Türk Kurtuluş Savaşı, Türk
Milleti bakımından, Birinci
Dünya Savaşının ikinci ve son
safhasıdır. Birinci safhada
(Birinci Dünya Savaşı) Osmanlı
Devleti, ortaklarıyla birlikte
ağır bir yenilgiye uğramış ve
Sevr Antlaşmasıyla ölüme mahkûm
edilmişti. Bu ölüm
antlaşmasıyla; dünyada yeniçağı
açan ve üç büyük kıtada kurduğu
imparatorlukla milletlerin
kaderlerine yön veren bir devlet
tarihten tasfiye ediliyordu.
İkinci safhada (Kurtuluş Savaşı)
Türk Milleti, milli
yeteneklerinin gelişmesini
önleyen ve haysiyetini hiçe
indiren saltanat rejim ve
idaresine isyan etmiş, Birinci
Dünya Savaşı galiplerini temsil
eden bir orduyu Anadolu
topraklarına gömmüş, ölüm
belgesi olan Sevr Antlaşmasının
yargılarını kanı ile silmişti.
Bu sebeplerle Lozan Konferansı,
bir savaşı sonuçlandıran normal
bir konferans olmayacaktı. Bu
konferans Kurtuluş Savaşını sona
erdirecek, Birinci Dünya
Savaşının pürüzlerini
temizleyecek ve daha önemli
olarak, yıkılan Osmanlı
İmparatorluğunun yüzlerce yıllık
korkunç sorun ve hesaplarını
tasfiye edecekti. Bu konferansın
bir cephesinde yalnız Türkiye,
diğer cephesinde Birinci Dünya
Savaşının büyük küçük bütün
galipleri ve Kurtuluş Savaşının
mağlubu Yunanistan bulunacaktı.
Bu konferans; yükseliş,
duraklayış ve çöküş devirlerini,
dolayısıyla tarihi ömrünü
tamamlamış bir imparatorluğun
yıkıntıları arasından doğan genç
bir devletin gelecekteki
kaderini tayin edecekti.
Konferansta çözümlenmesi gereken
sorunlar çeşitli, çapraşık ve
ağırdı. Buna göre, böyle bir
konferansın başarıya
ulaştırılması ve yeni Türk
Devletinin tam bağımsızlığını
sağlayan bir antlaşmayla
sonuçlandırılması, pek çetin
geçmesi tabii olan siyasi
mücadelenin de kazanılmasını
gerektiriyordu. Bu mücadelenin
taraflarından Türk temsilcileri
henüz sonuçlanmamış bir savaşın
genç bir Komutanı (İsmet Paşa)
ile siyasi alanda pişmemiş iki
genç devlet adamından (Hasan
Saka ve Rıza Nur) oluşmuştu.
Karşı tarafın temsilcileri ise
dünyanın belli başlı
devletlerinin siyasi faaliyetler
içinde yoğrulmuş, pişmiş ve
siyasi alandaki üstün
nitelikleriyle ün salmış
kişilerdi. Ancak, bu
dengesizliği ortadan kaldıran
bir gerçek vardı, o da
Türkiye'nin davasını Lozan'a
götürecek olan Türk Delege
Heyetinin, elde etmesi gerekli
hedefi açık ve kesin olarak
bilmesi idi. Bu hedef,
Türkiye'nin, her özgür ve
bağımsız devlet gibi, tam
istiklaline sahip olmasından
ibaretti. Türk heyeti Lozan'da
Türk Milletinin sekiz yıldan
beri döktüğü kanlarla elde
ettiği bir hakkı savunacaktı.
İşte, Lozan Konferansında ya bu
hakkı sağlayacak şartlar elde
edilecek veya savaşa devam
olunacaktı. |