Ben Kimim

 
 
 

KIBRIS ADASI ÜZERİNDEKİ İLK HAVA KEŞFİ GÖREVİ

Tarsus - Adana bölgesindeki Hava Meydanının Kıbrıs Adasının keşfi için uzak olduğu dikkate alınarak Silifke bölgesinde yeni bir meydan hazırlandı ve Kıbrıs keşif görevleri artık bu meydandan uçulmaya başlandı. Bu keşif uçuşlarından birini yapan Üsteğmen Mithat Nuri'nin gönderdiği ilginç görev sonu raporunda şunlar yazılıdır:

"26 Mart 1916 Cumartesi günü 100 beygirlik Rumpler uçağıyla Adana' dan Silifke'ye geldim. Rasıt olarak Alman Başçavuş Dreves benimle birlikteydi. 27 Mart günü hava uçuşa müsait değildi. 28 Mart günü hava oldukça berrak, yalnız Kuzey ve Kuzeybatıda kümülüs bulut tabakalan mevcuttu. Bulutlar Kuzeye doğru kayıyor ve Kıbrıs tarafında güzel bir hava görülüyordu. saat 07.30'da Silifke'den hareket ettim. 1 saat sonra Kıbrıs sahiline ulaşmıştım. 1600 metre irtifada bulunuyordum. Bulutluluk artınca 700 metreye kadar alçalmaya mecbur oldum. Saat 09.00'da bir düşman harp gemisinin bulunduğu limanın üzerinden geçtim (Andrea burnunun 40 kilometre batısında). Sırt üzerinden bir köyden takriben 1 takım kuvvetindeki düşman askerinin uçağımıza ateş ettiği görüldü. İrtifa alarak Magosa Limanına doğru ilerledim. Burada bir yelkenli gemisi gördüm. Bulutlar yavaş yavaş kararıyordu. İstikametimi Batıya doğru çevirdim. Burada hava daha berraktı. Bulutlar yoğunlaşınca Lefkoşa şehri üzerinde 300 metreye kadar alçalmaya mecbur oldum. Bu şehri çok sakin bir durumda buldum. Kuzey istikamete dönerek Girne Limanına yöneldim. Limanda 2 posta vapuru ile 1-2 yelkenliden başka bir şey görünmüyordu. Liman ve şehrin fotoğraflarını çektik. Kuzey taraflardaki bulutlar iyice karanlık bir hal almıştı. Saat 9'u 45 geçiyordu. Bulutlarla boğuşarak Silifke istikametini tuttum. Şiddetli bir yağmura rağmen uçuşuma devam ediyordum. Saat 11'de uzaktan sahili seçmeye başladım, Bu arada üzerime ve uçuş gözlüğüme yağan yağmur görüşümü iyice kapatmıştı. Dışarıyı çok zor görüyordum. Dana adasının batısında 2 topu bulunan bir düşman sahil muhafaza gemisi bizi gördükten sonra Kıbrıs istikametine dümen kırdı. Bu esnada uçağım birden bire hava türbülansının etkisiyle sarsılarak bulutların arasından oldukça irtifa kaybetti. Az kalsın oturduğum yerden dışarı fırlıyordum. Derhal kumandaya sarılarak uçağı düz uçuş durumuna getirdim. Bu şiddetli sarsıntı anında arka pilot mahallinde uçan rasıdımın gözlüğü fırlamış, fotoğraf makinesi, dürbün ve bombalar aşağıya düşmüştü. Silifke sahiline ulaştığımızda hemen ilk bulabildiğim bir yere indim. Görev başarıyla sonuçlanmıştır. Havada fotoğraf makinesi aşağı düşmeden önce makinenin içinden çıkarılıp pilot mahallinde emniyete alınan fotoğraf camlarının, Adana'da Müfrezeye gönderildiğini arz ederim." (Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 217-218)

 

4 ncü Uçak Bölük Komutanı

 

Üsteğmen Mithat Nuri

IRAK CEPHESİ

Irak cephesinde İngilizlerle karşılıklı çarpışmaların devam ettiği 1916 yılı başında 6 ncı Ordunun emrine gönderilen 2 nci Uçak Bölüğü Irak'a gelmiş ve Bağdat civarına yerleşmişti.

