Havacılığı
çok seven
birisi
olarak
Facebook
üzerinde
bulunan
“Eski
F-104’çüler”,
“F-100 Super
Sabre Family”,
“Eski
F-102’ciler”,
“Türk
F-4’leri”,
“Askeri
Havacılık”
ve “Military
Aircraft of
Cold War”
gibi bir çok
havacılık
sitesinin
üyesiyim.
|
Oralarda her
gün onlarca
birbirinden
güzel
tayyare
fotoğrafları
paylaşılıyor.
Kamuflajı,
mühimmat
istasyonları,
taşıdıkları
mühimmatların
özellikleri,
tayyarenin
motoruna
kadar bir
çok konuda
bir çok
değerli
bilgi alış
verişi
yapılıyor; o
kadar ki ben
şahsen
okuduğum
bilgilerin
yüksek
seviyesi
karşısında
şaşırıyorum
ve bu
bilgilere
sahip
üyelerimizle
gurur
duyuyorum. |
O uçan tayyare
fotoğraflarını
tüm grup üyeleri
en ince
ayrıntısına
kadar
irdeliyorlar,
ama bir de orada
kokpit içinde
kanopinin
arkasında kask
takmış küçük bir
kafa görüyoruz
genellikle. İşte
ben de bu
‘kasklı kafayı’
irdelemek
istiyorum,
kaskını, uçuş
tulumunu
çıkartıp o
bireyi ve
ailesini
inceleyeceğim
sizlerle… |
O bireye pilot
diyoruz;
hayatını
kazanmak için bu
mesleği seçmiş
bir insan.
Hepimiz gibi
duyguları olan,
sosyal yaşam
içinde aynı
zorluklarla baş
etmeye çalışan,
evli ise iyi bir
aile babası
olmak için
uğraşan sıradan
bir insan. |
Yaptığı iş hiç
de sıradan
olmasa da,
genellikle bunun
farkında olmadan
uçmayı bir hayat
tarzı olarak
benimsemiş bir
insan. |
Bendeniz de bir
pilot çocuğuyum.
Havacılığa ve
tayyarelere
aşırı
düşkünlüğüm
nedeniyle
sömestr ve yaz
tatillerine
gitmek yerine
filoya gitmek
için babasına
yalvar yakar
türlü dil dökmüş
ve aşırı bir
disipline
uyacağıma söz
vermiş, bunun
sonunda da eğer
uygunsa her
defasında neler
yapabilirim
neler yapamam ve
davranışlarım
nasıl olmalı
konularında sıkı
bir briefing
alarak bu
emeline
defalarca
ulaşmış
birisiyim. Bu
süreç
bilinçlenmeye
başladığım altı
yaşımdan
başlayarak
üniversiteden
mezun oluncaya
kadar böyle
devam etti.
|
Yeri gelmişken
belirtmem
gerekir, üslerde
geçirdiğim
zamanda
filolarda,
hangarlarda,
uçuş ve pist
başı kulesinde
uçan uçuran
herkes ile yakın
dostluklar
kurmuş ve boş
boş tayyarelere
bakmak yerine
gözlemler yapmış
ve sonrasında da
analizler yapmış
birisiyim.
|
Çalışma
hayatımda son
derece inandığım
“takım
çalışması”
kavramının
benzersiz bir
örneğini
defalarca izleme
imkanı bulmuş
birisi olarak,
oralarda elde
ettiğim
gözlemsel
deneyimlerimi iş
hayatımda
çalışma
arkadaşlarıma
anlatarak “takım
ruhu”nu tatbik
etmek imkanı
buldum.
Türkiye’de
Formula 1
yarışları
popüler oluncaya
kadar, takım
çalışması ve
takım ruhu
kavramlarını bu
kadar iyi
anlatan başka
bir örnek
havacılık
dışında yoktu.
Doğal olarak
herkesin de bunu
gözlemleme
imkanı olmadığı
için ben sivil
iş hayatımda
biriktirdiğim bu
deneyimleri
örnekleriyle
anlatıyordum
çalışma
arkadaşlarıma ve
yeri geldikçe
elimden
geldiğince tüm
departman olarak
uygulanması için
çaba sarf
ediyordum. |
Üslerde
geçirdiğim
vakitlerde
aldığım
briefinge bağlı
kalarak kimsenin
yapacağı işe
engel olmadan
bütün uçan ve
uçuranlar ile
dostluklar
kurdum daima.
