kazandıkları başarılar sayesinde, İngiltere adasına yapılacak muhtemel bir Alman istilasının önüne geçildiğini yazmışlardır. Zamanın İngiltere Başbakanı Winston Churchill, İngiltere Savaşı'nı kazanan havacıları için tarihe geçen şu sözleri söylemiştir: "Never in the field of human conflict has so much been owed by so many to so few" (Harp tarihinde bu kadar çok insanın bu kadar az kişiye böylesine büyük bir minnet borcu olduğu asla görülmemiştir).

2'nci Dünya savaşı içinde İngiltere Hükümeti ile yapılan bir ikili anlaşma ile Hava Kuvvetlerimize değişik modellerde toplam 280 adet Spitfire uçağı verilmiştir. Bu uçaklardan 39 adet Spitfire MK 5B modeli ile 71 adet Spitfire MK 5C modeli uçak 1944-1948 yılları arasında; 170 adet Spitfire MK 9 modeli uçak da 1947-1954 yılları arasında Türk Hava Kuvvetleri'ne teslim edilmiştir.

1940'lı-50'li Yıllarda Türk semalarını koruyan bir Spitfire uçağı

Bu vesileyle, Merzifon Üssü'nün tarihçesiyle ilgili de kısa bir bilgi vereyim. Merzifon'da ilk hava birliği, 1936’da hava atış okulu olarak şimdiki Devlet Hastanesi'nin yakınındaki düzlük alanda yapılan bir toprak pist ile faaliyete geçmişti. Daha sonraki yıllarda Üs'sün halen bulunduğu bölgeye bir beton pist inşa edilince Çorlu'da bulunan 4'ncü Tayyare Alayı 26-27 Temmuz 1942'de buraya intikal etmiştir. Daha sonra, İngiltere'den temin edilen Spitfire MK9 uçaklarından teşkil edilen iki filo Üs'de konuşlandırılmış ve 1954-56 yılları arasında şimdiki jet pistlerinin inşa edilmesine başlanmasıyla iki Spitfire filosunun 30-35 civarında bulunan uçağı servisten kaldırılmış ve eski pist üzerine çekilerek kaderlerine terk edilmişlerdi.

İşte tarihçesini kısaca anlattığım bu Spitfire uçaklarını yakından görmek ve kokpitlerini incelemek üzere bir Pazar günü Öner'le beraber eski pistteki uçakların başına gittik. Uçaklara yakından bakınca bu güzel, alımlı ve güçlü görünümlü Spitfire'lerden bir kısmının sanki uçuştan yeni gelip park etmiş ve takozları konmuş gibi yeni oldukları hemen dikkatimi çekti. Diğer dikkatimi çeken şey de uçağın burnunun büyük bir kısmını kaplayan koskocaman motoru oldu. Eski Spitfire pilotu büyüklerimiz Spitfire'lerin ne kadar mükemmel bir av uçağı olduklarını anlatırken, Merzifon filolarına tahsis edilen uçakların İngiltere'den son alınan çok güçlü motorlu MK 9 tipinde uçaklar olduğundan bahseder ve motorunun çok güçlü olması sebebiyle kalkıştan önce motor kontrolleri yapılırken eğer levye tam göbeğe çekilmezse burnun aşağı gelip pervanenin yere çarpma tehlikesi olduğunu söylerlerdi.

Bir Pazar günü eski pist üzerinde sırayla park halinde bulunan uçakların başına gidince, uçaklardan en yeni durumda olanlardan birinin kokpitine Öner, diğerinin kokpitine de ben girdim. Kokpitin içinde gaz kolu, uçuş kumandaları, motor ve uçuş saatleri çok yeni durumda görülüyordu. O gün uzun bir süre kokpitin içinde kalmış; gaz koluyla ve uçuş kumandalarıyla oynayıp uçuş ve motor saatlerini inceleyerek çok güzel vakit geçirmiştik.

Akşam misafirhanede arkadaşlarla toplanınca onlara gün içinde Öner'le beraber Spitfire'lerin bulunduğu yere giderek onları incelediğimizi ve kokpitlerinin içlerine girerek hoşça vakit geçirdiğimizi anlattık. Üs misafirhanesinde kalanların en gençleri Öner ile bendim. Diğer pilot arkadaşlarımız bizden önce mezun olan devrelerdendiler. Biz o gün Spitfire'lerin başına gidip kokpitlerinin içine girerek hoşça vakit geçirdiğimizi söyleyince bize: "Eyhah! keşke önceden bize Spitfire'lere gideceğinizi söyleseydiniz! Uçakların kokpitine girmekle siz büyük bir tehlike atlattığınızın farkında değilsiniz!" demesinler mi! Atlattığımız tehlikenin ne olduğunu da hemen izah ettiler. Meğer yaklaşık dört yıldır orada park halinde bulunan Spitfire'lerin kokpitinin içine yılanlar, çiyanlar ve fareler yuva yapmışlar. Hatta bir kaç kere kokpitin içinde akreplerin olduğu da görülmüş. Biz o gün böyle bir tehlikenin varlığından habersiz uzun süre kokpitin içinde vakit geçirmişiz. Daha sonraki aylarda bir kaç kere daha Spitfire'lerin yanına gittiğimi hatırlıyorum. Ama büyüklerimizin bizi uyardıkları konuda, kokpite girmeden önce içerisini dikkatle kontrol eder, yılan, çiyan, akrep, fare vs gibi mahlukatın bulunmadığından emin olduktan sonra kokpite girip vakit geçirirdim.

