Emekli Hava Pilot Tümgeneral |
İrfan SARP |
Akıncı-ANKARA |
Şubat-1973 |
|
Uçuculuk hayatımda hiç
unutamadığım anılarımdan biri de
Akıncı (o zamanki ismiyle
Mürted) 4ncü Ana Jet Üs 141nci
F-104 Filo Komutanı iken, 1973
yılı Şubat ayında T-33 uçağı ile
Konya meydanına yaptığım mecburi
iniştir. |
Bu anımı okuyacak genç
arkadaşlarımdan T-33 uçağının
nasıl bir uçak olduğunu merak
edenler olacaktır. ABD Lockheed
firmasının ürettiği T-33 çift
kişilik jet eğitim uçağı, ilk
uçuşunu 22 Mart 1948 tarihinde
yapmıştır. Resmi tanımı Silver
Star olan T-33, pilotlar
arasında T-Bird olarak
isimlendirilmiştir. Bu
uçaklardan Amerikan Lockheed
firması tarafından 5.691 adet,
Japon Kawasaki tarafından 210
adet, ve Kanada Canadair
tarafından 656 adet olmak üzere
toplam 6.557 adet üretilmiştir.
Pervaneli uçaklardan jet devrine
geçişte ve onu takip eden uzun
yıllar boyunca T-33 uçağı,
ABD’den başka (o zamanki demir
perde ülkelerinin dışında) 41
ayrı yabancı ülkenin hava ve
deniz kuvvetleri tarafından jet
pilotlarının eğitiminde
kullanılmıştır. T-33 uçağı Türk
Hava Kuvvetlerinin pervaneli
uçaklardan jet çağına geçişinde
asli uçak olarak büyük hizmet
vermiştir. 1 Ocak.1958 tarihinde
Kanada imalatı T-33 MK3’ler
envanterimize girmiştir.
T-33’ler, Hava Kuvvetleri’mizden
emekliye ayrıldığı 1997 yılına
kadar 46 yıl süreyle jet
pilotlarımızın yetiştirilmesinde
jet eğitim uçağı olarak ve
ayrıca uçuş birliklerinde
filolara yeni katılan pilotların
gündüz ve gece intibak, alet
uçuş eğitimleri ve irtibat
görevlerinde yoğun bir şekilde
kullanılmıştır. |
Eskişehir’de T-33’lerde uçuş
öğretmenliği yapan grubumuzun 19
Kasım 2009 tarihinde Çiğli
Üssü’nü ziyareti sırasında T-33
uçağı önünde çektirdiği hatıra
fotoğrafı. |
NOT: Jet Eğitim Filosu 1964
yılında Çiğli’ye intikal etmeden
önce Eskişehir’de görev yapan
uçuş öğretmenleri grubumuzun,
eski Hava Kuvvetleri Komutanı
E.Orgeneral Safter Necioğlu
başkanlığında Çiğli Üssü’nü
ziyareti sırasında bizlere ev
sahipliği yapan zamanın Hava
Eğitim Komutanı Korgeneral Ziya
Güler ile Çiğli 2nci Ana Jet Üs
Komutanı Tümgeneral Nedim Güngör
Kurubaş ve bu ziyarette eski
uçuş öğretmenleriyle beraber
bulunmak için özel olarak
Çiğli’ye gelip uçuş
öğretmenlerini uçak başında
karşılayan, gün boyunca
yanımızdan ayrılmayarak
gezimizde bize eşlik eden ve
bizleri çok onurlandıran zamanın
Hava Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Hasan Aksay’a bu
vesileyle en derin şükranlarımı
sunuyorum. |
İlk uçuşa başladığım 1956
yılı Haziran ayından Konya
meydanına mecburi iniş yaptığım
1973 yılı Şubat ayına kadar
geçen yaklaşık 17 yıllık
uçuculuk süremde hiçbir mecburi
iniş olayı başıma gelmemişti.
Hatta, o yıldan sonra emekli
olduğum 1987 yılına kadar da
başka bir meydana mecburi iniş
yapılmasını gerektirecek bir
olay yaşamamıştım. İşte
hayatımdaki bu ilk ve tek
mecburi inişin hikayesini hem
tayyareci arkadaşlarımla
paylaşmak hem de bu olaydan
alınacak dersleri genç uçuculara
aktarmak amacıyla bu hikayeyi
kaleme almamın faydalı olacağını
düşündüm. |
Aradan uzun yıllar geçmesine
rağmen bu uçuşu ayrıntılarıyla
hatırlamış olmamı, bu olayın
uçuculuk hayatımda yaşadığım ilk
ve tek mecburi iniş olmasına ve
ondan sonraki günlerde bu
mecburi iniş olayının neresinde
yanlış yaptık, neresinde doğru
yaptık diye kendi kendime
düşünüp epey kafa yormama
bağlıyorum. |
T-33 uçağı basit ve emniyetli
turbojet motoruna ve bir
öğrencinin jetlere intibak
etmesinde zamanın şartlarına
göre iyi bir performansa sahip
bir uçaktır. Ancak pilota uçuşta
problem yaratan iki özelliğini
de burada belirtmek gerekir.
Bunlardan birincisi yakıt
sistemi ile ilgilidir. Uçağın
yakıtı, gövde ve kanat içi
depoları ile kanat uçlarında
bulunan her biri 230’ar galonluk
(1.046 litre) tip tanklarda
taşınmaktadır. Kanat uçlarındaki
tip tank yakıt depoları bazen
havada beslememekte veya farklı
besleyebilmektedir. Tip
tanklardan birinin beslememesi
durumunda uçağın ağırlık merkezi
beslemeyen tankın tarafına
kaymaktadır. Kanadın bir
tarafındaki ağırlığın diğerine
göre fazla olması, piste
tekerlekleri koyduktan sonra
beslemeyen tankın tarafındaki
iniş takımı dikme aralığının
diğerine göre aşağı inmesine ve
kanadın birinin diğerine göre
aşağı durumda kalmasına yol
açmaktadır. Ağırlık merkezinin
kanadın bir tarafına doğru
kayması ise, iniş rulesinde
uçağın pist içinde düz
istikamette tutulmasını
güçleştirmekte, bazı hallerde de
uçağın pist dışına çıkmasına
sebep olmaktadır. |
O dönemde pilotları zaman
zaman uçuşta zora sokan diğer
özelliği ise, uçağın kokpitinde
seyrüsefer cihazı olarak sadece
istikamet bilgisi veren ADF (Automatic
Direction Finder) cihazının
bulunmasıydı. Pilotlar
tarafından Radyo Kompa olarak
tanımlanan ADF cihazında bugün
kullanılan INS, GPS, VOR/TACAN
seyrüsefer cihazlarında olduğu
gibi ayrıca mesafe bilgisi
bulunmamaktadır. ADF (Radyo
Kompa) cihazı, meydanın belli
bir noktasındaki NDB (Non
Directional Beacon) vericisinden
aldığı sinyallere göre
istikameti gösterir. Pilotlar
NDB vericisini Radyo Far veya
kısaca Far olarak tanımlardı
(Merzifon Farı vs. gibi).
Gündüz, gece, kapalı, yağışlı ve
kötü havalarda meydanlar
arasında yapılan seyrüsefer
uçuşlarında veya iniş için
meydana yaklaşmalarda mesafe
bilgisinin olmaması ve sadece
istikamete göre yaklaşma ve
alçalma yapılması pilota bazen
zorluklar çıkarabilmektedir.
Radyo Kompa cihazının mesafeyi
göstermemiş olmasından dolayı
pilot bulut içinde veya bulut
üstünde uçarken bulunduğu
coğrafi noktayı ancak uçmakta
olduğu radyala göre uçuş
süratini, dakika cinsinden
uçtuğu zaman birimiyle çarparak
tahmin edebilmektedir.
