|
|
OKSİJENSİZLİKTEN
ÖLEBİLİRDİM |
|
|
Emekli Hava Pilot Kurmay Albay |
Ferit YILMAZOK |
1 nci Ana Jet Üs, 114 ncü Filo |
Eskişehir |
1970 |
|
|
"Herkesin bir hikayesi
vardır" derler. Sizlerin
olduğu gibi benimde "size
ilk ağızdan; şahitleri şehit
olmadan" anlatacak bir
havacılık hikayem var. Ben
bu hikayeyi değişik
zamanlarda ve mekanlarda
sohbet, örnek ders, v.b.
mahiyetinde pek çok kişiye
anlattım. |
Efendim, yıllardan 1970.
Yer; Eskişehir, uçak tipi de
RF-84F. Ben, "Askerlikte
gönüllü pilav yemeyeceksin"
darb-ı mesel’ini henüz
kavramamış; "Başında kavak
yelleri esen" bir Teğmendim.
Sabah gün doğarken
başlayacak bir tatbikat
uçuşuna gönüllü olarak
katılmamla başladı bu
hikayem. O gün, sabah gün
doğumunda, uçak başında
arıza defterini
incelediğimde, uçağın faal
yazıldığını; ancak bir gün
önce filo komutanımızın,
"Oksijen sistemi arızası"
yazdığını; işlem olarak;
"Arıza giderildi, yerde
kontrol edildi, sistem faal"
onayını gördüm. |
Kalkış sabah serinliğinde
olduğundan uçağın ağırlığı
sorun olmamıştı. |
Bulut üstünde uçmak
isteğimiz için radardan
müsaade alarak tırmanmaya
başladık. (Tatbikat bölgesi
Doğu Marmara bölgesiydi ve
bulutla kaplıydı). Eskişehir
dolaylarının da kapatacağı
tahmini vardı. |
Tırmanışta bulut yoğunluğu
az olduğundan, taktik kol
uçuşu mesafesinde lideri
takip edebiliyordum. RF-84F
uçağının performansının
kısıtlı olması nedeniyle
yüksek irtifa ve bulut içi
eğitimimiz yeterli
olmadığından, lider bir an
önce bulut üstüne tırmanmada
ısrar etti. Sonunda 30000
feet civarında bulut bitti
ve uçaklarımız da ağır
olduğu için, pek de rahat
olmayan uçuşla bulutlara
teğet olarak ve bulutları
göğüsleyerek uçmaya
başladık. |
Tırmanış boyunca herhangi bir arıza
olmamasına, yakıt-oksijen kontrollerinin
normal yapılmış olmasına karşın, düz uçuşa
geçişten yaklaşık "5" dakika sonra ben nefes
almakta zorlanmaya başladım. Oksijen saatini
kontrol ettiğimde; oksijen miktar ve
basıncının "sıfır" olduğunu gördüm. Hemen
lidere bildirdim. Lider beni yakın kola
çağırdı, durumu radara bildirerek görevi
iptal etti ve pike flabı açarak, Batıya
doğru emercensi alçalmaya geçtik. Başıma ne
geldiyse, işte bundan sonra geldi; İsabetli
karar vermenin ne denli önemli olduğunu ben
belki de ilk kez bu olayda gördüm,yaşadım. |
Alçalma sırasında ben lideri zaman zaman
görememeye başladım. "bulutlar tırmanışta
görüşe imkan veriyordu ama, demek ki
koyulaşıyor" diye düşünmeye başladım. Bir
süre sonra lideri görme kesikliği sıklaşmaya
ve uzamaya başladı. Lideri durumdan haberdar
ettim. Lidere çarpmaktan korkuyordum. Lider
bu kez beni sıkı kola çağırdı. Ben de
yeteneğim ve o anki nefes zorluğu ölçüsünde,
pilotların “kanat içi” tanımladıkları
yakınlıkta uçmaya başladım ama, lideri
izlemek için bu yakınlık da yetersiz
kalmaya, görememe olayı daha sık aralıklarla
olmaya ve görememe süreleri uzamaya ve benim
de çarpma korkum artmaya başladı. Liderin
radarlarla konuşmalarını da artık
anlamıyordum. Kendi kendime "bak Yılmazok,
bu durum daha fazla uzarsa çarpışacaksın.
