Ben Kimim

 
 
 

1964 KIBRIS (ERENKÖY) HAVA HAREKÂTI ANILARI

 
 
Kaya KONAKKURAN
Emekli Hava Pilot Tümgeneral
181. Filo, Ağustos 1964, Diyarbakır
 

1963 yılı Temmuz ayı başında, Jet Eğitim filosundan pilot teğmen olarak mezun olduktan sonra, kısa bir izni takiben çektiğim kuranın sonucu olarak Diyarbakır 8’inci Ana Jet Üs’süne katılmam gerekiyordu. O zamanın şartlarında kurye olarak C-47 Uçakları görev yapıyordu ve malzeme dışında yolcu olarak çok az bir kapasite kullanabiliyorlardı. Bu nedenle devre arkadaşım Gökalp YUĞNAK ile tren yolculuğu yaparak Diyarbakır’a gitmeyi planladık. Gökalp YUĞNAK başlangıçta kurayı Konya olarak çekmesine rağmen, ortaokuldan başlayarak, lise ve Harp Okulunda aynı sırada oturan benimle birlikte Diyarbakır’a gelebilmek için, verilen yarım saatlik değiştirme zamanı içinde Diyarbakır kurası çeken sınıf arkadaşımız Hami YÜKSEL ile değişiklik yaptı ve biz bir Temmuz ayı Diyarbakır tren yolculuğuna başladık. Çok uzun süren bir tren seyahatinin son saatlerinde, cehennem gibi bir sıcakla karşılaştığımızda, Diyarbakır’da yaz aylarında nasıl bir durumla karşılaşacağımızı yavaş yavaş hissetmeye başlamıştık.

Trenden inip Ofis, İstasyon, Alay diye bağıran dolmuşlardan birine binerek Üs’sün yolunu tuttuk. Ancak Üs’se geldiğimizde birlikte atandığımız 14 Teğmen’in hiçbirine yatacak bir yer olmadığını, misafirhanenin onarımda olduğunu, diğer Amerikan barakalarının da dolu olduğunu öğrendiğimizde; sadece hava sıcaklığı değil, Diyarbakır’da daha bir çok mücadelenin bizi beklediğini anlamıştık

Şehre indiğimizde ordu evinde de yer bulamadık ve o yıllarda çok kısıtlı otel imkânları olan Diyarbakır’da kalacak bir yer ararken, Dağkapı'da bulunan Onur Palas’ın 2’nci katında 2 yataklı bir oda temin edebildik. Otelin kişi başına gecelik ücreti 10 liraydı ve o zaman uçuş parası olarak aldığımız 90 lira ancak 9 gün otel ücretimizi karşılayabilecekti, mutlaka Üs’te bir yer bulmalıydık.

Ertesi gün, 8’inci Üs’se yeni atanan 14 Teğmen Üs K.Kur.Alb. Lütfi GÜNDOĞDU’nun karşısına çıkarıldık. Kur.Alb. Lütfi GÜNDOĞDU; Diyarbakır’da atandığımız filolarda yapacağımız uçuşlar ve gerçek bir muharip harbe hazır pilot olabilmek için bizlerden beklediklerini büyük bir açıklıkla anlattı. Üs K. Lütfi GÜNDOĞDU’yu daha önce anlatılanlardan tanıyorduk, son derece iyi eğitim görmüş, yetenekli bir pilottu ve jet uçaklarının Türkiye’ye getirilişinde rol alan birkaç kişiden ve ilk jet öğretmenlerinden biriydi. Sonraki yıllar kendisi ile F-84F ve F-104 uçakları ile defalarca uçma şansını yakalayan pilotlardan biriyim. Şu tesadüfe bakın ki ikinci atamam olan 4’üncü Ana Jet Üs Mürted’de yine Üs Komutanımdı ancak bu defa Tuğgeneral rütbesindeydi.

Üs Komutanının direktiflerini aldıktan sonra tekrar kalacak yer araştırmasına gittik. O yıllarda 8’inci Üs 4 Filodan oluşmaktaydı. 181, 182, 183 ve 184 (RF-84F) filoları. Birlikte Üs’se katıldığımız devre arkadaşlarımız bu filolara bölüştürüldük. Ben 181’inci Filoya, yakın arkadaşım Gökalp YUĞNAK ise 182’nci Filoya atanmıştı. Böylece 6 ay sonra Malatya’ya intikal edecek 182 Filo ile birlikte kader birliği yaptığımız arkadaşımızdan da ayrılıyorduk. Ancak yıllar sonra ikinci atamamızda tekrar aynı birlikte (4’üncü Üs) ve aynı filoda (141) buluşacaktık.

8’inci Üs yerleşim bölgesinde kalacak yer ararken, onarımda olan ve denetlemelerde 8 Üs Misafirhane tabelası kaldırıldığı söylenen, bir büyük salon, bir dört kişilik oda ve yalnız bir tuvalet ve lavabodan oluşan binayı keşfettik. Büyük salon bomboştu, sobası olmayan salona kalorifer sistemi yapılmak istenmiş ancak yarım bırakılmıştı. Kalorifer borularının geçeceği yerler kırılmış öyle durmaktaydı. Ancak biz kararlıydık, misafirhane tamamlanıncaya kadar bir karyola bulabilirsek burada kalacaktık. Devre arkadaşlarımızdan Üs levazımda görevli Teğmen Ergun ÖZKUL’u araya sokarak Hizmet Bölük K. Yüzbaşı’dan ihtiyaç fazlası 2 Er karyolası, yatak, battaniye gibi ihtiyaçlarımızı senet karşılığında temin ederek misafirhane diye anılan binanın büyük salonuna yerleştik.

Salon 1 tek lamba ile aydınlanıyordu, masa, dolap bulunmamaktaydı. Gazinodan aldığımız birkaç sandalye, giysi ve valizlerimizi koymak için şimdilik yeterliydi. Sonradan devre arkadaşımız Erol OLCAY, Maliyeci Ömer DİRİK, 1960 Mezunu Şenkal BÜTÜN taşındı, bir de tahta dolap bulduk, böylece lüksümüz tamamlanmıştı. Ancak en büyük sorunumuz suların akşam saat 18.00’den sonra ve sabah çok kısa bir süre verilmesiydi. Odamızda soba olmaması şimdilik ikinci plandaydı ve kış gelinceye kadar onu düşünmemeye gayret ediyorduk. O yıllarda Üs ve Kuvvetin çamaşır yıkama konusunda bir imkânı yoktu ve yemek için Filoda kantinde bulunabilen öğle yemeklerinde, yumurta, menemen ve köfte dışında akşam yemekleri sadece Kuvvet Karargahının yanında, kışın gazino, yazın havuz başında yenebiliyordu. Üs misafirhanesine yerleştikten birkaç gün sonra kapının önüne oturmuş konuşuyorduk ki hemen karşımızdaki boş alanda, geçen uzun yılların eskittiği çevre fens telleri ile zorlukla seçilebilen tenis kortunu fark ettik. Yıllar önce burada tenis dahi oynanacak tesislerin bulunması izlenimi bizi hayli şaşırttı. Yaz aylarında yukarda belirttiğim salondaki soba ve kalorifer sisteminin olmaması, kış ayları geldiğinde büyük bir sorun olmaya başlamıştı. Bir akşam arkadaşım Erol OLCAY ile Üs’sün pek fazla kullanılmadığını tahmin ettiğimiz bir odasından bir gaz sobasını borularıyla birlikte kimseye haber vermeden salonumuza taşıdık ve kurduk. Tam yakmak üzereyken kapıda beliren Üs Nöb.Sb.ı Teğmen Ergun ÖZKUL gülmekten konuşamıyordu. Kendisini zorladığımızda bize yine gülerek şu cevabı verdi : Arızalı sobayı çalmışsınız, bana sorsaydınız zahmetiniz boşa gitmezdi.

