Ben Kimim

 
 
 

KİM KORKAR HAİN KURTTAN

 
Emekli Hava Pilot Albay
Tekin AKKOYUNLU
 

Alarm pilot ve makinistleri nizamiyeden şu anda içeri girdiklerine göre, gündoğumuna neredeyse bir saat var demektir. Saat beş. Geceyi yarı uyur geçirdiğim koltuktan kalkıyorum. Uçuş Emniyet notlarını topluyorum. Bugün Kaza-Kırım toplantısı da var. Yeni uygulama ve buluşlar hakkında bilgi vereceğim. Sakal tıraşını müteakip bir su bardağı dolusu sıcak çay iyi gelir diye düşünmekteyim. Havlu boynumda, tıraş için Nöbetçi Amirliği tuvaletine geçerken, birinci kattaki merdiven aralığında bulunan portatif çay ocağına doğru, herkesin "posta", "çaycı", "oğlum", "asker" diye çağırdığı çaycıya:

- Kahraman Türk askeri, yüzbaşına bir bardak çay yap, diye sesleniyoruz.

Ses seda yok... En aşağı saat ikiye kadar kuru sandalye üzerinde oturup, nöbetçi heyetine çay yetiştirmiş. O da can. Belki bir tarafa uzanmıştır.

Aynada gözlerimin kızarıklığına bakarak tıraş olmaktayım.

Nöbetçi Amirliği'nin telefonu uzun uzun çalıyor. İhtiyar Tayyareci Üs Komutanı bu saatte arar mı dersiniz? Tıraşı yarım bırakarak telefona dönüşorum.

- Buyrun nöbetçi amiri Yüzbaşı AKKOYUNLU.

- Kule operatörü Astsubay Başçavuş YAVUZ.

- Evet Yavuz.

- Efendim iki uçak için saat başı üç üç'te mecburi alarma kalkış verilecek. Hazırlıklar tamam. Pist ışıkları yakıldı. Devvar far devrede.

Saat başı üç üç, yani saat beşi otuzüç geçe kalkacaklar... Telefonda sesler yansıyor. "İki yedi beş radyo kontrol", "İki, yedi, beş sesiniz beş net" "Merzifon kontrol, Merzifon kontrol iki altı yedi." "İki altı yedi devam ediniz." "Merzifon kontrol iki altı yedi..." Anlaşılan makinistler uçakların radyo kontrollerini yapıyorlar. Telefonda cızırtı ve parazitler devam ediyor.

- Evet Yavuz, mecburi kalkış için herhangi bir bilgi aldınız mı?

- Yüzbaşım, Samsun civarında sınır ihlali olduğu bildiriliyor. Gün doğumuna yarım saat kala kalkış verilecek.

- Anlaşıldı Yavuz, meydan harekat nöbetçi subayını ikaz ediniz, pistbaşı kulesine gitsin. Yedek olarak iki F-86 daha hazırlansın. On dakika sonra alarm hattında olacağım. (F-86 "SABRE" uçağının fotoğraf ve teknik özellikleri için tıklayın.)

- Alındı, anlaşıldı yüzbaşım.

Yüzümdeki tıraş köpüğünü silerken nöbetçi amirliği penceresinden nizamiyedeki astsubaya sesleniyorum.

- Nöbetçi subayını bulunuz. Nöbetçi amirliğine gelsin. İki uçak için hakiki alarm verildi. Ben pistbaşı alarm hattına gidiyorum. Araba hazırlansın. Yedek ekip getirilsin.

Süratle merdivenlerden aşağı iniyorum. Hesaba göre gün doğumu altı sıfır, üç araba hazır. Er şoför hazır, büyük bir merasimle Ford pikabın kapısını açıyor.

- Bırak selamı şimdi. Doğru alarm hattına, çabuk olalım.

