|
|
UNUTULMAZ UÇUŞ ÖĞRETMENLERİM |
|
|
Emekli Hava Pilot Tümgeneral |
İrfan SARP |
Gaziemir ve Texas |
1956-1957 |
|
Gaziemir/İzmir-Haziran 1956 |
|
Bizim devremiz 1956 yılı Haziran
ayında Gaziemir’de uçuşa başladık.
Grubumuzun yarısı İngiliz yapısı
MAGISTER uçağına, diğer yarısı da o
yıllarda Ankara’daki MKE
tesislerinde imal edilen UĞUR
uçağına ayrılmıştık. Gaziemir’de
tekamül uçuş eğitimleri için T-6 (Texan)
Harvard uçakları ana pisti
kullanırken, MAGISTER ve UĞUR
uçakları meydanın Doğu kısmındaki
toprak pistten uçuş yapardı. |
|
MAGISTER uçağı kokpitinin üstü açık,
kanopisi olmayan bir uçaktı. Toprak park
yeri ve toprak pistten yapılan uçuşlarda
uçak pervanelerinin savurduğu tozlar ile
ayrıca İzmir’in meşhur imbat rüzgarının
etkisiyle savrulan toz toprak kokpitin içine
dolardı. MAGISTER uçağının çok benzeri olan
UĞUR uçağının imal edildiği MKE atölyesini,
1955 yılı Cumhuriyet Bayramı törenleri için
trenle İzmir’den Ankara’ya gittiğimizde (o
tarihte Hava Harp Okulu İzmir-Güzelyalı’da
bulunuyordu) bizlere gezdirmişlerdi. MKE
marangoz atölyesindeki torna tezgahlarında
itina ile kesilip cilalanan tahta plakalarla
uçak kanatları ve gövdelerinin yapıldığını
görmüştük. O zaman ahşap malzemeden imal
ettikleri bu uçakla çok gurur duydukları
belli olan atölyedeki mühendisler, UĞUR
uçağının ayrıca kanopisi olacağını ve
yakında imalatı tamamlanıp Gaziemir’e
gönderilecek olan bu uçaklarla uçacak
pilotların MAGISTER uçağında uçacak
pilotlara göre şanslı olacaklarını
söylemişlerdi. Bizim grubumuz UĞUR
uçaklarıyla uçuşa başladığımızda, MAGISTER
uçaklarında toz içinde kalan diğer grup
arkadaşlarımızı “tozdan adam” diye kızdırır
ve UĞUR uçağıyla uçmuş olduğumuz için
kendimizi şanslı hissederdik.
|
|
MAGISTER ve UĞUR uçaklarında
telsiz bulunmuyordu. Telsiz olmadığı
gibi, dahili konuşma sistemi de
ancak öğretmenin konuşabildiği,
öğrencinin konuşamayıp sadece
öğretmenini dinleyebileceği bir
şekilde dizayn edilmişti. Öğretmen
ve öğrenci bu uçaklarda uçarken
başlarına meşin bir başlık
takarlardı. Öğretmenin taktığı meşin
başlığın ön tarafında, ağız ve çene
kısmını örten siyah kauçuk bir
maddeden yapılmış küçük huni
şeklinde bir maske bulunurdu.
Temizlik veya ilaçlama yaparken
kullanılan toz maskelerine benzeyen
bu maskenin ağız tarafından çıkan
bir küçük boru, ön kokpitte uçan
öğrencinin kulaklığından gelen bir
boruya irtibatlanırdı. Öğrenci
pilotun meşin başlığının kulak
kısmında, doktorların boyunlarında
taşıdıkları dinleme cihazı
steteskopa benzeyen iki lastik boru,
öğretmenin arka kokpitten uzanan
konuşma hunisinin borusuna
bağlanmıştı. Ön kokpitte uçan
öğrenci pilotun başlığında bir
konuşma hunisi yoktu. Öğrenci ancak
öğretmeninin huni borusundan yaptığı
konuşmalarını dinleyebilir, kendisi
öğretmenine bir şey söylemek istese
bile konuşma hunisi bulunmadığından,
kendisinin konuşması mümkün olmazdı.
Öğretmenin öğrencisiyle konuştuğu
huni şeklindeki bu maske, siyah
renkli bir kauçuk maddeden
yapılmıştı. Bir, bir buçuk saat
civarında süren bir uçuş sortisi
boyunca devamlı öğrencisine konuşan
öğretmenin dudakları ile ağzının
etrafı, bu çok kötü malzemeden
yapılmış kauçuk maskeden siyaha
boyanırdı. Her uçuştan sonra
öğretmenimle uçuşun kritiği için
brifing salonuna gelirdik.
Öğretmenim diğer talebesini
uçuracağı ikinci sortiye gecikmemek
için yüzündeki siyah kauçuk
boyalarını silip temizlemeye vakit
bulamadan brifing odasındaki kara
tahta üzerinde uçuşumuzun kritiğini
yaparken sevgili öğretmenimin
dudaklarının ve çenesinin
etrafındaki siyah boya hep gözüme
takılır ve bir uçağı gökyüzüne
gönderen havacılık teknolojisinin
nasıl olup da bu uçağın içine basit
bir dahili konuşma sistemi
yapamadığına aklım bir türlü
ermezdi! Dahili konuşma sisteminin
kısıtlı çalışma özelliğini burada
biraz ayrıntıya girerek yazdım.