Şimdi hikayemin başına döneyim ve neden bu hikayeme başlık olarak "MERZİFON’DA KADERİNE TERK EDİLEN SPITFIRE UÇAKLARI" dediğimi izah edeyim.

Merzifon'da göreve başlayışımın üzerinden bir yıla yakın zaman geçmişti. Bir gün mesai otobüsüyle sabah çevre yolundan filoya gelirken eski pist üzerinde, Spitfire uçaklarının başında sivil elbiseli kalabalık bir grubun bir şeyler yaptıkları dikkatimi çekti. Uçakların yakınında da park etmiş durumda birkaç adet büyük damperli kamyon vardı. Uçakların başındaki büyük damperli kamyonları ve kalabalık grubu görünce: "Eyvah! İşte şimdi korktuğumuz başımıza geldi!" dedim.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde hizmet ömrünü tamamlayıp servis dışı bırakılan uçaklar, araçlar, her türlü malzeme ve teçhizatın tipleri, sayıları ve bulundukları yerler, Milli Savunma Bakanlığı'na bildirilir ve Bakanlık da bu bilgileri kal işlemlerini yapmakla görevlendirilmiş olan Makine Kimya Endüstrisi Kurumu'na (MKEK) ileterek kal işlemlerinin yapılması talimatını verirdi. Makine Kimya Endüstrisi servis dışı bırakılan malzemenin bulunduğu yere gelerek beraberinde getirdikleri metal kesici testereler, balta ve balyozlarla bu servis dışı bırakılan uçak, teçhizat ve malzemeleri parçalayıp damperli kamyonlara yükleyip kendi hurda depolarının bulunduğu yere götürürdü.  Parçalanan bu uçakların MKEK tarafından bir ihaleyle hurda fiyatına sanayicilere satıldığını, çok özel ve sağlam metal karışımlarından imal edilen bu uçak parçalarının sanayide düdüklü tencere yapılmasında kullanıldığını öğrenmiştik.

O gün MKEK ekibinin Spitfire uçaklarını elektrikli testerelerle kesip, balyoz ve baltalarla parçalamaları ve damperli kamyonlara yükleyip götürmeleri benim fena halde içimi acıtmıştı. Belki pilot olmayanlara garip gelebilir ama biz pilotlar uçakları canlı birer yaratık gibi görürüz. Mesela kendim de dahil pek çok arkadaşım uçuştan önce harici kontrolleri yaparken uçağın gövdesini, kanadını kuyruğunu okşarız. İşte sanki birer canlıymışlar gibi pist üzerinde sıralı bu Spitfire uçaklarının balta ve balyozlarla parçalanması beni çok etkilemiş ve üzmüştü. Spitfire'lerin parçalanıp götürüldüğü gün kendimi adeta elinden oyuncağı alınan bir çocuk gibi hissetmiştim. Aradan bu kadar uzun yıllar geçmesine rağmen o Spitfire'ler aklıma geldikçe, acaba o güzelim Spitfire'lerden en sağlam durumda olanlardan en az birkaç tanesi hatıra olarak saklanamaz mıydı diye hep kendi kendime hayıflanırım.

Şimdi bu noktada bir özeleştiri yapmak istiyorum. Türk Hava Kuvvetleri 1911 yılında kuruluşuyla, dünyada ilk kurulan Hava Kuvvetleri arasında yer almaktadır. Hava Kuvvetlerimiz kurulduğu 1911 yılından itibaren içinde bulunduğu zamanın en modern savaş uçaklarıyla uçmuştur. Mesela 2'nci Dünya Savaşı öncesinde Alman yapısı Blenheim, Heinkel HE-11, ve Focke Wolf 190 uçaklarıyla: savaş sırasında ve sonrasında Amerikan yapısı B-24 Liberator ve B-26 Invader bombardıman uçakları ve P-47 Thunderbolt av uçaklarıyla uçmuştur. Savaş sırasında İngilizlerin birinci hat savaş uçağı olarak kullandıkları Mosquito ve çok sayıda Spitfire MK9 tipi uçak da Türk pilotlarının başarıyla görev yaptıkları uçaklar arasındadır. Fakat ne yazık ki bu uçaklardan tek bir tanesi bile hatıra olarak saklanmamıştır. Keşke bu uçaklardan en az bir kaç tanesi parçalanıp hurdaya ayrılmasaydı da bugün Ankara Etimesgut'ta, İstanbul Yeşilköy'de, İzmir ve Eskişehir'de bulunan hava müzelerimizde sergilenebilseydi diye üzüntü duyarım.