Bölüğün Komutanı olarak tayin edilen Alman Yüzbaşı Von Aulock'un üst makamlara gönderdiği aşağıdaki raporda yine lojistik sıkıntıların ağırlık kazandığı görülmektedir:

“Müfrezede 3 adet Parasol ile 2 adet Bristol tipi uçak bulunmasına rağmen 2 pilotumuz vardır. Mutlaka pilot takviyesi yapılmalıdır.

Uçaklara ait yedek parça ve teçhizatın çok acele gönderilmesini telgrafla talep ettik. Burada her ne kadar teknik uzmanların yokluğu hissediliyorsa da uçağın tahta kısımlarına ait imalat kolaylıkla yapılıyor. Çok tabidir ki madeni kısımlarla ilgili işlemler çok daha zordur. Madeni malzemenin yokluğundan dolayı, İngiliz pamuk balyalarının üzerine sarılı olan çelik çemberleri kullanıyoruz. Çelik çemberlerin kalitesi uçakların madeni kısımlarının tamiri için çok elverişlidir.

Bulunduğumuz bölgeye çift satıhlı, yüksek performansta harp uçaklarının gönderilmesinde ısrar etmeyi görev kabul etmekteyim. Bu uçak müfrezesi, bir Alman müfrezesidir. Dolayısıyla Alman makamlarının, memleketimizdeki diğer Alman uçak müfrezeleri gibi bizim müfrezemizin de bütün teçhizatını tamamlamaları manevi bir görevidir. Burada bulunan Alman havacıları, istek yapılan makam eğer lüzumlu olan malzemeyi, bir buçuk iki ay zarfında tedarik edip gönderirlerse pek çabuk iş görüldüğü kanaatindedir. Gerçekten hepimiz burada kendimizi gönülden uzakta ve unutulmuş hissediyoruz. Bir uçak müfrezesi olarak bizlerden istenen hizmeti, mükemmel 2 Alman müfrezesi bile yerine getiremez. Halihazırda düşmanın faaliyetlerini yakından keşfedebilmek ve onların üzerine başarıyla bomba atmak için elimizde iyi fırsatlar vardır. Çünkü düşman gerek nehir sahili boyunda ve gerekse iç taraflarda toplu bir halde bulunuyor ki bu durumdan oldukça istifade edilebilir.

Bulunduğumuz meydan düşman topluluklarına yakın olduğundan, bomba atmak için uçulan süre yarım saatten fazla tutmuyor. Ancak elimizdeki 2 uçağımızla düşman askerlerini ve halkını korkutmaktan başka bir şey yapılamaz. Pilotlar her gün 1 ila 4 sorti uçuş yapıyorlar. Ayrıca ani olarak ihtiyaç duyulacak taarruz görevleri için yerde nöbetçi pi-lot ve uçak bekletmek zorunda kalıyoruz. Pilotların sayısı az olduğundan bu nöbetçi Hava Karakolu vazifesine uzun süre tahammül edemeyeceklerinden uçucu sayısının fazlalaştırılması ve teşkilatın büyütülmesi lazım geliyor.

Diğer taraftan para meselesine gelince; Türk Hükümeti tarafından harcamalarda tasarrufa pek fazla riayet edilmek istenildiğinden ve harcama yapmadan önce pek çok düşündüklerinden bunun için de bir hayli zaman kaybediliyor.

Ana üssümüz olan Yeşilköy'den çok uzak bulunuşumuz, birçok yedek parça, malzeme, mühimmat ve teçhizatı kendimizin yapmasını gerektiriyor. Mesela kırılan bir uçak pervanesinin yenisini temin edemeyince eskisini tamir edip kullandık.