Önceleri hepsine
“amca” diye
hitap ettiğim bu
görevli kişilere
yıllar içinde
“ağabey” diye
hitap etmeye
başladım ve
sonunda bana
“ağabey” diye
hitap edilen bir
konuma geldim.
Ama her ne
olursa olsun
uçan ve
uçuranlara daima
sonsuz bir saygı
duydum; bugün de
aynı saygıyı
duyuyorum,
nerede ne zaman
bir uçmuş
uçurmuş
birisiyle
karşılaşsam
gözlerim dolarak
onlara saygı ve
sevgi ile
sarılırım. |
MERZİFON’DA
BAŞLAYAN
UÇUŞ ANILARI |
Tekrar o kasklı
kafanın hayatını
irdelemeye geri
dönersek, ilk
hatıralarım
Merzifon ile
başlar. Hayal
meyal
hatırladığım
anılar ama çok
sıkça kendi
ailemden ve amca
diye hitap
ettiğim insanlar
ve onların
ailelerinden
dinlediğim
hatıralar.
|
Lojman kavramı
yok henüz o
yıllarda, herkes
şehir içinde
genellikle bir
oda bir salon
kiralık, sobalı
evlerde yaşıyor.
Filolarda henüz
bugünkü gibi
filo binalarının
olmaması şöyle
dursun, evine
iki buçuk
liralık çöp
tenekesini almak
için o ay
bütçeyi
tutturamayan,
bir sonraki ayın
maaşı ile bir
çöp tenekesi
edinebilmek için
aile bütçe
planlaması
yapılan yıllar. |
Cumartesi
günü de
yarım gün
mesai olduğu
için tek
eğlencenin
aileler ile
birlikte
Cumartesi
akşamı
şehirdeki
askeri
gazinoya
gidilen ama
dostluk ve
arkadaşlığın
tavan
yaptığı
yıllar.
|
Böyle çok yakın
aile dostlukları
içinde geçen
hayatın içinde
bir gün ansızın
“Şehit” diye bir
kavramını
öğrenmek zorunda
kalıyorsunuz.
Amca diye hitap
ettiğiniz, büyük
ihtimalle kızı
ve/veya oğlu ile
bir gün önce
oyun oynadığınız
birisi şehit
oluyor. |
Sadece bir
ayda beş
şehit
verilmiş o
yıllara
döndüğünüzde
çok değişik
duygular
yaşanmış
olduğunu
görüyorsunuz.
Sivil
hayattaki
yaşıtlarınızın
henüz haberi
dahi
olmadığı bu
kavram,
havacılığı
bir yaşam
biçimi
olarak
benimsemiş
bu camiada
acı ama
yaşanması
olası bir
gerçek
olarak
duruyor her
an
karşınızda.
|
O yıllarda
Türkiye’de
evlerde
sabit hatlı
telefon
olmazdı,
yerleşik bir
adresiniz
olsa bile
PTT’ye
yaptığınız
telefon baş
vurunuzun
yirminci
yılında
filan
telefon
bağlanma
sıranız
gelirdi.
Telefon
başka nasıl
olur daha
bunu bilmeye
onlarca yıl
vardı. Ama
bir kaza
kırım
olduğunda
her nasıl
haber
alınır, bu
haber nasıl
şehre
hızlıca
ulaşır
bilinmez,
ama kaza
kırım haberi
hızla
yayılırdı.
Tüm pilot
ailelerinde
gözler dolu
gergin bir
bekleyiş
başlardı.
Bazen mesai
arabalarının
güzergahı
üzerinde
toplaşırdı
anneler. Kim
acaba,
hangimizin
eşi, kimin
babası
soruları
uzunca
endişeli bir
bekleyişten
sonra acı
bir şekilde
cevap
bulurdu.
|
Lojman kavramı
hayata girmeye
başladıktan
sonra gördük ki,
bir çok ana jet
üssün lojmanları
üsse çok yakın
ve uzaktan da
olsa üssü
görebilecek
şekilde
konumlandırılmıştı.