Jet çağına geçildikten sonra pervaneli uçaklarımızı saklayamamış olmamızın eksikliği anlaşılmış ve Türk Hava Kuvvetleri'nin envanterine giren ilk jet uçağı T-33 ve F-84G'lerden itibaren hizmet gören bütün muharip ve eğitim jet uçaklarımız ile pervaneli eğitim ve ulaştırma uçaklarımızın servis dışı bırakılanlarından yeteri kadar muhafaza edilip müzelerimizde sergilenmiştir.

Servis dışı bırakılan uçaklardan bir kısmı da üniversitelerin Uçak Mühendisliği fakültesine verilmiş ve böylece üniversitelerin ilgili bölümünde uçak mühendisliği eğitimi gören öğrencilerinin uçakların fotoğrafları veya maketleri üzerinden değil, bizzat kendisi üzerinde incelemeler yaparak uçağı daha yakından tanımaları ve daha iyi yetişmeleri sağlanmıştır. Mesela, servis dışı bırakılan F-104G uçaklarından biri 1986 yılında, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Rektörlüğü'nün Hava Kuvvetleri Komutanlığı'ndan talebi üzerine uçağın kanopisi ve pilot koltuğu üzerinde bulunan ve pilotun paraşütle atlamak zorunda kalması halinde koltuğu fırlatan patlayıcıları üzerinden çıkarılıp emniyete alındıktan sonra, ODTÜ Uçak Mühendisliği Fakültesi'ne teslim edilmiştir.

Hizmet dışı bırakılan F-104G uçaklarından başka bir tanesinin de Marmara Üniversitesi'ne verildiğini, ben emekli olduktan yıllar sonra bir tesadüf eseri öğrenmiştim. Bunun çok hoş bulacağınızı düşündüğüm hikayesini sizlerle paylaşmalıyım. Bir gün İstanbul-Göztepe'de, minibüs yolu üzerinde arabamla Kadıköy istikametine doğru giderken her zaman olduğu gibi trafik iyice yoğunlaştı ve bir ara trafik iyice kilitlendi. Arabamın içinde trafiğin açılmasını beklerken ve sağa sola bakınırken, bir ara sağ tarafta, büyük bir kapının arkasındaki geniş bir avlunun içinde bir platform üzerine konmuş olan bir F-104 uçağı görmeyeyim mi! Acaba trafiğin verdiği yorgunluktan ben hayal mi görüyorum, bu F-104 uçağının burada ne iş var dedim. Yok, hayır, hayal mayal görmüyordum. Geniş avlunun ortasındaki platform üzerinde bütün iç açıcı güzelliğiyle duran uçak, benim çeşitli tipleriyle 7 yıla yakın bir süre uçtuğum F-104 uçağından başkası değildi! Geniş avlusu bulunan binanın Marmara Üniversitesine bağlı fakültelerin konuşlandığı bir bina olduğunu sonradan öğrendim. Hava Kuvvetleri Komutanlığı, ODTÜ'ye verdiği gibi Marmara Üniversitesine de bir F-104 Uçağı vermişti.

Servis dışı bırakıldıktan sonra çeşitli tipte uçaklardan bir kısmı çok güzel bir uygulamayla Hava Kuvvetleri üslerinin nizamiyelerinin önlerindeki platform üzerine yerleştirilmiştir. Üs nizamiyelerinin önüne yerleştirilen bu uçaklar, geçmişte o üsde görev yapan uçaklar arasından seçilmiştir.

Sözün burasında, keşke Merzifon Üssü'nde görev yapan Spitfire uçaklarından hiç olmazsa bir tanesi kaderlerine terk edilmeyip muhafaza edilebilseydi ve hizmet ettiği Merzifon Üssü'nün giriş nizamiyesinde ebedi bir hatıra olarak yerini alabilseydi diye hep düşünmüşümdür.

FİLO BİNAMIZIN CİVARINDA YAŞAYAN SEVİMLİ, DOST İKİ KÖPEĞİN HİKAYESİ    

Merzifon Üssü'nde görev yapmamın üzerinden 50 küsur yıl geçtikten sonra, o yıllarda yaşadığım ilginç havacılık hikayelerinin, genç havacı arkadaşlarıma yazılı bir not olarak iletilmesi gerektiğine inanarak bu anılarımı kaleme alırken; havacılık anılarımla belki de hiç ilgisi yok gibi görünüyor ama, filoya katıldığım zaman, filo binamızın civarında yaşayan iki sevimli köpeğin hikayesini de sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bizim görev yaptığımız yıllarda Merzifon Üssü'nün personel mevcudu oldukça azdı. Şehirde kirada oturan personelin üsse taşınması için 2 adet otobüs ile 8-10 adet GMC aracı yeterli oluyordu. Şehirde kiralık evlerde oturan personelin Üs'se getirilip götürülmesi için yeterli sayıda otobüs tahsis edilemediğinden bir kısım personel GMC araçlarıyla taşınıyordu. Normal olarak ağır yük, teçhizat ve malzeme taşınması için imal edilen GMC araçları, üzerleri tente ile kaplanıp arkadaki kasa kısmına uzunlamasına iki adet tahta sıra konularak personel taşıma aracı haline getirilmişti. Tabii kıdemli personelin otobüsleri, kıdemsizlerin de GMC araçlarını kullandıklarını söylememe gerek yok.