Çünkü bu anılarımı okuyan gençlerin
havacılık teknolojisinin o zamandan
günümüze ne kadar büyük bir aşama
kaydetmiş olduğunu anlamalarına bu
dahili konuşma sisteminin çok
çarpıcı bir örnek teşkil edeceğini
düşündüm. |
Uçağın telsizinin olmaması ise
öğretmenle yaptığımız uçuşlarda
olmasa bile solo uçuşlarda bazen
bizi büyük problemlerle karşı
karşıya bırakırdı. Solo uçuşlar
normal olarak 45 dakika ile 1 saat
civarında sürerdi. O zamanlar Çiğli
meydanı havayolu uçakları tarafından
kullanıldığı için o bölgede eğitim
uçuşları yapılmazdı. Çalışma
bölgemiz olarak Gaziemir’in
güneyinde, Torbalı / Bayındır civarı
tahsis edilmişti. Solo uçuşlarda
çalışmamızı tamamlayıp iniş için
meydana yaklaştığımızda telsiz
olmadığından havada gördüğümüz
uçakların yaklaştığı istikamete
bakarak iniş istikametini anlamağa
çalışırdık. Havada uçak görememişsek
meydanın kenarında, orta hizalarında
bir yerde bulunan “T” işaretine
bakarak iniş istikametinin ne tarafa
olduğunu öğrenmiş olurduk.
|
Uçakta telsizin bulunmaması
öğrencinin solo uçuşlarında
özellikle iniş safhasında bir
problem olarak ortaya çıkardı.
Uçuşlarda öğretmen pilotlardan biri
pist başı nöbetçisi olarak görev
yapardı. İnişe gelen solo öğrenci
eğer son yaklaşmaya hatalı girmişse
veya inişte çok yüksek kalmışsa,
onun pas geçmesi için, pist
başındaki öğretmen elindeki işaret
tabancasını ateşlerdi. Havada
kırmızı renkli işaret fişeğini gören
öğrenci pilot pas geçerdi. Ancak
inişe konsantre olan öğrencinin bazı
hallerde bu kırmızı işaret fişeğini
görmediği durumlar da olurdu. İşte o
zaman pist başındaki öğretmen
çaresizlikten tırnaklarını yerdi!
|
Öğretmeniyle yaptığı çift kumand
uçuşları ön kokpitten yapan öğrenci
pilot, UĞUR uçağının ağırlık merkezi
burun kısmına yakın olarak imal
edildiğinden solo uçuşları, ağırlık
merkezini dengelemek için arka
kokpitten yapmak zorundaydı. Çift
kumand uçuşlarını ön kokpitte
yaparken iniş için meydan turuna
geldiğinde ön kokpitten kanat ve
kanopinin kenarlarından arazi ve
ufuk hattına bakarak kendisine göre
referans alan öğrenci pilot, solo
uçuş için arka kokpitte uçunca bu
referans noktaları değiştiğinden,
meydan turunda ve pisti karşılama
dönüşlerinde zorluk çekerdi. |
Uçuş öğretmenlerimizden bir kısmı
subay, bir kısmı da pervaneli
muharip uçuş birliklerinde
başarılarıyla isim yaptıktan sonra
Gaziemir’e uçuş öğretmeni olarak
atanan astsubaylar idi. Benim uçuş
öğretmenim Kıdemli Başçavuş Faik
Demirhan gençliğinde güreş takımına
seçilmiş, güçlü bir yapıya sahip,
uçuştan yorulmak bilmeyen, ayni
zamanda çok sabırlı bir öğretmendi.
UĞUR uçaklarında çift kumand ve solo
uçuşlarımızı tamamladıktan sonra T-6
uçaklarıyla uçuşa başladık. T-6
uçaklarında 8 veya 9 sorti çift
kumand uçuştan sonra yalnız uçuş
kontrolü oluyordu. Çift kumand
sortilerini tamamladığımız bir
sortinin sonunda rule esnasında
hocam ertesi gün beni yalnız uçuş
kontrolüne vereceğini, gece iyice
uyuyup dinlenmemi söyledi. |
Ertesi sabah filoya geldiğimde
ilk işim yalnız kontrolümü kiminle
uçacağımı öğrenmek için uçuş
programına bakmak oldu. Programda
Major Hess isminde hiç tanımadığım
bir yapancı pilot ismini görünce
şaşırdım ve hemen hocama gittim.
Amerikalı Pilot Bnb. Hess Ankara’da
bulunan JUSSMAT’ta (Amerikan Askeri
Yardım Teşkilatı) görevli bir
subaydı ve Türk Hava Kuvvetleri ile
yapılan bir anlaşmayla Gaziemir’de
T-6 uçaklarıyla uçuş yapıyordu.
Hocama giderek benim çok az
İngilizce bildiğimi, uçuşta lisan
problemi olabileceğini, Amerikalı
pilotla rutin bir eğitim sortisi
planlanabileceğini ama lisan
problemi yüzünden kendisiyle
anlaşamayıp yalnız uçuş kontrolünü
kaybedersem çok üzüleceğimi ve
dolayısıyla kendi öğretmenlerimizden
biri ile kontrol uçuşuna girmek
istediğimi söyledim. Faik Hocam ise
uçuşun programa yazıldığını,
programa yazılan pilot isimlerinde
mecbur kalmadıkça değişiklik
yapmanın uygun olmayacağını izah
ederek “sen rahat ol ve
öğrettiklerimin aynısını yap” dedi
ve Amerikalı pilotla uçmamda ısrar
etti. |
|
Bnb. Hess ile uçuş öncesi
brifingi için masaya karşılıklı
oturduğumuzda ben masanın üzerine
bir boş sayfa kağıt koydum ve
kendisine İngilizceyi çok az
bildiğimi, onun için yapacağımız
hareketleri bu kağıt üzerine çizerek
göstermesini istedim. O anlatırken
ben de onun yazdığı yazılara ve
çizdiği şekillere bakıp hareketlerin
Türkçelerini yanlarına yazdım.