Diyarbakır Üs’sünün su imkânlarının kısıtlılığı çok uzun yıllar sürmüştür. Üs’se ilk katıldığım 1963 yılından 28 yıl sonra Üs K. olarak atandığımda, uçuşa gittiğim 182 Filo Hat kıdemlisine “Bir isteğiniz var mı?” diye sorduğumda cevabı “Su” olmuştu. Üs İstihkam Tabur K. Kur.Yb. Mahmut YARGIÇ’la yaptığımız inceleme sonucunda; 2-3 yıl sonra NATO ENF Faaliyeti olarak Üs’sün su temin ve dağılımının finanse edileceği, ancak o güne kadar, sürekli harekât görevlerinde bulunan ve çok zor şartlarda görev yapan Üs’sün biran önce suya kavuşturulması için bir yol bulunmasına karar verdik. Üs içi ve lojmanları desteklemek için 5-6 kuyu mevcuttu ancak onların kapasiteleri 5-7 metreküpten fazla değildi. Ancak ABD birliklerinin Irak Harekâtı safhasında Üs’de yerleşen birimlerinin bir kuyu açtığı, gücünün 40 metreküp’ün üzerinde olduğu belirlendi ve o kuyuya ancak SHP’de planlanabilecek ve temini yıllar alacak 3 km uzunluğunda geniş su boruları ihtiyaca vardı ki ancak proje dışında bir yerden temin edilebilirdi. MSB’lığı ve Lojistik K.lığı kanalıyla o güne kadar kullanılmadan bekleyen bir sistemden, temin edilerek döşendi ve 184 Filo su kulesine kadar uzatılan sistem kanalıyla artık susuzluk kader olmaktan çıkmıştı.

1964 Kıbrıs Harekâtına girmeden bütün bunları niçin hatırlatma gereği duyduğumu merak etmiş olabilirsiniz. O günkü Harekâtı anlatmadan önce, bugünün genç pilotlarının hayal bile edemeyeceği gerçekleri sıralamadan, tam anlamıyla harekâtın içeriğinin kavranamayacağına inandığım için bu girişi yazmak ihtiyacını hissettim.

Üs’se katılımdan sonraki günler, F-84F uçakları ile intibak uçuşlarının başlamasıyla gelişmeye başladı. F-84F uçaklarının çift kumand tipi olmadığı için MTD (Uçak kullanımıyla ilgili teknik kurs) ve yer derslerinden sonra ilk rule eğitimi ardından kolunuzdaki bir öğretmenle yalnız uçuşa çıkıyordunuz. Benim ilk F-84F öğretmenim, sonradan şehit olan 1957 mezunu Kd.Ütğm. Hulusi AYTEKİN’di.

İlk intibak eğitiminin bir safhasından sonra pist onarımı nedeniyle İncirlik’e intikal ettik ve uçuşlara orada devam ettik. Birlikte harbe hazır olduktan sonra Kıbrıs’ta olan olaylar nedeniyle defalarca İncirlik’e intikal ettik ve Akdeniz bölgesinde sayısını hatırlamadığım kadar intikal ve keşif görevlerinde bulunduk. O bölgede her uçuşumuzda Kıbrıs’ta konuşlu İngiliz uçakları bizi önler ve aramızda çeşitli dalaşmalar olurdu. Artık İncirlik’e Kıbrıs konusunda intikal etmeyi ve bir süre nöbet tutup tatbikat uçuşu yaptıktan sonra Diyarbakır’a dönmeyi kanıksamıştık.

8’inci Üs’se katılışımızdan 1 yıl geçmişti ve Komuta kademesi de 1964 Temmuz’unda değişmişti. Kuvvet Komutanı Tuğgeneral Emin ALPKAYA, Üs K. Kur.Alb. Ali GÜR, Uçuş Grup K. Yb. Şefik AKTUĞLU ve Filo K. Kur.Bnb. Necdet HIZEL’di.

Diyarbakır’da o tarihlerde uçan F-84F ve RF-84F uçakları A/B olmayan düşük takatlı uçaklardı. Sıcak havalarda ancak pylonlara 100 Galon yakıt alarak veya sadece gövde içi yakıtla uçulur, öğleden sonraları yaz ayları sıcak artınca uçuş yapılmazdı. Harekât ihtiyacı olarak veya alarm durumunda bekleyen uçakların kalkabilmesi için 4 adet JATO takılarak ateşlenir ve öyle kalkış yapılabilirdi. Bütün bu tedbirlere rağmen pist sonunda kalkamayıp amerikan bariyerini parçalayan, kırım veya yangınla karşılaşılan ve bir çok durumda pilotun hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olaylara sık sık rastlanırdı. O yıllarda Hava Kuvvetleri kaza kırım nispeti çok yüksekti ve kaza kırım olayları hayatın bir parçası gibi süregelmekteydi.

Yine böyle bir uçuşun yapıldığı 7 Ağustos 1964 günü öğleden sonra, 181 Filodan iki bekar teğmen olan Ben ve Erol OLCAY’a o ayın mükafatı olarak hafta sonu İkinci Kuvvet Hazar Gölü dinlenme tesislerinde konaklama şansı tanınmıştı. Biz de Erol OLCAY ile birlikte ardında yüzme ve tatil fırsatı olan bu geziye zevkle katılmak için hazırlıklarımızı yaptık. Birçok kişinin aileleri orada kampta olduğundan, görevde olan bizim gibiler ve diğer komutan ve subaylar C-47 uçağı ile Elazığ Meydanı’na uçacak ve oradan bir bot ile kampın bulunduğu bölgeye hareket edecektik. Bizimle birlikte uçucu olarak bir tek Uçş.Grp.K. Yb. Şefik AKTUĞLU geliyordu.

7 Ağustos 1964 Cuma günü öğleden sonra uçakla Elazığ Meydanına ve oradan da küçük bir deniz vasıtasıyla Hazar Gölü İkinci Kuvvet K.lığı dinlenme tesislerine gittik. Orada bize kalacak yer gösterdiler, yerleştikten sonra yüzmek, güneşlenmek ve birazda dinlenmek için göl kıyısına geldik. Gölün suyunun sodalı olması nedeniyle vücudunuzda bir nevi kayganlık oluştuğunu hissediyordunuz. Ayrıca bu gölde gümüş balığına benzeyen küçük bir balık türü bulunuyordu, biz de temin ettiğimiz oltalarla bir miktar balık tutabildik ve onları kızarttırarak o akşam yemeğinde afiyetle yedik.

