Ben Kimim

 
 
 

EYVAH! UÇAK DENİZE DÜŞTÜ

 
Emekli Hava Pilot Kurmay Albay
İlhan FİLİZ
Ege Denizi
1992
 

Güzel bir yaz günüydü. Günümüzde olduğu gibi, çok uzun zamandır uçulan Ege görevlerinden biriydi. Ege Denizi'nin Yunanistan 6 NM kara suları dışında kalan bölümünde yani uluslararası Ege hava sahasında uçulan ve deniz üzeri uçuş eğitimimizi artırmaya yönelik bir amaç taşıması yanında bu hava sahası radar kontrolünün sadece Yunanistan tekelinde olmadığını göstermesi açısından da önemliydi. Kısaca hem askeri hem de siyasi bir amaç taşıyordu. Şu satırları yazdığım bugünlerde de aynı önemi taşımaktadır.

Evet, böylesine ilginç siyasi, askeri ve coğrafi bir ortamda aylık olarak planlanan mutat Ege görevlerinden biri için, görevin erken saatte başlaması sebebiyle bir gün öncesinden Yzb. Murat YILDIRIM ile birlikte 2xF-16C Fighting Falcon kolu olarak Akıncı Meydanı'ndan Bandırma Meydanı'na intikal ettik. (F-16 "Fighting Falcon" uçağının fotoğrafları ve teknik özellikleri için tıklayın)

Tarih, 18 Haziran 1992. Görevimiz Ege Denizi uluslararası hava sahasında profil görevi icra edecek olan Türk uçuş kollarını taciz edebilecek Yunan uçaklarının tacizlerine engel olmak ve kendi uçaklarımızın görevlerini emniyet ve etkinlikle yerine getirmelerine destek olmaktı. Bu maksatla, Bandırma Meydanı'ndan günün erken saatlerinde kalkış yaparak Çanakkale açıklarındaki bir noktada, doğu-batı istikametinde birbirinden bağımsız iki uçak olarak devriye (CAP) görevine başladık. Birbirimizden bağımsız olmamızın nedeni, Yunan adalarından (özellikle Skiros ve Limni) kalkacak Mirage F-1 ve Mirage 2000 uçaklarının radarda izlenme sürelerini artırmaktı.

Ege üzerinde profil görevi başlamıştı ve zaman geçiyordu. Gerek uçuş gerekse görev bakımından oldukça tecrübeli olmamıza rağmen bu görevlerin özel bir hassasiyeti ve önemi vardı. İşte bu tatlı heyecan içerisinde CAP görevini icra ederken zaman zaman Ege'nin muhteşem manzaralarından da gözlerimizi alamıyorduk. "Henüz adalarda bir kıpırdanma yok." diye düşünürken Skiros Adası'ndan (70 NM) henüz kalkmış iki uçağın ekosunu radarlarımızda takip etmeye başladık. Bizi pozitif kontrol altında tutan Çanakkale Radarı'na durumu rapor edip bağımsız iki uçak olmaktan çıkarak yeniden tek bir kol olmuştuk. Daha açık bir ifadeyle, birbirimizi hemen her an gözetleyebilecek, ihtiyaç olduğunda yönlendirebilecek ve daha da önemlisi birbirimize destek verebilecek bir konum olan "Line Abreast" kol şeklini almıştık.

Bu pozisyonda batı istikametinde uçuşumuza devam ederken hem radardan talimatlarını dinliyor hem de kendi aramızda hedeflerle ilgili bilgi alışverişinde bulunuyorduk. Zaman, Ege Denizi'nin dalgalarına karışarak akıp geçiyordu. Mesafe azaldıkça birbirimize aktardığımız bilgiler daha da somutlaşıyordu. Hedefler 40 NM içine girdiğinde hedef paylaşımı yapılmış ve kimin ne yapacağı belirlenmişti. Bu noktadan itibaren hedeflerin planları hakkında da kabaca bir fikre sahip olmuş ve artık kendi planımızı da oluşturmuştuk.

10 NM içine girildiğinde hedeflerle göz teması sağlanmış ve son hazırlıklar tamamlanmıştı. Evet, artık "er meydanına çıkmıştık ve dog fight zamanıydı." Yakın temas sağlandığında gördük ki, hedefler Mirage F-1 uçaklarıydı ve birebir fight içindeydik artık. Tıpkı minder güreşinde olduğu gibi, fight'ın ilk zamanları da, yüksek irtifalarda birbirimizin manevralarını takip etmekle geçiyordu. Fakat çok geçmeden F-16 Fighting Falcon uçağının üstün yeteneklerinden yararlanarak ve sahip olduğumuz enerjiyi de iyi kullanarak hedeflerimizi önümüze almıştık. Böylesine bir görevde hep arkada olmak ve inisiyatifi elde bulundurmak önemli idi. Artık zaman, füze ve top menzili parametreleri için uygun pozisyonu yakalamaya gelmişti. Uçakların enerjisini hep üst düzeyde tutmaya çalışsak da fight'ın zamanla orta irtifalara kayması bunu pek mümkün kılmıyordu. Ancak yine de füze menziline ulaşmakta çok zorlanmadık.

