Ben Kimim

 
 
 

TÖREN UÇUŞU

 
Emekli Hava Pilot Tuğgeneral
Tarık GÖKERİ
4 ncü Ana Jet Üs / Mürted (Akıncı)
30 Ağustos 1972
 

Bu bir resmi geçidin hikayesidir. Verdiği mesaj; diğerlerinden çok değişiktir. Birlik ruhu üzerinde olgunlaşmış eğitim gücü, arkadaşlık nitelikleri, disiplin ve güven duygusunun, bana göre bir anıtıdır! Sanırım sene 1972 idi. Bu senenin 30 Ağustos'unda, Hava Kuvvetlerimizin belki de en kalabalık resmi geçitlerinden biri planlanmıştı. Sadece 4 ncü Üs Komutanlığından 36 uçak dokuzlu kollar halinde bu resmi geçide katılacaktı. O gün, 7 si yedek olmak üzere Üs, tam 43 tayyarece uçurmuştu. 4 ncü Üs belirli bir saatte kalkacak, toplanacak ve Eskişehir Radyo/Beacon'ı üzerinde, diğer merasim kolları gerisinde yer alacaktı. Bizim Üs kolları sonunda, Balıkesir Üs'sünden dokuzlu bir F-104 kolu bulunuyordu ve bu kol da bizim meydana inmiş, bizlerle kalkacaktı.

Bu kapsam içinde, bütün uçan pilotlar sanırım gazinoda toplandı ve oldukça teferruatlı bir brifing yapıldı. Soru sormak isteyenler dinlendi, cevapları verildi ve her şey gayet iyi anlaşıldıktan sonra, zamanı geldiğinde tayyare başı yapıldı.

Ancak ne var ki; Brifing saati ile tayyare başı arasındaki uzunca zaman içinde hava durumu hiç de brifingte söylenen şekilde gelişmiyordu. Uçaklarımızı çalıştırdık, zamanı gelince rule'ye başladık ve pist başında 3-4 dakika kadar bekledikten sonra, pistte yerlerimizi almak üzere piste girdik.

Hava iyice kötüleşmekteydi. Kollara, brifing'de söylenenden daha ileride yer alacağımı ve uçakların, öndekilerin EGZOZ GAZLARINDAN en az etkilenecek gibi yer almalarını, muhtemelen ikinci koldan sonra kalkacakların, Runing Take-Off yapmalarının gerekeceğini söyledim! Hiç bir karışıklık olmadan bütün kollardan sırayla anlaşıldı cevabı aldım... Güya ben, 3 küsur dakika kalkış başında uçacak, belirli irtifaa gelecek ve oradan, kalkış başına paralel bir başta düz ve ufki uçuşa geçecektim. İrtifa galiba 6000 Feet olacaktı. Ama görüyordum ki, meydanın kuzeyinde bulutlar alçalmış ve hafiften yağış başlamıştı. Görünürde para kadar açık yer de kalmamıştı. Kalkışımıza henüz 4-5 dakika kadar vardı. Kule'ye, merasim liderle temasını (Yeni kalkmaya başlamışlardı) hava durumunun Mürted düzlüğüne girmeyi engelleyecek şekilde bozduğunu ve yağış başladığını bildirmesi talimatı verdim. Konuşulanları duymaktaydım. "Güney'in parçalı bulutlu" olduğunu ve "bir karar değişikliği yapmayacağını" söylüyordu merasim lideri. Kendi açısından haklıydı ama, bu taraflarda neler olduğunu bilmiyordu tabii. Sanırım, benim bu hatırlatmamdan, merasimin bizim dışımızdaki  uçuşların iptali ile, sadece bizim Üs'sün geçmesini teklif ettiğim kanısına varıyordu! Daha fazla ısrar etmenin yararı yoktu artık. Kalkış zamanı geldi çattı ve kalkışa 1.5 dakika kalmıştı. "4 ncü Üs kolları, biraz erken kalkıyorum ve ileriye de 3 dakika gitmeyeceğim. Dönüşü de daha az yatışlı yapacağım rahat önleme ve toplanma için. Toplanırken, herkes önündeki tayyareyi takip etsin ve göz irtibatını kaybetmesin. Hava durumu ortada" dedim.