Biz Üs misafirhanesinde kalan pilotlar sabah mesaiye gitmek için uçuş elbiselerimizi giymiş vaziyette, karargah binası önünde mesai araçlarının gelmesini beklerdik. Mesai otobüsü nizamiyeden girip karargah binası ile bakım hangarı arasındaki köşede şehirden gelen personeli indirdikten sonra bizler otobüse biner ve filoya gelirdik.

Göreve yeni katıldığım günlerde otobüsle çevre yolundan filoların bulunduğu yolun köşesine geldiğimizde, yolun hemen iç tarafında iki köpeğin otobüsü beklediklerini, otobüs yavaşlayıp filoların bulunduğu yola girince otobüsün önüne geçip aynen bir eskort görevi yapar gibi yaklaşık 100 metre ilerdeki filo binasına kadar otobüsün önünde yürüdüklerini ve filo önünde bizler otobüsten inerken de kuyruk sallayıp çeşitli sevinç gösterileri yaptıklarını büyük bir ilgiyle izliyordum. Bunlar cins köpekler değildi. Birinin rengi sarı, diğerinin beyaz olan bildiğimiz sokak köpekleri idi. Beyaz renkli köpek filo otobüsünün önünde eskort gibi yürürken devamlı topallıyordu. Köpeklerden sarı renkli olanına bizden önceki arkadaşlar "Sarı" ismini vermişler, topallayan köpeğe de "Topal" ismini takmışlardı.

Çocukluğumdan beri kedi, köpek ve bütün hayvanları çok sevdiğimden olsa gerek, bu iki köpeği de hemen ilk bakışta çok sevmiştim. (NOT: Halen oturmakta olduğumuz İstanbul - Beykoz Riva köyündeki evimizin garajında ve bahçesinde 7 adet köpek ile sevgili eşimin mutfağını çok beğenip sokaktan kapımızın önüne akşam yemeği için gelen 3 köpekle beraber, toplam 10 köpeği beslediğimizi bu vesileyle burada belirtmeliyim. Bu da ayrı bir hikaye konusu!).

Mesai otobüsüyle her gün filoya gelişimizde filonun önünde otobüsten inince bizleri türlü çeşitli sevgi gösterileriyle karşılayan bu köpekler, 1954 yılında Merzifon jet pisti ve uçuş tesislerinin inşaat işlerinin NATO'dan ihalesini alan bir Fransız inşaat firmasının mühendisleri tarafından yolda perişan bir şekilde bulunup şantiye binasına getirilmiş. Fransız inşaat firmasının mühendisleri pist inşaatının devam ettiği iki yıl boyunca bu köpekleri besleyip bakmışlar ve şantiye binasında bekçi köpeği olarak kullanmışlar. Meydanın inşaat işlerini tamamlayıp ayrılırken bu köpekleri ülkelerine götürmeleri mümkün olmadığından şantiye bölgesinde bırakıp ülkelerine dönmüşler.

Üs misafirhanesinden filo otobüsüne binip çevre yolundan filoya gelirken, filo yoluna girişimizde bizi karşılayan Sarı ve Topal isimli köpeklerimizin otobüsümüzün önünde yürüyerek bize eskort eder gibi refakat etmeleri hepimizin çok hoşuna gidiyordu. Evli arkadaşlar yanlarında köpeklerin yiyeceği bir şeyler getirip onlara veriyordu. Filo önünde otobüsten indikten sonra bize sevinç gösterileri yapmaları hepimizin içini ısıtıyordu. Otobüsten inip filo binasına girmeden önce onların başlarını okşar ve severdik. Ama topal olan beyaz köpeğe herhalde topal olduğu için olsa gerek, hepimiz daha çok ilgi gösterirdik.

Bu beyaz köpeğin neden topal kaldığının hikayesini de öğrenmiştik. Meğer bu iki köpek Fransız firmasının şantiyesinde koruma görevi yaparken bir gece nöbetçi erleri değiştirmek için şantiye bölgesinden geçen nöbet aracına saldırmışlar. Nöbet aracına çarpan beyaz köpeğin bacağı kırılmış. Fransızlar köpeğin bacağını tedavi ettirmişler ama bacak tam iyileşememiş ve öylece sakat olarak kalmış.