Örnek olarak değerlendirilebilecek bir fight gerçekleştiriyorduk. Fight'ın aynı bölgede cereyan ediyor olması sebebiyle neredeyse anbean diğer ikiliyi de takip edebiliyorduk. Hatta bir ara aynı koni içerisinde bile buluşmuştuk. Top parametreleri için çok uygun fırsatlar yakalıyorduk. Her şey mükemmeldi.

Mirage F-1 uçağının dikey manevra kabiliyeti yatay eksene göre daha iyi olduğu için fight genellikle dikey eksende cereyan ediyordu. Giderek zaman da fight konisi de daralıyordu. Yani fight, koninin dip bölgesi olan 5000 feet civarına kaymıştı. Dolayısıyla denizin çalkantıları artık seçilir olmuştu. Bu irtifada yapılması gereken en önemli şey, yüksek irtifadakinin aksine, uçuş aletlerini, özellikle altimetreyi daha fazla çapraz kontrole alarak deniz üzeri uçuşun yarattığı en büyük sıkıntı olan, kaybedilen derinlik hissinin olumsuzluklarını ortadan kaldırmaktı. Evet, ben de aynen öyle yaptım. İrtifa 2000 feet'e yaklaşırken tıpkı eğitimlerde yaptığımız gibi daha fazla alçalmamak ve düşük süratin yaratacağı ters kumanda bölgesine girmemek adına uçağı her zamankinden daha ihtiyatlı kullanıyordum. Altimetre 2000 feet'i gösterdiğinde fight artık koninin en dip noktasındaydı. Uçağın üzerinde, ancak kumandalara itaat edebilecek kadar enerji vardı. Bu durumda, hemen önümdeki hedefi gözden kaybetmeden avantajlı konumumu muhafaza etmek ve uçuş emniyetini ön planda tutmak, mermi atış parametrelerini düşünmekten daha öncelikliydi.

Fight oldukça enteresan geçiyordu. Yaklaşık 1000 feet önümdeki ve 500 feet altımdaki birinin neredeyse kafa hareketlerini seçebiliyor ve dikkatinin -maalesef- kendi uçağından ziyade bende olduğunu hissediyordum. Sadece yatay eksende yapılabilen kontrolsüz kurtuluş manevraları derdine çare olmadığı gibi kendini biraz daha denize yaklaştırıyordu. Artık galiba sona yaklaşıyorduk. Çünkü hırsı, dikkatinin ve uçuş emniyetinin önüne geçmişti. Head Up Display (uçuş ve hedef bilgilerinin izlendiği görüntü) içindeki TLL (hedefin yerini istikamet olarak gösteren işaret)'den anladığım kadarıyla hedef, tahmini 500 feet altına inmiş ve arkasındaki "beni" hala izlemeye çalışıyordu. TLL, sarkaç gibi bir sağa bir sola gidiyor ve hedefi ancak uygun açı yakaladığımda görebiliyordum. İşte o anların birinde olan oldu. Hırs, denizle buluşmuştu... Gözlerime inanamadım. Gördüğüm, tıpkı büyük bir kayanın suya düştüğü anda yarattığı girdap gibi bir şeydi. Evet, denize girmekte olan bir nozul görüyordum. O anda ağzımdan çıkan ilk ve tek cümle:

-"Eyvah, uçak denize düştü!"

Üzüntü, hayret ve şaşkınlık içinde görev noktalanmış ve geri dönüş yolculuğunu yine Bandırma Meydanı'na inerek tamamlamıştık. Bu tür görevler, o güne kadar defalarca uçulmuş ancak böyle bir son hiç yaşanmamıştı. Ve "böylesi bir son" nedeniyle duyulan üzüntü ve olayın yarattığı askeri ve siyasi gerginlik, görevi layıkıyla yapmış olmanın bana vereceği gururun önüne geçmişti.

Sonuç olarak, bu görevden alınması gereken öncelikli dersler; görevin iyi analiz edilmiş olmasının yanı sıra fight içindeki iş birliğinin önemi, uçak ile kendi limitlerimizin iyi bilinmesi ve bunların asla zorlanmaması idi. Saygılarımla...

NOT: Dogfight, genellikle geometrik olarak üst bölgesi geniş, alt bölgesi dar olan "koni" şeklindeki bir alanda icra edilir. Her bölgenin kendine göre avantajı-dezavantajı vardır. Fight üst bölgeden başlayarak zaman içerisinde koninin alt bölgelerine doğru kayar.