Bir gün hocamla D.H. 80
uçağı ile körükaltı
seyrüseferine çıktık. Hocam,
her yönüyle çok iyi bir
hocaydı. Belirli zamanlar
sonunda belirli rotalara
dönerek yaptığımız
seyrüseferin son bacağında,
hocam kumandaları aldı ve
sağa sola sert dönüşler
yapmaya başladı. Körük
altında hiç bir şey
göremediğimden, bu dönüşlere
pek bir mana veremiyordum.
Aklımı karıştırdıktan sonra,
kumandalar sende deyip
göreve devam etmemi
isteyeceğini sanıyordum. Bu
sebeple de mümkün
olabildiğince, hangi
taraflara kaçar derece dönüş
yaptığını aklımda tutmaya
çalışıyordum. Ama öyle
olmadı, hoca körüğü açmamı
söyledi. Öyle yaptım.
Kalkışta hafif bir sis
vardı. Şimdi altımız tamamen
sis kaplıydı. Bazı yerlerde
tül gibi incelen sisler
arasından arazi, hayal meyal
görünüyorsa da nerede
olduğumuzu kestirmek mümkün
değildi. Anladım ki, hoca
yerimizi tayin edemiyordu ve
kaybolmuştu. Sanırım o gün,
hocamın yakası boyun
hareketlerinden epey
yıpranmıştır. İyi
seçemediğimiz araziyi
tanımak için, daha fazla
zaman kaybının
gereksizliğini hocam
kavramış olacak ki
dönüşlerden vaz geçerek; "You
have The Control, Let's go
home" demişti. Demesine
demişti de, kumandaları alan
da nerede olduğundan
habersizdi. Hiç sesimi
çıkarmadan, son rota
üzerinde güya kendimce
yaptığım hesapları dikkate
alarak bir rota tayin ettim
ve ne yaptığımı biliyormuş
pozunda, nereye çıkacağımızı
bilmeden uçuşa koyuldum. Yer
yer tül gibi incelen sisler
arasından görülen arazi de
doğru bir fikir vermiyordu.
Sanırım 40 dakika kadar hiç
bir rota değişikliği
yapmadan uçtum. Bu başta
ısrarla uçuşum, hocamda ne
yaptığımı bildiğim kanısını
uyandırmış olacak ki; en
ufak bir müdahalede bile
bulunmuyor ve susuyordu.
Suskunluk hocamın tabiatına
uygun değildi aslında.
Tabiri caizse, bu uçuşta bir
kör, diğer bir köre
kılavuzluk ediyordu.
Sanıyorum 40 - 45 dakika
geçmişti ki, parçalanmış
sisler arasından bir şehir
görünmüştü. Hocam sevinç ve
keyifle, "kumandalar bende"
diyerek sağa veya sola,
şimdi pek hatırlayamıyorum
sert bir dönüşle, gazı kesip
dalışa geçmiş ve biraz sonra
da bulutlaşan sis
tabakasının altına inerek
ufak bir tashihle meydana
süzülmeye başlamıştı. Ben
ancak bu noktada meydanı
tanımıştım. İndikten sonra
bana teşekkür etti ama
kaybolduğumuzu söylemedi.
Diğer bir öğretmene nasıl
kaybolduğumuzu ve benim
böyle bir havada meydanı
nasıl bulduğumu adeta
övünerek söylerken duydum.
Ancak bu beni asla mutlu
etmemiş, sadece bir tesadüf
eseri ve tanımadan
geldiğimiz meydanın
bulunuşundan, bana sunulan
haksız paydan utanç
duymuştum. Susmamam gereken
yerde susmuş, hocama
haksızlık ve kendime de
saygısızlık etmiştim. Bu
uçuştan bir kural çıkardım
ve buna hep sadık kaldım.
"Hakkın olmayan bir başarıya
sahip çıkma ve neticesi ne
olursa olsun dürüstlükten
sapma." Eğer kendine saygın
olmazsa, mesleğine de
olamaz. Evet kısaca kural
buydu.
|