Akşam yemeğinden sonra sahilde birkaç arkadaşla sohbet ederken Yb. Şefik AKTUĞLU’nun bizleri aradığını söylediler. Hemen kendisini bulduk ve bize aynen şu direktifi verdi; “Çocuklar biz bu kampta pilot olarak sadece 3 kişiyiz. Yarın için kuvvetten emir aldık, NATO manevraları için sabah mutlaka Diyarbakır Üs’sünde bulunmamız gerekiyor. Vasıtamız yok ancak belki yakınımızdan gece geçecek trenden istifade edip sabah erkenden görevimizi başında olabiliriz. Fakat bir sorunumuz var; Bu gece geceçek tren Express bu istasyonda durmuyormuş, Posta treni de yarın akşam geçecekmiş. Bu durumda kampta mevcut fenerleri kullanarak ve mümkünse kırmızıya boyayarak treni durdurmayı deneyeceğiz. Şayet muvaffak olursak erkenden görev başında oluruz, birazdan tren yolu kenarına gitmek için hazır olun” dedi ve uzaklaştı.

Birkaç saat sonra trenin geçmesi gereken saate yakın bir zamanda bizlere yardımcı olan erler, fenerler ve gönüllü arkadaşlar eşliğinde tren yoluna yerleştik. Trenler bu bölümde zaten pek süratli seyretmezdi. Bu nedenle de işimiz kolaylaşabilirdi. Uzun bir süre bekledikten sonra tren yolunun geliş istikametine geniş aralıklarla yerleştirdiğimiz fener taşıyıcıları trenin gelmekte olduğunu ıslık çalarak bildirdiler. Zaten birkaç yardımcı arkadaş da tren raylarına kulaklarını koyarak yaklaşan trenin sarsıntılarını rapor ediyorlardı. Treni sandığımızın aksine kolayca durdurduk. Tren sorumlularına durumu anlattığımızda büyük bir anlayışla karşılandık. Zaten sık sık olmasa da hastalık ve doğum nedenleriyle böyle durumlarla karşılaştıklarını söylediler ve o günün yaşam şartlarına göre bu durum son derece doğaldı.

Trene bindik ve sabahın erken saatlerinde Diyarbakır’daydık. Biz bu hafta sonu gezisine sivil pantolon gömlek gitmiştik ve o halde nizamiyeden içeriye girince bizi derhal uçuş hattına götürdüler.

Uçuş hatlarında büyük bir karmaşa yaşanıyordu ve biz o zaman anladık ki bu bir NATO manevrası değil, zaten başından beri bu şüpheyi taşıyorduk ama Uçuş Grup Komutanımızın, kamptaki ailelerin endişe duymaması için söylediği, gerçeği yansıtmayan manevra hikayesini, gerçek gibi kabullenmeyi daha uygun bulmuştuk. Filo’ya gidip uçuş teçhizatımızı alalım dediğimizde, filodan bir yetkili; “Paraşüt ve kaskınız arabada, uçuş kombinezonu, bot ve diğer teçhizatınız nakliye uçağıyla gelecek. Şimdi bu durumda size tahsis edilen uçağa binip doğru İncirlik Üs’süne intikal edin. Oraya gittiğinizde sizlere tafsilatlı brifing yapılacak.” Bu ara Diyarbakır’da şehirde oturan personel için otobüsler şehre hareket ediyor ve 1 T-33 uçağı alçaktan uçarak şehre alarm verecek pasajları uyguluyordu, biz bu ara uçağa bindik ve çalıştırdık.

Aynı zamanda lojmanda oturan bizden kıdemli bir yüzbaşı ve bir üsteğmen ile anlaşarak dörtlü kol oluşturduk ve kule müsaadesi alarak piste girip havalandık. Sanıyorum İncirlik’e intikal eden ilk kol biz oluyorduk. Harekât planlarında öncelikle İncirlik’e intikal edecek filo 181’inci Filo olduğundan böyle olması da gerekiyordu. Filomuza yeni katılan 1962 mezunu, daha intibak yapmamış birkaç teğmeni saymazsak, filonun harbe hazır en kıdemsiz pilotu bendim.

Biraz uykusuz olmamıza rağmen kalkıştan sonra oksijen bizi biraz kendimize getirdi sanıyorum. İçimden; bu intikal de sonuçsuz kalacak bir işlem olarak kalmazsa çok sevinirim diye geçiriyordum. Ancak defalarca alarm sonrası intikal ve sonuçsuz geriye dönüş yaşadım ki, bu gidişten de pek umutlu olduğum düşünülemezdi.

İncirlik’e iner inmez Hat’ta uçakları park için epey makinist ve silahçı olduğunu görünce geceden buraya sevk edildiğini düşündüm. Uykusuzluk ve yorgunluktan uçaktan rehavet içinde bir müddet zaman geçirdim. Uçaktan inerken silahçıların daha uçuş sonu bakım yapılmadan ve yakıt almadan yükleme işlemlerine başladıklarına şahit oldum ve bu defa işler acaba öncekilerden daha ciddi mi ? diye düşünmekten kendimi alamadım.

O yıllarda İncirlik Üs’sünün bir bölümü, ikili anlaşmalar gereği Atış Bombardıman Okulu olarak Türk Hava Kuvvetlerine ayrılmıştı ve doğudaki birlikler buraya çeşitli nedenlere intikal eder bir süre kaldıktan sonra birliklerine geri dönerlerdi. Birlikler harekât planlarında kendilerine tahsis edilen intikallerin dışında Hava-Hava atışı, Hava-Deniz atışı için genelde buraya intikal ederlerdi. Bu nedenlerle burada Hava Kuvvetleri Filoları için gerekli lojistik destek (Mühimmat dahil) bütün yıl boyunca sağlanırdı ve filo personelinin barınma ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için kısıtlı da olsa destekleyecek kolaylıklar mevcuttu. Bu kolaylıkların hepsi saç barakalardan ibaretti ve o zamanki şartlara göre ihtiyacı karşılamaktaydı.

Uçaktan indikten sonra doğru filo harekât barakasına gittik. Herkes telaş içinde hazırlıklarını yapmaya çalışıyordu. Bir süre harekât barakasının ayrılmış bir bölümü olan pilot odasında dinlendik. Uçuş teçhizatımız ve diğer malzemeler bize ulaştırıldı ve hazırlıklarımızı yaptık. Bu arada Filo Harekât Sb. Yüzbaşı Mehmet KARAGÖZ özetle; “Erenköy çevresinde Türk mücahitlerinin EOKA birlikleri tarafından kuşatıldıklarını bu nedenle daha önce birçok defa eğitimi yaptığımızı, Silifke çıkışlı profil rotalarımızı, parolaları, frekansları ve diğer usulleri istihbarat subayından teslim alarak çalışmamızı, büyük ihtimalle bugün ilk çıkış olarak 181 Filonun bu göreve tahsis edileceğini” bildirdi. Biz de görevle ilgili ihtiyaç duyulan tüm bilgi ve dokümanları alarak çalışmaya başladık.