Filo otobüsümüz bir gün çevre yolundan filo istikametine dönünce, her zamanki gibi otobüsümüzü karşılayan köpeklerimiz önümüzde eskort görevi yapar gibi yürürlerken, Sarı köpeğin, diğer Topal köpek gibi bir ayağını topallayarak yürüdüğü dikkatimizi çekti. Acaba Sarı'ya da gece nöbet arabası mı çarptı diye epey endişelendik. Filo önünde otobüsten inince Sarı'nın ayaklarını, vücudunu kontrol ettik, ama her hangi bir yara bere izine rastlamadık. Sarı köpeğimiz ertesi gün de otobüsün önünde topallayarak yürüyünce bunun ayağını mutlaka kontrol ettirmeliyiz dedik.

Üs'de veteriner olmadığı için köpeğin ayağını bizim uçuş doktorumuza gösterelim, belki doktorumuz ne olduğunu anlar diye düşündük. Artık bizim şansımıza mı desek, Merzifon'da görev yaptığımız sürede çok candan, kalender, arkadaş canlısı uçuş doktorlarımız olmuştu. Bu değerli doktorlar bizim hem arkadaşımız, hem dert ortağımız, hem de sağlığımızın koruyucuları olarak kalbimizde unutulmaz bir yer bırakmışlardır.

Her uçuş gününde,, uçuş doktorunun sabah filoya gelip pilotları tek tek kontrol etmesi ve ancak uçabilir dediği pilotların uçmasına müsaade edilmesi, Türk Hava Kuvvetlerinin yıllardır uyguladığı vazgeçilmez bir kuraldı. Normalde, mesai aracının filoya gelmesiyle eşzamanlı olarak uçuş doktoru da Sağlık Amirliği'nin ambulans aracıyla filoya gelir, pilotları tek tek kontrol ve gerekirse tansiyonunu ölçüp muayene eder, uçuşa uygun gördüğü pilotun filo pilot isim listesindeki isminin yanına "Artı +" işareti koyardı. Eğer bir pilotu uçuşa uygun görmemişse listedeki isminin yanına "Eksi - " işareti koyardı. Pilot muayene listesinin bir kopyası filoda eğitim subayına verilir, diğer iki kopyasından biri Meydan Harekat Subaylığı'na, diğeri de Uçuş Kulesi'ne gönderilirdi. Pilotlar kalkış talimatı için uçuş kulesiyle telsiz teması yaptıklarında, kula operatörü pilot listesinde ancak isminin yanında "+" işareti olan pilotlara kalkış müsaadesi verirdi.

O sabah uçuş muayenelerimiz yapmak için gelen uçuş doktoru arkadaşımıza konuyu anlattık ve kendisine "Sevgili Doktor, şimdi sen bizlerin uçuş muayenelerimizi tamamladıktan sonra, filomuzun iki gündür topallayarak yürüyen Sarı köpeğimize de bakmalısın. İnsanların ve hayvanların anatomileri arasında benzerlik olduğuna göre her halde sen bu köpeğimizin hiç bir şeyi yokken neden topallamaya başladığını anlayabilirsin" dedik.

Pilot muayenelerinden sonra uçuş doktorumuzla beraber, filonun civarında bir yerde Topal ile yan yana yatmakta olan Sarı'nın yanına gittik. Doktor arkadaşımız Sarı'nın topallayan bacağını ayak ucundan kalça kısmına kadar eliyle uzun uzun yoklayıp inceledi. Bacağını dizinden aşağı yukarı doğru hareket ettirirken hayvanın davranışlarını kontrol etti. Sarı'nın bacağında her hangi bir kırık veya çıkık olmadığını, yarın bir daha muayene edeceğini söyledi. Biz de kendisine latife ederek:"Sevgili Doktor, pilotların muayenesinden sonra köpeğin muayenesi nasıl zor oluyor muymuş?" diye şakalaştık.

Uçuş doktorumuz ertesi gün pilot muayenesi için filoya geldiğinde Sarı'yı tekrar uzun uzun muayene etti. Bacakta yine hiçbir şey bulamayınca bize: "Bu Sarı'nın bacağında hiç bir şey yok. Bu köpekler hem çok akıllı hem de hisli olurlar. Sizler filo otobüsünden inince hepiniz Topal ile ilgilendiğinizden bu Sarı da topallama numarası yapıp sizin ilginizi çekmek istiyor. Bunu da size ispatlayabilirim" dedi. Kantinden alıp beraberinde getirdiği bir yiyecek parçasını Sarı'ya koklatıp uzağa fırlatınca Sarı hiç topallamadan yiyeceğe doğru koştu. İnanılır gibi değil ama, Sarı, bizlerin Topal'a gösterdiğimiz ilgi ve sevgiyi kıskanmış ve kendisiyle ilgilenmemiz için keskin zekasıyla topallama numarası yapmayı düşünmüştü. Bizlere de canlılar arasında bir ayırım yapılmaması konusunda çok güzel bir ders vermişti.

Filomuzun bu sevimli köpeklerinin hikayesinin bir de devamı var. Merzifon'da bir keresinde araya uzun bir bayram tatili girmişti. Tatilden dönünce, her zamanki gibi filo otobüsünü karşılayan sevimli köpeklerimiz türlü çeşitli sevinç gösterileri yaparken, vücutlarının keneyle kaplı olduğunu gördük. Demek ki bu uzun tatil süresinde nereden gelmişse Sarı ile Topal'ın üzerleri keneyle dolmuş.