T-33’lerde gece, gündüz, yağışlı
ve kötü havalarda sadece
istikamet bilgisi veren bir
seyrüsefer cihazıyla yıllarca
uçuş yapan bizim
jenerasyonumuzun pilotlarına
doğrusu bravo demek lazım! |
1971 yılında atandığım 141nci
Filo’da Eğitim Subaylığı ve
takiben Harekat Subaylığı
görevlerini tamamladıktan sonra
Filo Komutanlığı görevimi
sürdürüyordum. Kıta görevlerini
tamamlayan her subay gibi
personel atamaları mevsiminde
büyük ihtimalle bir karargah
görevine atanmayı bekliyordum.
Karargah görevleri Gnkur.Bşk.lığı,
Hv.K.K.lığı veya Kuvvet
Komutanlığı Karargahında olduğu
gibi yurt dışındaki NATO
karargahlarında veya hava
ataşeliği görevlerinde de
olabiliyordu. Yurt dışı
görevlerine atanmak için aranan
niteliklerin arasında yabancı
dil sınavından belirli bir
seviyenin üzerinde not almak
gerekiyordu. Dış görevlere
seçilecek personelin yabancı dil
seviyelerinin ölçülmesi için her
yıl Ocak-Şubat aylarında İzmir
Hava Lisan Okulu’nda sınavlar
yapılırdı. Ben de o yıl
yapılacak sınava katılabilmek
için dilekçemi vermiştim. |
Akıncı Ussü’nde o yıllarda
141nci F-104 Filosu, 183ncü
F-102 Filosu ve 191nci F-102
Filosu konuşlanmış bulunuyordu.
191nci Filo Komutanı değerli
sınıf arkadaşım Zekai Altay
(Emekli Hava Tümgeneral); 183ncü
Filo Komutanı değerli kardeşim
müteveffa Hava Korgeneral Lütfi
Akdemir idi. Lütfi Akdemir’in
tahsil hayatı hep
birinciliklerle doluydu. Hava
Harp Okulu ve Hava Harp
Akademisini de birincilikle
bitirmişti. Hava
Kuvvetleri’mizin ender
yetiştirdiği en değerli
komutanlardan biri olan Lütfi
Akdemir, Eskişehir 1nci Hava
Kuvveti Komutanı iken ne yazık
ki 1994 yılı Mayıs ayında
geçirdiği bir kalp krizi sonucu,
hepimizi büyük bir üzüntüye sevk
ederek aramızdan ayrılmıştı.
Aradan uzun yıllar geçmesine
rağmen onun yokluğuna bir türlü
alışamadım. Bugün bu satırları
yazarken bile onu çok arıyorum.
Bu vesileyle değerli, biricik
kardeşim Lütfi Akdemir’i sevgi,
hasret ve rahmetle anıyorum. |
O yıl sınava girmek için
Lütfi Akdemir de müracaat
etmişti. Ben atanmış olduğum
birliğin muharip uçaklarında
görev yaparken Jet Eğitim
Filosu’ndaki uçuş
öğretmenliğimden beri T-33
uçaklarında geçerli olan uçuş
sertifikamı devam ettirmiştim.
Sınavdan bir gün önce T-33 ile
Çiğli’ye gitmeyi ve sınavı takip
eden gün de Akıncı’ya dönmeyi
planladık ve bu uçuş için
komutanımızın müsaadesini aldık. |
Bizim Filo Komutanı olarak
görev yaptığımız yıl Üs
Komutanlığı görevinde Tuğgeneral
Tarık Gökeri, Harekat
Komutanlığı görevinde Kur.Alb.
Necdet Gençaslan bulunuyordu. Ne
kadar ilginç bir tesadüftür ki
Harekat Komutanı Albay Gençaslan
ile üç filonun komutanı olan
Zekai Altay, Lütfi Akdemir ve
ben, 1958-1960 yıllarında
Merzifon’da 142nci (şimdiki
151nci) F-86 Av Önleme
Filosu’nda birlikte görev
yapmıştık. Yediğimiz içtiğimiz
ayrı gitmezdi. |
Üs Komutanımız Tuğgeneral
Gökeri, Türk Hava Kuvvetleri’nin
pervaneli uçaklardan jet
uçakları çağına geçtiği 1952
yılında, jetlerde uçacak ilk
Türk pilotları olarak seçilip
ABD’ye uçuş eğitimi için
gönderilen 8 pilottan biriydi.
ABD’de T-33’lerde öğretmen pilot
olduktan sonra Türk Hava
Kuvvetleri’nin pervaneliden
jetlere geçen ilk pilotlarını
onlar yetiştirmiştir. Tuğg.
Gökeri için hayatta her şey
uçuşla başlar, uçuşla biterdi.
Varı yoğu uçuştu. Uçuştan başka
bir şey düşünmezdi. Kendisi
yıllarca F-100 birliklerinde
uçmuştu. Akıncı Üssü’ne komutan
olarak atandığı yıl Üs’de bir
F-104 ve iki F-102 Filosu
bulunuyordu. Üs Komutanlığı
görevine atandıktan kısa süre
içinde hem F-102’de hem de
F-104’te intibak uçuşlarını
tamamlamıştı. Sabah sortisini
F-102’de, öğleden sonraki
sortisini F-104’te uçardı.
Kendisi uçuculukla o kadar iç
içeydi ki yeni satın aldığı,
1971 yılında ilk üretimi yapılan
ve o yılların yerli otomobilleri
içinde çok tercih edilen Renault
12 model otomobilinin vites
kolunu söktürüp onun yerine
hurdaya ayrılmış bir F-104’ün
uçuş levyesini taktırmıştı.
Otomobilinin bordo panelindeki
sürat saatinin hemen bitişiğine
de hurda bir F-104’ün bordo
panelinden sökülen bir EGT (Egzos
Harareti) saati taktırmıştı.
Onun Üs Komutanımız olduğu yıl
Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın
1973 yılı değerlendirmeleri ve
denetlemeleri sonucunda Akıncı
4ncü Ana Jet Üssü’nün her üç
filosunun başarı ödülleri alması
onu son derece duygulandırmış ve
mutlu etmişti. O yıl 141nci
F-104 Filosu Av Bombardıman
Birlikleri Uçuş Emniyet şildini,
183ncü F-102 Filosu Av Önleme
Filoları Uçuş Emniyet şildini,
191nci F-102 Filosu da Hava
Kuvvetleri Uçuş Eğitim şildini
almıştı. Şiltleri aldığımızın
ertesi günü Üs Komutanımız
bizleri makamına çağırmış ve
duygulu bir konuşma yaptıktan
sonra birlikte bir hatıra
fotoğrafı çektirmişti. Bu
vesileyle unutulmaz Tarık Gökeri
komutanımı sevgi saygı ve
rahmetle anıyorum. |
Aşağıdaki fotoğrafta, üç Filo
Komutanı kazandıkları şiltlerle
birlikte Üs Komutanlarının
yanında, 4ncü Üs Karargahı
önünde görülüyor. |
|
Soldan itibaren: 182nci
F-102 Filo K. Lütfi
Akdemir, 142nci F-102
Filo K. Zekai Altay,
4ncü Ana Jet Üs Komutanı
Tuğgeneral Tarık Gökeri,
141nci F-104 Filo K.
İrfan Sarp. |
|
İngilizce dil sınavından bir
gün önce Lütfi Akdemir’le
beraber T-33 ile Akıncı’dan
kalkıp Çiğli’ye indik. Ertesi
gün İzmir-Güzelyalı’da bulunan
Hava Lisan Okulu’nda sınava
girdikten sonra temin ettiğimiz
bir vasıtayla Çiğli’ye geldik.