Görme kesikliği bu halde de uzarsa gaz
keserek, sürati düşürerek geride kalırsın, liderden
ayrılır, Eskişehir'e doğru sola dönersin, 20000 feet’de düz uçuşa geçer,
Doğuya döner, Eskişehir’e gider, inersin.
Orada da hava kapalıysa, Tacan veya NDB.
Alçalması ile inersin" diye kendi kendime
üç-dört kez yarı bulanık akıl yürütmeye
çalışıyordum ki; kendimden geçmişim ve ne
olduğunu geçen sürede bugüne kadar hiç
hatırlamadım. |
Beynimde bir zonklama ve
sarsıntı ile gözlerimi
açtım. Uykudan uyanıyormuş
gibi bir hisle aletlere
baktım; altimetre 16000 feet’i
geçmiş hızla irtifa kaybedildiğini, durum
cayrosu ise bir tarafta yatık dalış
gösteriyordu. (Son düşüncelerim... uyarınca
bayıldığımın farkına bile varmamış, uçağı
sola yatırmış, gaz
kolunu ve lövyeyi tam geri çekmişim).
Sarsıntı hala sürüyordu. Yarı şuurla lövyeyi
doğru yöne iterek ve gaz açarak yatıştan ve
tesadüfen buluttan da çıktım. Altimetre
12000 feet’lerdeydi ve ben yaşıyordum. |
Bu arada karşıma siyah
bir bulut kütlesi çıktı.
Sol alt tarafımda yeri
gördüm hemen sola yatış
dönüşe girerek; sol
aşağıda gördüğüm yerle
göz temasını kaçırmamaya
karar verdim ama
savruluşla birlikte
kendimi kara bulutun
içinde buldum. Ne kadar
süre geçti bilmiyorum,
bulut bir türlü bitmek
bilmedi ve ben bu sırada
gaipten sesler de
duymaya başladım.
Derinden derine benim
uçak numaramı söyleyen
havadaki uçan diğer
liderlerden, radarlardan
çağrılar duyuyor,
ağlamaklı ve zayıf bir
sesle "ben anormal
durumdayım" demeye
çalışıyordum. Bana öyle
geliyordu. Çünkü,
kimsenin bana cevap
verdiğini
hatırlamıyorum. Fakat
bir ara "vakit
kaybetmemen gerekiyor,
beni arayanları bırakıp
kendi işime bakmalıyım,
ve mademki bulut
bitmiyor, alçalmayı
durdurup, düz uçuşa
geçeyim" diye kendimi
uyardım. Uçağı topladım
ama perdövites oldum
(Uçak uçamıyordu) ve
işte sürat saatini ancak
o zaman gördüm; 100 knot
gösteriyordu. Sonradan
canlandırmaya
çalıştığımda; keskin
yatış, gazı kesmek ve
lövyeyi göbeğime
çekmekle ve devamlı bu
şekilde çekişe devam
etmekle sürati iyice
düşürdüğümü anladım.
(Uçağın virile girmesi
için her şeyi yapmıştım
anlaşılan.) |
İşte o andan itibaren, bulanık şuur ile
sürat dolsun diye uçağı hafif dalışa bırakıp
gazı tam açtım ama bir türlü buluttan
çıkamıyordum. Sanki gaz kolunda parmak
izlerim kalıyordu. Buluttan çıkamama korku
ve paniğiyle, oldukça uzun zaman geçmiş gibi
algılayarak, alçalmayı durdurmak için uçağı topluyor ama
tekrar perdövites oluyordum. F-100 uçağı
gibi ilave takat (After Burner) sistemi
olmasını istediğim kadar başkaca bir şey
istemedim. Bu arada radar ve havadaki diğer liderden
çağrılar duyuyor ama yanıt veremiyordum. Bu
arada; hem perdövitesten sonra irtifa
kaybedişim ve bulutun da bitmemesi nedeniyle
ümitsizliğe kapılıyor; Atla Yılmazok!, biraz
sonra çakılacaksın! Diye düşünürken, hemen
akabinde; “Sakın ha Yılmazok, sağlam uçaktan
atlarsan hesabını nasıl verirsin!"
Duygularının hakimiyetine giriyor, kendimle
hesaplaşıyordum. Bu hesaplaşmayı atla Yılmazok, atlama Yılmazok şeklinde 3-4 kez
yaptıktan sonra nihayet ve bana asırlar gibi
uzun gelen bir süreçten sonra, 5.500 feet’te
yeri gördüm ve 4500 feet’te uçağı
toparladım. Kendimi bir vadinin içinde
buldum. Hafif yağmur yağıyordu.