Halen evimizde çok sayıda köpeğimiz olduğu için biliyorum, köpeklerin üzerindeki kenelerden kurtulmak için veterinerlerde satılan ve köpeklerin enselerine sıkılan bir ilaç var. Bu ilacı köpeğin ensesine sıktıktan sonra bir gün içinde köpeğin üzerinde tek bir kene kalmıyor. Tabii biz o zaman böyle bir ilacın varlığından haberdar değildik. Bu kenelere nasıl bir çare buluruz diye düşünürken bir arkadaşımız, köylerde köpeklerin kenelerden temizlenmesi için üzerlerine gaz yağı döküldüğünü söyledi. Biz de bunun üzerine gaz yağıyla kimyasal özellikleri çok yakın olduğunu bildiğimiz JP-4 jet yakıtından vücutlarına sürersek köpeklerin kenelerden kurtulabileceğini düşündük. Bir şişe içinde getirdiğimiz JP-4 yakıtından Sarı ve Topal'ın üzerlerine sürdük. Gerçekten bu tavsiye hemen tesirini gösterdi ve köpeklerimiz üzerlerindeki kenelerden kurtuldu. Ancak kenelerinden kurtulan köpeklerin üzerlerindeki tüylerin bir kısmı döküldü. Acaba biz köpeklere iyilik yapalım derken tüylerinin dökülmesine sebep mi olduk diye bir ara çok endişelendik ama kısa süre içinde dökülen tüyler geriye gelince derin bir nefes aldık.

Geçenlerde, İlkbahar aylarının başında, bizim köpeklerimizin kene ilaçlarını sürme zamanı gelmişti. Veterinerden aldığımız ilacı sevgili eşimle birlikte tek tek köpeklerimizin boyunlarına sürerken birden, yıllar önce Merzifon'da bizim filonun köpeklerinin üzerlerindeki keneleri temizlemek için üzerlerine JP-4 jet yakıtı sürüşümüz aklıma geldi. Hikayeyi eşime anlatırken jet yakıtı sürdüğümüz köpeklerin kenelerden temizlendiğini ancak tüylerinin döküldüğünü, eğer onların tüyleri yerine gelmeseydi bundan büyük vicdan azabı çekeceğimi anlattım. Eşim bunun üzerine çocukluğundan aklında kalan bir uygulamayı anlattı. O zamanlar bit salgını olurmuş ve ilkokula giden küçük çocukların pek çoğunun başlarında bit olur, bu bitler de birinin başından diğerine geçermiş. O zaman anneleri, anneanneleri çocuklarının başlarındaki bitlerden kurtulmaları için saçlarına gaz yağı sürermiş. Ben eşimden bu hikayeyi duyunca demek ki Merzifon'da filo köpeklerimizin üzerlerindeki kenelerden kurtulmaları için o zaman bize gaz yağı sürmemizi tavsiye eden arkadaşımız doğru bir tavsiyede bulunmuş dedim.

İşte Merzifon'da filomuzun dostları Topal ile Sarı'nın hikayelerini de sizlerle paylaşmış oldum. O sadık dostlarımızın o zamanlar fotoğraflarını çekip hatıra olarak saklamadığıma şimdi çok pişmanım.

MERZİFON'DA BİZİM ZAMANIMIZDA DUŞ YAPMAKTA KARŞILAŞILAN PROBLEMLER

Merzifon’da yaşadığımız mutlulukların yanında, o yılların mahrumiyetlerle dolu ortamında çektiğimiz sıkıntılardan daha önce bir nebze bahsetmiştim. Uçuş faaliyetlerinde karşılaşılan lojistik problemler, filoya sadece bir jeep aracının tahsis edilmesinin yarattığı ulaşım problemleri, uçuş elbiselerinin perişan durumu, uçuş botları, pist başı alarm nöbetinin tutulduğu yerin kötü koşulları, günlük gazete okuyamama gibi sıkıntılardan daha büyük bir sıkıntı, gerek filo binamızda gerek kaldığımız üs misafirhanesinde istediğimiz zaman duş yapma imkanı bulamayışımız idi. Şimdiki filo binalarında olduğu gibi o zamanlar görev yaptığımız filo binasında duş yapacak bir yer bulunmuyordu.