Şimdi üslerde nasıldır
bilmiyorum ama, o yıllarda
Akıncı’dan Çiğli veya İncirlik
üssüne uçakla görevli gidişlerde
oradan karides alıp getirmek
sanki bir ayrıcalık gibiydi.
Çiğli ve İncirlik’e uçakla gidip
de karides getirmemek büyük bir
eksiklik olurdu. Orada
balıkçıdan alınan karides
poşetinin içine biraz buz
konulunca, ve ayrıca yüksek
irtifada yapılan uçuşta poşetin
konduğu burun kompartımanındaki
hava sıcaklığı da sıfırın çok
altında olduğundan, karidesleri
bozulmadan eve getirmek mümkün
olurdu. Biz de o gün Akdemir’le
Güzelyalı’dan Çiğli’ye gelirken
yolumuzun üzerinde bulunan bir
balıkçı dükkanından birer kilo
iri karideslerden satın aldık. |
Çiğli’de uçuş kleransını
almak ve ayrıca iniş meydanımız
ile yedek meydanların hava
durumunu incelemek üzere Meydan
Harekat’a gittik. Meteoroloji,
Akıncı meydanını tam kapalı ve
yağışlı olarak vermişti. Ancak
bulut alt tavanı benim alet uçuş
kartımın limitlerine uyuyordu.
Yedek meydanları incelediğimizde
Konya’nın parçalı bulutlu
olduğunu gördük ve yedek meydan
olarak Konya’yı seçtik. |
Ben ön kokpitte, Lütfi
Akdemir arka kokpitte motor
çalıştırıp pist başında telsiz,
radyo kompa, ve diğer uçuş
aletlerimizin normal çalıştığını
görüp pist içi motor
kontrollerimizi de tamamladıktan
sonra kuleden kalkış müsaadesi
isteyip kalkışımızı yaptık. |
Kalkıştan önce Radyo Kompa
cihazımızı Çiğli farına
bağlamıştık. Çiğli Radyo Farı
ile arkadan yol takibi yaparak
rotamızda tırmanışla 21.000
feet’te düz uçuşa geçtik. Çiğli
uçuş kontrol sahasını terk
ettiğimizi rapor ettik. Kalkışta
Çiğli meydanı parçalı bulutlu
idi. Manisa hizalarını geçtikten
bir süre sonra altımız tamamen
bulutla kaplandı. Bulutun üst
seviyesi uçtuğumuz irtifaın
birkaç bin feet altında, aynen
beyaz bir halı gibi önümüzdeki
ufukta uzanıp gidiyordu. |
Radyo Kompa cihazımızı
bağladığımız Çiğli Radyo Farı
ile arkadan yol takibi yaparak
rotamızda daha henüz 10
dakikalık bir yol almışken Radyo
Kompa ibresi dönmeye başladı.
Radyo Kompa’nın bu kadar kısa
mesafede elden çıkması bana
biraz garip gelmişti. Radyo
Kompa ibresi orajlı havalarda
bazen orajın bulunduğu
istikameti gösterir veya
devreden çıkarak kilitten
kurtulur ve 360 derece dönerdi
ama o günkü hava kış aylarına
özgü, orajı olmayan, ve üst
tavanı 15.000 feet civarında,
halı gibi bulutla kaplı sakin
bir havaydı. Acaba Çiğli radyo
farı arıza mı yapmıştı? Uçuş
başını muhafaza ederek uçuşumuza
devam ettik. Tahmini Kütahya
hizalarında iken Eskişehir
farını bağladım. İbre Eskişehir
farına da kilitlemedi. Belli ki
benim Radyo Kompa cihazım arıza
yapmıştı. Akıncı meydanına baş
ve mesafe bilgisi almak için
Kütahya Radarı’nı aradım.
Kütahya Radarı özel kanalından
cevap vermedi. Bu sefer telsizin
GUARD kanalından aradım o
kanaldan da cevap vermedi.
Eskişehir kule ile değişik
telsiz kanallarından temas
etmeye çalıştım. Eskişehir’den
de cevap alamayınca Radyo Kompa
cihazından sonra telsizimizin de
arıza yaptığını anladım. Telsiz
ve Radyo Kompa arıza yaptığına
göre acaba İstikamet Cayrosu da
arıza yapmış olabilir mi diye
şüphelendim. İstikamet
Cayrosu’nda uçtuğum başı
Manyetik Pusula başıyla çapraz
kontrol ettiğimde uçuş
başlarının birbirine yakın
olduğunu görünce İstikametin
doğru gösterdiğini anladım. |
Manyetik Pusula’dan söz
etmişken, şimdi küçük bir anımı
hatırladım. Amerika’da uçuş
okulunda öğretmenim bir
uçuşumuzda bana :”Sarp, bir
uçağın kokpitinde bütün uçuş
aletleri arıza yapsa bile hiçbir
zaman arıza yapmayacak tek bir
alet vardır, o alet hangisidir?”
diye sorduğunda cevabını
bilememiştim. Bunun üzerine
hocam: ”O uçuş aleti Manyetik
Pusula’dır.” demişti. Gerçekten,
manyetik pusulanın herhangi bir
elektrik, elektronik veya
mekanik bağlantısı olmadığı için
üzerine çekiçle vurulup
kırılmadıktan sonra hiçbir zaman
arıza yapmaz. Uçakların
kokpitinde, genellikle uçuş
göstergelerinin üst kısmında,
içinde sarı renkli sıvı bulunan
minik bir kapa yerleştirilmiş,
üzerinde 360 derece manyetik
başların çizili olduğu bir
pusuladır. Biz o zamanlar
Manyetik Pusula’ya “Suni Pusula”
veya “Sulu Pusula” da derdik.
Askeri uçak olsun, sivil, ticari
uçak olsun bugün en modern savaş
uçakları ve yolcu uçakları da
dahil olmak üzere, dünya
üzerinde uçan bütün uçakların
hepsinin kokpitinde, bordo
panelinin bir yerinde mutlaka
bir Manyetik Pusula
bulunmaktadır. |
Radyo Kompa ibresi Çiğli
farında kilitten kurtulunca ve
ayrıca yakın mesafeden geçmekte
bulunduğumuz Eskişehir farına da
bağlanamayınca acaba Radyo
Kompa’yı çok güçlü yayın yapan
Ankara Radyo’suna bağlasam
kilitler mi diye aklımdan
geçirdim. Daha önce kaleme almış
olduğum “MERZİFON F-86
HATIRALARI” başlıklı anılarımda
bir vesileyle Merzifon üzerinde
F-86 ile uçarken orta dalga
üzerinden yayın yapan İstanbul
Radyosu’nu uçağımızın Radyo
Kompa cihazına bağlayıp Merzifon
üzerinde yüksek irtifada uçarken
bu radyoyu dinlediğimizden söz
etmiştim. Bu sefer Radyo
Kompa’yı İstanbul radyosundan
çok daha güçlü uzun dalga Ankara
Radyosu’nun bugün bile
hatırladığım 182 KC frekansına
bağladım. Ankara radyosunun
frekansına bağlayınca devamlı
dönmekte olan Radyo Kompa ibresi
dönüşünü durdurarak uçtuğumuz
Ankara istikametinde bir başı
gösterecek şekilde kilitledi.
Bunun nasıl olduğunu teknik
olarak izah edemiyorum. Ayni
cihaz, bir frekansa
kilitlemiyor, diğer frekansa
kilitliyor! Herhalde bu
kilitleme durumu, Ankara Radyosu
frekansının çok güçlü olması
sayesinde mümkün olmuştur diye
tahmin ediyorum. |
Uçağımızın telsiz ve Radyo
Kompa cihazları arıza yapmıştı
ama neyse ki dahili mikrofon
sistemi çalışıyordu ve ben arka
kokpitte uçan Akdemir’le
konuşuyor ve acaba bu durumda ne
yapalım diye birbirimizin
fikrini alıyorduk. Akdemir de
arka kokpitte uçuş başımıza göre
zaman tutarak mevkiimizin
tayinine yardımcı oluyordu. Uçuş
süratimize ve tuttuğumuz uçuş
zamanına göre Eskişehir
hizalarını geçmiş olmamız lazım
diye düşündük. Çiğli meydanı biz
uçak başı yaptığımızda parçalı
bulutlu idi. Bir ara
bulunduğumuz noktadan geriye,
Çiğli’ye dönmeyi düşündük.