Aradan az bir süre geçtikten sonra Kuvvet Komutanı, Üs Komutanı, Uçuş Grup Komutanı, Filo Komutanı ve diğer uçucular giyinmiş ve her türlü teçhizat ve ihtiyaç duyulan hedef malzemeleri ile brifing odasında yerimizi aldık. Harekât Subayı ve İstihbarat, Erenköy civarında Rum birliklerinin konuş ve destek yollarını fotoğraflarla bizlere aktardı.

Görevimiz; Erenköy içinde ve çevresinde mevzilenmiş, fotoğraflarda belirtilen sınırlar içinde kuşatılmış Türk mücahitlerinin civarındaki Rum birliklerine taarruz ederek, kuşatmanın ortadan kalkmasını temin edecek bir harekât icra edecektik ki, bu harekât sonradan Dünya Hava Kuvvetleri literatürüne “Hava Polis Harekâtı” olarak geçecekti. Brifingin sonunda bir Karacı Uçaksavar Albay; “Yerden havaya hafif ve orta uçaksavar veya havaya tevcih edilmiş makineli tüfek ateşi ile karşılaşabilirsiniz, çünkü orada bulunan Rum birliklerinin elinde bu tip silahların olduğunu biliyoruz. Ancak sizlere zarar verebilecek miktarda bir etki yaratabileceklerini sanmıyoruz, zira şu anda Türk Kara Kuvvetlerinde Uçaksavar sınıfı kaldırıldı. Ayrıca yerden havaya füze silahları kesinlikle bulunmamaktadır bu nedenle kayıpsız taarruzlarınızı uygulayabilirsiniz” dedi. Ancak bütün bu bilgilere rağmen uçaksavar silahlarının alçak taarruzlarda yine de bir nebze etkili olacağını düşünerek lider brifinginde alçak taarruzlarda kaçınma taktiğini yeniden gözden geçirdik.

Brifingden sonra bir süre daha hedef ve diğer görev bilgilerini gözden geçirdik. Dinlenme odasında hazır beklerken taarruz kolları 4’lü olarak ismen programa yazıldı. Ben ikinci taarruz kolunun 4 numarasıydım. Ben hala bu harekâtın olabileceğine kanaat getirmediğimden, biraz da uykusuzluk nedeniyle orada ki oturma birimlerinden birinde uyuyakalmışım. Birden bir dürtme ile uyandırdılar; “Haydi gidiyoruz”. İçimi bir heyecan kapladı, demek defalarca yapamadığımızı bugün başaracaktık. Derhal hazırlandım, biraz suyla yüzümü yıkadım, başımı kaldırdığımda daha önce intikallerde Kıbrıs provalarında 183’üncü Filo’dan 1957 mezunu Kd.Ütğm. Niyazi ERİÇ’in dinlenme odasının duvarına yazdığı “SON KANADIMIZA KADAR” sözü gözüme ilişti.

Evet, son kanadımıza kadar görevimizi gururla yapmaya gidiyorduk, kapıdan çıktık arabalara bindik, uçuş hattında makinistler bizi büyük bir heyecanla karşıladı.

Uçuş öncesi brifingde belirtildiği gibi 4’lü kol karışık yükle yüklenmişti ve benim uçağımda 8 adet 5 inçlik roket ve tüm makineli tüfekler doldurulmuş durumdaydı. Kontrolleri yaptık ve motorları çalıştırdık. Çoğu zaman NATO’dan MAP (Askeri Yardım Programı) statüsünde aldığımız ikinci el yıpranmış uçaklar sık sık arızalar gösterirlerdi. Ancak bugün herhalde onlar da işin ciddiyetine anlamış olacaklardı ki hiçbirimizde en ufak bir arıza görünmüyordu. Öncelikle lider, görevde kullanacağımız gizli frekansları kontrol ettirdi onun dışında herkes görevini biliyordu ve telsiz konuşması mümkünse hiç yapılmayacaktı.

Kuleden müsaade istendi ve kalkıştan hemen sonra kuleye, kanalının terk edileceği bildirildi, bu görevde geri dön kod’u yoktu. İçimden; bir yerden kesilsek, bizi bir daha kimse geri döndüremez diye düşündüm.

Güneye kalkış pist başında silahlar kuruldu, pimler çekildi, bir an evvel kalkmak için silahçılara acele etmeleri için işaretler ediyordum, onlar da OK işareti yapıyorlardı. Neyse sonunda piste girdik. Tam kontrolleri yapacaktık ki, içinde rütbeli Amerikalı subay ve astsubaylar olan bir Amerikan Pick-up aracı önümüzü kesmek için pistin içine girdi ve 4’lü kolun önünde enlemesini durdu ve bize geri dönün anlamına gelen işaretler yapmaya başladı. Lider bu durumu derhal kuleye rapor etti ve Kuvvet Komutanına durumun bildirilmesini, emir beklediğimizi bildirdi. Aradan yanılmıyorsam 1 dakika dahi geçmeden Kuvvet Komutanı emri bildirildi. “Egzostunuzu çevirerek aracı oradan kovalayın, icap ederse devirin ve zamanında göreve kalkın.” Buradan anlaşılıyordu ki Kuvvet Komutanı da kulede durumu yakından izliyordu. Bizim egzost çevirme manevramız daha sonuçlanmadan Amerikan aracı pist dışına çıkarak kaçmaya başladı. Uçaklarımız düzelterek tek tek kalkışa başladık, ben 4 numara yerden kesildiğimi rapor ettiğimde özel frekansa geçtik, bizi artık ancak Tanrı geriye döndürebilirdi.

Peki İncirlik Üs’sü Amerikalı komutanı neden böyle bir uygulamaya karar vermişti? Sanıyorum onlar bizim defalarca intikal edip, uçakları yükleyip sonradan vazgeçtiğimizi bildiklerinden, bu defa bağlı oldukları makamlardan gerekli emri almadan böyle bir harekâta müdahale etmek ihtiyacını hissetmişlerdi.

Ancak ikili anlaşmalara göre misafir olarak bulundukları bir Üs’te böyle bir müdahale hakları bulunmamaktaydı ve bu hatalı davranışta Kuvvet Komutanı’nın çok yerinde cesaretli müdahalesi ile ortadan kaldırılmıştı.

