Ben Kimim

 
 
 

1966 YILINDA 141'İNCİ FİLO

 
Kaya KONAKKURAN
Emekli Hava Pilot Tümgeneral
 

Üs komutanımızı önceden çok iyi tanıyordum zira 1963 yılında Diyarbakır’a atandığımda Kur.Alb. rütbesindeki Üs Komutanı Lütfi GÜNDOĞDU idi. Şimdi Tuğg. rütbesinde 4’üncü Üs Komutanı olarak görev yapıyordu. Türk Hava Kuvvetleri'nin ilk jet öğretmenlerinden ve üstün uçuculuk yetenekleri olan bir komutandı. Filo personeli Hava Kuvvetleri'nin en tecrübeli pilotlarından seçilerek tamamlanmıştı ve ben beş yıllık bir subay olarak filonun en kıdemsiz pilotuydum. Hatırladığım kadarıyla filo personeli şöyleydi; Filo Komutanı Yb. Naci DİNÇER, Hrk.Sb. Bnb. Engin AZOV, Eğt. Sb. Bnb. Hüseyin KÜTÜKÇÜ; Bnb. Semin ARKUN, Yzb. Recai VARDAL, Yzb. Yüksel GÖYNÜMER, Yzb. Nural VURAL, Yzb. Oral ALPAT, Yzb. Osman BAŞÇELİK, Yzb. Zeki KÜLOĞLU, Ütğm. Lütfi AKDEMİR, Ütğm. Oktay KARASOY, Ütğm. Ergin CELASİN, Ütğm. Beytullah DURMUŞLAR; Ütğm. Celal KIZILTUĞ, Ütğm. Hasan MERCANLI, Ütğm. Dinç HAŞİMOĞLU, Ütğm. Fahrettin GÜVENÇ, Ütğm. Faruk KALFA, Ütğm. Kemal YÜCETÜRK, Ütğm. Vehbi YILDIZ, Ütğm. Vural SEZER, Ütğm. Yılmaz ÖZKİŞİ, Ütğm.Gökalp YUĞNAK ve Ütğm. Kaya KONAKKURAN.

Bugün yeni nesil modern uçaklarla uçan gençlere belki biraz inanılmaz gelebilir ama, o zamanki filolarda, özellikle F-84F filolarında mevcut uçaklarda Tacan dahi bulunmuyordu ve o bütün alet alçalmaları Radyo Compa ile, mevcutsa GCA’a bağlanarak yapılabiliyordu. Diyarbakır’da o zamanlarda hatırlayabildiğim kadarıyla her filoda bir adet TACAN’lı uçak bulunuyordu ve pilotların TACAN eğitimi dönerli olarak bu uçaklarla yaptırılıyordu. Hatta Jet Eğitim Filosu'nda bizim eğitim yaptığımız yıllarda 1-2 adet TACAN’lı T-33 uçağı mevcuttu.

Biz kendimizi birdenbire F-104G gibi zamanın ikinci nesil en modern uçağında bulduğumuzda imkanlara ve uçak kabiliyeti açısından şaşkınlığa uğradık. Bizi etkileyen en önemli özellik genelde şunlardı;

- Düşük sürat ve hücum açılarında uçağı perdövites olmaktan koruyan APC (AUTO PITCH CONT) sistemi (3-¼, 3-¾) angle of attack sınırında lövyede shaker titreme ikazı, 5 angle of attack'de kicker ile lövyenin otomatik ileriye itilerek stall'dan koruma.

- 35.000 feet irtifada müsait şartlarda (o irtifada ısının yaklaşık -35 C ve altında olması durumunda) 2.0 Mach sürate erişmek mümkündü. Bu koşu esnasında COMP/INLET TEMP (hava alığından giren hava harareti) saati ve ön paneldeki SLOW lambası çapraz kontrolde olur ve hava alığından giren hava sıcaklığı o irtifadaki sıcaklıkla orantılı olarak bazen 1000 C kadar artar ve bazen 2.0 mach sürate ulaşamadan motor kendini korumak için T2 Raset diye isimlendirilen bir sistemi devreye sokar, slow lambası yanar, RPM % 102.5 limitine kadar çıkar ve koşudan vazgeçilirdi. Bu koşu intibak ikinci sortide gösterilir ve tecrübelerde uygulanırdı. Uçakların yeni olduğu dönemlerde genelde uygun hava koşullarında (irtifada suhunet) 2.0 mach mutlaka elde edilirdi. Ancak uçak gövde ve motorları yıprandıkça bu süratlere erişmek pek mümkün olmamaya başlamıştı. Koşudan sonra zoom yapılarak 55-60.000 feet’e kadar tırmanılır ve bu limit aşılmazdı. Zira bilindiği gibi 65.000 feet ve üzeri herhangi bir ani kabin basıncı kaybı ile tazyik elbisesiz uçucunun kanının kaynama ihtimali açısından riske girilmezdi. 65.000 feet üzeri uçuşlar için o zamanki şartlarda iki filo ihtiyacı olarak iki adet uzay elbisesi kadrolara ilave edilmişti. Bu uzay elbiseleri hem tazyikleme ve hem de vücuda oksijen ve ısıtma bel kısmı serinletme sistemlerini ihtiva ediyordu ve uçakta da gerek basınç ve gerekse oksijen ve havalandırma sistemlerine bağlantı mevcuttu. Ancak bu elbiselerin her pilotun vücuduna göre imali gerekliliği nedeniyle bir defa Yzb. Nural VURAL’ın uçuşta deneme yaptığın hatırlıyorum. İlerleyen yıllarda bu elbiseler hiç denenmedi veya ihtiyaç duyulmadığından kullanılmadı.