Çiğli’ye dönüşte Radyo Kompa’dan
bir baş alamamış olsak da,
gelmiş olduğumuz başı tutarak
deniz üzerine çıktığımızda nasıl
olsa sahilleri, koyları,
limanları, burunları veya
sahillerimize yakın adalardan
birini tanır, onlardan nirengi
alarak Çiğli meydanını bulur ve
oraya ineriz diye düşündük ama
bunu uygulamaktan vazgeçtik.
Hele bir Akıncı meydanı üzerine
gelelim, ne yapıp yapıp bir
çaresini bulur ve meydanımıza
ineriz diye düşündük. Radyo
Kompa’da Ankara Radyo Farı
istikametini muhafaza ederek
uçuşumuza devam ettik. |
O yıllarda Hava
Kuvvetleri’mizde sadece kilit
personel için sınırlı sayıda
lojman bulunuyordu Kilit
personelin dışında olanlar
Ankara’nın dört bir tarafında
kiralık evlerde oturuyordu.
Ankara’nın genellikle Aşağı
Ayrancı, Küçükesat, Emek,
Bahçelievler, Yenimahalle,
Dışkapı mahallelerinde oturan
personel servis otobüslerinin
geçtiği güzergahta belli
duraklarda bekleyerek otobüse
biner, yaklaşık 45 dakikalık bir
yolculuktan sonra Üs
nizamiyesine varılırdı. O
zamanlar henüz Ankara-İstanbul
otoyolu yapılmamıştı. Otobüs
konvoyu Ankara yolu üzerinden,
Etimesgut Hava Meydanını
geçtikten sonra sola, Ayaş
yoluna girer, bu yol üzerinde
Akıncı sapağından ayrılan yolu
takip ederek eski nizamiyeye
gelinirdi. Ankara Radyo Farı’nın
diğer antenlere göre çok daha
yüksek olan verici anteni bizim
her gün geçtiğimiz yolun
yakınında olduğu için yerini çok
iyi biliyordum. Akıncı
meydanından Ankara Radyo farının
bu yüksek antenine kuş uçuşu
mesafe yaklaşık 10 Deniz
Mili’dir. |
Biz Akıncı istikametinde
uçuşumuza devam ederken,
tuttuğumuz uçuş zamanına göre
meydan üzerinde olduğumuzu
tahmin ettiğimiz noktadan Ankara
farı ibresinin gösterdiği
istikamette birkaç dakika daha
uçuşa devam ettik. Bir süre
sonra Radyo Kompa ibresi arkaya
düşünce demek ki ibre doğru
gösteriyormuş ve biz de Akıncı
meydanının 10 mil kadar
doğusundaymışız dedik. Bu arada
tip tanklarımızda yakıt bitmiş
ve kanat içi deposundan yakıt
beslemeye başlamıştı.
|
Akıncı meydanının civarında
olduğumuzu biliyorduk ama
altımız tamamen bulutla kaplıydı
ve bu bulutun altına nasıl
inebileceğimizin çaresini
arıyorduk. Kule ve radarla
telsiz temasımız olmadığı için
meydanda uçuş yapılıp
yapılmadığını bilmiyorduk.
Akıncı meydanında hava durumu
limit altında olmadığı sürece
filolar her zaman uçuş yapardı.
15.000 feet irtifanın üstü
tamamen açık olduğuna göre eğer
uçuş yapıyorlarsa mutlaka
alçalma için meydan üzerine
gelecekler, bekleme paternine
girdiklerinde süratleri düşük
olacağına göre yanlarına
yaklaşıp kendimizi göstererek
uçağın koluna girebilir ve
işaretle pilota bizi kolunda
alçaltıp inişe götürmesini
anlatabilirdik. |
Bu arada Ahlatlıbel Radarı’nı
da uyarmak için IFF’i Emercensi
duruma aldım. Her zaman
yaptığımız Radar önleme
çalışmalarında uçağın IFF’nin
Emercensi durumda çalışıp
çalışmadığını kontrol etmek için
radarla konuşarak IFF’i
Emercensi duruma alırdık. Bu
suretle radar operatörü de kendi
radar skopunda IFF’in Emercensi
durumunu kontrol etmiş olurdu.
Uçuşlarımızda ayrıca Radar
operatörünün reaksiyonunu ölçmek
üzere radara rapor etmeden
IFF’mizi Emercensi duruma alır
ve onların bizi aramasını
beklerdik. Biz IFF’imizi
Emercensi durumuna aldıktan çok
kısa bir süre içinde hemen
civarımızdaki bir radar
mevziinin çağrısı gelirdi.
Çağrıda mesela “Merzifon’un 20
mil batısındaki uçak eğer beni
duyuyorsanız sola (veya sağa) 90
derecelik bir dönüş yapın”
şeklinde bir talimat verirdi.
Böylece eğer uçağın telsizinin
alıcısı var da vericisi yok ise
onu en yakın meydana
yönlendirirdi. Eğer telsizin hem
alıcısı hem vericisi arızalı ise
pilot IFF’i Emercensi duruma
alır ve havada en uzun süre
kalınacak optimum irtifada, sağa
dönüşle ikişer dakikalık
bacaklarla üçgen çizilirdi. |
Yer radarının emercenside
olan uçağı havada bulunan
kontrolündeki diğer bir uçakla
veya havada kontrolünde bir uçak
yoksa en yakın meydanlardan
birinde pist başında alarm
durumunda beklemekte olan
uçakları kaldırması ve onu
önletmesi her zaman uygulanan
standart usullerden biriydi. Ben
görevli olarak veya ziyaret
amacıyla bir radar mevziine
gittiğimde mutlaka radar
skobunun başına gider ve radar
kontrolörünün önlemeleri nasıl
yaptırdığını merakla izlerdim.
Bu izlemelerim sırasında uçağın
IFF’in Emercensi modunda skopta
verdiği ekoyu da görmüştüm.
IFF’i Emercensi modunda bir
uçağın ekosu skopta bakla gibi,
normal uçak ekolarının dört
misli büyüklüğünde görünür ve
diğer uçak ekoları arasında
hemen fark edilir. Radar
operatörü ne kadar tecrübesiz
olursa olsun radar skobuna
baktığında havadaki bir uçağın
IFF’nin Emercensi ekosunu hemen
tespit eder. |
Bu olayı yaşadığımız güne
kadar aradan geçen 17 yıllık
uçuş hayatımda ve hatta emekli
olduğum 1987 yılına kadar
uçtuğum av ve av bombardıman
birliklerinde yaptığım
uçuşlarda, eğitim çalışmalarının
dışında bir tek defa bile IFF’i
Emercensi duruma getirmek
ihtiyacını duymamıştım. İlk defa
bu uçuşumda IFF’i Emercensi
duruma aldım. Eğer bu IFF
cihazım telsiz ve Radyo Kompa
cihazım gibi arıza yapmadıysa,
çok yakınında uçmakta olduğumuz
Ahlatlıbel radarının bizi hemen
tespit edeceğine güveniyordum.