Kalkışa geçtim. Henüz 500 feet'e gelmemiştik ki, yağmura girdik ve görüş de çok azdı. Ne yaptığımı söyleye söyleye, 210 başa döndüm. Meydan hayal meyal görünüyordu. Pist'in güney başı hizasına gelmeden, bütün kolların yerlerini aldıklarını ve yedeklerin de, yanımızda biraz açıkta söylenen pozisyonda olduklarını gördüm...  Hayatımda böyle gururlandığımı bilmiyorum. "Sıkıntısı olan kol varsa bildirsin" dedim. Balıkesir'in 9'lu ve 7 yedekten meydana gelen 52 tayyareden çıt çıkmıyordu... "Çocuklar, zamanı yolda ayarlayacağım. Boş verin 20 saniyelik arayı ve iyice sokulun" dedim. Demem gerekmiyordu, zaten 45 tayyarelik bir akrotim gibiydi kollar. Ben TF-102 de uçuyordum. İki pilot yan yana. Yanımda kim vardı bilemeyeceğim şimdi. "Yeltin", "Altay", "Zarakol"dan biri olmalı. Zamanlamayı tutuyor ve bana eksik fazlaları söylüyordu ve aynı zamanda, sağ tarafımızın emniyetini gözetliyordu. Neyse, tam zamanında Eskişehir Radyo/Beacon hizalarına geldik ve henüz toplanmakta olan kolları gördük! Eskişehir Temelli hattının güneyi, parçalı çok bulutluydu ve bu hattın kuzeyi kara bir duvar gibiydi. Merasim liderine, Temelli'den dönülemeyeceğini bir kez daha hatırlattım. Dur bakalım dedi. Biz yerimizi biraz mesafeli olarak almış, rota üzerinde diğer birliklerin yerlerine girmesini bekliyorduk. Bu minval üzere, Temelli'ye geldik. Merasim lideri; Hipodrom'la temas etti, hava durumunu bildirdi, zira kendi gözleriyle görmüştü, merasimi iptal ettiğini söyledi. Hipodrom "zamana uymak gerekmiyor. Bu şartla geçebilir misiniz?" dedi. "Hayır geçemeyiz, merasimi iptal etmek zorundayım" cevabını verdi. Ben araya girdim, "merasim lider bana bir emriniz var mı? dedim. "Sen kararını kendin ver" dedi ve diğer birlikler kendi Üs"lerine yöneldiler.

Bu kez hipodrom benimle temas ederek; "4 ncü Üs lider, zaman mefhumuna uymadan geçebilirseniz geçin" dedi. "Anlaşıldı" diyerek; "9 ncu Üs Kolu, siz ayrılın ve Üssünüze dönün" talimatı verdikten sonra, "4. Üs emniyeti ihmal etmeden iyice sokulun, seyrüsefer ışıklarınızı ve Flash'leri çalıştırın, TACAN'ı bütün uçaklar meydana bağlasınlar. Sağdan bir 360 derecelik dönüş yapıp meydan üzerine döneceğim. Gerek olmadan kimse konuşmasın. Yedekler siz hemen inişe gidin. Biz dönene kadar inmiş olun" kısa talimatını verdim ve dönüşü tamamlayarak, meydan TACAN'ı üzerine yöneldim. Civarı, avucumun içi gibi bildiğimden en uygun irtifada uçmaktaydım. Kuleye "meydan kuzeyi nasıl" diye sorduğumda, "çok yağmurlu ve kapalı. Sadece Çubuk vadisinde biraz aydınlık var" cevabını aldım. Öğrenmek istediğimi öğrenmiştim. Gerçekten ufki görüş yoktu ve şakuli görüş de, yağmurdan bulanıktı. Meydanı geçtik, Çubuk vadisine doğru yöneldik ve bulut altı aydınlıkçaydı. Bu civarda havanın karakterini ve nasıl bir kapalılık göstereceğini biliyordum. Nitekim vadiye geldiğimizde, tepemiz simsiyah. Çubuğa açılan bir tünel oluşmuştu. Bu tünelden Çubuğa yöneldik. Felaket bir depresyon vardı. Ama bu, 4. Üs için fazla problem olmazdı! Nihayet Çubuk üzerine çıktık. Esenboğa meydanı simsiyahtı ve görünmüyordu. Esenboğa kulesi "meydanda göz gözü görmüyor, oraj var" dedi. Biraz daha devam ettikten sonra, hayal meyal Ankara kalesini gördüm. Tepesini gördüğüme göre, altından geçilebilirdi. "4 ncü Üs heybetli bir blok halinde geçişimizi yapacağız. Şeref türbini üzerinden, benim PİTO BORUSU, Cumhurbaşkanı'nın şapkasının tam ortasından geçecek şekilde görevi tamamlayacağız. Sakın bayrak direklerine takılmayın" dedim. Arada bir espri yapmanın faydasına inananlardanım...