Taşucu ortasında 4 uçak alçak irtifadan uçuşumuza devam ediyorduk, Taşucu’ndan sonra direk rotamıza döndük zaman bir türlü geçmek bilmiyordu, halbuki Taşucu-Erenköy arası muharebe profili süratiyle 10-12 dakikalık bir mesafedir, ancak olayın heyecanını kapılınca çok uzun bir zaman geçtiği duygusu hakim oluyor. Kıyı göründü. Taktik kol düzeninde silahların ateşlenebilmesi için gerekli düzenlemeler uygulandı ve böylece Liderin talimatıyla Erenköy civarında verilen görev çerçevesindeki hedefleri tespit ve taarruz planlaması yapılacak ve sonra Lider inisiyatifi ile seçilen hedeflere taarruz ve teksif sağlanacaktı. İlk pasajda keşif uçaklarını çektiği fotoğraflardan tespit ettiğimiz hedefleri tam anlamıyla göremedik, bu nedenle Lider bir geniş dönüş yaptı. Ancak ikinci dönüş içinde koldaki bütün pilotlar Erenköy çevresinde bulunan çok sayıda zırhlı araç ve silahlı vasıtaları tespit ettik. Onlar henüz bizim taarruz edebileceğimiz tahmin etmediğinden ağaçlık bölgelerin haricinde fazla bir gizlenme ihtiyacı duymamışlardı. Lider’le birlikte taarruz çıkışına başladığımızda, ilk dalışımızda Liderin savurduğu bombaların patlamasıyla birlikte dağılıp kaçmaya başladılar. Ben 5 inçlik roketleri 7-8 zırhlı personel taşıyıcı ve silahlı vasıtaların toplu halde bulunduğu bölgeye ateşledim. Çıkışta o bölgenin toz duman içinde kaldığını gördüm. İşin ciddiyetini bu baskın tarzındaki taarruzdan hemen sonra anlayan Rum birlikleri süratle kaçmaya, dağılmaya başladılar. Havadan dahi panik halinde oldukları gözleniyordu. Zırhlı vasıtalar yolları kullanarak, ağaçlık alanda saklanan silahlı personel çeşitli istikametlere kaçışarak bölgeden uzaklaşmayı hedeflemişti. İşte o zaman makineli tüfeklerimizle tüm mermiler bitene kadar bu hedeflere birçok dalış yaptık. Mermiler bittikten sonra bir keşif dönüşü daha yaparak alçaktan uçarak hedef bölgesini terk ettik. Bu taarruz Türk Hava Kuvvetlerinin 181’inci Filosunun ikinci taarruzuydu ve Polisiye Harekâtı başlatmıştık. İncirlik Meydanına döndüğümüzde uçakları park eder etmez makinist ve silahçılar uçakları derhal yüklemeye başladılar. Biz de ufak tefek arıza olsa bile asla bunları yazmadık, harekâtı etkilemeyecekse bu uçaklar uçmaya devam etmeliydi.

Filo barakasına gittik ve gerekli raporu verdik, herkes bizi tebrik ediyordu. Diğer arkadaşlarımız da bizden sonra hazırlanmış ve hedeflerine gitmişti. Biraz dinlendikten sonra ikinci sorti için brifinge girdik.

İlk taarruz emri 17.45 olduğu için ikinci sorti sonunda alacakaranlığa düşme ihtimali olduğundan acele ediyorduk. Keşif neticelerini aldıktan sonra kaçış yollarındaki ve Erenköy çevresindeki tespit edilen hedefleri inceledik ve brifingimizi tamamladık. Bu defa Lider 1957 HHO mezun Kd.Ütğm. Zeki UÇAK’tı. Ben en kıdemsiz olduğum için yine 4 numara, 3 numara ise sonradan Diyarbakır’da şehit olan Tğm. ÇORBACI’ydı. Uçak başına gittiğimizde müthiş bir hareketlilik ile karşılaştık. Zira diğer uçaklar da inişe başlamış ve silah yüklemeleri devam ediyordu. Motorları çalıştırdık, rule sonrası silahları kurduktan sonra piste girip kalktık. Rotamız aynı olmasına rağmen bu defa zaman çabuk geçti gibi geldi. Erenköy kıyılarına yaklaştığımızda o bölgede Eskişehir’den ve Malatya’dan F-100 uçaklarının da harekâta katılmış olduğunu gördük. Kıyıya yaklaşırken süratle hareket eden ve devamlı sağa sola dönüş yaparak kaçmaya çalışan Rum botlarını gördüm. Bizim orada bir deniz vasıtamız olmadığına göre onlar mutlaka Rum botlarıydı ve ilk taarruzdan sonra Erenköy’ü denizden kuşatan bu botlar pabucun pahalı olduğunu anlamışlar ve bölgeyi terk etmeye çalışıyorlardı. Ancak daha önce bize böyle bir görev verilmemişti ama kaçan hedeflerin cazibesine kapılarak, yine uçağımda ki roket yüküne güvenerek Lider’ime: “Müsaade ederseniz bu botlara taarruz edeyim, kaçırmayalım” diye bir istekte bulundum. Ne de olsa Teğmenin acemi heyecanı bana esas hedefimi unutturmuştu.

Esas hedef vurulduktan sonra belki yeterli silah mevcutsa bu işlem yapılabilirdi. Ancak şu anda teklif dahi edilemezdi. Lider; “Olmaz, koldan ayrılma, sana verilen hedefi tespit ve tahrip etmeye yönel.” diye sert bir şekilde bana cevap verdi. Hatamı anladığım için sesimi çıkarmadım.

Verilen hedefleri tespit için dönüşler yaparken artık güneş batımına yaklaşmıştık ve birden Pomo Burnu istikametinden izli mermi yollarının lidere ve bizlere doğru uzandığını fark ettim. Daha bunu ikaz edemeden lider uçağının hava alığının sağ tarafında bir parlama oldu. Anında lideri ikaz ettim. Lider hava alığı sağ yanından isabet almış olabileceğini ve bu nedenle benim hasar kontrolü yapmak için yaklaşmamı söyledi. Yaklaşıp baktım, bir mermi alttan girmiş, çıkışta biraz daha açılan bir iz bırakmıştı. Rapor ettikten sonra lider; “3 ve 4 numara olarak Pomo burnundan bize ateş eden uçaksavara taarruz edin ve sadece makineli tüfekleri kullanın, ana silahlarınız gerçek hedefinize kalsın” diye direktif verdi. Biz dönerek koldan ayrıldık ve bize doğru hala ateş eden silahların bulunduğu bölgeye makineli tüfeklere birkaç dalış yaptık. Artık o bölgeden herhangi bir atış yapılmıyordu. Hedef son durumu tespitinden sonra denize doğru dönerek tırmanıyorduk ki, benim önceden gördüğüm botlara iki F-100 uçağı dalmış ve roket podları ile taarruz ediyorlardı. Görev kolumuza katılmak için uçarken içimden; “Keşke bu görev bana ait olsaydı” diye geçirdim ama artık esas görevime dönmenin zamanıydı. Kola katıldıktan sonra bize verilen hedeflere taarruz etmeyi sürdürdük. Roketlerden sonra uçaksavar hedefine çok mermi harcadığımız için, az da olsa kalan mermilerle de kaçış durumunda olan personel ve taşıyıcıları, hafif zırhlı vasıtalar ve kamyonlara taarruza devam ettik. Aynı gün bu bölgedeki taarruzlara Eskişehir Üs’sünden katılan Yzb. Cengiz TOPEL’in; Erenköy’ün doğusunda deniz kıyısına yakın bir yere uçağı yerden yapılan atışla veya yerden seken FOD ( Yabancı cisim hasarı ) sonucunda isabet alarak düştüğü, kendisinin paraşütle atlayarak Rum’ların eline geçtiği ve işkence ile düştüğü yere yakın olan EOKA yuvası Çiko manastırında şehit edildiğini öğrendik

