2 ay kadar önce Atatürk Havalimanı’nda sis
yüzünden iniş kalkış gecikmeleri yaşanmış,
uçaklar başka meydanlara yönlendirilmiş, birçok
yolcunun protestoları medyaya yansımıştı. Hattâ
bir milletvekilimiz zorla uçağın kapısını
açtırarak inmişti. 19 Ocak günü ise uçakların
buzlanma çözücü ilaçlarla yıkanması nedeniyle
yaşanan kalkış gecikmesi, İstanbul-Diyarbakır
seferini yapacak olan Onur Air uçağında infial
yarattı. 5 yolcu küçük çapta bir isyan çıkararak
uçaktan inmek istedi; kabin ekiplerinin
engelleme çabalarına karşın acil çıkış kapısını
zorlayarak slide patlattı. Bu olayda 20 bin $
maddi zarar, 7 saatlik uçuş gecikmesi oldu.
Olayın iki boyutu var gibi görünüyor; ilki,
itaatsiz-agresif yolcu (unruly passenger)
kavramıyla ilgili. Ama ikincisi daha önemli
olup, belki hepimizi zaman zaman yoklayan
sabırsızlık, sıkıntı ve bir an önce istediğimiz
yere varma aceleciliği, yani “Eve Dönüş
Sendromu”dur. “Olabildiğince çabuk kalkalım,
saçma ve gereksiz (!) prosedürleri atlayalım...
İnişte de olumsuz koşullar olsa bile ‘birazcık
riske girip’ hemen iniverelim...” gibi
sabırsızlık tutumu içinde olan insanlar, bir
kazayı kolaylaştıracak psikoloji içindedirler.
|
Lütfen hepbirlikte hayâl edelim; birbuçuk
saatlik bir uçuş süresi sonunda evinize
varacaksınız; çocuğunuzun yaş günü, eşinizin
hazırladığı güzel bir sofra, annenizin
hastalığı, yapılacak önemli işler,
randevular, özlemler... kafanızda uçuşuyor.
Ama uçak bir türlü havalanmıyor; pist
trafiği yoğunmuş, buz çözme işlemleri
yapılıyormuş... Sinirler geriliyor! Sesini
yükseltenler, huzursuzlananlar oluyor; kabin
içindeki elektrik yükü dalga dalga kokpite
de yayılıyor. Bu sırada bir patırtı kopması
an meselesi; özellikle de bizimki gibi
otorite boşluğu olan uçuşlarda. Yurtdışı
uçaklarında kuzu gibi olan bazı
insanlarımız, bizim uçaklarımızda (sırtını
dayadıkları birileri de varsa) horoz
kesiliyorlar; kaptanı takmaz, kabin memurunu
hiç takmaz, tehdit eder, hıncını alamazsa
ertesi gün evinin önünde dövmeye gider, ya
da yukarılardan azarlatmaya, işten
kovdurmaya çalışır. Kaptan’ın inişte polis
davet edip şikâyetçi olması mümkün, ama
genelde birşey çıkmaz, bir iki ifade alınır,
iş biter. Olumsuz hava koşullarının ve pist
trafiği yoğunluğunun yaşandığı batı
ülkelerinde de benzer gecikmeler olabiliyor.
Ama oralarda itaatsiz-agresif davranışların
cezası ağır: Av. Yaşar Öztürk, ABD’de uçuş
görevlilerine saldırıda bulunan kişilere 20
yıla kadar hapis cezası verildiğini
yazmıştı... Cezalar böyle caydırıcı olunca
her babayiğit hostesi itekleyip slide
patlatamıyor. |
Hikâyemize devam edelim. Gecikmeli de
olsa kalktık, ineceğimiz meydan üzerine
de geldik, ama ‘aşağıda sis var, pist
buzlu, ILS yok’ gibi bir nedenle
inemiyoruz, başka bir meydana
yönlendiriliyoruz... İnişin iptali, geri
dönmek veya başka bir şehire inmek;
programların altüst olması, yeniden
yolculuk sıkıntılarına girmek vs.
herkeste bir hayâl kırıklığı yaratıyor.
Çok az kişi, “olsun, riske girmedik
ya, canımız sağ, pilotumuz da diğer
yetkililer de böylesini uygun
görmüşlerse hayırlısı budur” der!
Ama çoğu kişi, İndiana Jones benzeri
kahraman (!) pilotlar arar, bu
olumsuzluklara rağmen pilot uçağı
indiriverseydi, diye hayıflanır... Bazen
şirket yöneticilerinin de ek masraflar,
bağlantılı uçuş sorunları vb. gibi
nedenlerle pilotlara inisiyatif
vermedikleri, inişe zorladıkları
söyleniyor. |
Hikâyemizin iki farklı sonu var:
İlkinde pilot baskılara boyun
eğiyor. (Belki onun da uçuş sonrası
için plânladığı birşeyler var; belki
çok yorgun, inişten sonra hemen
yatacak; belki dönüş uçuşunun
saatlerce sarkacağından kaygı
duyuyor). Pilotumuz risk alıyor,
inmeye çabalıyor, ilâhların da
yardımıyla kaza olmuyor, yolcular
alkışlıyor... Ya da ilâhlar yardımcı
olmuyor, kaza oluyor! Herkes, ‘neden
inmeye çalıştı ki, biraz daha meydan
turu atsaydı, dönseydi...’ diye
söyleniyor, kızgın gözyaşları
döküyor... İkincisi, kaptan
pilotumuzun gerçek bir liderlik
sergilediği senaryodur: Herkesin bir
an önce evine gitmek istediğinin
farkında, ama herkesin ‘sağ sâlim
gitmesinin’ öncelikli olduğunu
bilen, baskılara ne pahasına olursa
olsun direnebilen, gereğini yapan
kaptanın hikâyesi...
|
2003 yılındaki Diyarbakır
kazasında eve dönüş sendromunun
rolü olabileceğini düşünüyorum.
Bu kazadan 5 dakika önce uçak
içinde bir anket yapılmış
olsaydı; yolculara meteorolojik
koşulların iniş için elverişli
olmadığı, uçağın G.Antep’e veya
Malatya’ya inmesi konusunda ne
düşündükleri sorulmuş olsaydı,
muhtemelen yolcuların %80’i
pilotun uçağı indirmeye
çalışmasını isterlerdi...
Kuralları uygulamaktan,
emniyetli davranmaktan yana olan
pilotu eleştirici ve risk almaya
zorlayıcı tepkiler de
verebilirlerdi. Bu manevi
baskılar altındaki pilotun
zihninin berrak, kararının
sağlıklı olacağı öngörülemez. |
Pilot bu ve benzeri
baskıları daima sırtında
hisseden kişidir. Onu risk
almaya zorlayan görünmez
nedenlerden birisi olan Eve
Dönüş Sendromu’nu bilmeli,
bir karar alırken içsel
tartışmasında bunu
dışlayabilmelidir. Bu
beceriyi gösterebilmek için
de, içgörü, özgüven,
kararlılık ve iş kaybetme
endişesi olmamak koşulları
gerekiyor. Uçağa yolcu
olarak adımını atan insanlar
da, bu uçuşta kalkış veya
iniş gecikmeleri
olabileceğini, seyahatinin
uzayabileceğini baştan
hesaba katmalı, gecikme
yüzünden hayâl kırıklıkları
yaşayıp öfkelenmemesi
gerektiğini kendisine baştan
telkin etmelidir.
|
Kaynak: Doç.Dr. Muzaffer
Çetingüç,
www.airkule.com |
|
|
|