Simsiyah bulutların altından, şimşeklerin burnumuzun dibinde çaktığı bir havanın içinden, 36 tayyarenin birden belirmesinin heybetini sonradan işitecektik. Alman ataşesi ve Amerikalılar şaşkına dönmüşler. Hipodromu  geçer geçmez, 9'lu kolların iniş aralıklarını almasını ve kendi içlerinde 3'lü kollarında iniş düzenine geçirmelerini 9'lu kol liderlerine bildirdikten sonra, kule kanalına geçtik. Yağış, o güne kadar görmediğim yoğunluğa varmıştı ve iyice de şiddetlenmişti. Kuleye pist ışıklarını yakmasını ve meydan çakar farını çalıştırmalarını bildirdim. Zaten bu işi yapmışlardı. İniş aralıklarımızı meydana dönerken yapmıştık. Meydanın hemen kuzey ucundan, doğrudan rüzgaraltı bacağına bacağına girdik. Pist, pist olmaktan çıkmış, sanki bir nehir olmuştu ve pist ışıklarının parıltıları aksediyordu. Ben son dönüşte iken, yedeklerin en son uçağı da piste yeni oturmuştu. Bütün inişleri, hem yerden ve hem de birbiri peşinde inen tayyareler daha iyi görebilsinler diye, iniş farlarımızı yakarak yapıyorduk!

Piste oturduğumda, altımdaki bir Tayyare değil de, bir su motoruydu sanki. Yere oturur oturmaz, kokpite kadar fışkıran sular uçağı sarıyordu. Bütün kollara kısa bir hatırlatma yapmak zorunda kaldım. Herkes pist ortasına inecek, frenler fazla kullanılmayacak ve her iki tekerleğe eşit fren yapılacak, uçak mutlak kontrol altına alınmadan, pistin ortasından ayrılınmayacak ve pist telaşsız, çabuk terk edilecekti! Pisti terk edip, hatta gitmek üzere taksiruttan güneye yönelince, inen bütün tayyareleri karşıma almış oldum. Zaten en fazla iki uçak görülüyordu ve bunlar da farlarından anlaşılıyordu. Hatta dönüş yerine geldiğimde, ruleyi durdurup, bir seyyar pist başı kulesi gibi; inen uçaklara kısa talimatlar vermeğe başladım! "Hadi benim yiğitlerim, işte kendinizi ve kabiliyetinizi gösterme zamanı. Gösterin kendinizi, ANALAR NE YİĞİTLER DOĞURUYOR HERKES GÖRSÜN" gibi içten destek salıyorum. O gün uçanların gösterdikleri üstün pilotaj yeteneği ve gayret bence Hava Kuvvetlerinin tarihine geçecek nitelikteydi!

Nihayet sıra F-104'lerin inişine gelmişti. Bu uçaklar daha alçak olduğundan, iner inmez bütün gövde sulara gömülüyordu. O günü yaşamayanların bunu anlaması bir yana, hayal bile etmesi imkansız! Hayatımda böyle bir yağmurda araba bile kullanmamıştım ve hâlâ da, bugüne dek benzeri bir yağışa rastlamadım. Nihayet inişler bitti, hiç bir aksaklık olmadı. Hatta bir süre kokpiti açamadım yağışın şiddetinden. Eğer arada bir aksama, pas geçme gibi bir durum olsaydı, bütün kolların havada kalanlarını yedek meydanlara gönderecektim.

Okuyanların akıllarına pek çok sorular takılabilir belki. Çok kısa ve sadece ana hatlarına temas ettiğim halde, anlatımı oldukça uzun süren bu anı, tümüyle anlatılsa en az 15 daktilo sayfası sürer... Kendi meydanımıza inme kararı; birliğin gücünü, pilotların eğitim ve pilotaj yeteneklerini, ruh ve karakter yapılarını, karşılıklı güven duygularını, disiplin ve başarma azimlerini çok iyi bilmenin üzerinde alınmış ve gelişmiştir. Bunun dışında bir karar almak, bu birliğin bütünüyle meydana getirdiği GÜCE SAYGISIZLIK VE SAVAŞMADAN SAVAŞ MEYDANINI TERK EDEN KÜÇÜLTÜCÜLÜĞE TEKABÜL EDERDİ... Yorum YOK...