Dolayısıyla
kurtarma
helikopterinin
kalktığı
lojmanlardan
görülürdü. Böyle
bir durumda
anında hayat
durur,
olağanüstü bir
durum olduğunu
tüm aileler
anlardı. Birçok
kez aileler üs
nizamiyesine
koşar gider,
sevdikleri
hakkında bilgi
almaya
çalışırlardı. |
İlerleyen
saatlerde
bir an gelir
ve
lojmanların
nizamiyesinden
lacivert
renkli
askeri bir
ambulans ile
komutan
arabası
girerdi
yavaş yavaş,
herkesin
yüreği
ağzında
kimin evinin
önünde
duracak diye
adeta geçmek
bilmeyen
çaresiz bir
bekleyiş
sonunda o
ambulans ve
komutan
arabası
ateşin
düştüğü bir
evin önünde
dururdu.
|
DOKTORLA GELEN
MAVİ ARABA |
Kendilerine
sakinleştirici
iğne yapmak
üzere gelen
doktoru görmek,
artık hiçbir
şeyin eskisi
gibi
olmayacağının
mesajıydı o aile
için. Diğer
evlerdeki anne
babalar ise
yüreklerindeki
acıyı belli
etmeden,
gözlerindeki
yaşlarını
gizleyerek
çocuklarına
karşı taviz
vermeyecekleri
bir ketumiyet
içine
girerlerdi;
hatta sanki
hiçbir şey
olmamış gibi
çocuğuyla oyun
oynamak veya ona
ders
çalıştırmak,
sorunlarıyla
ilgilenmek
zorunda
kalırlardı.
Sonra çocuklar
uyuduktan sonra
bu anneler
babalar baş başa
kalınca ne
konuşurlardı hep
merak etmiş ama
hiçbir zaman tam
olarak
öğrenememişimdir.
Havacı
ailelerinde
ketumiyet önemli
bir erdemdir. |
Sabah işe gitmek
için uyanmış bir
babanız vardır,
birlikte
kahvaltı
edersiniz, size
derslerinizi
okulunuzu filan
sorar, annenizle
aile meseleleri
hakkında
konuşur, akşam
ile ilgili plan
yaparsınız. O
babanız koşarak
mesaisine gider.
Pilot çocuğu
iseniz kabul
etmeseniz de
içinizden
bilirsiniz
endişe edersiniz
çünkü babanızın
bu tehlikeli
mesleği tüm
ailenin bir
yaşam tarzı
olmuştur artık.
Konuşmadan
anneniz ile
bakışır, aynı
şeyleri düşünür,
ikiniz de
aklınıza
getirmeden
sarılırsınız;
hiçbir şey
olmamış gibi siz
okulun yolunu
tutarken anneniz
de kendi işine
gitmiş veya ev
işlerine
dalmıştır bile. |
Babalar ise kaza
kırımın analizini
yaparlar, çok üzülür
adeta arkadaşları
ile birlikte ölürler
ama yüreklerinde en
ufak bir korku
olmadan yine asuman
aşkı ile buluşmaya
koşmaya hazırdırlar;
ne de olsa onlar
vatan için kanlarını
göklerde akıtmaya
ant içmişler, yemin
etmişlerdir. |
Yukarıda
vurguladım
ketumiyet
havacılıkta
önemli bir
erdemdir diye,
işte o nedenle
babalarımızın
gün içinde
atlattığı
tehlikelerden ne
biz çocukların,
ne de
annelerimizin
haberi olmazdı.
Hiçbir aile
dostu hiçbir gün
herhangi bir
yerde veya bir
aile
buluşmasında
ağızlarından
bile
kaçırmazlardı
böyle bir
tehlike
atlatıldığının.
Üste, filolarda
olan orada
kalırdı;
üzerinde
konuşulacaksa
yine orada
konuşulur üs
nizamiyesinden
dışarı çıkmazdı
o gibi olaylar. |
Ben ana jet üslerde
bakım komutanlığına
gittiğimde veya
hangarlarda vakit
geçirirken uçuran
amcaların
aralarındaki
konuşmalarda (bazen
istemeden) birkaç
kez duyduğum
olmuştur babamın
veya çok yakın
tanıdığım bir
amcanın bir tehlike
atlattığını uçuşta,
kalkışta veya
inişte. Ne
yaparsınız şimdi?
