Emekli Hava Pilot Kurmay Albay |
O. Zeki ÖZPİRİNÇ |
|
|
Uçuşlar devam etti ve yalnız
kaldım. Kanadalılar'ın yalnız kalan öğrencilerle
ilgili bazı kutlama adetleri vardı. İlk
yalnızdan dönüşte, mevsim yaz ise hortum
veya kovalarla iyice ıslatırlar, kış ise
kara basarlardı. Bir de kravatını keser
filonun duvarına asarlardı. Duvarda
kravatlar yanyana dizilirdi. Üzerlerine
yukardan aşağıya doğru soyadlarını da
yazarlardı. Hatırladığıma göre benim kravat
da duvara yedinci kravat olarak asılmıştı.
20-25 civarında muhtelif milletlerden
öğrencisi olan bir filo içinde, bu durum pek
fena değildi. Ancak 15 saatten sonra uçuş
öğretmenimin değiştirildiğini, Hutt isminde,
sarışın, ince, havada sert davranışları,
biraz poz ve kendini beğenmiş görünen bir
öğretmene verildiğimi söylediler. Yalnız
kalmamda Hutt'ın faydasını inkar edemem.
Anderson'un tamamen aksi, bilhassa meydan
turunda, devamlı ikazları ile öğrencisini
uyutmaz, baş, sürat ve irtifa hatalarında
balyoz gibi iner, öğrenciye nefes
aldırtmazdı. Burada uçuş öğretmenlerinin,
öğrencilerinin başarısı üzerinde ne denli
etkisi olduğunu belirtmek isterim. |
Seyrüsefer uçuşlarına
başlamıştık. İlk çift kumand
seyrüseferden sonra, bir ilk
yalnız seyrüsefer görevi
vardı. |
İlk yalnız seyrüseferi
öğrenciler için hem
heyecanlı, hem zevklidir.
Öğrenci ana meydanından
şöyle uzaklara doğru ilk
defa açıldığından, garip bir
yalnızlık hissi duyar. Ama
bir taraftan da kendine
güven hisleriyle, seyrüsefer
dönüşü ilk pilotluk havaları
başlar. |
Hutt'un verdiği noktalara göre üç bacaklı
bir seyrüsefer yapacaktım. Birinci nokta,
bir nehrin kıvrımında küçük bir şehirdi.
Nehir üzerinde bir de köprü görünüyordu.
Bulunması oldukça kolay bir yerdi. İkinci
nokta düz bir arazide yakın mesafede,
etrafında yardımcı nirengiler bulunmayan,
ancak içinden demiryolu geçen bir şehirdi.
Haritamda rotalarımı çizmiş, her beş
dakikada bir kontrol edeceğim çek
noktalarımı işaretlemiş, gerek haritamı,
gerek seyrüsefer kartımı büyük bir
titizlikle hazırlamıştım. Üç bacakta geçecek
süre, bir saatin üzerindeydi. En uzun bacak,
aklımda kaldığına göre otuzbeş dakika
kadardı. Hutt umursamaz bir tavırla haritamı
ve kartımı şöyle bir kontrol etti. Peki der
gibi bir şeyler mırıldandı ve çekti gitti.
Kafama en çok yapacağım konuşma takılıyordu.
Bu konuşma hemen yerden kesilir kesilmez "airborne"lu
"saat" başlı, o günlerde yarım
İngilizcemizle bizlere zorca gelen bir
seyrüsefer konuşmasıydı. Bunları kuleye
söylüyor, kuleden cevabını alıyor, sonra
tekrar cevap veriyorduk. Bu konuşmayı da bir
kâğıt üzerine yazmış, kalkış saati ve varış
saati kısmını boş bırakmıştım. Kalkış
zamanıma göre bunu okuyacaktım. Bu tür
konuşmalar yetişmiş pilotlar için rutin
işlerden sayılırdı ama, daha ilk
seyrüseferinde yeni bir öğrenci için gözde
büyüyen bir iş oluyordu. |
Taksimatlı şekilde
hazırlanmış, siyah görev
tablosundan uçak numarası
aldım. Bu tablo her sabah
Filo Eğitim Subayı
tarafından, o gün yapılacak
uçuş görevlerine yazılırdı.
Paraşütümü aldım, uçağa
doğru yürürken hava parçalı
bulutlu görünüyordu. Kış
mevsimi olmasına rağmen,
hava fazla soğuk değildi.
Harici kontrolleri
tamamlayıp, uçağa girdim.