Müfrezemize yeterli mühimmat ikmali sağlanamayınca bunları kendimiz imal etmek zorunda kaldık. Halen prototip imalatım yeni tamamladığımız 12 santimetre çapında, 40 santimetre uzunluğunda bir bombanın tecrübe atışlarını yapmaktayız. Şehirde görevli bir maden mühendisi de bombanın bazı tadilatlarına yardımcı oldu. Bomba neticesinin mükemmel olacağım ümit ediyorum. Bununla beraber bombaların patlayıcı kapsülleri ile Hamburg Nobel Fabrikası dinamiti ve bomba tapalarının çok acele gönderilmesini bilhassa ve önemle talep ederim.

Diğer bir noksanımız da fotoğraf malzemesidir. Fotoğraf malzemesine son derece ihtiyacımız vardır. Üç aydan beri burada bulunuyoruz. Fotoğraf malzemesini henüz almadığımız gibi, yollandığına dair de bir haber yoktur. Fotoğrafçımız hakkında da hiçbir bilgi alamadık.

Halep'in diğer tarafında bulunan uçak müfrezelerimize derhal lazım olan benzin, yağ ve bombayı tedarik ve depolamak üzere Halep'te birer benzin, yağ ve bomba deposuna ihtiyacımız vardır. O zaman azami 15-20 gün zarfında benzin ve yağ tedarik edebiliriz. Halbuki şimdi bunları temin edebilmek için bir buçuk iki ay zaman geçiyor.

Burada benzin, yağ, her cins malzeme, hatta bir çelik parçasının bile pek çok kıymeti vardır. Çünkü bu malzemelerin buralara ne kadar zorlukla ulaştırıldığını çok iyi biliyoruz. Beklediğimiz bütün malzemelerin yakında elimize geçmesini ümit ederek raporuma son veriyorum. Burada emrimde bulunan Subay ve eratın yapacakları vazifelerden alınacak iyi neticeler bizler için güzide birer mükafat olacaktır.” (Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 227-231)

  26 Şubat 1916
  2 nci Uçak Bölük Komutanı
  Yüzbaşı Von Aulock

YÜZBAŞI VON AULOCK'UN RAPORUNUN YORUMUNU YAPAN TARİH YAZARI: “KANAATIMA GÖRE HAVACILIĞIN MALZEME TEDARİKİ KENDİNE MAHSUS USUL VE KANUNLARA DAYANMALIDIR. ÇÜNKÜ HAVACILIK O KADAR ÇABUK ADIMLARLA İLERLİYOR Kİ BİR MALZEMENİN TEDARİKİ İÇİN GÜN KAYBINA BİLE MÜSAADE EDİLEMEZ” DİYOR

Yüzbaşı Von Aulock'un raporunun yorumunu yapan Tarih Yazarı:

“Yukarıda tercümesini yazdığım rapor 2 nci Uçak Bölüğünün hangi şartlar altında bulunduğunu göstermektedir. Durumun daha iyi anlaşılması için bazı maddeleri biraz yoruma muhtaçtır.”

Diyor ve şunları ilave ediyor:

“2 nci Uçak Bölüğü cephede ve gerilerde kırılan uçakları tamir için Yeşilköy'e gönderdiği takdirde en müsait şartlar altında bile 3 - 4 aydan önce uçakların onarımı tamamlanamayacağından, yapılması mümkün olan onarımları Bağdat'ta yapmak mecburiyetinde idi. Bunun için Bağdat Sanayi Okulunun Sanatkâr ve Öğretmenleriyle makinelerinden istifade edilerek bir tamirhane kurulmuş ve bu tamirhanede birçok uçak parçasının onarım işi başarılmıştı. Yalnız onarım malzemesi olarak kullanılacak madeni kısımları temin etmek güç olduğundan ne bulunabiliyorsa onunla yetinmek icap ediyordu. Mesela pamuk balyaları üzerindeki çelik çemberlerden, bazı uçak parçalarının imalinde istifade ediyordu.