Bizi tespit ettikten sonra da
eğer havada uçak varsa onlardan
birini bize yönlendirerek, veya
havada uçak yoksa Akıncı
meydanının pist başında 24 saat
alarm durumunda bekleyen F-102
uçaklarından birini kaldırarak
bizi önleteceklerine
inanıyordum. |
IFF’i Emercensi duruma
aldıktan sonra Ankara Radyo
farının güneyinde tam telsiz
arızasında uygulanan usule
uyarak 2’şer dakikalık üçgen
çizmeye başladım. Şunu itiraf
etmeliyim ki bulut üstünde,
telsiz ve seyrüsefer
sistemlerimiz arızalı olduğu
halde bizi neyin beklediğini
bilmeden ve tabii bu bilinmezlik
içinde depolardaki yakıt da
giderek azaldığından olsa gerek,
her bacakta uçtuğum 2’şer
dakikalık süreler bana sanki 2
saat gibi uzun geliyordu. Yakıt
sayacında rakamlar da sanki her
zamankinden daha çabuk
azalıyordu. |
T-33 uçağının yakıt
göstergesi ön kokpitin bordo
levhasının sağ uç tarafında
bulunur ve uçaktaki toplam
yakıtı galon cinsinden gösterir.
Uçağın yakıt sayacı, seyahat
valizlerinde veya James Bond
çantalarında kullanılan şifreli
kilitlere benzer. Uçağa yakıt
ikmali yapıldığında tip tanklara
alınan yakıtın miktarı, kanat
içi ve gövde deposu miktarına
ilave edilerek toplam yakıt
miktarı üç haneli olan bu
sayacın her bir rakamı ayrı ayrı
elle çevrilerek bağlanır. Eğer
yakıt sayacına depolara
doldurulan yakıttan farklı bir
değer bağlanmışsa, ana depo
alçak seviye lambası yandığında
sayaçta daha fazla bir yakıt
değeri okunabilir. Böyle
durumlarda sayaçta okunan
miktarın fazla gösteren değerine
bakılmaz, uçakta ana deponun
toplam kapasitesi olan 96 galon
yakıt kaldığı esas alınır. İnsan
bazen bir gün önce yediği yemeği
bile hatırlamazken, gövde ana
deposunun bu 96 galon yakıt
miktarı, aradan bunca uzun
yıllar geçmesine rağmen nasıl
olup da benim aklımda kalmıştır?
Hikayemizin bundan sonraki
kısmında bu 96 galonun neden
aklımda kaldığına siz de hak
vereceksiniz. |
Ankara radyo farının güney
tarafında emercensi üçgen
paternimize devam ederken bir
taraftan da, eğer filolar
uçuyorsa meydan üzerinde 20.000
feet irtifadan alçalma için
meydana yaklaşacak uçakları
görebiliriz diye pür dikkat o
civarı gözlüyorduk. |
Emercensi üçgen paterni
uçuşunu ne kadar süreyle
yaptığımızı şu an tam olarak
hatırlayamıyorum. Paterne devam
ederken güney istikametimizde,
biraz uzakta, bulutun bir
kısmında küçük bir açıklık
gördüm. Eğer o açıklıktan
bulutun altına emniyetle iner ve
yeri görürsek o bölgede civarı
tanıyabilir ve bulut altından
Akıncı meydanını bulup
inebiliriz diye düşündüm. Hem
ben hem Akdemir her gün
uçtuğumuz bu bölgeyi köyleriyle,
kasabalarıyla, yolları ve küçük
göletleriyle çok iyi biliyorduk.
Akıncı meydanının hemen
bitişiğinde bulunan şimdiki
hava-yer atış sahası o yıllarda
henüz yapılmamıştı. Atışlarımızı
Polatlı’nın Acıkır bölgesinde
bulunan atış sahasında yapardık.
Atış sahasına gide gele şimdi
alçalmış bulunduğumuz o bölgeyi
düzlükleri ve tepeleriyle çok
iyi tanıyorduk. |
Uçtuğumuz 21.000 feet
irtifadan bulutun o noktasındaki
küçük açıklığa yaklaştım. Gazı
rölantiye kesip pike flabını
koyarak o boşluktan yer
seviyesine kadar alçaldım. Bulut
altına indiğimizde bulunduğumuz
yeri her ikimiz de hemen
tanıdık. Gölbaşı ile Temelli
Köyü arasında bir yerdeydik. O
noktadan Akıncı istikametine
döndüm. Bulutlar çok alçak
olduğundan ben de neredeyse ağaç
seviyesine kadar inmiştim. |
İyice yer seviyesine
alçalınca arka kokpitte biraz
tedirginlik hissedeceğini tahmin
ettiğim Akdemir’e :”Lütfi, merak
etme. En küçük bir tereddütte
irtifayı zorlamam, emniyetle
tırmanışa geçerim” dedim.
Bulunduğumuz noktadan Akıncı
istikametine yaklaşırken, her
gün üzerinde uçtuğumuz bu
arazide, sol önümüzde yükselen
5.282 feet yüksekliğindeki
Abdüsselam dağının yer aldığını
ikimiz de çok iyi biliyorduk.
Her gün Ayaş yolu üzerinden
mesaiye gelirken tam karşımızda
dikilen Abdüsselam dağına bakıp:
”Selam sana ey Abdüsselam” diye
şaka yapardık. |
Sincan ile Ayaş’ın arasındaki
bölgeden Akıncı istikametine
ağaç seviyesinden yaklaşırken,
bu iki yerleşim yeri arasındaki
tepeyi aşıp Mürted ovasına
ulaşırsam, direkt yaklaşmayla
rahat bir şekilde pisti karşılar
ve inerim diye aklımdan
geçiriyordum. Tepeye metreler
kala bulutun tepenin sırtlarına
yapışan saçağı altında iyice
sıkışmıştım. Tepeyi
aşamayacağımı anlayınca gazı
%100’e açtım ve tırmanmaya
başladım. Herhalde arkamda büyük
bir endişeyle beni takip
ettiğini düşündüğüm Akdemir’e
de: ”Lütfi, merak etme,
Abdüsselam arkadaşımız sol
tarafımızda kalıyor. Onu
rahatsız etmeden bu istikamette
tırmanıp onun bulunduğu
yüksekliği geçtikten sonra yedek
meydanımız olan Konya rotasına
döneriz” dedim. |
Bulut içinde tırmanışta iken
gövde ana deposunun alçak seviye
lambası yandı. Daha önce T-33’ün
yakıt sistemini anlatırken yakıt
miktarının sayaca elle
bağlandığını, sayaca uçağa
verilen yakıttan farklı bir
değer bağlanması ihtimaline
karşı ana gövde deposunun 96
galon yakıt kalınca sayaçta
okunan rakama değil, deponun
alçak seviye lambasının ışığına
güvenildiğinden söz etmiştim.
Uçtuğumuz bu kritik durumda
yakıt miktarını sayaçta doğru
olarak görüp yakıt durumunu net
olarak takip edebilmek için
gövde deposuna geçildiğini
gösteren kırmızı lamba yanar
yanmaz hemen sayacı elle 96
galona ayarladım. Uçuş elbisemin
cebinde, uçakta kalan yakıt
miktarına göre havada en uzun
süre kalınabilecek optimum
irtifaı gösteren bir çizelge
bulunurdu. Cebimden o çizelgeyi
çıkardım ve Manyetik Pusula’da
Konya’nın bulunduğu Güney başa
dönüşüme devam ederken optimum
irtifaa tırmandım. |
Çiğli’de uçuş kleransını
almak için Meydan Harekata
gittiğimizde, meteoroloji
Konya’yı parçalı bulutlu olarak
vermişti. Ankara Radyo Farını o
noktadan Konya’ya yaklaşma başı
olan 180 derece istikamette
arkadan yol takibi yapacak
şekilde rotaya girdim. Şimdi
bütün ümidimiz, Meteorolojinin
verdiği bilginin Çiğli’den
kalkıştan sonra uçtuğumuz bir
saatten fazla süre içinde
değişmemesi ve Konya
meydanındaki havanın parçalı
bulutlu olarak kalması idi. Eğer
meydan civarı kapalı değilse
Konya meydanını bulmakta güçlük
çekmeyeceğimizi biliyorduk.