Motoru çalıştırdım. Kuleden
müsaade alıp ruleye
başladım. Kalkıştan sonra,
bir yandan lövyeyi tut, bir
taraftan önüne bak, saate
bak, kâğıda bak derken kule
ile konuşmamı tamamlayarak,
soldan tırmanış dönüşü ile
rotama girdim. Rahat bir
nefes aldım. MK-II
homurdanarak canavar gibi tırmanıyordu.
Yaklaşık 9.000 feet'de düz uçuşa geçtim.
Gözlerim devamlı bir aşağıdaki arazide, bir
haritadaydı. Rotamda uçuyor, altımdaki
araziyi haritamda rahatça okuyordum. Arada
sırada motor aletlerine bakmayı da ihmal
etmiyordum. Her şey normal görünüyordu.
Ancak beni huzursuz eden, sürat saatinin bir
türlü 150 knot'a gelmeyişiydi. Sürat saati
150 knot'ın üstüne bir türlü çıkmıyordu. Düz
uçuşlarda devamlı 25 manifold uçardık, bu
takatle 150 knot'ı, bazen uçağına göre
fazlasını bile verirdi. MK-II'nin motor
aletleri normal limitler içinde olduğuna
göre endişe edecek ciddi bir durum yok
demekti. |
Ben böyle, süratim neden bir
türlü artmıyor diye düşünüp
dururken ilk hedefime
varmıştım bile, nehir
kıvrımında güzel bir şehir,
üzerindeki köprüler, hareket
eden vasıtalar, manzara
güzel görünüyordu. Sağdan
ikinci bacağa döndüm. Her
yeni bacağa dönüşte dahili
kontrolleri yapardık. Yakıt,
iniş takımı, flap, motor
aletleri derken bir de ne
göreyim, benim iniş
takımları aşağıdaymış, ben
koskoca ilk bacağı iniş
takımları aşağıda uçmuşum.
Uçaktaki süratsizlik iniş
takımlarının aşağıda
olmasındanmış meğerse. Bir
oh çekerek iniş takımlarını
aldım, uçak keyiflendi. Ben,
kalkıştan hemen sonra, o
meşhur seyrüsefer
konuşmasını yapacağım derken
iniş takımlarını almayı
unutmuşum. Asıl pilotluk av
ve av-bombardıman
uçaklarında, yani tek
pilotlu uçaklarda olurdu.
Çift kumandalar rahattı.
Biri uçar, biri konuşurdu.
Bunu ileriki yıllarda daha
çok takdir ettim. |
Altımda geniş bir düzlük,
göz alabildiğine uzanıyordu.
Ta ileride düzlüğün
ortasında, ikinci kontrol
noktası olan şehir
görünmüştü. Şöyle yeniden
bir keyiflendim. Keyfim uzun
sürmedi. Telsizimde gayet
net, kuledeki operatörün
sesi duyulmuştu. Kötü hava
şartlarının meydana
yaklaşmakta olduğunu
söylüyor ve havadaki bütün
uçakların en kısa zamanda
meydana dönmesini istiyordu.
Meydan sağımda idi, hemen
dönebilirdim. Ama uçacağım
yeni başı, tekrardan
hesaplamam lazımdı. Diğer
taraftan, ikinci kontrol
noktası görünmüştü. Azami on
dakika sonra üzerindeydim.
Gider, oradan dönerim dedim.
Böylece seyrüseferim de
bozulmamış olacak, meydanıma
daha rahatça dönmüş
olacaktım. Üstelik
bulunduğum yerde hava fena
değildi. Endişe edecek kötü
bir durum pek gözüme
görünmemişti. Bu düşünce
içinde biraz da gazı açarak,
ikinci hedefe de vardım ve
oradan meydan bacağına
döndüm. Meydana dönüş
bacağında daha on dakika
uçmamıştım ki, ilerimdeki
arazinin gözden kaybolmakta
olduğunu, yerini yerden
itibaren yüksek irtifalara
doğru bir bulut tabakasının
kaplamakta olduğunu
görüyordum. Daha ne yapmam
gerekeceğini düşünürken
kendimi bulut içinde buldum.
İrtifam 9000 feet idi.
Uçacağım başlarda, o zamanki
tabiriyle Quadrantal sistemi
uyguladığımızdan bir çarpışma durumu
düşünülemezdi. Bu düşünce ile biraz
rahatladım. Azami yedi veya sekiz saat
diyebileceğim bir körük altı uçuşum vardı.
Bulut sallamaya başlamıştı. Suni ufuk sağa
sola yatıp duruyordu. Hemen düzeltiyordum.