Hava kararmak üzereyken görevimiz sona erdiğinden Üs’se dönüşe başladık. Kalkışta paylonlar dolu kalktığımız halde hedef üzerinde o kadar çok yakıt harcamıştık ki, dönüşte bütün yakıt lambaları yanarken ancak ana depo ile meydana inebildik. O zaman düşündüm ki; her harekât planlamasında hedef üzerinde verilen 5 dakika muharebe payı, karşı tarafın Hava Kuvvetleri baskısı olmamasına rağmen ihtiyaca yetmemiş gereğinden çok dalış yapılmıştı.

Dönüş rotasında bir uçak aldığı isabetten dolayı küçük çapta yangın çıkmış, motor stall olmuş ve iki defa motor çalıştırdıktan sonra direk yaklaşma ile meydana inebilmişti. Pilot sonradan hava yollarına ayrılıp bilahare vefat eden Yzb. Selçuk SÜMER’di. Kendisiyle çok kereler birlikte uçtuk

Sonsuz cesareti olan ve Tanrının ona bahşettiği süper uçuş kabiliyeti ile ataklığını birleştirerek bir pilotun yapabileceği her hareketi en uç noktalara taşıyabilen bir uçucuydu, kendisine Tanrıdan rahmet diliyorum.

9 Ağustos 1964 Pazar bir gün öncenin taarruzları neticesinde yapılan keşif sonuçlarına göre dağılan ve büyük ölçüde Rum güçlerinden geriye kalanlar Erenköy’ün çevresini terk ederek, bir kısmı (motorlu ve zırhlı birliklerin dışında kalan) güneye dağlık ve ormanlık bölgeye sığınmış diğer birliklerin büyük bir kısmı, kaçışın tek bir yolla açıkta yapılabileceğini dikkate alarak civar Rum köylerinin çevrelerine sığınmıştı. Hava birliklerine ikinci gün verilen görevler Pomo ve kaçış yolu üzerinde bulunan sığınak noktaları, Paşiyammo, Aşağı Pirgo, Yukarı Pirgo yerleşim birimleri çevresinde gizlenmeye çalışan birliklerdi.

181’inci Filoya verilen görev; Paşiyammo yerleşim bölgesi civarında gizlenen birliklerdi. İkinci gün birinci sorti benim silah yüküm NAPALM olarak planlanmış ve çok alçaktan o birliklere önce koldan ayrı olarak ilk ben taarruz edecek ve denizden dağlık alana doğru kuzey güney istikametinde yapacağım taarruz sonucu dağılacak birlik ve personele diğer 3 uçakla birlikte saldırmaya 4 numara olarak devam edecektim. Taarruz bölgesine geldiğimizde çok süratli olarak hedef bölgesinden alçak geçiş yapıp uçaksavar savunması için sert bir dönüşle hedef incelemesi yaptık. Bize verilen keşif fotoğraflarındaki hedefler yerleşim biriminin pek göze batmayacak bir yerinde evlerden uzak konuşlanmış ve üzerleri kamufle edilmeye çalışılmıştı. Paşiyammo yerleşim birimi bir köy görünümünde, ancak evlerin birbirinden çok uzak inşa edildiği geniş bir alanı kaplıyordu. Dönüşü tamamlayıp denizden güney istikametinde pasaja girdim, hedefi tam karşıladığımda çok alçak irtifaaya inerek süratle yaklaştım. Hatta atış süratinin 20-30 knot üzerinde yaklaşarak reflektörü bu süratle atışa göre ayarladım ve tam hedef üzerinde 2 NAPALM’ı bıraktım. Çıkışta; normal atış süratinin üzerinde taarruz etmeme rağmen, karşımda kalan ağaçlık ve dağlık alana vurmamak için azami çekiş yaptım ve eğer çıkış esnasında NAPALM’ler düşmeseydi buradan zor kurtulurdum diye düşünmekten kendimi alamadım.

Kıbrıs Erenköy Harekâtı esnasında Tğm. Kaya KONAKKURAN

NAPALM’lerin müthiş alevinin hedef bölgesini sardığını, çekişin içinde takip ediyordum ve hedef bölgesinde araç ve personel olarak büyük bir hareketlenme olduğunu izliyordum. Benim atışım sonrası 4 uçak hedef çevresi ve kaçış yolları üzerinde yerleşim bölgesindeki evlere zarar vermeden taarruzlara devam etti. Yine mermilerimiz tükenince taarruz sonu keşif amacıyla bir pasaj geçişi yaptık ve meydana döndük.

Filoya döndüğümüzde rapor verdikten sonra Kuvvet Komutanı’nın filo harekât barakasına girdiğini gördük. Önceden bizim filoda uçuş yapan Tuğg. Emin ALPKAYA ile çeşitli defalar birlikte uçtuğumuzdan beni ismen tanıyordu ve bana seslenerek: “KONAKKURAN şimdi sizin taarruz bölgesinden T-33 uçağı ile keşif yapmaktan dönüyoruz. Uçş.Grp.K.Yb. Şefik AKTUĞLU ile gözlemlerimizi şu harita üzerine işaretledik. Bölgeden doğuya kaçan birlikler işaretli bölgede toplanıyorlar ve kısa zamanda vurulursa büyük ölçüde tahrip olurlar. 4 uçak topla ve harekât ve istihbarat silah seçimlerini yapsın ve o yüklerle yüklenmiş uçakları alarak derhal taarruz edin” ben biraz şaşırdım ama belli etmeden; “Baş Üstüne Komutanım” dedim ve hedef işaretli haritayı alarak selam verdim ve hemen uzaklaşarak istihbarat bölümüne gittim. Harekât subayının da orada olduğunu söylemişlerdi. Durumu arz ettim ve filonun en kıdemsiz teğmeni olarak bir görev aldım ama ben 4 uçağın liderliğini alacak rütbe ve kıdemde olmadığımdan “Bana yardım eder misiniz?” dedim. Harekât subayı bana: “Görev sana verilmiş, uçak no.larını silah ihtiyacına göre hemen seçelim ve seninle koldaki lider olarak sorumlu bir pilot ve iki elemanı belirleyelim, Sen görev brifingi için hazırlan, görev dönüşü keşif sonu alınacak fotoğraflarla Kuvvet Komutanına birlikte arz ederiz” dedi. “Emredersiniz” dedim ve hazırlanan 4 uçak ve lider dahil diğer pilotlarla birlikte kısa bir brifing sonucunda kalktık ve hedef bölgesine ulaştık.