Hiçbir şey! Bunu
katiyen duymamış
gibi davranmam
gerektiğinin daima
bilincindeydim. Ağır
bir yükün altına
girmiş gibi
hissedersiniz,
boğazınız düğümlenir
bazen ama
yapabileceğiniz
hiçbir şey yoktur;
hatta aynı akşam
oturup yarınki
sınavınız için ders
çalışmanız
gerekiyordur ve bu
gerçekle yaşamanız
lazımdır. Öte yandan
bu sadece sizin
tesadüfen duyduğunuz
bir olaydır, ya
duymadıklarınız?
|
HAVA KUVVETLERİNDEN
GELEN MEKTUP |
Ben ortaokul
ikinci sınıf
öğrencisiyken
Hava Kuvvetleri
Komutanlığı
bizlere ve
annelerimize
mektup
gönderirdi.
Tahmin ediyorum
annelerimize
bazı
tavsiyelerde
bulunuyordu o
mektuplar, tam
olarak
bilmiyorum. Ama
biz çocuklara
yazılan bu
mektupta bizim
yaşımız göz
önüne alınarak,
anlayacağımız
bir biçimde
babalarımızın
mesleği ve
zorlukları
anlatılırdı.
Onları üzmememiz
gerektiği
vurgulanırdı.
Tam kelime
kelime olmasa da
mektuptan şöyle
bir cümle
hatırlıyorum
mesela, “sen
okulundayken
baban aynı gün
içinde Bursa,
Balıkesir,
Eskişehir’e
gidip geliyor
jet hızında.
Onun bu jet
hızında bu
şehirlere gidip
gelirken aklının
sende kalmaması
için derslerini
iyi çalış,
ödevlerini günü
gününe yap”
filan gibi. |
Bunun nedenini
iyi anlıyordum,
çünkü herhangi
bir kaza kırım
olduğunda eğer
bu kaza kırım
pilotaj
hatasından
kaynaklandıysa
önce pilotun
yaşamı mercek
altına alınırdı.
Hala böyle
yapılıyor mu
bilmiyorum ama
aile yaşantısı
incelenirdi
acaba eşi ile
ilgili evliliği
ile ilgili bir
sorun mu
yaşıyordu,
parasal
sorunları var
mıydı diye.
Çocukları ile
ilgili onun
kafasını meşgul
edecek,
dikkatini
dağıtacak bir
konu var mı diye
araştırılırdı.
Gerçekten de
bazen duyardık
mesela, çocuğu
okulda ihtar
almış veya
okuldan
uzaklaştırılmış
ve buna çok
üzülmüş kaza
yapan falanca
amca diye. |
Yani anlayacağınız,
hiçbir mahalle
arkadaşınızın veya
sınıf arkadaşınızın
bilmesinin
anlamasının mümkün
olmadığı enteresan
bir sorumluluk
altına girmek
demekti pilot çocuğu
olmak. |
Özellikle bir
erkek çocuğu
olarak
büyütülürken
“Hata bir kere
yapılır, ikinci
kez hata
yapmanın
mümkünatı
yoktur” diye
kafanıza
kazınmış söylem,
anne babanızla
güzel bir
lokantada yemek
yerken çatalı
yere
düşürdüğünüzde
keyiflerin nasıl
da bir anda
kaçacağının
habercisidir.
Hele biraz
şımarıklık yapıp
da ayran
bardağını
devirip dökmek
filan gibi
konulara burada
girmiyorum bile. |
Sonuç olarak
gururuyla,
sevinciyle,
endişesiyle ve
hüznüyle çok değişik
duyguları bir arada
yaşamak demektir
pilot çocuğu olmak.
Bunun yanına bir de
asker çocuğu olmak
kavramını
yerleştirirseniz,
ikisinin harmanını
sadece yaşamış olan
bilir. Katiyen
şikayet ettiğimi
sanmayınız, iyi ki
de sevgili Babam hem
iyi bir asker hem de
iyi bir pilot olmuş. |
Bu meslekte
şehit olmuş
bütün tanıdığım
amcalara
ağabeylere
kardeşlere ve
tanımadığım tüm
pilotlara
rahmet,
Ailelerine baş
sağlığı ve sabır
diliyorum.
Bendeniz her 15
Mayıs tarihinde
Sizleri gururla
anıyor ve
Sizleri ömrümün
sonuna kadar
unutmayacağıma
söz veriyorum. |
Ekrem
Gençaslan |
HHO 1954
mezunu, |
Em.Hv.Plt.Tümg.
Necdet
Gençaslan'ın
oğlu |
|
|