- Bir başka F-104G özelliği, şimdi belki kimsenin aklından geçmeyen çift kumand tipi uçağı olmasıydı. 1960’lı yıllarda F-100 uçaklarının dışında hiçbir muharip uçağın çift kumand tipi bulunmuyordu. (F-84G, F-86, F-84F gibi) 1963 yılı ve sonrası sadece F-104G uçaklarında TF-104G uçakları mevcuttu.1960 yıllarının ikinci yarısından sonra F-5 ve F-102 uçakları da bu kabiliyetle geldiler. 1970’li yıllarda ise F-4’ler silah sistem operatörleri ihtiyacı nedeniyle çift kumand olarak imal edilmişti. Bu özellik kullanım açısından çok kritik bir uçak olan F-104G’ler için hayati önemdeydi.

- Bir diğer önemli özellik, Hava-Hava ve Hava-Yer Modları bulunan gelişmiş bir radara sahip olmasıydı. O güne kadar Türk Hava Kuvvetleri envanterine giren ilk radarlı uçağımızdı. O zamanki şartlarda özel silah atışları için kullanılan reflektörlü Konya atış sahasına, profil sonucu bulut içinde, radarla alçalma yaparak, istenen isabette özel silah atışı eğitimini yapabiliyorduk. Ayrıca Ground-Map, Ground Spoil ve Counter-Map Modlarında her hava koşullarında alçak profil uygulanabiliyordu. Yer modlarında 80-40-20 mil scale seçilebiliyordu. Hava-Hava Modu ile 40-20 mil scale ile önleme yapılabiliyor ve 10-20 knot arası kilitleme imkanını veriyordu.

Ancak yıllar geçtikçe bu limit, radarların kapasitesinin düşmesiyle azaldı. Aslında 1970’li yıllarda temin edilen F-4 E uçaklarıyla F-104 uçaklarının Hv-Hv kabiliyeti mukayese edilemeyecek ölçüde F-4E lehinde sonuçlanır. F-104 uçakları her ne kadar başlangıçta av rolünde dizayn edilmişse de, tırmanış ve sürat avantajlarının yanında manevra kabiliyeti olarak hava muharebesinde dezavantajlıdır. Sürat ve irtifa avantajı olduğunda bir üstünlük sağlayabilir, ama kanatların yüksek sürate göre çok ince yapıda olması, manevrada dezavantaj olmaktadır. İnişin son yaklaşmasında dahi, standart iniş yakıt yüküyle 190 Knot son yaklaşma sürati ve 150-160 KNOT oturma sürati vardır. Bu firar kenarı (TA) ve hücum kenarı (LA) flapları LAND durumunda olduğunda dahi bu süratle ancak tutunmaktadır. F-104G’nin Minimum Run Landing pozisyonda 1000 lb dahili yakıtla 142 knot asgari süratle oturuş ve anında paraşüt ve azami frenle durma mesafesi yaklaşık 4000 feet olmaktaydı. Bu nedenlerle hava muharebesinde kullanılan manoeuvreing flap seçeneğinde dahi, zamanın av uçaklarıyla yukarıda da açıkladığım nedenlerle boy ölçüşemezdi. Uçağı dizayn edenler de, sonradan anlamıştık ki; bu uçak süratle ve yüksek hassasiyetle bir gövde altı nükleer silahı tip + pylon yakıtı ile yüzlerce mil uzaklıkta görevini başarı ile yerine getirebilir. Zaten NATO içindeki görevi de uzun yıllar böyle devam etmiştir.

Klasik olarak düşünüldüğünde; pylon + tip tank yüküyle uzun mesafelere nüfuzda gövde altına tek bomba yükleyebilmektedir. 1970’li yıllarda gövde altına F-104G’ler için iki bomba yüklemek için geliştirilen SANDAL projesi başarılı olmuştur. Ancak bu dahi yeterli olmamıştır. Ancak F-104S uçaklarının 1974 yılından sonra envantere girmesiyle taşıma açısından bir ilerleme olmuştur. Ancak her şeye rağmen F-104 uçakları gerçek bir darbe uçağı olma özelliğini devam ettirmiştir.