Haritada hedef olarak işaretlenen bölgede; kısıtlı ve engebeli ağaçlık bir alandan sonra bir toplanma bölgesi oluşturulmuş ve Erenköy çevresinden uzak bir bölgeye sığındıklarını düşündüklerinden oldukça rahat görünüyorlardı. Yaptığımız taarruzun etkili olduğunu düşünüyorum. Dün akşamdan itibaren bu bölgeye kaçabilen birliklerin büyük bir bölümü burada konaklamıştı. Görev sonucu son dönüş sonrası tırmanırken, Erenköy güneyi ve taarruz ettiğimiz bölge civarından doğu istikametine yangınların bıraktığı çok uzun bir duman göğe yükseliyordu.

Harekâtın sona ermesinden sonra düşündüm ki; silahsız bir T-33 uçağıyla, Kuvvet Komutanı ve Uçuş Grup Komutanının harekât bölgesinde keşif uçuşu yaparak hedef saptaması son derece cesaret isteyen üstün niteliklere sahip iki pilotun yapabileceği bir işti.

O zamanki Kuvvet Komutanımız Emin ALPKAYA ile Hava Kuvvetleri Komutanı olarak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında, Karargahta ve Harekât Merkezinde tekrar karşılaşacak ve gemilere taarruz emri verildiği saatte gönüllü olarak uçuş birliğim olan Mürted 141’inci Filoya gitme isteğimi ikinci teklifte kabul edip beni kendi resmi aracıyla Mürted’e gönderen Hrk.Bşk. Tümg. Tevfik ALPASLAN ve Üs’de Üs Komutanı olarak bana çeşitli görevler veren ve bir geri hizmet uçucusu Kur.Yzb. olarak harekâta katılmamı sağlayan Tuğg. Şefik AKTUĞLU ile yeniden karşılaşacaktık. Her ikisi de aramızdan ayrılan (E) Org. Emin ALPKAYA ve (E) Tümg. Şefik AKTUĞLU’ya Tanrıdan rahmet diliyorum. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile ilgili anılarımı ayrı bir bölümde hazırlamayı düşünmekteyim.

Harekâta iki gün boyunca katılan 181’inci Filo personeli; başta Filo K.Kur.Bnb. Necdet HIZEL, Hrk.Sb. Mehmet KARAGÖZ, Yzb. Selçuk SÜMER, Yzb. Rahmi DOYRAN, Kd.Ütğm. Yalçın ADAŞ, Erdoğan ERGUN, Zeki UÇAK, Gültekin BAŞAR, Ütğm. Ünal ERTEM, Hasan MERCANLI, Orhan ÖZIŞIK, Zeki OYMAN, Burhan ÖZALPAŞAN, Tğm. Muammer ÇORBACI, Tğm Erol OLCAY ve Kaya KONAKKURAN olmak üzere 16 pilottur.

Kıbrıs Erenköy Hava Harekâtından Sonra Diyarbakır 181’inci Filo Uçuş Personeli

Kıbrıs Harekâtından Sonra Bir Görev Uçuşu Esnasında Uçağında Yangın Çıkarak Uçağını Terk Ederek

Tğm. Erol OLCAY İle Beraber Filo Arkadaşları

Soldan Sağa: Tğm. Vehbi YILDIZ (Kur.Yzb. rütbesinde 9’uncu Üs 191’inci Filoda Şehit), Tğm. Muammer ÇORBACI (Harekâttan 1 yıl sonra görev uçuşu dönüşü alçalmada Karacadağ’a çarpma sonucu Şehit),

Tğm. Erol OLCAY, Tğm. Kaya KONAKKURAN, Tğm. Uçuş Doktoru

Filo H/H pilot adedinin o zaman 32 civarında olduğu düşünüldüğünde bu sayı şaşırtıcıdır. Ancak yaz aylarında birkaç pilot izinde, kursta ve çeşitli nedenlerle uçamaz durumda olmasına ilave olarak, verilen alarmın geç anlaşılması ile jet uçaklarına ve sonradan kalkan ulaştırma uçaklarına yetişemeyenler de olmasına rağmen az sayıda uçucu ile görev tam olarak yerine getirilebilmiştir. Yetişemeyenler sonradan filoya katılmış ancak harekât sona erdiğinden göreve iştirak edememişler ve sonraki keşif ve bölge uçuşlarında uzun bir süre görev almışlardır. Bunlardan biri çok iyi hatırladığım Ütğm. Fahrettin GÜVENÇ olup izinden geri çağrıldığında İstanbul’dan otobüsle İncirlik’e gelmiş ancak ikinci günü akşam üzeri görev sona erdiğinden harekâta iştirak edememiştir.

Harekâtın ikinci günü olan 9 Ağustos’tan sonraki 10 Ağustos 1964 günü sabahı bir ulaştırma uçağıyla Genelkurmay Başkanı ile birlikte Hava Kuvvetleri Komutanı Org. İrfan TANSEL İncirlik’te 181’inci Filo uçucuları ve birlik komutanlarını ziyarete geldi ve bizleri büyük bir masa etrafında toplayarak aşağıda açıklayacağım tarihi konuşmayı yaptı.

“Harekât şimdilik kısa bir süre için durduruldu. Fakat bir süre sonra yapılacak durum değerlendirmesine göre tekrar taarruza devam edeceğiz. Ancak öncelikle sizleri tebrik etmek istiyorum, son derece başarılı bir görev icra ettiniz ve taarruz tamamıyla amacına ulaştı. Erenköy ve civarında kuşatılmış Türk direnişçileri tamamen kurtarıldığı gibi diğer bölgelerde kritik durumda bulunan Türk direnişçileri de rahat bir nefes aldılar. Rum birlikleri büyük zayiat vererek dağıldılar ve hava harekâtı amacına ulaştı. Ancak tekrar Kıbrıs Türklerine ve Türk direniş bölgelerine Rumların yapacağı bir harekâta asla müsaade edilmeyecek gerekli cezalandırma uygulanacaktır. Ancak öncelikle size bu harekâtı gerçekleştirebilmek için nasıl karar verildiğini açıklamam gerekiyor. Bildiğiniz gibi Kıbrıs’ta Türk’lere karşı çok uzun yıllardan beri Rumlar tarafından çok sinsice bir asimilasyon hareketi sürdürülmektedir.