Süratle pist başına yaklaşıyoruz. Kalkış var. Saat başı üç üç. Helal olsun. Fakat o ne? Seyrüsefer ışıkları yanan bir F-86 kalkıştan vazgeçti. Pist sonuna yaklaşıyor ve ana pisti terk ediyor. Bu durumda hemen filo'ya gitmek gerek. Yedek pilotların gelmesine en az yarım saat var. Şoför gazlıyor. Öbür uçakta nerede? Batı kısmı karanlık, gökyüzünde yıldızlardan başka birşey gözükmüyor. Alarm nöbet sırası bizim filo'daydı. Hakiki Scramble verildi. Kalkış yapılmadıysa, öbür filo'nun alaylı bakışlarından, onun da ötesinde ihtiyar tayyareciden çekeceğimiz var. Midemde kramp, karnımda gaz dolaşıyor. Filo'daki paraşüthaneye girip kask ve paraşütümü alıyorum. Kuleye telefon ediyorum. Korktuğum başıma geliyor. Bir numara havada ama iniş takımlarını almamış, altıbin feet'te yakıt harcıyor. İki numara kalkışta hidrolik arızası yapmış. Aceleden ne uçuş elbisesini ve ne de botları giymeye vakit var. Doğru alarm hattına. Şoför arabayı tam gaz sürüyor. Makinistler iki yedek uçağı hazırlamışlar. Çalıştırma cihazı takılmış. Altı makineli tüfeğe mermi sürülmüş. Seyyar lambanın ışığı altında makinist ve silahçıların yüzleri gergin, dudakları incelmiş ve kamburları çıkmış görünüyor. "Merhaba arkadaşlar" diyorum. Bana bakmıyor ve cevap bile vermiyorlar. Şoför, paraşüt ve kaskımı arkadan indirdiği anda, yüzlerinde bir sevinç dalgasının yayıldığını görüyorum. Heyecanlı ve inandırıcı bir sesle:

- Yüzbaşım uçak hazır. Kontrollerini yaptık. Sizi resmi elbise ile görünce turist zannettik.

Gülüyoruz. Birisi elinde uçuş kaskımla kanada atlıyor, diğeri paraşütümü bağlamama yardım ediyor. Çok kısa zamanda uçak içindeyim. Cereyan ver işareti, gözüm yandaki uçağa ilişiyor. Üsteğmen Altan. Meydan Harekat Nöbetçi Subayı, o da gelmiş kaskımı giyerken bana el sallıyor. Kapı gibi iki numara. Uçuşta uçağın arkasına geçti mi, kene gibi yapışıyor. Silkmene imkan yok. Ne de olsa uçuş okulunda öğrencimdi. Kontrollerde altmış yedi geçer not üzerinden ancak altmış yedi alabilirdi. Benden de dayağı yerdi yani. Demek ki okul uçuşu ile kıta uçuşu birbiri ile alakası olmayan iki ayrı cins elma gibi. Motorlar çalışıyor. Radyo devrede.

- Akıncı iki yedi üç kol.

- İki hazır. İki sekiz beş diye uçak numarasını bildiriyor.

- Anlaşıldı iki sekiz beş. Kanopi kapalı, pimler çıkmış, oksijen yüzde yüz, IFF standby.

- İki...

- Merzifon kontrol Akıncı iki yedi üç.

- Akıncı iki yedi üç. Merzifon kontrol devam ediniz.

- Scramble iki uçak piste giriş ve kalkış müsaadesi.

- Akıncı iki yedi üç Merzifon kontrol. Akıncı kolun piste giriş ve kalkışı serbest rüzgar sakin, altimetre iki dokuz dokuz beş. Kalkışı müteakip üç beş sıfır başta onbin feet'te Tufan kontrolle band deltada temas edilecek. Tamam.

- Akıncı iki yedi üç. İki dokuz dokuz beş. Üç beş sıfır başta, onbin feet'te Tufan kontrolle delta bandında temas kurulacak.

İki numarayı beklemeksizin pistin sağına yanaşıp gazı yüzde yüz devre açarken frenleri bırakıyorum. Kalkış rulesinde aletleri kontrol ediyorum. Mükemmel pistten kesilmeyi müteakip iniş takımları yukarı, sürat üçyüz knot. Gaz kolu doksansekiz devir. Radyodan iki tık tık sesi geliyor. Soluma bakıyorum iki numara kola girmiş bile. Alacakaranlık dağılmak üzere. 350 başta beşbin feet'i geçiyoruz. Hook'u çıkaralım, oksijen normal, emercensi yakıt şalteri OFF. Sol elimle kaska kulak hizasına kadar yandan vuruyorum ve dört parmağımı iki numaraya gösteriyorum. Manası radyoda delta kanalına geçelim. Radyodan anlaşıldı manasına iki tık tık sesi geliyor. Tufan radar kontrolünün delta kanalına geçiyoruz.