- Bir başka özellik AUTO PILOT’a sahip olmasıdır. Mach-Hold ve Steering Hold modları ile darbe rolünde ihtiyaç duyulan her türlü görevi başarıyla uygulama imkanı verebiliyordu. Bu imkan daha önce kullanmakta olduğumuz hiçbir uçakta bulunmuyordu.

- Uçakta bulunan bir diğer yenilik başlangıçta F-104G’lerde LN-3 CF-104G’lerde LW-33 (INS) Inertial Navigation Systems Seyrüsefer sistemidir ki, bu Türk Hava Kuvvetleri envanterinde bir ilktir. Şimdiki üçüncü nesil uçaklarda çok daha gelişmişleri bulunan ve dördüncü nesil uçaklarda şimdiden test edilen akıl almaz kabiliyetli S/S sistemlerinin yanında çok iptidai olarak kalsa da, bir ilk olması bakımından çok önemliydi. Bir başlangıç meridyenine göre Türkiye’deki meydanlar için kuzey ve doğu koordinatları sisteme girilerek uçağın arz üzerinde bulunduğu yer tespit edilerek navigational sistem yerde çalıştırmadan sonra ALIGN edilir. Bu işlem uçak fazla sallanmazsa (8-12‘ arası) S/S sisteminin platformunun verilen değerlere yaklaşmasıyla sistemin yeşil lambası flash yapmaya (göz kırpmaya) başlar ve sistem NAV’e alınır.

Artık bağlanan değer, bir no’lu istasyon olarak uçağın bulunduğu yer istikamet olacak ve saatte bir mil hata ile havada meydana olan mesafe belirlenir. S/S olarak gidilecek ve kat edilecek check noktaları ise uçuş öncesi elektronik bir cihazın ayar sisteminden yararlanılarak, noktalar koordinat olarak SSU kutusu denen iki sigara paketi büyüklüğünde bir kutuya kaydedilir ve uçuş öncesi S/S yan panelindeki yerine takılarak check noktaları baş ve mesafe olarak kontrol edilir. Sonrasında çok az hata ile profil icra edilebilir. Şimdiki sistemlerle karşılaştırıldığında çok demode görülebilecek olan bu sistemler o zamanlar S/S açısından çığır açan sistemler olarak görülüyordu. Ancak sistemin ana durum cayrosuna gerekli değerleri vererek, görerek veya alet şartlarında ihtiyaç duyulan uçuş parametrelerini sağlaması esas görev olarak planlanmıştır. Daha önceki sistemler ya emişli ya da elektrik akımlı cayrolarla yönetiliyordu ve güvenilirlikleri düşüktü.

Aslında LW-33 sistemi daha sonraki yıllarda daha da geliştirilmiş ve şimdiki sistem ihtiyaçlarına epey yaklaştırılmıştı. Diyarbakır’da Üs Komutanı olduğum yıllarda uçtuğum CF-104G uçaklarıyla LW-33 atış kontrol sistemiyle atışta Filonun pike-roket ortalaması 50’ üzerine çıkmıyordu.

Bir örnek olarak; uçağın meydan içinde bulunduğu bölgenin tam değerlerini girmek için çeşitli park alanları değerleri hesaplanırdı. LW-33 için Diyarbakır 1 no’lu shelter değerleri; KOORDİNAT N......, E....... BAŞ .... irtifa 2192 olmaktaydı.

- Bir de, basit dahi olsa bu uçakta her iki jeneratör ve iki hidrolik sistem devre dışı kaldığında, daha önceki uçaklarda bulunmayan, mekaniki bir sistem devreye sokuluyordu. Bu sistemin (RAT) Ram Air Türbine, kokpit içindeki kolunu, limit sürat altında çektiğinizde pervaneli bir türbin, kanat altında açılarak, gerekli elektrik ve hidrolik tazyiki inişe kadar temin ediyordu. Bu sistem de emergensi durumlarda son derece faydalıydı. F-104G uçağın bir parçası olmamasına rağmen modern havacılığa başlangıç unsurlarından en önemlisi olan gerçek bir simülatörün MÜRTED’de kurulmasıydı. O zamana kadar mevcut pervaneli uçak ve jet similatörleri çok basit ikinci cihan harbi teknolojisiyle üretilmişlerdi. F-104 similatörü görerek iniş-kalkış dahil her türlü alet ve radar profilleriyle taarruz profillerini uygulamaya imkan veriyordu. Ayrıca en önemli özellik olarak, yerde ve havada uygulama imkanı olmayan çok kritik emercensleri uygulama ve tekrar kolaylığı sağlıyordu.

Bu similatörün MÜRTED’e kurulmasıyla aylık similatör uçuşu uygulama mecburiyeti Türk Hava Kuvvetleri envanterine girmiş oldu. Similatörün kurulmasından sonra, uçuşa başlamadan mutlaka öğrencileri similatörde uygulama eğitimine tabi tutmaya başladık ve çok faydalı oldu.