Kalkış, düz uçuş, şandel, tembel
sekiz, viril, mecburi iniş talimi,
meydana yaklaşma ve pas geçiş, touch-and-go
ve iniş, vs. hepsini kağıda yazdım.
Kokpite girince brifingde not
aldığım kağıdı dizimin üzerine
çengelli iğneyle tutturdum ve
kalkışa gittik. Havadaki
hareketlerimizi tamamladıktan sonra
inişimi yaptım. Park yerine gelirken
rulede Bnb. Hess bir şeyler söyledi
ama söylediklerinden hiç bir şey
anlamadım. Kontrol uçuşunu geçtiğimi
onun bir kaç defa “okey, very good,
okey!” deyişinden ve bir de park
yerine geldiğimde “motoru durdurma”
demesinden anlayabilmiştim. Eğer
öğrenci solo uçuş kontrolünü
başarıyla geçmişse, park yerine
gelindiğinde uçağın yakıt durumu da
yeterli ise motor durdurulmaz,
öğretmen öğrencisini tebrik edip
sıcağı sıcağına solo uçuşa
gönderirdi. |
Şimdi o zamanki yabancı dil
seviyemizi düşünün! Ben iki ay sonra
subay çıkacağım ve dünyanın en fazla
teknik bilgi gerektiren ve bu teknik
bilgilerin tamamının İngilizce
olduğu mesleklerden biri olan
pilotluk eğitimi yapmaktayım ve bir
Amerikalıyla tarzan gibi İngilizce
konuşmaya çalışıyorum! İngilizce
bilgisiyle (daha doğrusu
bilgisizliğiyle!) ilgili içimde yer
eden bu hikayemi anlatıyorum ki
şimdiki gençler nerelerden nerelere
geldiğimizi anlasınlar. Mesleğiyle
ilgili bütün teknik neşriyatı
İngilizce olan bir kuruluşun
mensuplarının en yüksek seviyede
İngilizce bilmeleri gerektiğini
bizler yaşayarak öğrendik. Benim
Kuleli Askeri Lisesi’nde okuduğum
yıllarda şimdiki gibi İngilizce
hazırlık sınıfı yoktu. Hava Harp
Okulunda haftada birkaç saat
İngilizce dersiyle de İngilizce
öğrenmemiz mümkün değildi. O
zamanlar Hava Harp Okulumuzda da
Bilkent, ODTÜ ve Boğaziçi
Üniversitesinde olduğu gibi birinci
sınıftan önce İngilizce hazırlık
sınıfı mahiyetinde yoğun (intensive)
blok İngilizce eğitimi verilse ve
böylece biz de havacılığın temel
lisanı olan İngilizceyi daha
mesleğimize ilk adımlarımızı atarken
öğrenseydik ne iyi olurdu diye çok
düşünmüştüm. |
Neyse, tekrar konuya dönelim. T-6
ile park yerine yaklaşırken uçak
makinisti bana park yerinde bulunan
diğer uçakların biraz uzağındaki bir
yere park etmemi işaret etmişti. Bu
yer uçuş hattında hocalarımızın
oturdukları çardaktan epey uzak bir
mesafede bulunuyordu. Bnb. Hess
yalnız uçuşlarda uygulanan usuller
gereğince arka kokpitteki bağları
bağlayıp lövyeyi de yerinden
çıkararak kokpitin kenarındaki
yuvasına taktıktan sonra bana iyi
uçuşlar diledi ve uçak başından
ayrıldı. T-6 uçağıyla ilk yalnız
uçuşa gitmenin sevinci içimi
kaplamıştı. Makiniste takozları
aldırıp ruleye başladım. Kuyruk
tekerlekli T-6 uçağında uçağın ön
tarafı iyi görülmediğinden rule “S”
şeklinde zigzaglı yapılırdı. Ben
park yerinden taksi yoluna doğru
daha 20 metre gitmeden uçağın sol
tekerleği bir çukura girdi. Şimdi
düşünün, ben T-6’da ilk solo uçuşa
gidiyorum diye sevinç içinde iken
sol tekerleğim çukura giriyor! Sol
tekerleği çukurdan çıkarmak için
gazı açıyorum ama tekerlek
kurtulmuyor. T-6 uçağı kuyruk
tekerlekli olduğundan gazı daha
fazla açarsam bu sefer de uçağın
burun üzerine havaya kalkacağından
korkuyorum. Ben bu durumda ne
yapmalıyım diye çaresizlik içinde
düşünürken birden uzaktan Faik
Hocamın koşa koşa uçağa doğru
geldiğini görünce, uçağın
tekerleğini çukura soktuğum için
kendimi çok mahcup hissettim. Hocam
eliyle bana bekle işareti yaparak
kanadın altına girdi ve çukuru
kontrol etti. Sonra kokpitin
kenarına geldi ve bana: “Şimdi ben
uçağın altına girip omuzlarımla
kanada yükleneceğim. Sen kanatta
yukarı bir hareket görünce gazı aç,
korkma uçak burun üzerine dikilmez”
dedi. Faik hocam güçlü yapısıyla
kanadın altından yüklenince ben gazı
biraz daha açtım ve tekerleği
çukurdan çıkardım. Hocam eliyle
“okey” işareti yaptı ve beni ilk
solo uçuşuma gönderdi. |
Bir uçuş öğretmeninin uçağın
tekerleğini çukura sokan bir
öğrencisinin duyacağı üzüntüyü
hissedip onun yardımına koşması,
uçağın altına girip omuzlarıyla
kanadı kaldırıp tekerleği çukurdan
çıkarması belki başkaları için basit
bir şey gibi görünebilir ama beni
çok etkilemiş ve hiçbir zaman
hafızamdan çıkmamıştır. Nur içinde
yat Faik Hocam! |
Hondo, San Antonio/Texas - Mart 1957 |
|
Gaziemir'de uçuşlarımızı tamamladıktan sonra
uçuş eğitimi için ABD'ye gönderildik.