Türkiye'nin 1952 yılında NATO'ya girmesinden sonra Türk Hava Kuvvetleri'nin kullanmakta olduğu pervaneli muharip uçaklarımızın ABD'den temin edilen F-84G uçaklarıyla değiştirilmesi planlamaları kapsamında pist ve uçuş tesislerinin yeniden inşa edilmesine başlanmıştı. İnşa edilecek uçuş pisti, bina ve tesisler NATO bütçesinden temin edilen parayla yapılıyordu. NATO bütçesinden yapılan bu İnşaatlarda bütçe tasarrufu sağlamak amacıyla personel ihtiyaçları en az seviyede tutulan bina projeleri uygulanıyordu. Mesela bölgede kış mevsiminin oldukça soğuk geçtiği bilindiği halde inşaat masrafını en az seviyede tutmak için binalara ısıtma sistemi kurulmamıştı. Bu bütçe kısıtlamaları çerçevesinde filo binalarında pilotların boş zamanlarında istirahat edip çay içecekleri küçük bir dinlenme salonu bulunmuyordu. O yıllarda Hava Kuvvetlerimizin tüm üslerinde standart olarak inşa edilen bu filo binalarında Filo Komutanı, Harekat Subayı ve İstihbarat Subayı'nın kullandıkları; içinde bir masa, koltuk ve sehpanın bulunduğu küçük birer oda ile Eğitim Subayı için uçuş eğitim faaliyetlerinin planlandığı ve duvarlarında pilotların uçuş saatlerini ve yıllık programları gösteren levhaların asılı olduğu onlardan biraz daha büyük bir oda bulunuyordu. Eğitim odasının karşısında küçük bir brifing salonu yer alıyordu. Brifing salonunun girişindeki köşesinde bir kömür sobası kurulmuştu Merzifon'un oldukça soğuk geçen kış günlerinde, brifing salonunu hem uçuş brifingleri için hem de etrafında oturup ısınmak için kullanıyorduk.

Filo binasında bir dinlenme salonunun bulunmayışı veya binada ısıtma sistemi olmadığından kömür sobayla ısınmak zorunda kalışımız gibi konulara alışmıştık ve bunlar bizim için bir problem teşkil etmiyordu. Ancak filoda duş yapacak bir yerin olmaması yüzünden özellikle yaz aylarının sıcak günlerinde yaptığımız uçuşlardan sonra duş yapma imkanı bulamayışımız biraz keyfimizi kaçırıyordu.

Filo binasında olmasa da, kaldığımız üs misafirhanesinde bir duş bulunuyordu ama orada da suyun ısıtılması için kullanılan şofbenin odunla çalışıyor olması yüzünden ihtiyaç duyduğumuzda suyun ısıtılması ve sıcak bir duş yapılması her zaman mümkün olmuyordu.

Merzifon'da o yıllarda şehirde bekar subayların kalabilecekleri bir misafirhane bulunmuyordu. Pilot arkadaşlarımızın bir kısmı şehirde tuttukları kiralık evlerde oturmayı tercih ediyorlardı. Ben dahil bir kısım bekar arkadaşımız ise Üs karargah binasının üst katında misafirhane olarak düzenlenen odalarda kalıyorduk. Aşağıdaki fotoğrafta o yıllarda kullanılan karargah binası görülmektedir.

Merzifon Üs Karargah binası - 1958

Yukarıdaki fotoğrafta görülen karargah binasının alt katında girişte sağdan birinci oda Komutan Emir Subayının, onun bitişiğindeki oda da Üs Komutanının odası idi. Birinci katın diğer odalarında o yıllarda Üs'sün tüm karargahını teşkil eden Personel Subayı ve İdari Kısım, Harekat/Eğitim Subayı, Bakım Komutanı Yardımcısı, (Bakım Komutanı uçuş hangarındaki odasında görev yapıyordu), ve İstihbarat Subayı bulunuyordu.

Binanın üst katı misafirhane olarak kullanılıyordu. Üst katın sol tarafındaki odalarda Üs'de mevcut yüzbaşı ve binbaşı rütbesindeki bekar subaylar ve geri hizmet uçuşunu tamamlamak için Merzifon'a gelen üst rütbeli subaylar kalıyordu. Üst katın sağ tarafında ise Teğmen ve Üsteğmen rütbesindeki biz bekar subaylar kalıyorduk. Fotoğrafta üst katta ortadaki üçgen şeklin sağ ve solundaki pencerelerin olduğu bölüm misafirhanede kalan subayların istirahat ve dinlenme salonu olarak kullanılıyordu. Oldukça büyük olan bu salonun bir bölümü kütüphane olarak düzenlenmişti. Üst katın sağ ve sol bölümlerinin girişinde birer tuvalet ve duş bulunuyordu.

Biraz önce belirttiğim gibi duşun suyunu ısıtmak için kullanılan şofbenin odunla çalışıyor olması karşımıza büyük bir problem olarak çıkıyordu. Duş için elektrikle veya gazla çalışan bir şofben takılmış olsa herkes istediği zaman sıcak duşunu alabilecek ve bütün problemler ortadan kalkacaktı. Ama her ne sebeptense, elektrik veya gazla çalışan bir şofben temin edilemiyor ve bizler de ihtiyaç duyduğumuzda sıcak bir duş alamamanın problemini yaşamaya devam ediyorduk.