- Bütün uçucuların çok yakından bildiği ve sadece F-104 uçakları için Alman Hava Kuvvetlerinde üretilen bir deyim vardır, Uçan Tabut. Bizden birkaç yıl önce geniş miktarda F-104 ile donatılan Alman Hava Kuvvetleri, kısa zamanda bu kritik hata kaldırmayan uçakla çok uçak ve pilot kaybettiler ve o ismi bu uçaklara uygun gördüler. Aslında F-104 uçak hata kaldırma sınırı çok dar olarak dizayn edilmiş bir uçak olmasına rağmen, uçağı iyi tanıyıp limitleri içinde kullanıldığında harika bir uçaktır. Ancak eksik bilgi ve beceriyle bir de vurdumduymazlık eklenirse sonuç facia olmaktadır. Türk Hava Kuvvetleri envanterinde otuz yıl süresince; başlangıçta iki F-104 filosu, sonradan 9-10 filo olarak yapılan standart ve harekât görevlerinde 60 ölümle sonuçlanan kaza meydana gelmiştir. Karışık bir hesaplama olmasına rağmen 100.000 uçuş saati ortalamasına göre bu nispet 30 yıl için yüksek görülmemektedir.

28 yıllık F-104 uçuş kariyerimde birçok kazanın, hem F-104 intibak öğretmeni olarak ve hem de filo ve üs uçuş emniyet subayı olarak şahidi oldum ve araştırmasında rol oynadım. Sonuç olarak izlenimlerim, % 80 kazada pilotaj etkisinin hakim olduğu yönündedir. Bu kazaların bazılarına ilerdeki anlatımlarımda yer vermeyi düşünüyorum. Uzun yıllar yaptığım F-104G öğretmen pilotluğu safhasında yetiştirdiğim öğrencilerimden hiçbirisinin ölümlü bir kazaya katılmadığını görmek beni ziyadesiyle mutlu kılmaktadır.

Bunda; belki benim titizliğim ve hata affetmeme karakterimin yanında, kadere de bir ölçüde inanmak gerçeği yatmaktadır. Bilindiği gibi uçmak tanrı tarafından insanlara değil, kuşlara bahşedilmiş harika bir yetenektir. Bu yetenek bazı insanlara az, bazılarına kuşlar kadar olmasa da, yeterince verilmiştir. İşte bu yeterince verilmeyen uçucular, çok hassas F-104G performansını karşılamayabilir, fakat bir nakliye, helikopter veya başka daha basit bir jet uçağında başarılı olabilir. İşte ben bu sistemi öğretmenliğim safhasında uyguladım. Bazı uygulamalarım kabul edildi ve o pilotlar THY veya diğer uçuş birimlerinde başarıyla uçuş hayatlarına devam ettiler. Ancak bazı uygulamalarıma nedense riayet edilmedi ve sonuç hüsran. Bu konuya da ileride bir örnekle açıklamak istiyorum.

- Son olarak F-104 uçaklarıyla Türk Hava Kuvvetlerine topuk madeni mahmuzu modası girmiş oldu. F-104G uçaklarının C-2 sandalyesi atlama sisteminin, ayakları çekerek, dizlerin bükülerek dik durmasını sağlayan ve uçuş botlarının ökçelerine bağlanan yarım madeni mahmuz şeklinde bir tertibat vardı ve sandalyeye çelik halka ve halatlarla ökçe bölümündeki kanca vasıtasıyla bağlanmayı sağlıyordu. Ancak onu takan pilot yürüdükçe madeni bir ses çıkarır ve metrelerce uzaktan duyulurdu.

F-104G pilotlarının ilk yıllarında Astronot olarak görülmelerinin yanında, yürürken bıraktığı sesler bile şövalye hissini uyandırır ve diğer uçaklarda uçan pilotların iç çekmelerine neden olurdu. İlk yıllarda F-104 pilotlarının havasından geçilmediği, diğer pilotlara tepeden baktıkları ve hafife aldıkları, selam bile vermedikleri, kendilerini ayrı bir sınıftan kabul ettikleri hep tartışılmıştır. Hatta başka bir meydana inen F-104’ün başına nöbetçi dikerek kimseyi yaklaştırmadıkları dahi söylenmiştir. Bütün diğer pilotlar F-104 pilotlarını kibirli şövalyeler olarak görmüş ancak ilk iki filonun çoğalmasıyla bu caka sona ermiştir.

Bir daha böyle bir şövalyelik tahtı birilerine nasip olur mu bilinmez, belki JSF pilotları başlangıçta böyle bir imkana kavuşabilirler kim bilir.

F-104 pilotlarının ilk yıllardaki bu kibirli hallerine sanki uyum sağlamak için, uçaklar ilk yaklaşmadan sonra pill-off da, % 85 devre kesilen motor sesi çok uzaklardan duyulabilecek derecede kurt uluması sesine benzer bir ses çıkartırdı. Bugüne kadar hiçbir uzaktan böyle bir ses çıktığı görülmemiştir. Bu da F-104 uçağının pilotuyla birlikte övünmesidir diye düşünülebilir.