Amerika'da, Lackland Lisan Okulunda 5,5 ay
süren İngilizce dil eğitimimizi takiben
başlangıç uçuş eğitimi için Texas
Eyaleti'nde San Antonio şehrinin 50 km kadar
batısında bulunan Hondo Üssüne katıldım.
Hondo Üssünde T-34A Mentor uçaklarıyla 35
saat, T-28 uçaklarıyla da 100 saatlik bir
eğitim programı uygulanıyordu. Sivil statüde
olan Hondo Üssü Amerikan Hava Kuvvetleri ile
yapılan bir kontrat çerçevesinde Amerikalı
ve yabancı pilot adaylarının başlangıç uçuş
eğitimlerini sağlıyordu. Uçuş öğretmenleri
40 yaşlarının üzerinde, hemen hepsi İkinci
Dünya Savaşı'nda av veya bombardıman
filolarında görev yaptıktan sonra emekliye
ayrılmış son derece tecrübeli sivil
pilotlardı. Üste bir haftalık oryantasyon
eğitiminden sonra uçuş yapacağımız filolara
katılarak öğretmenlerimizle tanıştık. İki
Amerikalı öğrenci ve ben, öğretmenimiz Mr.
Robert HURLEY'le ilk uçuş brifingimiz için
filonun brifing salonunda toplandık. Mr.
HURLEY 45 yaşında, çok sakin görünüşlü,
yavaş bir ses tonuyla konuşan ve son derece
sevecen görünümlü bir kişiydi. Yaklaşık bir
saat süren brifing esnasında Mr. HURLEY
dudaklarının arasındaki iri puroyu
tüttürerek konuştuğu için ben dediklerinden
bir şey anlamıyor, ancak elindeki T-34A uçak
maketiyle yaptığı hareketlere bakarak
anlattığı şeyleri tahmin etmeye
çalışıyordum. Brifingden sonra uçak başı
yaptık. Motor çalıştırıp kalkış için piste
girdik. Hocam kalkışta kumandalarda beraber
olacağımızı söyledi. Kalkıştan sonra çalışma
sahasına doğru tırmanışa başlayınca
kumandaları bana verdi. T-34A uçağı
Gaziemir'de uçtuğumuz T-6 Harvard uçağına
göre bana çok daha kolay gelmişti. Tırmanışa
devam ederken bir ara kokpite bir puro
kokusu yayılmaya başladı. Dikiz aynasından
arkaya baktığımda hocamın ağzındaki iri
puroyu tüttürdüğünü gördüm. Hocam sabah
brifinginde olduğu gibi dudaklarının
kenarına sıkıştırdığı purosunu tüttürerek
konuştuğu için söylediklerinin tek
kelimesini anlamıyordum. Ancak Gaziemir'de
yaptığımız uçuşların burada çok faydası
olmuştu. Hocamın konuşmasını anlamasam bile
söylediklerini karineyle tahmin edip
istediği hareketleri yapabiliyordum. Ertesi
gün ve daha ertesi gün de hocamın gerek
brifing esnasında gerek havada ağzındaki
puroyla yaptığı konuşmalardan bir şey
anlamadan 5'nci sorti uçuşa geldik. 8'nci
sortiden itibaren solo uçuş kontrolleri
başlıyordu. Brifingde ve havada hocamın
konuşmalarını anlamamanın bundan sonraki
uçuşlarda benim için başarısızlığa sebep
olacağını düşünerek durumu hocama açıkça
söylemeye karar verdim. Haftanın son günü
yaptığımız 5'nci sorti uçuştan sonra brifing
salonuna doğru yürürken hocama hem yerde hem
havada ağzında puro ile konuştuğu için
kendisini anlayamadığımı, bu durumun
uçuşlarımın gelişmesini engelleyebileceğini
ve uçuşta başarısızlığa uğramamam için
mümkünse ağzında puro olmadan benimle
konuşmasını söyledim. Hocam söylediklerime
bir an şaşırır gibi olduktan sonra bana:
"Haklısın Sarp, seni anlıyorum. Hafta
sonunda bir düşüneyim, pazartesi günü yeni
bir haftaya başlarken duruma bir çare
buluruz." dedi. |
Kendisi yıllardır tiryakisi olduğu puroyu
bırakamayacağına göre herhalde hafta başında
Filo Komutanına söyleyip uçuş öğretmenimi
değiştirecek diye düşündüm. Hocamla yaptığım
bu konuşmayla ilgili hiç kimseye bir şey
söylemedim ve pazartesi gününü bekledim.
Pazartesi günü diğer iki Amerikalı öğrenci
ve ben filoya gelip brifing masasında
yerlerimizi aldık. Her zamanki dakikliğiyle
Mr. HURLEY tam zamanında gelip masaya
oturduğunda dudaklarının arasında purosunun
olmadığını gördüm. Mr. HURLEY'in
dudaklarında puro olmaması benim kadar masa
arkadaşlarımın ve sonra da filodaki bütün
öğretmen ve öğrencilerin dikkatini çekmişti.