Görevimde üçüncü yılına girdiğim
141nci Filo’da, klasik
atışlarımızı Polatlı Acıkır
sahasında yaparken filoya tahsis
edilen NATO görevinin
gerektirdiği Özel Silah
atışlarını da Konya’nın Özel
Silah atışı için tanzim edilen
Karaman Atış Sahası’nda
yapıyorduk. Dolayısıyla o
bölgeye gidiş ve gelişlerde
Konya arazisini çok iyi
tanımıştım. Akdemir ise Konya
bölgesindeki araziyi benden daha
iyi tanıyordu. Çünkü Konya’nın
Ilgın İlçesi’nin yakınındaki bir
köy Akdemir’in doğum yeriydi.
F-102 Filo Komutanlığı görevine
atanmadan önce uzun süre uçtuğu
F-104 filosunda o da biraz önce
bahsettiğim Özel Silah atışı
görevleri için defalarca Konya
Karaman Atış Sahası’na gidip
gelmişti ve bölgeyi karış karış
tanıyordu. Akdemir Hava Harp
Okulu’ndan mezuniyet itibariyle
benden iki devre sonraydı.
Amerikada gördüğü pilotaj
eğitimini tamamladıktan sonra
Merzifonda benim uçtuğum 142nci
Filoya (şimdiki 151nci Filo)
atanmıştı. Filoya katıldığında
ona F-86’larda intibak
uçuşlarını ve ayrıca T-33 ile
alet uçuş eğitimlerini ve alet
uçuş kart kontrollerini
yaptırdığım için o zamandan beri
bana hep “Sarp Hocam” şeklinde
hitap ederdi. Konya
istikametinde kritik yakıtla
uçuşumuza devam ederken dahili
mikrofonda bana: “Sarp Hocam,
Konya ovasında eğer pijamalı
tarlaları görürsek kesin olarak
meydanı bulur ve piste ineriz”
dediğini bugün gibi
hatırlıyorum. |
Çiğli – Akıncı - Konya Uçuş
Rotası |
Şimdi hala var mıdır
bilmiyorum ama, o yıllarda Konya
meydanının kuzey ve kuzey batı
taraflarında, bizim “Pijamalı
Tarlalar” dediğimiz, aynen
kareli çizgili bir pijamayı
andıran ve dümdüz Konya ovasında
havadan çok uzaklardan görülen
büyük tarlalar vardı. Herhalde
toprak erozyonu veya tarlaların
sulanmasıyla ilgili tarımcılar
tarafından yapılan bu
düzenlemeyle kareli şekilleri
çok uzaklardan görülen bu
tarlalar kuzey bölgesinde
uçarlarken pilotların Konya
meydanını bulmalarında çok güzel
bir nirengi teşkil ederdi.
|
Güney istikametinde uçuşumuza
devam ederken Çiğli
meteorolojinin verdiği bilgi
doğru çıktı ve altımızdaki kesif
bulut tabakası yer yer
parçalamağa başladı. Parçalı
bulutlar arasından Konya ovasını
görmeye başlayınca yüreğimize
biraz su serpildi. |
Daha henüz pijamalı tarlaları
görememiştik ve meydana olan
mesafeyi de tam olarak tahmin
edemiyorduk. Yaklaşmamıza devam
ederken yakıtımız 40 galonun
altına inmişti. Akdemir’e Konya
meydanını bulup inemediğimiz
takdirde paraşütle atlamaya
hazır olmalıyız. Onun için
paraşütlerimizin kolonlarını
iyice sıkalım dedim. Bu arada
yakıtımız 35 galonun altına
inmişti. Akdemir’le, pijamalı
tarlaları ilk kim görürse diğeri
ona yemek ısmarlasın diye bahse
girdik. Yakıtımız 30 galon
civarına düşmüştü ki Akdemir
dahili mikrofondan “Sarp Hocam,
pijamalı tarlaları gördüm!
Tarlalar ilerimizde, saat 1
istikametinde” deyince derin bir
oh çektim ve ona “Şimdi yemeği
hak ettin Lütfi” dedim.
|
Pijamalı tarlaların üzerinden
meydanın bulunduğu istikamete
doğru optimum sürat ve optimum
RPM’le alçalmaya başladım. Biraz
sonra da uzaktan Konya meydanını
gördük. Meydanda uçuş olup
olmadığını bilemediğimizden
meydana yaklaşırken etrafta
uçaklar olabilir diye dikkatle
etraf kontrolü yapıyorduk. Eğer
meydanda uçuş yapılıyorsa kalkış
istikametini bilmemiz çok
önemliydi. İnsanın aklına bu
durumlarda olmadık şeyler
geliyor. Bu kadar badireyi
atlattıktan sonra eğer iniş için
pisti karşıladığımızda tam
karşıdan kalkışa geçen bir uçak
olur ve bu durumda ona çarpmamak
için pas geçmek zorunda kalırsak
diğer bir iniş denemesi için
yakıtımız yetmeyebilir
düşüncesiyle biraz yüksekten
pistin orta hizasına yaklaşmayı
ve pist içinde uçak yoksa pistin
yakın olan başına inmeyi
düşündüm. Pistin orta hizalarına
geldiğimde pist içinde herhangi
bir uçağın olmadığını gördüm. O
esnada 10 galon civarında
yakıtımız kalmıştı. Pistin orta
hizasından aynen mecburi iniş
talimi yapar gibi piste paralel
açılıp süzülerek son dönüşle
pisti karşılayıp indim. 10 galon
civarındaki yakıtla yaptığım bu
iniş, benim bütün uçuculuk
hayatım boyunca yaptığım
inişlerin en düşük yakıt
miktarıyla yapılmış olanı idi.
Yakıt sayacı sıfıra yaklaşırken
pisti terk ettik ve motorumuz
durmadan park yerine gelebildik. |
Biz park yerine geldiğimizde
Üs Komutanı ile Harekat
Komutanı’nın park yerinde
beklemekte olduklarını gördük.
Motoru durdurup kasklarımızı
başımızdan çıkardığımızda
bizleri tanıyınca çok
şaşırdılar. Kendilerine kısaca
durumu arz ederek meydana
mecburi iniş yapmak zorunda
kaldığımızı izah ettik. Üs
Komutanı yanında bulunan Harekat
Komutanı’na, bize her türlü
yardımın yapılmasını emrettikten
sonra park yerinden ayrıldı. |
Sonradan öğrendiğimize göre
üs yetkilileri uçuş kulesiyle
hiç konuşmadan inen T-33
uçağındaki pilotların, habersiz
olarak üs denetlemesine gelen
Hava Kuvvetleri Tetkik Kurul
Başkanlığı’nın iki görevlisi
zannetmişler. O yıllarda üs
denetlemelerinin yapılmasında
biri haberli, diğeri habersiz
olmak üzere iki ayrı usul
uygulanırdı. Haberli
denetlemelerde eğitim yılı
başında hangi üssün hangi
tarihte denetleneceği genel bir
emir yayınlanarak üslere
bildirilirdi. Habersiz
denetlemelerde ise çok sürpriz
uygulamalar yapılırdı. Mesela
bir defasında Balıkesir Üssü’nün
denetlemesinde gece sabaha karşı
Hava Kuvvetleri Arama Kurtarma
Birliği’nin paraşütçüleri üssün
değişik yerlerine havadan
indirme yapmış ve üssün
reaksiyonu ölçülmüştü. Başka bir
üssün habersiz denetlenmesinde
de Hava Kuvvetleri Denetleme
Heyeti gecenin bir saatinde
helikopterle üsse inerek
denetlemeyi başlatmışlardı. Bazı
üslerin denetlenmesinde ise
mesai araçları akşam üzeri üs
nizamiyesinden ayrıldıktan ve
araç konvoyu yarı yolu geçtikten
sonra denetleme başlatılırdı.