Bu durumu diğer bazı pilotlar şakayla karışık “uçak meydan bulduğuna seviniyor, ondan bu çığlıklar” diye açıkladıklarını duyardık.

Yukarıda açıklamaya çalıştığım büyük farklılıkları F-104 MTD.si ve similatör uçuşlarında iyice hazmettikten sonra ilk sortide iki tekme yiyerek kalktık, başlangıçta bu sürate intibak etmek zor gibi gelse de hava hareketleri ve iniş kalkışlar başladıktan sonra uçağın dilinden anlamaya başlamıştık. Hele ikinci sorti A/B ile tırmanış ve mach koşusu ile 2.0 mach’a ulaşmamız harika bir duyguydu. Bir de 2.0 mach’ı geçtikten sonra bize gönderilen iki mach’ı seçenler kulübü üyeliği rozeti bu duygumuzu daha da yüceltiyordu. O rozeti hala büyük bir özenle yakama iliştirdiğimi bilmem hatırlatmama gerek var mı.

İntibak uçuşları devam ediyordu ve bizde çevremizdeki yeni tanıdığımız F-104 pilotlarıyla yakınlık kurmaya devam ediyorduk. Bu pilotlardan biri hepimiz üzerinde Nasrettin Hoca etkisi yaratan Yzb. Recai VARDAL’dı.

Çok nükteden sıcak kanlı, şakacı bir yaradılışı vardı. Bir gün uçuş dönüşü filo gazinosunda Balıkesir’e alet alçalması istediklerini fakat uçuş kulesinin bunu kabul etmemesi sonucunda kuleye; “yahu korkmayın sadece bir alçalma ile kaide dönüşünüzü eskitmeyiz” diye cevapladığını anlatıyordu ki hepimiz bu espriye dakikalarca gülmüştük. Yzb. Recai VARDAL 1955 HHO mezunu bir pilottu, sonradan 141’inci Filoyla birlikte Balıkesir’e intikal ettik ve birkaç yıl aynı filoda görev yaptık. Yıllar sonra Malatya’ya Filo Komutanı olarak atanmış ve İncirlik’te bir profil uçuşunda F-100 uçağı ile bilinmeyen bir nedenle yere çarparak şehit olmuştu.

MTD, similatörü uçuşları ve yer dersleri derken intibak uçuşlarının sarkması sonucu yalnız intibak uçuşlarının zamanı kış aylarına kalmıştı. Tam olarak hangi ay olduğunu hatırlamıyorum ancak o yıl, erken sayılacak bir günde kar yağmış ve pist dahil, her taraf 15-20 cm karla kaplanmıştı. Pist ve taxi yolları temizlenmeden uçuş yapılamayacağı nedeniyle hepimiz filo gazinosunda oturuyorduk. Tam o sırada Üs Komutanı Tuğg. Lütfi GÜNDOĞDU uçuş kıyafeti kaksı elinde ve paraşüt sırtında gazino kapısında görüldü. “Ben kiminle uçuyorum” diye Bnb. Engin AZOV’a sordu. Hiç kimse uçuş planlamadık, kar var diyemedi. Kendisi tekrar bir açıklama yapmak ihtiyacını hissetti. Uçuş el kitabına baktım bu kadar inch kar kaplı alanda F-104 rule yapar diye yazıyor, o halde rule yapan, aynı zamanda uçar anlamındadır. Derhal brifing salonuna geçildi ve program süratle ayarlandı ve başta Üs Komutanının ikili kolu olmak üzere uçaklar ruleye başladı. Biz daha intibak safhasında olanlar olayı piste yakın bir bölgeden seyrediyoruz. Üs Komutanının ikili kolunun kalkışında, uçakların arkasından fışkıran koni şeklindeki kar kümeleri görülmeye değerdi. O gün izlediğim kalkıştaki muhteşem atmosferi bir daha yakalayabildiğimi söyleyemem.

141’inci Filo’daki yalnız intibak safhasının bitmesine yakın bizlerden üç pilotu 144’üncü Filoya verdiler. Ben, Yaşar MÜJDECİ ve Gökalp YUĞNAK. 144’üncü Filo Komutanı Yb. Kemal YALÇIN bize; kendisinin seçim yaparak bizleri Filosuna kazandırdığını anlattı ve bu filonun kısa zamanda darbe rolünde değerlendirmeye gireceği, bu nedenle süratle harbe hazır olarak filoya genç pilotlar olarak önemli katkılarımızın olacağını yineledi.