Mr. HURLEY daha önce bir sohbet esnasında,
18 yaşında Amerikan Hava Kuvvetlerine
katıldığı günden beri puro tiryakisi
olduğunu, İkinci Dünya Savaşı sırasında
uçtuğu B-17 Flaying Fortress ve B-29 Super
Fortress bombardıman tipi uçakların
kokpitinde devamlı puro içtiklerini ve bu
alışkanlığı sonradan uçtuğu uçaklarda da
devam ettirdiğini söylemişti. 27 yıl
tiryakisi olduğu puroyu bir hafta sonu
tatilinde karar vererek bırakması filoda
herkesi hayrette bırakmıştı. Sigara ve puro
tiryakiliğini bilen bilir. Sigara ve puroyu
bırakmanın ne kadar zor olduğunu da bu
mereti içenler ve bırakmak için uğraşanlar
çok iyi bilir. Ben gençken bir ara bu kötü
sigara alışkanlığına yakalanmıştım.
Evlendikten sonra evimizin salonunda daha
aylık taksitlerini ödeyemediğim kumaş
koltuğun kenarını sigara ile yakınca bu
mereti bırakmaya karar verdim. Ancak 6 aylık
bir mücadeleden sonra bırakabildim. 1982
yılında Eskişehir 1'nci Üs Komutanı iken
sigarayı bırakacak olan subay ve
astsubaylara bir eşofman hediye edeceğimi
söyleyerek onları sigara denen bu illetten
kurtulmaları için teşvik etmiştim. O zaman
koskoca 1'nci Üste sadece 7 veya 8 kişi
sigarayı bırakacağını söyleyerek birer
eşofmanı hak etmişlerdi. Aradan 15 gün
geçmeden o arkadaşlardan biri sigaraya
yeniden başladığını söyleyip eşofmanı iade
etmişti. |
Bundan dört yıl kadar önce bir ziyaret için
Ankara'ya gittiğimde Merkez Orduevi'nde
kalıyordum. Pasta salonunda sabah kahvaltısı
yaparken yanımdaki masada uçuş kıyafetleri
ile üsteğmen ve yüzbaşı rütbesinde 8-9 pilot
kahvaltı ediyordu. Kahvaltıları bittikten
sonra iki pilot hariç diğerlerinin hepsi
sigaralarını yaktılar. Birazdan göreve
gidecek bu gencecik jet pilotlarının sigara
içmelerine dayanamadım ve masalarına gittim.
Kendimi tanıttıktan sonra kendilerine
"Sizler bizim göz bebeğimizsiniz! Sizler
bizim canımızsınız! Birazdan uçuşa
gideceğiniz belli. Körpecik ciğerlerinize bu
nikotin ve katran zehrini doldurmanıza yazık
değil mi?" dedim. İçlerinden sigara içmeyen
ve kıdemlileri olduğu anlaşılan yüzbaşı:
"Haklısınız komutanım. Grupta bir iki kişi
sigara içmiyoruz. Biz de bu arkadaşlarımızın
sigara içmelerinden rahatsız oluyoruz ama
bir türlü bu sigarayı bırakmıyorlar." dedi.
Bundan birkaç yıl önce sağlık kontrolleri
için GATA Haydarpaşa Hastanesine gitmiştim.
Hastanenin dış tarafında bulunan kantinin
önünde aslan gibi dört Hava Harp Okulu
öğrencisi sohbet ediyorlardı. Yanlarından
geçerken sigara içtiklerini gördüm. Gencecik
delikanlıların sigara içmesine hem çok
şaşırdım hem de çok üzüldüm. Kendilerine bir
şey söyleyip söylememekte tereddüt ettim,
bir şey söylesem de hiçbir faydası
olmayacağını düşünerek yanlarından
uzaklaştım. Gönül isterdi ki Hava Harp Okulu
öğrencileri, sağlığa son derece zararlı olan
bu sigara illetinden, okul yönetiminin
alacağı caydırıcı tedbir veya yasaklarla hiç
olmazsa öğrencilik yaptığı genç yaşlarda
dört yıl süreyle kurtarılmış olsun. |
Şimdi sigara konusunu belki biraz fazla
uzattım ama T-34A Mentor uçaklarındaki
hocamın bir öğrencisinin haklı bulduğu
şikayetine çare olması için yıllardır keyif
aldığı puro alışkanlığını terk etmesinin
mesajı daha iyi anlaşılsın istedim. Hocamın
herkese örnek olması gereken bu asil
davranışı, feragati, görev ve vazife aşkı,
gönlümde unutulmaz bir yer etmiştir. |
T-34A Mentor uçaklarında çift kumanda ve
solo 35 saat uçuşumuzu tamamladıktan sonra
T-28 Trojan uçaklarıyla uçuşa başladık. T-28
Trojan uçaklarındaki hocam Mr. Thomas
KOTOWSKI 40 yaşlarında, dinç ve zinde
görünümlü, yüksek sesle konuşan çok
hareketli bir tipe sahipti ve filonun en
sert öğretmeni olarak biliniyordu. Onun bu
sert öğretmen imajı, bizim mezuniyet
kitabımızda T-28 Trojan uçağının önünde
kendisi, diğer iki öğrenci arkadaşım ve ben
olduğum halde yer alan fotoğrafın hemen
yanındaki karikatürde çok güzel
yansıtılmıştı. Bu karikatürde Mr.
KOTOWSKI'nin ağzında bir öğrencisinin
poposundan ısırdığı bir et parçası ve
yerdeki sedyede yüz üstü vaziyette, koluna
serumlar bağlanmış, revire götürülmekte olan
bir öğrencisi çizilmişti. |
T-34A Mentor uçaklarındaki hocam Mr.
HURLEY'in puroya bırakmasından sonra onun
konuşmalarını anlama problemim ortadan
kalkınca uçuşum iyice gelişmişti. Her geçen
gün İngilizce lisanını daha iyi anlar ve
konuşur hale gelmiştim. T-28 uçaklarıyla
çift kumanda sortileri tamamlayıp solo uçuş
kontrolünü geçmiş ve ilk solo uçuşumu
yapmıştım. Bu arada Mr. KOTOWSKI'nin de
bizlere bahsettikleri kadar korkulacak bir
öğretmen olmadığını anlamıştık. |
Size biraz da T-28 uçağından bahsetmeliyim.