İşte bizim Konya üssüne telsiz
konuşması yapmadan sessiz bir
şekilde iniş yapmamız da
habersiz bir denetlemenin
başlangıcı olabileceği şeklinde
düşünülmüştü. |
Biz uçağı park edip uçak
formuna arızaları yazdıktan ve
arızaları bir de uçak başına
gelen bakım ekibine
ayrıntılarıyla izah ettikten
sonra bakım ekibi hemen
çalışmalara başladı. Biz uçağın
telsiz ve Radyo Kompa arızasının
hemen kısa süre içinde
giderileceğini ve Akıncı
meydanında hava durumu alet uçuş
kartımın limitleri altında
olmadığı takdirde kalkıp
üssümüze dönmeyi düşünüyorduk.
Uçağımızın arızasının bakıldığı
İrtibat Kıtası’nda çaylarımızı
içerken bakım ekibinden arızanın
giderildiğine ait güzel haberi
beklemeye başladık. Eğer
arızalar kısa sürede giderilir
ise kalkıp üssümüze döner ve
İzmir’den getirdiğimiz
karideslerle de ailece güzel bir
akşam yemeği yerdik. Uçak
üzerinde uzun süre çalışan bakım
ekibinin uzmanlarından biri bir
süre sonra yanımıza geldi.
Uçağın telsiz ve Radyo Kompa
sistemini besleyen kablolardan
bazılarının kısa devre yapıp
yandığını, bu sistemlerin
tamamının baştan sona sökülüp
yenileriyle değiştirilmesi
gerektiğini ve bu işin de en az
üç gün zaman alacağını
söyleyince bütün neşemiz kaçtı. |
Ertesi gün mesaide olmak için
Ankara’ya otobüsle dönmeye karar
verdik. İrtibat Kıtası’ndaki
arkadaşlara rica edip küçük el
çantamızla beraber uçuş
elbisemizi, uçuş kaskımızı ve
İzmir’de balıkçıdan aldığımız
karides poşetini
taşıyabileceğimiz bir paket
yaptırdıktan sonra Konya Otobüs
Garajı’na gittik. Ankara’ya
kalkacak son otobüste yer
bulduk. O yıllarda şimdiki
otoyolların hiç biri
yapılmamıştı. Şehirlerarası
yolların hemen hepsi tek şeritli
gidiş gelişe müsaitti. Konya
otobüs terminalinden akşam
saatinde kalkan otobüsümüzün
Ankara otobüs terminaline varışı
dört saatten fazla bir zaman
almıştı. Şubat ayının soğuk bir
gününde otobüsün ısıtıcısının
tam açılmış olmasıyla oldukça
sıcak duruma gelen otobüsün
içinde buram buram terlediğimiz
uzun yolculuk bittiğinde derin
bir oh çektik. Otobüs
terminalinden bir vasıta bulup
eve döndüğümde gecenin çok geç
bir saati olmuştu. Karidesli bir
akşam yemeği yemek hayalim de
zaten suya düşmüştü. Çünkü
İzmir’den hevesle aldığımız
karidesler yol boyu otobüsün
içinde sıcaktan bozulmuştu.
|
Hikayemizin bu noktasında,
bizim zamanımızdaki pilotların
yaşantılarıyla ilgili önemli bir
ayrıntıyı dile getirmek
istiyorum. O yıllarda en büyük
sıkıntımız evimizle bir telefon
irtibatımızın olmayışı idi.
Şehirde kirada oturan
arkadaşlarımızın hiç birinin
evinde telefon olmadığı gibi,
askeri lojmanlara da (Filo
Komutanlarının oturdukları
lojmanlar dahil) telefon
bağlanamamıştı. Cep
telefonlarının henüz o yıllarda
icat edilmemiş olduğunu ve ancak
1990’lı yılların ortalarından
sonra kullanılmaya
başlandıklarını söylememe bile
gerek yok. Eğer biz akşam üzeri
mesaiden eve gelmemişsek eşimiz
bilir ki biz gece uçuşuna
kalmışızdır. Eğer gece de
dönmemişsek herhalde uçuşta bir
sebeple pist kapanmış ve başka
bir meydana inmiştir diye
düşünür. Mesela ben 141nci
Filo’da F-104 uçaklarında görev
yaparken gece uçuşunda pistin
kapanması sebebiyle iki defa
Eskişehir’e ve bir defa da
Esenboğa meydanına indiğimi çok
iyi hatırlıyorum. Kısaca, eğer
biz mesaiden evimize gelmişsek
gelmişizdir, gelmemişsek
gelmemişizdir. O yıllarda
meydana gelen çok sayıda uçak
kazasında pek çok arkadaşımızı
kaybetmiştik. Mesela benim
Akıncı Üssü’nde görev yaptığım
1971-1972-1973 yıllarında TÜRK
HAVA KUVVETLERİ HAVA ŞEHİTLERİ
ALBÜMÜ’nden çıkardığım bilgilere
göre tüm Hava Kuvvetleri
filolarımızda söz konusu üç yıl
içinde, toplam 41 pilotumuz
şehit olmuştur. Pilot eşleri
elbette bu kazalardan
etkilenirler ve endişe duyarlar
ama bu endişelerini belli
etmezler. Bütün bu sıkıntılara
göğüs gererek pilot olan
eşlerinin bütün yükünü çeken,
onların uçuş görevlerini
başarıyla yerine getirmeleri
için her türlü sıkıntıya
katlanarak eşlerine her zaman
yardımcı ve destek olan, en
başta sevgili eşim olmak üzere
bütün pilot eşlerine bu
vesileyle en içten şükranlarımı
burada ifade etmek istiyorum. |
Ertesi gün mesaiye geldiğimde
tabii bütün konu bizim Konya’ya
yaptığımız mecburi iniş olayı
olmuştu. Arkadaşlarla bu konuyu
konuşurken benim en çok merak
ettiğim şey, biz T-33’le meydan
üzerinde IFF’i Emercensi duruma
getirdikten sonra Ahlatlıbel
Radarı tarafından Emercensi
sinyalimizin alınıp alınmadığı
idi. Meğer Ahlatlıbel Radarı
bizim IFF’i Emercensi duruma
getirdiğimizi ve 2’şer dakikalık
emercensi üçgen çizmeye
başladığımızı hemen görüp Hava
Savunma Harekat Merkezi, Hava
Harekat Merkezi, Hava Trafik
Kontrol Merkezi ve Akıncı 4ncü
Üs Harekat Merkezine ve pist
başına bildiriyor. O anda
meydanda uçuş şartları limit
altında olduğundan, pist başında
tam silah yüküyle hazırlık
durumunda bekleyen tek kişilik
F-102A alarm uçaklarının kalkışı
sakıncalı bulunduğundan görev
çift kişilik bir F-102B uçağına
veriliyor. F-102B uçağının
pilotlarına görevin
bildirilmesi, uçağın uçuşa
hazırlanması, seçilen pilotların
uçak başına gitmesi, uçuş öncesi
kontrollarının yapılması, motor
çalıştırıp ruleye başlayarak
pist başına gitmeleri için geçen
sürede Ahlatlıbel Radarı
emercensi sinyal veren uçağın
Konya rotasına döndüğünü ve
Konya üzerine geldiğini üsse
bildiriyor ve bu arada piste
girip kalkışa geçmeye hazırlanan
F-102B uçağına görevin iptal
edildiği ve kalkıştan abort
etmesi söyleniyor. Biz emercensi
üçgen çizip beklerken bütün
dikkatimizle havada uçak
arayarak, 20.000 feet irtifadan
alçalmaya gelen uçak olursa
görüp koluna yanaşırız diye
ümitlenmiştik ama meydanda hava
durumunun o anda uçuş
limitlerinin altına düşmesi ve
hiçbir uçağın kalkmaması, bizim
bu olayda yaşadığımız diğer bir
şanssızlığımız olmuştur. |
T-33’le Konya’ya yapmış
olduğum mecburi iniş hikayesinin
sonuna geldik. Eminim ki bu
hikayeyi okuyan genç havacı
arkadaşlarım hikayeden kendileri
için gerekli dersleri
çıkarmışlardır. Ama ben yine de
bu çıkan derslerin satır
başlarını özetlemek ve ayni
zamanda bu uçuşumla ilgili kendi
kendime bir özeleştiri yapmak
istiyorum. |
Havacılıkla ilgili www.havaciyiz.com,
www.tayyareci.com ve www.kokpit.aero
Internet sitelerinde daha önce
yer alan anılarımı okuyan genç
havacılar, havacılığa meraklı
öğretim görevlileri, ve
üniversite öğrencileri ile
ayrıca sivil havacılık okulları
ve havacılık akademilerinde
eğitim gören genç pilot
adaylarından aldığım emaillerde,
bu anılarımdan kendilerine
önemli dersler çıkarıldığını
öğrenince anıları kaleme almak
için harcadığım emek ve zamanın
boşa gitmediğini görüyor ve
bundan büyük haz ve mutluluk
duyuyorum. |
Şimdi bu mecburi iniş olayından
alınması gereken dersleri şöyle
özetleyelim: |
1. Dikkat edilecek olursa bu
olayda pilot, iniş için
planladığı meydana mutlaka inmek
için bütün şartları zorluyor.