Hatırladığım kadarıyla o günün Filo kadrosu şöyleydi; Bnb. Cafer BOSTAN, Bnb. Affan SEDEF, Yzb. Selahattin YALMAN, Yzb. Alaattin GÜVEN, Yzb. Selahattin ÇELİK; Yzb. Nüsret DEMİREL, Yzb. Orhan TURGUT, Yzb. Nural VURAL, Yzb. Selgun NARİN, Yzb. Erol KÖKSAL, Yzb. Erşen GÜRKAYA, Yb. Güngür GEDİKOĞLU, Ütğm. Haluk BODUROĞLU, Ütğm. Hasan DEBRELİ, Ütğm. İsmet ACATEKİN, Ütğm. Orhan ÖZIŞIK, Ütğm. Burhan ÖZSAN, Ütğm. Yaşar MÜJDECİ, Ütğm. Gökalp YUĞNAK, Ütğm. Kaya KONAKKURAN.

144’üncü Filoda intibak sonrası uçuşlar NATO’nun nükleer değerlendirmesi istikametinde (QRA) hızlandı ve kısa zamanda harbe hazır olduk ve denetleme hazırlıklarına başladık. Değerlendirme 1967 yılının yaz aylarından önce yapılacaktı. Değerlendirme çalışmaları, Filo alt yapı gereksinimleri, yer dersleri çalışmaları ve özel silah atışları olarak hummalı bir şekilde gelişiyordu. Bu uçuşlar devam ederken Konya atış sahasında özel silah atışında başımızdan geçen bir olayı anlatmadan geçemeyeceğim. Ütğm. Orhan ÖZIŞIK ile ikili özel silah atışında yüksek süratle final yapıldığı anda (0.85 mach) tam hedef üzerinde ÖZIŞIK Üsteğmenin ön camına serçe büyüklüğünde bir kuş çarptı. Bana hemen yaklaşarak kontrol etmemi söyledi. Ben yaklaşırken kapalı olan kask’ının üzeri ve tüm uçuş elbisesinin kuş parçalarıyla kaplandığını rapor ediyordu. Uçağına yaklaştığım, F-104G’nin çok kalın olan ön camı yerinde duruyordu. Atıştan vazgeçtik. Mürted’e doğru uçarken biraz irtifa alalım dedim. Kabin tazyiği kontrol etmek için, irtifa aldık. Kabin tazyiki normal sınırlarda çalışıyordu. Mürted’e indik hatta gittiğimizde ön camı teknisyenler kontrol ettiğinde hiçbir anormallik göremediler.

Aslında çok dayanıklı ve kalın olan cam, kuşun çarpmasıyla yan macunlarından kurtularak bir miktar açılmış, hiç kırılmadan kuş parçalarını içeriye aldıktan sonra kabin tazyiklemesi ile tekrar yerine oturmuştu. Orhan ÖZIŞIK bu olayı anlattığında “kuş içerde camlar sağlam” hiç kimse inanmıyor ve bu hikayeyi alaya alıyorlardı. O günden sonra Orhan ÖZIŞIK ancak beni şahit göstererek bu olayı anlatıyordu.

Orhan ÖZIŞIK ile ilgili bir hoş anım daha var. İntibak uçuşunda Nural VURAL akrobasi çalışması için onu Gordion’un harabelerinin bulunduğu alana götürür ve sorar “Hiç Gordion’u gördün mü?” cevap hayır olunca Gordion üzerine dalar ve sürat doldurunca loop’a çeker. Loop tamamlanınca Orhan ÖZIŞIK “yaa hocam bu bal gibi loop’a benzedi” diye cevaplar, sonra işin esası anlaşılınca uzun süre gülüşürler. Gordion harabeleri tam daldıkları noktadadır.

Uzun çalışmalar ve eğitim uçuşları sonucunda 144’üncü Filo olarak NATO taktik değerlendirmesine girdik ve başarılı olduk. Böylece 144’üncü Filo ilk F-104G darbe filosu olmuştu. Ardından QRA nöbetleri başladı. QRA binası ve sahası şimdiki 141’inci Filonun hemen arkasındaydı. Nöbetler, gece uçuşlarında sabaha yakın bir zamanda eve dönebilmeler ve sabah 7.30’da tekrar mesaiye personel yetersizliği nedeniyle gelmeler, oldukça yorucu bir tempo içinde geçiyordu. Ve o zamanlar bu yorucu mesai şartları Mürted’de görev yapan pilotlar tarafından “çöpçülerle mesaiye gidip bekçilerle dönmek” olarak vasıflandırılırdı. O zamanlar bekçiler gece asayişi kontrol ederdi ve çok yerinde bir uygulamaydı. Artık herkes kendisinin bekçisi olmak zorunda.

1968 yılının ortalarına doğru 141’inci Filonun 144’üncü Filo personelinin bir kısmıyla birleştirilerek Balıkesir’e sürekli intikal söylentileri başladı. Benim en yakın arkadaşlarımdan devre arkadaşım Vehbi YILDIZ sık sık, 144’üncü Filoya ziyarete geliyor ve hangi teçhizat dolabının bana ait olduğunu şaka yollu soruyordu ve ekliyordu.