Amerikan Hava Kuvvetlerinde uzun yıllar
hizmet gören T-6 uçağının yerini almak üzere
imal edilen bu uçak 6800 libre gros
ağırlığında, 800 HP motoru, 40 feet kanat
genişliği, 30 feet gövde uzunluğu ve 13 feet
yüksekliği ile oldukça büyük bir uçaktı. ABD
Deniz Kuvvetleri bu uçağı ön iniş
takımlarında katapult kalkışları için
yaptırdığı modifikasyonla çift ön tekerlekli
hale getirip, kuyruk altına hook taktırarak
ve motor gücünü 1300 HP'ye çıkararak uçak
gemilerinde Deniz Kuvvetleri pilotlarının
iniş-kalkış eğitiminde kullanmışlardır. T-28
uçaklarının makineli tüfek, bomba ve roket
kızakları takılarak muharip görevlerde
kullanılacak hale getirilen tiplerinden 300
adedi 1950'li yılların sonunda Fransa'ya
satılmış, Fransız Hava Kuvvetleri bu
uçakları önce Cezayir Savaşı'nda daha sonra
da uzun yıllar pilot eğitiminde
kullanmıştır. |
|
Tğm. SARP T-28 Uçağı
Önünde |
Mayıs 1957 / Hondo-Texas |
|
“NOT:
T-28 uçağının önünde çektirdiğim
fotoğrafta uçağın büyüklüğü hakkında bir
fikir edinilmektedir. Fotoğrafta başımda
görülen keple ilgili de ilginç bir
hatıramı anlatmalıyım. O yıllarda Hava
Kuvvetlerinde kep giyilmiyordu Kepin
kıyafet kararnamesiyle kabul edilmesi
çok sonraki yıllarda olmuştur. Biz
Amerika'da
uçuşlara başladığımızda Hava
Kuvvetlerimizin kıyafet kararnamesinde
kepin olmayışı özellikle yazın Texas
gibi sıcaklığın çok yüksek olduğu bir
yerde problem olarak ortaya çıktı.
Amerikalı ve diğer yabancı ülkelerin
öğrenci pilotları ince hafif keplerini
giyerken biz başımızdaki şapkalarımızla
çok rahatsız oluyorduk. Ama duruma hemen
bir çare bulduk. Amerikalıların
keplerinin kenarlarında fermuara benzer
madeni bir zincir olurdu. Biz bu
zincirleri söktük, kepin sol tarafına da
rütbe işaretlerinde kullandığımız
yıldızlardan birini takarak resmi
elbiselerimizin üzerine giyeceğimiz bir
kep meydana getirdik, böylece Texas'ın
kavurucu yaz sıcağında başımızdaki ağır
şapkaları taşımaktan kurtulmuş olduk” |
T-34 uçağından sonra bize çok heybetli gelen
T-28 uçağı güzel aerodinamik yapısı ve
performansıyla bir savaş uçağı gibiydi. İlk
solo uçuşumdan sonraki çift kumanda uçuşta
hocam bana uçağın akrobasi hareketlerinde de
ne kadar mükemmel bir performansı olduğunu
göstermişti. Ertesi gün yazıldığım solo
uçuşta bu akrobasi hareketlerinden
bazılarını denemeliyim diye aklımdan
geçirmiştim. O günkü solo uçuşun 1 saat 15
dakika olarak planlanmıştı. Hocam uçuş
görevimi uçuş öncesi brifinginde anlatma ve
ayrıca küçük bir kağıda şandel, tembel
sekiz, sağa ve sola viril, gazlı ve gazsız
perdövites çalışmaları gibi rutin
hareketleri yazarak bana vermişti. |
Kalkıştan sonra çalışma sahasına yaklaşırken
hocamın yerde yazılı olarak verdiği
hareketlerden önce hafta sonunda üs
sinemasında havacılıkla ilgili gösterilen
filmde gördüğüm bir hareketi yapmak aklıma
geldi. 1957 yılında İkinci Dünya Savaşı'nın
üzerinde pek fazla bir zaman geçmemişti ve o
sıralarda oynatılan filmlerin çoğu savaş
filmi olurdu. Savaş filmlerinin hemen
hepsinde de sanki arşivden çıkmış gibi dört
uçak kolda sağa kademede süratle yaklaşır,
liderin sert bir yatışla uçağı yatırıp terse
geçmesini ikişer saniye arayla diğer uçaklar
takip ederdi. Seyrettiğim filmlerin en güzel
görüntüsü de bu uçakların peş peşe ayrılıp
terse geçişleriydi. |
İşte şimdi ben de bu solo uçuşumda o
savaş pilotları gibi bu hareketi
yapmalıydım. İrtifam herhalde 3000-3500
feet civarında olmalıydı. Düz ve ufki
uçuşta gazı sonuna kadar açıp aynı o
filmdeki pilotlar gibi sürati iyice
artırdım. Filmdeki gibi sert bir yatışla
terse geçtim ve terste çekişe başladım.
Daha önce hocamla uçtuğum çift kumanda
sortilerde looping, immelman gibi şakuli
akrobasi hareketleri yaparken hocam
çekilen "G"ye karşı karın kaslarının
sıkılıp nefesin tutulmasını öğretmişti
ama şimdi yaptığım bu hareket bir
akrobasi hareketi değil diye aklımdan
geçirmiş ve boş bulunmuş olmalıyım ki "G"ye
karşı herhalde bir hazırlık yapmamıştım.