1960 Londra ve Zürih anlaşmalarından sonra bu sürekli Türkleri yok etme planı ve adayı ele geçirmek için yıllardır sürdürülen Megalo-İdea stratejisinin sona ereceği sanılmıştı. Ancak her şey Türklerin aleyhine gerçekleşti ve son savunma kalesi olarak Türklerin mücahit güçlerinin büyük bölümü Erenköy civarında kuşatıldı ve Türk mukavemet gücü bitirilmek üzereydi. Bu duruma mutlaka müdahale edilmeliydi. Ancak diğer ülkeler bu duruma seyirci kalıyor ve sanki Rumların netice almasını tercih ediyor izlenimi veriyorlardı. Bir şey yapılacaksa kendi tercihimiz ve kararımızla yapmalıydık. Böyle bir harekât ancak; baskın tarzında taarruz ederek birkaç saat içinde sonuca gidebilecek Hava Kuvvetleri ile mümkün olabilirdi. Ancak bir sorun vardı; böyle bir karar Büyük Millet Meclisinden çıkmalıydı fakat ona zaman yoktu. Olaylar çok süratle gelişmişti, harekâta 1 gün içinde karar verip uygulamalıydık yoksa çok geç kalınacaktı. O zaman 2’nci alternatif olan Hükümet Kararıyla Bakanlar Kurulu’nu toplayarak karar çıkarılabilirdi.

Fakat o durumda da bir sorun vardı. Başbakan İnönü bir koalisyon hükümetini yönetiyordu ve böyle bir kararı aldırmak için yaptığı teşebbüsler diğer partili bakanlar tarafından tehlikeli ve çok riskli bulunduğundan kabul edilmiyordu. Başbakan İnönü beni çağırdı ve baş başa bir görüşme daha yaptık. Ben durumun aciliyeti var en geç yarın bu harekâtı yapmazsak Erenköy düşer ve Kıbrıs ile ilgili tüm hayallerimiz söner, tekrar eski duruma asla dönemeyiz, Kıbrıs’ı kaybetmemize 1 gün var, en büyük riskleri de taşısa yarın mutlaka en geç öğleden sonraya kadar taarruz kararı almalıyız, diyerek durumun aciliyetini arz ettim. Çok deneyimli bir asker ve devlet adamı İNÖNÜ; o zaman yarın karar aldırmaya çalışacağım sizde Bakanlar Kurulu’na gelin. Şayet onları ikna teşebbüsünde muvaffak olamazsam size bir işaret yapacağım, o zaman toplantıdan çıkarak ilk kalkacak uçaklara KALK emri verin ve toplantı salonuna gelerek; uçakların havalandığını geri dön kodu da olmadığından geri döndürme imkânımızın olmadığını, zira daha önce İncirlik Filosuna kritik taarruz saatinin önceden bildirildiğini şayet o kritik zaman aşıldığında her şeyin biteceğini bildirin. Aynen uyguladım ve bu bilgi bakanlara büyük bir sürpriz oldu, ancak yapacak başka bir şey olmadığından onlar da Başbakan’ın bu kararına uymak durumunda kaldılar. Ve hep birlikte bana Gazanız Mübarek OIsun, bizlerin endişe ettiği gibi içinden çıkılamayacak bir durumla karşılaşmayız inşallah diyerek tebrik ettiler.

Sizler bu müdahaleyi bu zor şartlar altında gerçekleştirdiniz. Sayın Başbakan İNÖNÜ’nün cesaret ve üstün askeri ön sezisi olmasa bu görev asla başarılamazdı. Sizleri tekrar kutluyor, bugün ve gelecekte başarılarınızın devamını diliyor gözlerinizden öpüyorum.”

Komutanlar ayrıldıktan sonra birkaç gün heyecanla bekledik, ancak bir daha taarruz emri verilmedi. Artık Kıbrıs’ta şimdilik duruma hakim olunmuştu, sonradan sorunun devam edeceği muhakkaktı ve öyle de oldu. Ancak ikinci müdahale için daha bir 10 yıl beklenecekti.

Aradan birkaç gün geçtikten sonra biz alarm halinde İncirlik’te nöbete devam ediyor, civarda ve Akdeniz’de keşif uçuşları yapıyorduk. O günlerde ilk önce Ankara radyosu bizimle röportaj yapmak için geldi ve seçilen birkaç kişi konuşma yaptı. Önce Üs K. Kur.Alb. Ali GÜR, Yzb. KARAGÖZ ve BEN tam olarak hatırlamıyorum ancak sanıyorum şöyle konuşmuştum. “Kısa zamanda harbe hazır olarak bu harekâta katılmak bahtiyarlığına eriştim, çok mutluyum” yine o günlerde Hürriyet gazetesinden Gökşin SİPAHİOĞLU geldi röportaj yaptı fotoğraflar çekti ve bu röportaj iki gün sonra Hürriyet gazetesinin ilk sayfasında tam sayfa olarak yayınlandı. Orada yayınlanan fotoğrafları bu anıların sonuna almayı uygun gördüm. Ayrıca o günkü anıların canlanması için bugün birçoğu hayatta olmayan 181’inci Filo arkadaşlarımla ilgili bazı hatıra fotoğraflarının da bu anıların sonunda yayınlanması beni son derece mutlu edecektir.

Bu fotoğraflardan sonra fotoğraf sanatçısı Ara GÜLER şimdi adını hatırlayamadığım çok önemli bir yabancı dergi için çekimler yaptı. O fotoğrafları bugüne kadar göremedim. Kendisinden Hava Kuvvetleri Tarihçe Şubesi olarak istekte bulunabileceğini belirtmiştim.

Bu isteğe olumlu cevap vereceğini sandığım bu üstün yetenekli Türk fotoğraf sanatçısının, emsalsiz fotoğraflarının temin edilmesi halinde Hava Kuvvetleri Tarihi hazinesine bir değer daha katacağından hiç şüphem yoktur.

Aradan kaç gün geçti hatırlamıyorum, ısrarlı girişimler sonucunda hunharca şehit edilen Yzb. Cengiz TOPEL’in cenazesi İncirlik’e getirildi. O’nu omuzlarımızda Ankara’ya gidecek uçağa taşıdık. Yıllar sonra Kıbrıs’ta O’nun şehit olduğu bölgeye defalarca gittim. Deniz kıyısında uçağının motorunun bulunduğu anıtı ve halen bir kara birliğinin karargah binası olarak kullanılan Çiko Manastırı ikinci katındaki müze haline çevrilmiş şehit edildiği odayı ziyaret ettim. Bina çok eski ve ne kadar bakım yapsanız bu eski yapıyı uygun bir hale getirmek mümkün değil.

Bu nedenle bu adı müze olarak geçen mütevazı odanın içindeki hatıralarla gerçek bir müze yaratılarak, deniz kıyısındaki Cengiz TOPEL anıtının yanına inşa edilecek bir binaya taşınması şehidimizin hatırasına saygı duyulacak bir yaklaşım olacağını değerlendirmekteyim. Ayrıca orada görevli erler tarafından yapılan Yüzbaşı Cengiz TOPEL’in hayatı ve olayı ile ilgili açıklamalar tatmin edici olmaktan çok uzak. Hava Kuvvetlerinin bu konuda da daha içerikli ve gerçek bilgileri hazırlayarak müzede kullanılacak şekilde uyarlaması bence son derece uygun olacaktır. Bu konuda orada çektiğim bazı fotoğrafları da bu anının sonuna eklemenin faydalı olacağını düşündüm

 

Kaynaklar: Yurtiçi Sıra No.: 47