“Senin dolabını ben alacağım” çok sevdiğim arkadaşıma bir gün “Gerçekten Ankara’da kalmak istiyorsan ben gönüllü senin yerine giderim” dediğimde, bana oğlunun havale geçirdiğini, eşinin öğretmen olduğunu bu nedenlerle gitmek istediğini anlatırken, “Ben bunların hepsini biliyorum, senin yerine gitmeye razıyım” dedim ve seçim öyle oldu.

Kaderin cilvesine bakın ki yıllar sonra o akademiden Balıkesir’e atandı ve çok kısa bir süre sonra hiç hatası bulunmayan bir kazada şehit oldu. Sevgili arkadaşıma Tanrıdan rahmet diliyorum. Sonunda Temmuz ortalarında, her iki filodan karma liste ile, 141’inci Filo oluşturuldu. Ben de o listenin içindeydim. Filo uçaklarıyla 9 Ağustos 1967 günü Balıkesir’e intikal edecekti. Balıkesir’de kilit personel dışında bizlere lojman tahsisi yapılamadığından, önceden gidip şehirde ev kiralamamız için T-11, ile bir kaç sefer Balıkesir’e gidildi. Ben ve birçok arkadaşım kiralık ev bulamadık. Sonradan annesinin felçli olduğunu ileri sürerek tayini durdurulan Fahrettin GÜVENÇ kiraladığı evin anahtarını bana vererek büyük bir iyilikte bulundu. Böylece ev problemini de halletmiş olduk.

İntikal günü ilk üçlü kolun üç numarası olarak Balıkesir’e indik. O zaman Üs Komutanı olan Tuğg. Seyfettin KURAL ve Üs’te mevcut uçucu ve Hv.Yer personelle pistin doğusunda kalan geniş park yerinde bizleri karşıladılar. Biz F-104 pilotları olarak her birimiz yanımızda Üs’te mevcut pilotlara takdim etmek için birer karanfil getirmiştik. Kısa konuşmalar bitince herkes dağıldı ve bizlere hoş geldin demek ve elimizi sıkmak için hiçbir uçucu gelmedi, alanı terk edip gittiler. Biz de karanfilleri bizi karşılayan kendi bakım ekiplerimize takdim ettik. Sanıyorum F-104 G pilotlarının menfi astronot imajı biz gitmeden oraya ulaşmıştı. Bu yanlış anlaşılan imajı silmek için yıllarımızı verdiğimizi bilmem açıklamaya gerek var mı?

İntikal edeceğimiz Filo binası, meydan kuzeydoğu ucundaki çardaklı-havuzlu 191’inci Filonun boşalttığı binaydı. Binanın odalarındaki levhalar ve telefonlar prizleriyle birlikte sökülmüş, binanın içi dört duvar olarak bırakılmıştı

Binanın içini uygun hale getirmek aylarımızı alacaktı. Bu arada; marangoz olan babamın dükkanında, yaz aylarında yıllarca çalışma avantajı, bana tüm levha ve marangozluk işlerini uçuşun yanında boş kalan zamanlarda yapma fırsatı verdi. O günlerde bana en büyük destek yakın arkadaşım Gökalp YUĞNAK’tan gelmişti.

Filo olarak çok eksiğimiz vardı. Bunların başında 4’üncü Üs’sün sembolü olan gürz’e sarılmış sülük gibi duran kobrayı değiştirmek geliyordu. Arkadaşım Gökalp YUĞNAK’a hayvanlar ansiklopedisinden aldığımız bir kobrayı bir F-104 G silüetinin üstüne işleyerek oluşturduğumuz filo forsunu nasıl yaptıracaktık. Bir T-11 ile İstanbul’a giderek kapı-kapı dolaştık ve en sonunda uygulayacak bir firma bulduk. O zaman teknolojik imkanların yetersizliğinin yanında birçok zorluklar sıralanıyordu. Plastik üzerine o forsu işleterek bu meseleyi de çözdük.

Benim bir fors hikayem daha vardı. Hatırladığım Diyarbakır 181’inci Filodayken, Diyarbakır kalesi üzerinden atlayan bir kurbağaya benzettiğimiz forsu da arkadaşım Erol OLCAY ile değiştirmiştik. Her iki fors da halen kullanılmaktadır. Bu yazının sonuna 141’inci Filonun eski forsunu, bugün 141’inci Filonun kullandığı aslında 144’üncü Filoya ait olan forsu da ekleyeceğim. Filodaki bina ve Hareket Merkezi düzenleme çalışmaları sürerken 191’inci Filo personelinin bize bırakmış olduğu havuz ve çardak tamirlerine hız verdik. Çardak boyama ve bir Amerikan bar oluşturma görevini ben üstlendim. Boya yaparken çardak yan koruma duvarlarındaki saç dikdörtgen plakalar dikkatimi çekti. Boya bittikten sonra teçhizattan paraşüt kolonlarına ve kask torbalarına isim yazma şablonlarını aldım ve bütün filo personelinin isimlerini o küçük panolara baskıladım. Yıllar sonra ziyaret ettiğimde o isimler silinmeden muhafaza edilmiş orada duruyorlardı. Şimdi düşünüyorum da 1966-1967 yıllarındaki filo personel listesini bir yerde bulamadım ve hatırlayabildiğim kadarıyla yazabildim. Ancak 1967 ve sonrası filo amblemine yerleştirilmiş fotoğraf albümleri unutmamıza izin vermiyor.