- Tufan kontrol Akıncı iki yedi üç.

- Akıncı iki yedi üç. Tufan kontrol sesiniz beş beş net.

- Tufan kontrol Akıncı iki yedi üç, iki uçak Scramble kalkışı 350 başta 10.000 feet'i geçti. "Parot on sukuak birde" diyerek, uçak tanıtma cihazı olan IFF'i açıyorum.

- Akıncı iki yedi üç. Tufan kontrol sizi teşhis ettim. Baş, 350 olsun, hedef onyedibinde 100 milde. İki numara parot kontrolu...

İki numara alt gerimden sağa kayarak taktik kol durumuna geçiyor ve Tufan'la kontrollerini yapıyor. Artık sürat saatine bakmıyoruz. Gaz kolu 98 devirde, sürat saati yerine makmetre ibresi 0.85 gösteriyor. 20000 feet'te düz uçuşa geçiyoruz. Devir 90. A-4 tipi radar nişangahı açık, silah atış sigortaları basılı, silah şalteri film çekme sine durumunda. İki numaraya nişangah kontrolünü yapmasını söylüyorum. Hedef olarak beni alıp kontrollerini tamamlıyor. Sonra önüme geçiyor, ben de onu hedef olarak nişangahı ve radarı ayarlıyorum. Silah atış şalterini atış durumuna GUN'a getiriyoruz. Bu durumda tetiği birinci kertiğe çekince sine film makinesi çalışacak, parmağını biraz daha çekerek ikinci kertiğe gelince altı makineli tüfek ateş edecek.

Tufan radar kontrolörü devamlı talimat vermede, hedefin durumunu ve mesafesini söylemekte... Gün ışımaya başlıyor. Aşağıda onbin feet civarı puslu, gökyüzü masmavi... Tufan kontrol:

 - Akıncı kol hedef, 065 başta oniki mil... Sağa kaymaya devam ediyor... 068... 070... sıfır yedi beş...

Aynı anda hedefi puslar arasında görüyoruz ve "Taliho" diyerek radara bildiriyorum. On iki mil kadar ilerimizde ve üç bin feet altımızda arkasında iki vagonu olan bir lokomotif görüyorum. Ünye civarındayız...

- Altan bu ne? diyorum.

- Hocam 17 bin feet'te uçan bir ikmal denizaltısı veya kruvazöre benziyor diyor.

- Hadi oradan sende... Altan, sandviç yapalım ne olduğuna bakalım.

 - Anladım hocam.

Gaz kolunu yüzde yüz RPM'e açıyorum ki bin feet daha irtifa alıyorum. Yirmi iki bin feet'teyim. Altan, uçak tanıtma cihazı IFF'i kapatıp o da gazını tam açarak, öndörtbin feet'te düz uçuşa geçmek üzere dalışa başlıyor. Ben üstten, Altan alttan; lokomotif, denizaltı veya her neyse o uçan deve yaklaşıyoruz. Tufan kontrol "teşhis ve tespit" edin diyor. Beş mil, dört mil ve hedef netleşiyor... Koyu gri renkli BEAR tipi dev bir bombardıman uçağı. Üst gövde türellerindeki iki adet otuzluk top, baykuş gözü gibi beni takip ediyor. Burun ve kuyruk topları ile arka ve alt gövde topları hareketsiz duruyor. O halde iki numarayı görmediler. Sandviç taktiğimiz baskın şeklinde gelişmekte. (TU-95 "BEAR" uçağının fotoğraf ve teknik özellikleri için tıklayın.)