Terste çekişe başlayınca önce etrafı
bulanık görmeye başladım. (Grey-out)
Lövyede çekişi arttırınca bir an hiçbir
şey göremez oldum ve kendi kendime,
"Hah! İşte şimdi black-out oldun."
dedim. Black-out olduktan sonra
saniyeler içinde de bayılıp tamamen
kendimi kaybettim. Havada ne kadar süre
kendimi kaybetmiş olduğumu ve uçağın bu
süre içinde ne gibi hareketler yaptığını
tabii ki bilmeme imkan yok. Bir ara
kafamın ve vücudumun kontrolsüz bir
şekilde sarsılıp titremesi ile kendime
geldim ve ortalığı görmeye başladım. O
anda uçak 90 dereceye yakın tırmanışta
ve 30-35 derece sağa yatışta perdövites
olmuş titriyordu. Demek ki ben kendimi
kaybettiğim halde elim lövyeyi
bırakmamış ve kol kaslarım da refleksle
çekişe devam etmiş. Çekişe devam edip
uçak burun yukarı durumda üzerindeki "G"
yükü kalkınca, hareketin başında "G"
tesiriyle beynimden karış boşluğuma ve
ayaklarıma doğru giden kan tekrar
beynime dolmuş ve beni kendime getirmiş.
Başımın ve vücudumun titremesi geçerken
uçağı perdövitesten kurtarıp düz uçuş
durumuna getirdim. Düz uçuşa geçip biraz
sakinleşince tam karşımda meydanımızı
gördüm. Kalkışımdan o ana kadar sadece
10 dakika geçmişti. Herhalde geçirdiğim
baygınlığın etkisiyle ve tam karşımda
meydanı görünce başka bir şey düşünmedim
ve derhal meydana dönüp inmeye karar
verdim. Kuleden iniş talimatı istedim ve
meydana yaklaşmaya başladım. Bir
taraftan da kendi kendime "Sersem İrfan!
Sen şimdi ne yaptığını sanıyorsun?
Maşallah ne kadar da çabuk plazlandın da
kendini savaş pilotu gibi görmeye
başladın. Şurada bir hiç uğruna, boşu
boşuna ölüp gideceksin! Yazık değil mi?"
gibi şeyler söylüyordum. |
Kalkışımdan 10 dakika geçmeden iniş
müsaadesi isteyince kule erken iniş
sebebini öğrenmek istedi ve uçakta
bir arıza olup olmadığını sordu.
Uçakta bir arıza olmadığını
söyledim. Normal inişimi yapıp piste
terk ettikten sonra park yerine
doğru rule yaparken planlanan
uçuştan 1 saat önce iniş yapmamın
sebebini soracak olan hocama ne
cevap vereceğini düşünmeye başladım. |
O anda Gaziemir'de uçuşlara
başlamadan önce bizlere
İngilizce havacılık terimleriyle
ilgili ders veren İngilizce
öğretmenimiz Yüzbaşı Hilmi
SEVER'in bize öğrettiği
İngilizce terimler yanında
anlattığı havacılık hikayeleri
ve yaptığı tavsiyeler aklıma
geldi. Yzb. SEVER İkinci Dünya
Savaşı'nın devam ettiği
yıllarda. 1943-44 arasında
Amerika'ya pilotaj eğitimine
gönderilen subaylar arasındaydı.
Amerika'da pilotaj eğitimini
tamamlayıp Türkiye'ye dönünce
Thunderbolt uçaklarında uçarken
kaza geçirmişti. Bu kazada alın
kemikleri ile yüzünün sağ tarafı
parçalanan ve yüzü ve alnı
deforme olan Yzb. SEVER uçuştan
ayrılmış ve İngilizce öğretmeni
olarak Hava Harp Okuluna
atanmıştı. Yzb. SEVER bize pek
çok defa, "Arkadaşlar, araba
kullanırken bir trafik suçu
işlerseniz ve trafik polisi sizi
yakalarsa ceza vermemek için
trafik polisine yalan
söyleyebilirsiniz. Hatta sırası
geldiğinde sevgilinize de yalan
söyleyebilirsiniz. Ancak her ne
sebeple olursa olsun uçuşla
ilgili bir konuda sakın ola ki
uçuş öğretmeninize ve uçuş
birlik komutanınıza yalan
söylemeyin. Aksi halde bu yalan
gelip sonunda ayağınıza dolaşır
ve size bütün itibarınızı
kaybettirir." derdi. |
Türkiye'nin 1952 yılında
NATO'ya girmesinden sonra
ABD ve Kanada Hükümeti ile
yapılan ikili anlaşmalar
çerçevesinde Türkiye'de
belirli bir süre uçup
başarılı olan pilot adayları
pilotaj eğitimleri için ABD
ve Kanada'ya gönderilirdi.
Türk Hava Kuvvetlerinin
aldığı bir karar gereğince
ABD veya Kanada uçuş
okullarında uçuş sebebiyle
başarılı olamayıp geriye
gönderilen subaylara
Türkiye'de uçuş hakkı
verilmez, bu subaylar Hava
Kuvvetlerinin ihtiyaç
duyduğu yer branşlarındaki
görevlere tertip
edilirlerdi. |
İnişimi yapıp park
yerine doğru rule
yaparken işte bunlar
aklımdan geçiyordu. Ben
bu uçuşumda düpedüz
disiplinsizlik yaparak
havacılık mesleğinde hoş
görülmesi zor bir hata
işlemiştim. Uçuşta
disiplinsizlik yapanın
da kolay kolay
affedilmeyeceğini
biliyordum. Hani havada
uçağımda bir arıza olsa
ve hatta motorun
sesinden en ufak bir
şüphe duysam uçuşu erken
kesip dönüp inmeme kimse
bir şey diyemezdi.
