Ben Kimim

 
 
 

BİR UÇUŞ ÖĞRETMENİNİN HAYAT KURTARAN İKAZI...

 
Hava Pilot Kurmay Albay
Süleyman SELÇUK
3 ncü Ana Jet Üs 132 nci Filo
1983
 

1982-A devresi olarak 2 nci Ana Jet Üs K.lığından mezun olduktan sonra, her zaman gururla anımsadığım ve uçmaktan büyük zevk aldığım F-100 Super Sabre uçaklarıyla harbe hazırlık eğitimimi tamamlamak üzere Konya 3 ncü Ana Jet Üs 132 nci Filoya katılış yaptık.

T-33 uçağından sonra gerçek bir harp jeti olan F-100 Super Sabre'lerde uçmanın çok zor olduğunu ve çok çalışmamız gerektiğini biliyordum. Pilot adayı psikolojisinden kurtulmuş bröve sahibi pilotlar olarak işin ciddiyeti ve önemi, hafif bir tedirginlikle birlikte gururumuzu da okşuyordu doğrusu.

Filoda görevli öğretmen pilotların bizlere samimi, içten davranışları ve uçağa karşı duydukları sevgi ve güven, F-100 Super Sabre uçağı hakkında duyduğumuz tedirginliğin kısa sürede üzerimizden atılmasına ve bir an önce uçuşa başlama isteğimizin kamçılanmasına neden olmuştu.

İlk uçuşa başlayan teğmenlerden biriydim. F-100 Super Sabre uçağında çift kumanda intibak uçuşlarımı Öğretmen Hv.Plt.Yzb. Vedat ÇANDIR ile tamamladıktan sonra, kontrol uçuşunu başarmış, artık F-100C Super Sabre uçağıyla tek uçmaya hak kazanmıştım. Fakat ilk yalnız uçuşumda ilginç bir emercensi durum yaşayacağımı nasıl bilebilirdim ki?

1983 yılının güzel bir Kasım günü uçak başı yaptıktan sonra, öğretmenimle birlikte harici kontrolü yaptık ve F-100C Super Sabre uçağının F-100F Super Sabre uçağından farklılıklarını bir kez daha gözden geçirdik. İkimiz de uçaklarımızı çalıştırdıktan sonra ruleye başladık. Ancak arka kokpitten hiçbir sesin ve nefesin duyulmaması, kendimi büyük bir yalnızlık duygusu içinde hissetmeme neden oluyorsa da, telsizden öğretmenimin sesini duyduğumda gururla "iki" derken o duygunun yok olduğu da bir gerçekti.

Kalkış, kolda ve hiçbir sorun olmadan tamamlanmıştı. Çalışma sahasına gittiğimizde öğretmenim beni öne geçirerek akrobasi hareketleri çalışmamı söyledi. Birkaç temel hareketi çalıştıktan sonra, öğretmenimin uçağının benim uçağıma yapışmış üçüncü bir kanat gibi hareket ettiğini hayretle takip edebiliyordum.

Bir ara öğretmen uçağının öne çıktığını gördüm ve aynı anda öğretmen bana gaz açmamı ikaz etti. Hâlbuki yeni bir harekete başlamak için gaz kolunu military'e açmış, sürat doldurmayı bekliyordum. Motor devir saatine göz attığımda %82'de olduğunu gördüm. Gaz kolunu emin olmak için tekrar ileri zorladığımda tam ileride olduğunun ve bazı şeylerin normal gitmediğinin farkına vardım. 1 numara olan öğretmenim oldukça ileri çıkmıştı ve bana gaz açmamı ikaz ediyordu. Süratim artacağına iyice düşmeye başlamıştı. İrtifaım 13000 feet idi ve süratim 320 knot'a düşmüştü. Gaz kolunu geri çekip, tekrar ileri açtığımda motor devrinin %82'de sabit kaldığını ve motor sesinde hiçbir değişiklik olmadığını hayretle gördüm. Benden 5-6 uçak boyu öne çıkan öğretmenimi ikaz ettim ve gaz kolunun motora etkisi olmadığını belirterek, diğer motor işarlarını kendisine aktardım. Sesimden tedirginliğimi anlamış olacak ki, sakin olmamı ve kendisini takip etmemi istedi.