Komşumuz pilotlarının pis bir huyları var. Yanlarına yaklaşır ve menzillerine girerseniz ikaz etmeden ateş edebiliyorlar. Kazara kendi ülkelerine girerseniz, hem yerden hem havadan hemen ateş ediyorlar. O devirde bizlerin ateş edebilmesi için bir yığın formalite mevcuttu. İlk formalite radar kontrolöründen geliyordu. Biz de sandviç taktiğini geliştirdik. Zaten, av-önleme birliği olarak bütün işimiz hava atışı, hava muharebesi ve akrobasiydi. Sandviç hareketini söyle yapıyorduk: Hedefi gördüğümüzde veya engeç 7-8 milde, bir numara hedef irtifasının en az 3-4 bin feet üzerinden hedefe yaklaşıyor, bombardıman pilotları tek uçakla fazla alakadar olmuyorlar. Siz hedef üzerinde onun gidiş istikametinde, süratinizde fedakarlık etmeksizin, S çizmeye başlıyorsunuz. Avcı pilotları buna alçak sürat yo yo'su diyor. Siz bu harekete başlayınca bombardımanın türelcileri, pür dikkat sizi izlemeye başlıyorlar. Daha evvel dalışa geçen iki numara ise, hedefin 3-4 bin feet altına geliyor ve fazla süratini irtifa ile değiştirerek, hedefin sağ veya sol kanadının hemen ucunda komşu uçağının koluna giriveriyor ve damatlık görevine başlıyor. İşte o zaman komşu pilotlarında korkunun verdiği panik görülüyor. Bir numarayı takip eden türeller, yorgun tavşan gibi kulaklarını sarkıtıp kendi kuyruklarını gösteriyor. Meşin başlıklarını çıkaran pilotlar ve ekibi, size gülücük ve öpücük gönderiyor ve el sallıyorlar.

- Hocam kola girmek için çekiyorum. Radyoda Altan'ın emin ve yumuşak sesi geliyor.

- Tamam Altan, türeller benim üzerimde.

Hedefin çok altında gittikçe büyüyen bir gümüş nokta, F-86, BEAR'a yaklaşıyor ve anında sağ kanadının ucunda kola giriyor. Bu durumda türeller, iki numaraya ateş edebilirse kendini vurabilir. BEAR sola doğru ani bir hareket yapıyor. Motorlarından baca gibi duman çıkıyor. Demek oto-pilotları yok. Komşu pilot bizim damadı kolunda görünce, refleksle yaptığı son çırpınma bunlar. Çaresiz düz uçuşa geçiyor. Türeller çılgınca sağa sola hareket ediyor ve sabitleşiyor. Zokayı yutmuş levrek gibi... İki numaranın F-86'sı marşandizin yanında yarış atı kadar küçük kalıyor. F-86'da sola sert kanat hareketleri görülüyor. Hedefin kanat ucundan ayrılıyor, motorların önünde pilot mahallinin hemen yanında aynı hareketleri yapıyor. Çılgınca bir şey bu, terlediğimi hissediyorum. Evet Altan, bölgeden çıkınız işaretini bu şekilde veriyor, ama bu kadarı da olmaz ki... Tekrar kanat ucuna geliyor, hareketleri tekrarlıyor. BEAR'ın pilotu çılgın avcının karşısında mahkum. Sola dönüşe giriyor. Kuzey başta ve artık deniz üzerindeyiz.

Tufan kontrol, tampon bölgeye yaklaştığımızı ve geriye dönmemizi bildiriyor.

- Bir daldı diyorum. Kulaklıktan tık tık sesini duyuyorum.

Bulunduğum irtifadan yarım tono ile terse geçerek altımdaki hedefin tam üzerine dalıyorum. Zaten gaz kolu yüzde yüz'de. Aynı anda iki numaram da terse geçerek tam gazla denize doğru dalışa başlıyor ve hedeften uzaklaşıyor. Bu dalışımla, ilk başlarda hedef uçağı sürati ile aynı olan iki numaramın türellerden uzaklaşmasını garantiye alıyorum. Hedef nişangahımda büyüyor. Nişan noktası hedef pilot mahallinin üzerinde, radar hedefe kitlenmiş, radar menzil tamburası küçülmekte, tetik yarım çekilmiş, sine film makinesinin sesi geliyor. Tüm dikkatim türellerde. Ölümle yaşam arasında tetikte bir kertik var... Doksan dereceye yakın bir dalıştayım. BEAR'ın sol kanat ucundan ses hızına yakın bir süratle teğet geçiyorum. Bin bir... Bin iki... Bin üç... Düz uçuşa geçmek için çekişe başlıyorum. Ağırlığım dört misli artıyor. Oksijen maskesi, bu kuvvet karşısında aşağı kaymaya çalışıyor... Nihayet düz uçuş. Sekiz bin feet'te iki numaranın koluna giriyorum.

- Akıncı iki yedi üç, esas bacakta, üç yeşil, silah şalteri OFF.

İniş izni verilmiş, pist karşımda. Vücudumda bir gevşeme, gözlerimde yanma var. Tekerlekler yumuşakça piste değiyor. Pist ortasındayım, iki numaranın sesi geliyor.