Kendimden başka hiç bir
kimse benim havada
bayıldığımı
bilemeyeceğine göre
uçuştan erken dönüşüm
için başka herhangi bir
sebep uydurabilirdim.
Fakat sonunda ne olursa
olsun ve benim hakkımda
ne karar verilirse
verilsin başımdan
geçenleri hocama
dosdoğru anlatmaya karar
verdim. |
Uçuş kulesi hocama
benim erken inişe
geldiğini söylemiş.
Hocam da havada
sadece 15 dakika
kalıp inişe gelmeme
bir anlam verememiş.
Ben uçağı park
ettiğimde hocamın
park yerinde beni
beklemekte olduğunu
gördüm. Brifing
salonuna gidip
masamıza
oturduğumuzda
merakla erken iniş
sebebini öğrenmek
isteyen hocama her
şeyi başından sonuna
kadar tüm
ayrıntılarıyla
anlattım. Havada
bayılıp yeniden
kendime geldiğimde,
yaptığım bu işe çok
kızdığımı, kendimi
iyi hissetmediğim
için de bu şekilde
uçmamın bir faydası
olmayacağını
düşünerek meydana
döndüğümü söyledim.
Filomuzun en sert
tabiatlısı olan
hocamın bana: "Sarp,
yaptığın bu
disiplinsizliğini
affetmem mümkün
değil! Bavulunu
topla, Türkiye'ye
geri dönüyorsun."
demesini
bekliyordum. Ancak
hocam hiçbir
kızgınlık belirtisi
göstermedi. Herhalde
ilk defa böyle bir
olayla
karşılaşıyordu. Her
zaman kızgın olan o
adam gülmeye başladı
ve bana: "Sarp, izah
ettiğin hareketten
anladığıma göre sen
'Split S" yapmaya
çalışmışsın ama
benim tabirimle 'Shit
S (ass!)" hareketi
yapmışsın. Şimdi sen
kantinden bir şeyler
ye ve biraz dinlen,
ben programa
birlikte bir çift
kumanda uçuş
yazdırayım, beraber
çıkalım ve sana 'Shit
S' değil de "Split
S'nin nasıl
yapıldığını izah
edip göstereyim."
dedi. Bana kızmak
bir yana, beraber
uçuş yazdırdığına
göre demek ki
hocamın benim
hakkımda bir
disiplinsizlik
işlemi
yaptırmayacağını
anlamış ve buna
dünyalar kadar
sevinmiştim. |
Park yerine
gidip motoru
çalıştırdık ve
kalkıştan sonra
çalışma
bölgemize doğru
tırmanmaya
başladık. Mr.
KOTOWSKI çalışma
bölgemize
yaklaşırken
kendisinin
İkinci Dünya
Savaşı sırasında
muhtelif tipte
av uçaklarında
uçtuğunu ve son
uçtuğu P-51
Mustang tipi
uçaklarda
kendisinin de bu
"Split S"
hareketini
yapmaktan çok
hoşlandığını
söyledi. Benim
en başta
yaptığım hatanın
uçağın tam yakıt
yükü ile bu
hareketi denemem
olduğunu; T-28
Trojan uçağında
viril, şakuli
akrobasi
hareketleri ve
Split S gibi
hareketleri
yapmadan önce
yakıt yükünün
belirli bir
seviyeye inmesi
gerektiğini izah
etti. Ağır yakıt
yükünün uçağın
performansına
olan tesirlerini
izah ederken,
yüksek bir
balkondan atılan
bir kağıt, bir
tahta parçası ve
bir güllenin
farklı ivmelerle
yere düşüşünü
(Newton Kanunu)
misal verdi ve
bana, "İşte sen
kalkıştan hemen
sonra tam yakıt
yüküyle gülle
gibi olan bir
uçakla bu
hareketi yapmaya
kalkışmışsın."
dedi. T-28
Trojen uçağı 40
feet
uzunluğundaki
kanadının geniş
hacimli yakıt
depolarına uzun
süre havada
kalacak kadar
yakıt
alabiliyordu.
Her hocanın
genellikle üç
öğrencisi olur
ve uçak normal
olarak günde üç
sorti uçuş
yapardı. Birinci
sortiden sonra
ikinci ve üçüncü
sortiler
arasında yakıt
ikmaliyle zaman
kaybetmemek için
ilk sorti uçuşta
uçağın depoları
tam dolu olurdu.
Ben o sabah ilk
sorti uçuşa
yazılmıştım ve
dolayısıyla tam
yakıt yüküyle
kalkış
yapmıştım. Hocam
yaptığım ikinci
hata olarak da
bu harekete
filmdeki
pilotlara özenip
çok yüksek bir
süratle başlamış
olmamı gösterdi.
"Uçuculuğun ve
hayatın
gerçekleri ile
filmlerde
gördüklerin
hiçbir zaman
birbirinin aynı
olmaz." dedi.
Üçüncü hatam ise
bu harekete düz
uçuş durumunda
başlamış olmam
idi. Hocam
bunları
anlattıktan
sonra gazı kesip
burnu 30-40
derece ufkun
üzerine getirdi,
sürati düşürerek
terse geçip
hepimizin
bildiği "Split
S" hareketinden
birkaç tane
gösterdi. Bana
da aynı şekilde
üç dört tane "Split
S" hareketi
yaptırdıktan
sonra
meydanımıza
dönüp iniş
yaptık.
|
Şimdi aradan
50 küsur yıl
geçtikten
sonra bu
olayı
anlatırken
benim hem
çok sert,
fakat sert
olduğu kadar
da mert ve
çok hoşgörü
sahibi hocam
Mr.
KOTOWSKI'yi
saygıyla
anıyorum. |
İrfan SARP
e-posta
isarp56@gmail.com |
|