Oksijensizliğin etkileri gittikçe azalıyor,
bilincim yavaş yavaş yerine geliyordu.
Yakıtımı kontrol ettim; henüz çoktu. Burası,
Uludağ’ın güneyindeki bir vadiydi. Uludağ
8767 feet yüksekliğindeydi. Adeta Uludağ’ı
ıska geçtiğimi ve çarpmadığımı ve
"Öldürmeyen Allah Öldürmezmiş"
değerlendirmesini olaydan çok daha sonra
yapabildim. |
Şuurum yerine geldikçe;
kendi kendime "Radar son
mevkiimizi Uludağ
kuzey-doğusu..." diye
vermişti. O halde ben
Batıya doğru alçalırken
bu durumla
karşılaştığıma göre,
Uludağ civarındayım,
yakıtım da var, tekrar
batıya döndüm. Tekrar
buluta girmeye cesaret
edemiyordum. Alçak
irtifada oksijen eksiğim
giderildikçe şuurum
açılıyor ve zihnim
açıldıkça da daha
sağlıklı karar vermeye
başladım.
Yakıtım çoktu. Batıya doğru uçarsam,denize
çıkarım ve sahil boyunca BANDIRMA veya İZMİR
ÇİĞLİ meydanlarından birini bularak inerim
diye düşündüm. Bir süre Batıya uçtuktan
sonra daha
sağlıklı durum değerlendirmesi yaptığımı
varsayarak
180 derece geriye döndüm ve önüme ilk gelen
(PAMUKOVA meydanı dahil) meydana inmeye karar
verdim. IFF’i Emercensi’ye almayı akıl
ettim. Daha birkaç saniye geçmeden,
"Emercensi Vuran lider. Bulunduğunuz
istikamette devam edin, Eskişehir Meydanı
önünüzde. Beni duyuyorsanız... frekansta
cevap verin" anonsunu duydum. |
Uçak numaramı
söyleyince, radar
kontrolörlerinin ve beni
duyan liderlerin ses
tonlarından, "Çakı
bulmuş çingene çocuk"
gibi sevindiklerini duydum. Ben de çok
sevinmiştim. |
Bu arada Eskişehir
civarı çoktan
bulutlanmaya başlamıştı.
Uzaktan, Konya’nın Çay
ilçesi sandığım İnönü
ilçesini gördüm. Tekrar
radara mevkimi sordum,
“aynı başta uçuşa devam
edin, Eskişehir
önünüzde” yanıtını
aldım. Radara
inanamadım. Gördüğüm yer
Çay ilçesiydi. Radarın
beni heyecanlandırmamak
için böyle söylediğine
yorumladım. Alçak
irtifada uçtuğumdan ne
TACAN ne de NDB
Eskişehir’i
göstermiyordu. Bu arada
liderim, "Eskişehir`in Bozöyük
kasabası üzerindeyim, oraya gel buluşalım
diye, çağrıda bulundu."
Eskişehir’i görürsem kola
gelirim diye cevap verdim; beni anlayışla
karşıladı ve beni orada bekleyeceğini
bildirdi. Eskişehir’i gördükten
sonra Bozüyük’te liderime katıldım. Liderim
beni sıkı kola alarak Kütahya radarına
birkaç dalışla teşekkür etti. Ve biraz da
alçak uçuş yaparak; zannederim moralimizi
düzelttikten sonra (o zamanki aklımızla)
inişe geçtik. |
Filo personeli normal
mesaiye gelmişti.
Başımızdan geçenleri
özet olarak; ben ve
liderim, eğitim, harekat
ve uçuş emniyet
subaylarımız ile filo
komutanımız anlattık.
Pek bir şey
söylemediler. Normal o
günkü uçuş eğitim
programı bittiğinde,
gördüm ki; ben filo
komutanımızla alet uçuşu
eğitimi için uçacaktım.
O günkü teğmen olarak
düşüncemle, uçacağım
diye sevinmiştim. |
Artık Eskişehir'de hava
kapatmış, gökyüzü
tamamen bulutlarla
kaplanmıştı. Filo
komutanı ile uçuşa
başladık. Beni önde
lider olarak uçuruyordu.