- Merzifon kontrol Akıncı iki sekiz beş, esas bacakta, pas geçiyor. İki yeşil, burun iniş takımı emniyetsiz.

Hoppala, bu uçaklar pilot hatasından iniş takımlarını almayabilir, ama iniş takımı hele burun iniş takımının çıkmaması olmaz ki, iki sekiz beş pas geçiyor.

Emercensi pisti takiben alarm hattına gidip motoru durduruyorum. Hesaba göre iki sekiz beş'in yirmi dakikalık yakıtı var. Pistbaşı kulesine çıkıyorum. Yeni gelen alarm pilotları telsiz başında. Altan, Merzifon Kulesi'nin yanından geçiyor. Kule, burun iniş takımının yarı çıkmış ve dönük vaziyette olduğunu bildiriyor. Emercensi usulleri uygulanmış yapacak birşey yok. Yakıt durumunu soruyorum. "Onbeş dakika idare eder" diyor. "Piste köpük sıktıracağım ilk yaklaşma noktasına git" diyorum.

Köpük kullanma işi ilk defa uygulanacak. Bugünkü kaza-kırım toplantısının konusu da bu idi. Önce arazözü piste sokup dört bin feet'ten itibaren şerit halinde pisti sulatıyorum. Arkasından yangın söndürme arabası giriyor, suyun üzerine köpük sıkıyor. Bu iş oldu. Pistbaşı kulesine geldiğimde, ihtiyar tayyarecinin soru dolu bakışlarıyla karşılaşıyorum. Filo Komutanı, er tıraşlı sarı saçlarını karıştırıyor, ağzından çıt çıkmıyor. Filo Harekat Subayı'nın tiki tutmuş, omuzlarını ve boynunu oynatıp "olur mu kardeşim, olur mu kardeşim, nerede görülmüş bu iş " diyor. Altan, son yaklaşmada, bir hata olursa bir aksilik olursa yandım ki ne yandım. Dehşetle irkiliyorum. Pistbaşı mikrofonuna sarılıp:

- Altan, Sandalyenin pimlerini taktın mı? diyorum.

- Hayır hocam. Şu anda vaktim yok. Artık çok geç. Kim korkar ölmüş kurttan diyor.

Normal bir iniş yapıyor, köpük üzerinde yarı açılmış burun iniş takımını koyuyor. Ve uçak duruyor. Uçakta en ufak bir hasar yok.

İhtiyar tayyareci, "yarım saat içinde kirlettiğin pisti temizlet bakalım" diyor. Filo Komutanı, "Adım Hıdır, İşimiz Budur" diye esprisini yapıyor. Harekat Subayı'mızın tiki devam ediyor ve hâlâ "olmaz kardeşim, olmaz kardeşim" tekerlemesinde.

Pistbaşı kulesinde yapayalnızım. Pistteki süpürge arabasını seyrederken kendi kendime düşünüyorum. "Altan oğlum, görevde bir taneydin. Son anda hata yaptın sandalye pimlerini takmayı unuttun. Acele ile uçağı terk ederken, ayağın atma koluna takılsaydı ne olurdu acaba?... Okulda sana en fazla 67 vermelerinin nedeni bu. "Duyulur bir sesle".

- Ah bir bardak çay olsaydı, diyorum. Bir ses.

- Çay hazır yüzbaşım diyor.

İrkiliyorum. Kapının kenarında uçuş doktoru Caner'in beyaz önlüğünü giymiş nöbetçi amirliğinin çaycısı, elinde kara çaydanlık ve koca bir bardak çayla duruyor.

- Kahraman senin ne işin var burada, pistbaşında?

- Ambulansla geldim yüzbaşım. Hani benden çay istemiştin... diyor.

Büyük bir ciddiyetle çayı veriyor. Hazırolda duruyor. Gözleri ufukta sabit bir noktada, bir sağa bir sola sallanıyor. 18-20 yaşlarında, saf bakışlı zayıf ve benden de kısa boylu. İlkokul öğrencisi gibi. Birşeyler söylemeye çalışıyor. Ve ve...

- Ata, Atam, Atatürk dediki. Kahraman Türk Askeri vatan sana minnettardır.

Çevre yoldan mesai arabaları geçiyor. Güneşli ve güzel bir gün başlayacak. Hem de erden generaline kadar tam bir ekip anlaşması içinde.