Birkaç ay içinde faaliyetlerimizi bitirir bitirmez yeniden Nükleer Darbe NATO denetlemesi için çalışmalara başladık. Buradaki çalışmalar daha süratli cereyan ediyordu, zira 144’üncü Filodan tecrübeliydik ve en önemlisi atış sahasının çok yakın olması nedeniyle nükleer silah atış eğitimlerimiz daha sık ve etkili oluyordu. Sonuça NATO Darbe denetlemesine girdik ve çok iyi bir netice alarak darbe filosu olduk. O zamanki QRA sahası meydan güney doğu ucundaydı ve o bölgeyi bazen haftada üç nöbet tutarak kısa zamanda ezberleyecektik

1968 yılının başlarında beni Çiğli’ye T-33 Alet İntibak Öğretmeni kursuna gönderdiler. Ben daha önceden kıtadan yetişme bir T-33 pilotu olarak manş çekiyor ve irtibat uçuşları yapabiliyordum. T-33 Öğretmeni olduktan sonra iki sorti TF-104G ile uçurulduktan sonra F-104 Alet ve İntibak Öğretmeni oldum. O yıldan sonra Filo Komutanlığı dahil öğretmenliğe devam ettim.

9’uncu Üs 141 Filo, 1969

Balıkesir 141’inci Filoda 5 yıl görev yaptım. Ben Akademiyi kazanıp 1972 yılında ayrılıncaya kadar adı hep 141’inci Filo olarak kaldı.

Filonun aynı zamanda Uçuş Emniyet Subay Yardımcısıydım. O yıllardaki filo kadrosu daha önce de belirttiğim gibi çok tecrübeli ve rütbeli pilotlardan oluşmaktaydı. 192’nci Filoda 10-15 Teğmen varken bizim filonun en kıdemsizi Kd.Ütğm.di. 1968 yılından sonra genelde Merzifon’dan doğu hizmetini tamamlamış 1962-1963 Hv.Hv.O. mezunu pilotlar filomuza atanmaya başladı. Hatta 192’nci Filodan 1965 mezunu Faruk CÖMERT 141’inci Filoya gelmiş ve onu Uçuş Emniyet Subay Yardımcısı görevi vermiştik. Ayrıca yine 192’nci Filoda Yzb. Servet GÜNGÖR ve Ütğm. Ahmet ATALAY filomuza destek olarak gelmişlerdi. İntikalde Balıkesir’de kalan Osman BOYALAR ve Nuri GÜLEÇYÜZ’ü de dahil etmek gerekiyor. Görüldüğü gibi Filoya 1968 yılında atanan Faruk CÖMERT dışında hiç Tğm. bulunmamaktadır.

O günlerde başlangıcından itibaren F-86’da Av Pilotu olarak görev yapan Yzb. Oral ALPAT Filo Uçuş Emniyet Subayıydı ve yakın zamanda ABD’den kurs bitirerek filoya katılmıştı. Uçuculuk hayatım boyunca karşılaştığım birkaç süper uçucudan biriydi. Son derece hırslı ve o derecede kabiliyetli bir uçucuydu. Hava muharebelerinde bir an bile kritik bir pozisyona düşse bunu asla kabul edemeyen bir yapıya sahipti. Özellikle güvendiği kol uçucularını, eğitimden birlikte uçuş için yazdırır ve uçuş sonuna doğru onlarla alçak irtifada akrotim antrenmanı yapardı. Ben onun kadar yumuşak kumandalı olan ve loop’un tepe noktasından dört F-104 uçağını kusursuz indirerek yerle bir çıkaran bir pilot daha tanımadım.

1. Engin AZOV, 2. Affan SEDEF, 3. Sabahattin ÇELİK, 4. Yüksel GÖYNÜMER, 5. Servet GÜNGÖR, 6. Mete AYKEN, 7. Osman BOYALAR, 8. Yıldırım Meriç, 9. Beytullah DURMUŞLAR, 10. Kemal YÜCETÜRK, 11. Oral ALPAT, 12. Faruk KALFA, 13. Celal KIZILTUĞ, 14. Yaşar MÜJDECİ, 15. Bahri ÖNSER, 16. Burhan ÖZSAN, 17. Osman BAŞÇELİK, 18. Zeki KULOĞLU, 19. Gökalp YUĞNAK, 20. İsmet ACATEKİN, 21. Yaşar EREN, 22. Haluk BODUROĞLU, 23. Hasan DEBRELİ, 24. Kaya KONAKKURAN, 25. Nuri GÜLEÇYÜZ, 26. Ahmet ATALAY

 

Kaynaklar: Yurtiçi Sıra No.: 47