Kendi kendime, "işte körük altı uçuşları
bunun için gösterdiler, şimdi sen de körük
altında imişsin gibi uç bakalım" diyor, pek
etrafıma buluta bakmıyordum. Bu pek körük
altına da benzemiyordu, çünkü kanatların
sertçe hareketlerle sağa sola yatmasından
dolayı suni ufukla boğuşup duruyordum. Bazen
nereye gittiğimi kontrol için pusulama
baktığımda başı kısmen muhafaza ettiğimi
görüyor, hata varsa küçük yatışlarla
düzeltiyordum. Yol bitmek bilmiyordu. Acaba
doğru mu gidiyorum diye endişe etmeye
başlamıştım. Meydanın güzel bir D/F'i vardı.
Uçakların çoğunda radyo kompa yoktu. En
iyisi ben D/F yapayım dedim. D/F kanalına
geçtim. Operatörün sesi çok net geliyordu.
Bu ses, bana o anda oldukça bir moral
takviyesi yapmıştı. |
Operatörün kendinden emin ve
müşfik bir ses tonuyla
sorduğu ilk soru "What is your
attitude?" oldu. Bizim sallan yuvarlan devam
ediyordu. Gözlerim devamlı suni ufukta,
arada bir pusula başına bakıyordum. İrtifamı
doğru söyleyebilmek için gözlerim bir an
altimetre üzerine kaydı. Doğru mu okuyorum
diye bir daha baktım, evet doğruydu.
Altimetrem 3000 feet'i gösteriyordu. Demekki
9000 feet'de girdiğim bulutta, suni ufuğu
tutmaya çalışırken, farkında olmadan devamlı
irtifa kaybederek 3000 feet'e inmiştim.
Biraz sıkılarak, operatöre 3000 feet'de
olduğumu söyledim. O gene aynı müşfik
sesiyle "maintain your altitude" dedi. Bu
defa çapraz kontrola altimetreyi de dahil
ettim. Şimdi uçuş biraz daha zor gelmeye
başlamıştı. Şöyle sağdan ve soldan bakındım,
yeri pek göremiyordum. Bu arada D/F için bir
sinyal gönderdim. Operatörün verdiği baş,
uçmakta olduğum baş civarındaydı, demekki
meydana doğru başta uçuyordum. Bulutlar
kesifliğini kaybetmeye başlamıştı. Bir zayıf
yerinde altımda yedek meydanımızı gördüm.
İrtifaımı ısrarla muhafaza ediyordum,
halbuki şöyle 500 feet kadar kaybetsem bulut
altına inebilirdim, ama nedense bunu
yapmadım. Çünkü operatör 3000 feet irtifaı
muhafaza etmemi istemişti. Verdiği başı
muhafaza ediyordum. Bir sinyal daha istedi.
Sinyali gönderdim. Kısa bir sessizlikten
sonra operatörün sesi tekrar duyuldu. "Joker
bir sıfır dokuz size yeni bir baş veriyorum,
yeni başınız bir dört sıfır, bu baş sizi
pist başına getirmektedir, 2000 feet
alçalmaya, direkt yaklaşma ve inişe
serbestsiniz." Anladığım kadarıyla
operatörüm bana kısa yoldan bir D/F
alçalması yaptırıyordu. Söylenenleri
yapıyordum. Biraz sonra pist karşımdaydı.
İnişimi tamamladım. Kendimi oldukça yorgun
hissediyordum. Pisti terk edip, park yerine
doğru giderken düşünüyordum, ya bu bölge
dağlık bir arazi olsaydı, balta gibi dağın
birine yapışacaktım. Diğer taraftan mutluluk
duyuyordum. Herşeye rağmen görevi tamamlamış
kazasız, kırımsız meydanıma dönmüştüm. Uçak
park yerleri, filo binasının karşısındaydı.
Uçakların hemen hepsi inmişti. Ben
sonuncuydum herhalde. Hutt filo binası
önünde beni bekliyordu. Yüzünde bir
memnuniyet ifadesi vardı. Ancak nasıl
olduysa, hiç yapmadığım şey, park yerine
kadar flaplarım aşağıda gelmiştim. Cezası,
filo'daki para kutusuna 50 cent atmaktı.
Flaplı gelmenin cezası buydu. Hutt'ın yanına
geldiğimde çocuğunu şımartmak istemeyen bir
baba tavrıyla "uçuşun nasıl geçti" dedi.
"İyi, yalnız epeyce bulutta kaldım" dedim.
Cevap olarak "flapla geldin kutuya 50 cent'i
salla bakalım" dedi. |
|