Belki odunla ısıtılan şofbeni hiç bilmeyen ve kullanmayan bugünkü genç arkadaşlara şaka gibi gelecek ama, bu şofbenin yakılıp ısıtılması uzmanlık gerektiren bir şeydi. Önce, şofbende kullanılacak odunlar ıslak olmayacak. Bu şartı neden en başa koydum? Eğer şofbenin yakılması için getirilen odunlar açıkta, yağmur altında kalıp ıslanmışsa, siz ne yaparsanız yapın, odunlar bir türlü tutuşmazdı. İkincisi, odunları tutuşturmak için elde mutlaka yeterli çıra, kağıt ve ince tahta olmalıydı. Üçüncüsü de, odunların iyice tutuştuğunu görmeden şofbenin başından ayrılıp bir yere gidilmemeliydi. Bütün bu işlemleri yapıp şofbendeki odunlar yakıldıktan sonra, şofbenin suyunun ısınması için epey bir süre beklemek gerekecekti. Eğer duş yapmak için sırada diğer arkadaşlarınız bekliyorsa, siz duşunuzu yaptıktan sonra odun haznesine ilave odun atmayı ihmal etmemeliydiniz.

Misafirhanede kalan bekar pilot arkadaşlarımızın sayısı 10 civarında idi. Bu kadar kişinin tek bir duşu kullanması her zaman bir problem olarak karşımıza çıkıyordu. Misafirhanenin temizlik işlerine bakan görevli hizmet eri kendisine sabahtan haber verildiği taktirde şofbeni yakardı. Ama hizmet erinin nöbet saatine denk gelmişse, şofbeni yakmak imkanı bulamadan misafirhaneden ayrılmak zorunda kalırdı. O zaman iş başa düşerdi. Şofbeni yakmak istediğinizde, bazı hallerde tam odunları şofbenin odun haznesine yerleştirmişsiniz, bir bakarsınız odunları tutuşturacak kağıt, ince tahta ve çıra kalmamıştır. Odunların çabuk tutuşturulması için bir şişe içinde getirdiğimiz JP-4 jet yakıtını da kullanırdık. Tabii tutuşturma işinde JP-4 yakıtı kullanırken çok dikkatli olmamız gerektiğini söylemeye gerek yok. Bir gün bir arkadaşımızın çıra ve kağıt ile odunları tutuşturması mümkün olmayınca daha önceden kullanıldığı için sıcaklığını tam kaybetmeyen odun haznesine şişeden JP-4 yakıtını döküp kibriti çakmasıyla banyonun ve koridorlara kadar her tarafın koyu bir dumanla kaplandığını bugünkü gibi hatırlıyorum.

Bizim filo binamız ile misafirhane olarak kaldığımız yerin yaşama koşulları iyi değildi ama bizden önce 1954 yılına kadar Merzifon'da görev yapan Spitfire filosu pilotlarının bizden çok daha kötü şartlarda yaşadığını o devirde görev yapan büyüklerimizden dinliyorduk.

Merzifon'da 1954 yılında jet uçuş pistlerinin inşa edilmesine başlanmadan önce orada konuşlanan Spitfire filosunda Teğmen rütbesiyle görev yapan ve 1967-68 yılında Balıkesir 191'nci F-84F Filo'da benim hiç unutamadığım sevgili Filo Komutanım olan değerli Yarbay Necati Artan'ın anlattığına göre Merzifon'da onların zamanında filo binası teneke bir barakadan yapılmış imiş. Bu teneke barakanın bir köşesinde tahta perdeyle ayrılmış küçük bir bölüm Filo Komutanının odası imiş. Barakanın diğer kısmı da brifing ve oturma, istirahat salonu olarak kullanılıyormuş.

Bekar pilotlar ise yine tenekeden yapılan ve yatakhane olarak kullanılan bir barakada er koğuşlarında olduğu gibi toplu bir şekilde kalıyorlarmış. Necati Artan komutanımın o yıllardan hafızasında kalıp bize aktardığı çok ilginç bir hikayeyi sizlerle paylaşmalıyım.

Artan komutanımın Spitfire pilotu arkadaşlarından biri kaldıkları tenekeden yapılmış yatakhanede bir akşam beylik tabancasının bakımını yapmış. Tabancasının namlusunu ve diğer parçalarını temizleyip yağladıktan sonra deneme atışı için (belki biraz da efkarlandığından olsa gerek!) bir şarjör mermiyi tavana boşaltmış. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra bir akşam pilotlar yatıp uyuduktan sonra bölgeyi kaplayan büyük bir oraj bulutundan bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, birkaç gece önce atılan mermilerin teneke tavan üzerinde meydana getirdiği deliklerden yatakhanenin içine çeşmeden su akar gibi akmaya başlamış. Tavandan akan suyla yataklarında ıslanan pilotlar durumu fark edip uyanmışlar. Gecenin o saatinde yapacakları başka bir şey olmadığından, yataklarını mermi deliklerinin altında bulundukları yerlerinden çekip yağmur sularının akmadığı köşelere taşımışlar ve uykularına devam etmişler!

Anlattığım bu hikayeler inanıyorum ki genç havacı arkadaşlarıma Türk Hava Kuvvetleri'nin bugün nereden nereye geldiği hakkında çok iyi bir fikir verecektir.