Motorun kilitlendiği sabit devirde (%82) düz uçmak mümkün olmuyordu. Süratim 250 knot'a düşmüştü. Bu sürati muhafaza edecek şekilde düşük varyo ile alçalarak meydan istikametine dönmüştük. Mesafemiz yaklaşık 40 NM civarındaydı ve ben kokpit içinde uğraşmaktan hangi bölgede olduğumuzu tam olarak kestiremiyordum.

1 numara; iki uçak boyu gerisinde kendisini takip etmemi söylediği zaman, neler olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Öğretmenim sakin bir ses tonuyla, alçak kilit noktasını en az 7000 feet irtifada yakalamamız gerektiğini, eğer bu mümkün olmazsa atlayacağımı, şimdiden atlama hazırlıklarını yapmamı söyledi. "Atlamak!..." Uçan bir uçağın kokpitini terk etmek! Söylemesi çok kolaydı, ancak vücudumun önce buz gibi olduğunu, sonra ateşler içinde yandığımı hissettim. Sakin olmaya gayret ederek atlama için neler yapmam gerektiğini düşündüm. 1 numarayı takip ederken arada bir çekliste göz atarak tüm hazırlıklarımı tamamladım. Alçak kilit noktasına geldiğimizde, irtifaımızın 7300 feet ve süratin 220 knot civarında olduğunu ikaz edince kendime geldim. Dönüş kararını verip, o noktaya gelinceye kadar yaklaşık 6-7 dakika geçmiş olmasına rağmen, bana saatler gibi gelmişti.

Öğretmenimin sakin konuşması beni daha çok hayrete düşürüyor ve içimden kızıyordum. Atlamakla -ki başarılı olacağını kimse garanti edemez- inmek arasında çok ince bir çizgi üzerinde olduğum hâlde, o çok sakin, işlemleri bana sayıyor ve pisti karşılamamı, tek iniş hakkımın olduğunu, pas geçme şansımın olmadığını tekrar tekrar bana söylüyordu. Yoğun telsiz konuşmaları susmuş, herkes bizi dinliyor, kule ile tüm konuşmaları öğretmen pilot yapıyordu.

Pisti karşılayıp, iniş takımlarını çıkardığımda iniş için tek hakkımızın olduğunu kendi kendime tekrarladım ve burnu ezerek alçalmaya başladım. Fakat süratin artmaya başladığını görünce pike flabını gecikmeden çıkardım. Piste 5 NM kaldığında 1 numaranın yanca ayrıldığını gördüm ve tüm dikkatimi pist başına yoğunlaştırdım.

Fakat o ne....? Piste yetişmem mümkün görünmüyor ve ben alçalmaya devam ediyordum. Yan rüzgar etkisiyle uçağı istikamette tutmakta zorlanıyordum. Yapacak bir şey kalmamıştı. Levyeyi hafifçe geri çektim, ancak çökmenin daha da arttığını görünce bu işlemden vazgeçtim. "Artık hiç olmazsa pist uzantısına oturur, belki bir şans pist içine girerim." gibi saçma düşüncelerle kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Tabii o sırada pist başında toplanan kalabalığı gördüm ve telsizden sürekli: "Gaz aç!" diye bağırıldığını duydum. Sağ elimle levyeyi sıkıca kavramış şekilde sadece seyrediyor ve bağrışmalara anlam veremiyordum. Artık yaklaşma ışıklarının üzerine oturmak üzereydim. Birden öğretmenimin "PİKE!" diye bağırdığını duydum. O an pike flabını aldığımda mucize gerçekleşti. Uçak pist içine girdi ve overrun'a oturdum. İniş takımları piste temas eder etmez "shut off" şalterini OFF'a aldım ve motor sesinin azalmaya başladığını duyunca derin bir oh çektim. Pist sonuna geldiğimde uçağım tamamen durmuş ve etraf büyük bir sessizliğe bürünmüştü.

Birkaç dakika içinde kurtarma ekibi ve araçları etrafımı sarıncaya kadar, beni kurtaran ve öğretmenimin tam zamanında söylediği o dört harfli mucize kelimeyi düşündüm.

"P İ K E !..."