Meteorolojik şartlar ile uçağın
uçuş aletlerinde ve
sistemlerinde meydana gelen
arızalar bütün açıklığıyla bu
meydana inilmesinin çok zor,
hatta imkansız olduğunu bağıra
bağıra söylediği halde pilot
bütün bu olumsuz faktörleri
dikkate almadan ille de
planladığı meydana inmeye
çalışıyor. Pilotların ille de
kendi meydanına inmek istemesi,
göçmen kuşların bir yıl önce
terk ettikleri yuvalarına dönmek
istemesine benzetilebilir ama
unutmayalım ki göçmen kuşlar
içgüdüleriyle hareket ederken,
pilotların akıllarıyla hareket
etmeleri beklenir. |
Ben uçuculuk hayatımda birçok
arkadaşımızın iniş meydanında
hava şartları kötü olduğu halde
yedek meydana gitmeyip kendi
meydanına inmeye çalışırken
civardaki tepelere vurup şehit
olduğunu biliyorum. Havacılıkta
esas olan şey, ana meydan veya
yedek meydan olsun, uçağın
kanadını, kuyruğunu kırmadan
emniyetle tekerlekleri piste
koymaktır. |
2. Şimdi filmin makarasını
biraz geriye saralım. Pilot hava
durumu parçalı durumda olan
Çiğli’den kalkmış. İneceği
meydanda havanın tam kapalı ve
bulut alt tavanının alçak
olduğunu biliyor. Kalkıştan
sonra Çiğli’den 15 dakika kadar
uzak bir mesafedeyken Radyo
Kompa cihazının arıza yaptığını
görüyor. Kısa bir süre sonra da
telsizi arıza yapıyor. Bu
durumda yapılması gereken nedir?
Hiçbir maceraya girmeden
bulunduğu noktadan 180 derece
dönüşle Çiğli’ye gelmek ve
telsiz arızasında bir meydana
iniş için yaklaşmada uygulanan
usulleri uygulayarak Çiğli’ye
inmektir. |
3. Pilot IFF’i Emercensi
duruma almakta geç kalmıştır.
Bulut üzerinde Radyo Kompa
cihazı ve telsizi elden çıktığı
an hiç tereddüt etmeden ve
gecikmeden derhal IFF’i
Emercensi duruma almalıydı. IFF
cihazının Emercensi modu, ismi
üzerinde, pilotun emercensi
duruma düştüğünde, seyrüsefer
sisteminin arıza yapması veya
herhangi bir sebeple meydana
olan oriyantasyonunu kaybettiği
durumlarda kullanması içindir ve
hiç tereddüt edilmeden ve
gecikmeden ON yapılmalıdır. |
4. Pilot, Akıncı meydanı
üzerinde emercensi üçgen paterni
çizerken emercensi durumda
bulunduğunun Ahlatlıbel Radarı
tarafından görülmesini ve pist
başından kaldırılacak bir alarm
uçağı tarafından önlendikten
sonra onun kolunda meydana
alçalma ve iniş yapacağı ümidini
taşıyor. Bu arada yakıt durumunu
da kontrol ediyor. Yakıt durumu
onun yedek meydan olan Konya’ya
rahatça gidebileceği seviyeye
düşene kadar daha bir süre bu
üçgen paternini çizmesi için
yeterli. O sırada meydanın
güneyinde bulutların bir noktada
küçük bir açıklık meydana
getirdiğini görüyor ve bulutun o
açıklığından alçalarak bulut
altından meydana yaklaşmaya
çalışıyor. Alçak irtifada
meydanı bulmak için uçarken
bulut altına sığamayıp tekrar
optimum irtifaa tırmanışta ilave
bir yakıt harcıyor. Şimdi geriye
dönüp baktığımda, pilotun bulut
aralığından alçalarak meydanı
bulma düşüncesinin çok hatalı
olduğunu düşünüyorum. |
5. Akıncı meydanı üzerinde
bir uçağın Emercensi sinyal
verdiğini Ahlatlıbel Radarı
anında tespit edip ilgili
makamlara bildirdiğinde, Akıncı
meydanında hava şartları
uçakların meydana yaklaşma ve
iniş yapma limitlerinin altında
olsa da kalkış için bir limit
olmadığından, ben o gün bir
F-102’nin kalkıp bizi önlemesini
ve civarda Konya, Eskişehir gibi
meteorolojik şartların uçuşa
elverişli olduğu bir meydana kol
uçuşunda götürüp birlikte
alçalma yapıp inmemizin çok şık
olacağını hep düşünmüşümdür. |
6. Pilotun bu uçuşta yaptığı
hataları açık yüreklilikle
burada yazarken her pilota örnek
olacak güzel, doğru ve akıllıca
bir hareketini de burada
belirtmeliyim. Evet, pilot
yanlış bir kararla bulut altına
inmiş ve meydana bulutun
altından ulaşmaya çalışmıştır.
Ancak pilot ille de meydanı
bulacağım diye ısrar etmemiş,
bulutun saçaklarının tepenin
sırtlarını kapladığı bir noktada
tepeyi geçemeyeceğini anlayınca
hiç zorlamadan ve bir an
tereddüt etmeden çekişe
başlamıştır. Pilotun ayrıca
meydan civarındaki araziyi çok
iyi tanıyıp evinin içi gibi
bildiğini ve en yüksek tepenin
irtifasını, tepenin arazideki
silüetiyle beraber aklına
resmettiğini de burada kayda
geçirmeliyiz. |
Konya meydanına T-33 ile
yaptığım mecburi iniş
hikayesinin, bu hikayeyi
okuyacak genç havacı
arkadaşlarım ile sivil uçuş
okullarında pilotaj eğitimi
gören genç pilot adayları için
faydalı olacağını ve burada
anlatılan olaylardan kendileri
için dersler çıkaracaklarını
ümit ediyorum. |
İrfan Sarp |
Riva, 25 Ağustos 2013 |
|
|