Bulut içinde uçtuğumuz
sıralarda; bir kaç kez
bana uçağımın hangi
durumda olduğunu sordu.
Ben de; "şimdi 30 derece
sola yatışlı uçuyoruz,
uçuş istikametimiz ...
derece, irtifaımız bu,
süratimiz şu vb."
şeklinde cevaplar
verdim. |
Uçuşu tamamlayıp
indikten sonra, filo
komutanı; eğitim
subayına, "Bunun
buluta ve uçuşa
karşı çekingenliği
vb. herhangi bir
sorunu yok. Havada
oksijensizlikten hypoxia
olup bayılmış ve sonra ayılmış. Normal
uçurabilirsin" mealinde bir şeyler söyledi.
Ben o zaman farkında olmadan kontrole
alındığımı anladım. Öğleden sonra Eskişehir'de hava iyice
kapattığı için, filomuzun eğitim uçuşu iptal
edildi. Çünkü; RF-84F uçağının
performansından ötürü, bu tür hava
koşullarında eğitim uçuşu yapmıyorduk. |
Uçuş olmayınca, filo
personeli olarak
voleybol oynuyorduk.
Ben her şeyi
unutmuş,
gülüp-eğleniyordum.
İşte benim bu halimi
gören harekat
subayımız, "Gül
bakalım gül!.. Şimdi
bedavadan
yaşıyorsun. Ben o
durumda kalsam, kırk
kez atlardım"
mealinde bir şeyler
söyledi. O anda bu
sözlere pek
aldırmadım. Fakat
aradan bir hafta
geçtikten sonra, ve
daha sonraki
günlerden sonra,
işin ciddiyetini tüm
çıplaklığı ile
anlamış ve oldukça
etkilenmiştim. Bu
olumsuz etki bende
bir süre devam
etmişti. Şimdi
bugünkü aklımla
rahatlıkla
söyleyebilirim ki ;
bugün aynı şey olsa,
hemen atlardım.
Atlamayı da; herkese
tavsiye ederim.
Neyse öldürmeyen
Allah öldürmezmiş,
yiyecek ekmeğimiz
varmış. |
Durumu Eskişehir
Hava Hastanesi
Başhekimi
öğrendiğinde; `"Bunu
bize anlat!. Rapor
et!. Çünkü; sen,
böyle bir hypoxia`dan sonra
yaşayan elimizdeki tek örneksin" dedi. Ben
de, "Olur efendim dedim" ama rapor
yazmadım. Şimdi anlıyorum ki; hata etmişim.
(O günlerde işin ciddiyetini
kavrayamamıştım.) |
Anlatmaya çalıştığım
bu olayda, bu günkü
aklım olsaydı ve
eğer; |
Ben, Filo komutanı
olsaydım; beni hemen
doktora veya
hastaneye muayeneye
gönderir, o durumda
uçurmazdım. (Daha
sonra filo komutanlığı
yaptığım dönemlerde, o
şekilde davrandım.) |
Ben, o gün filoya gelen uçuş doktoru
olsaydım; benim uçmama izin vermezdim.
Gerekli tıbbi müdahaleler ve kontrollerden
sonuç alınıncaya kadar da, benim uçuşuma izin
vermezdim. |
Ben, bakım komutanı olsaydım; bir gün önce
arıza defterine yazılmış olan oksijen
arızasının giderildiğini bildiren ve gerekli
dokümanlarda imzaları bulunan teknik
elemanları sorgular, gerekirse tekrar eğitir
veya cezalandırırdım. |
Ben, lider olsaydım; bu durumdaki bir
teğmene kolda alçak uçuş ve dalış
manevraları yaptırmaz, onu önde lider olarak
uçurarak, hemen inişe getirir ve salimen
inmesi için gerekli tüm önlemleri
alır/aldırırdım. |
VE EĞER BEN, BUGÜNKÜ AKLIMLA BEN OLSAYDIM;
OLAYIN MEYDANA GELDİĞİ BİRİNCİ SORTİ
TATBİKAT UÇUŞUNDA ATLARDIM VE İKİNCİ SORTİ EĞİTİM UÇUŞUNU YAPMAM,
DOKTORA/HASTANEYE GİDER, DURUMU ANLATIRDIM. |
e-posta |
: ferityilmazok@hotmail.com |
GSM |
: 0535 5906931 |
|
|