Bölük Komutanının bahsettiği önemli meselelerden birisi de para meselesidir. Satın alınması icap eden bir malzeme için «harcamalarda tasarrufa pek fazla riayet edilmek istenildiğinden ve harcama yapmadan önce pek çok düşünüldüğünden ve bunun için de bir hayli zaman kaybedildiğinden» bahsediliyor. Bir yabancının, bizdeki mali formalitelere aklı eremediğinden, kendi anlayışına göre satın alma işini izaha çalışmıştır. Hakikatte ne tasarrufa riayet edildiği ve ne de derin düşünüldüğü vaki idi. Yapılan iş, maliyenin koyduğu usullere, ihale ve satın alma formalitelerine uymak için kıymetli vaktin kaybedilmesinden ibaretti. Belki bir sivil teşkilat için bu usul uygun olabilirdi. Fakat havacılık gibi, işlemlerin günü gününe ve çok acele olarak yapılması gereken bir meslekte bu usulün uygulanması kâr sağlayacak yerde büyük zararlar doğurmakta ve çok defa uçakların elden çıkmasına sebep olmakta idi."

Kanaatime göre havacılığın malzeme tedariki kendine has usul ve kanunlara dayanmalıdır. Çünkü havacılık o kadar çabuk adımlarla ilerliyor ki bir malzeme tedariki için gün kaybına bile müsaade edilemez.”  (Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 233)

İNGİLİZ UÇAKLARI KUTÜL'AMARE'DE KUŞATILAN KARA BİRLİKLERİNE HAVADAN GIDA MADDESİ, MÜHİMMAT VE SIHHİ MALZEME ATMAK SURETİYLE BİRLİKLERİN TÜRKLER KARŞISINDA UZUN SÜRE DİRENMELERİNİ SAĞLIYOR

Bağdat'ın güneyinde, Kutül'amare mevkiinde Türk Ordusu tarafından çember içine alınan İngiliz birliklerinin ikmal yolları tamamen kesilince askerleri açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Yiyecek maddelerinden başka hastalarına verecek ilaçlan da tükenmek üzereydi. Mühimmat bakımından da kritik duruma düşmüşlerdi. İngilizlerin teslim olmaması için tek çare, bu maddelerin kendilerine havadan ulaştırılması idi ki İngilizler 3 Nisan 1916 tarihinden itibaren bu çareye başvurarak, kuşatılmış durumdaki kaleye havadan erzak, mühimmat ve sıhhi malzeme atmaya başladılar.

Kalede 4 aya yakındır direnmeye çalışan 13.000'den fazla İngiliz askeri bir lokma ekmeğe muhtaç duruma düştükleri anda havadan gelen bu kurtarıcılar, attıkları yiyecek maddeleriyle askerlerine ayrıca büyük bir moral gücü kazandırıyorlardı.

Ancak uçak sayısının az ve uçakların taşıma kapasitelerinin sınırlı oluşu sebebiyle havadan istenilen miktarda malzemenin atılması mümkün olmuyordu.

İngilizlerin kullandığı bir kısmı tek kişilik, bir kısmı da çift kişilik olan uçaklar keşif ve harp amaçları için imal edilmiş olduklarından ayrıca malzeme taşımaya elverişli değildi. Pilot ve rasıdın içine sığabileceği darlıkta imal edilen pilot mahallerinde ancak 15 - 20 kiloluk bir iki torba taşınabiliyordu.

İşte bu şartlarda, iki kişilik uçakların arka pilot mahallinde uçan rasıtlar tarafından taşınan torbalarla kuşatma altındaki kaleye yiyecek maddeleri, sıhhi malzeme ve mühimmat atılmaya başlandı. Ancak tamamen ilkel usullerle atılan bu yardım torbalarının bir kısmı nehre, bir kısmı da Türk siperlerine düştüğünden, kale içindekiler bu torbaların hepsinden istifade edemediler.

3 Nisan 1916 günü başlayan havadan yardım operasyonu kalenin teslim olduğu 29 Nisan 1916 gününe kadar devam etmiş ve 26 günde toplam 8.000 kilogram malzeme atılmıştır. Bu malzemenin atılabilmesi için tahminen 200 sortilik bir uçuş yapılmıştır ki, 200 sorti uçuş o günün şartlarında çok yüksek bir sorti miktarını ifade etmektedir.

Nihayet 4 ay 23 gün süren bir kuşatmadan sonra Kutül'amare'deki İngiliz birlikleri, başlarında komutanları General Townsend olduğu halde teslim olmuş; 5 general, 476 subay, astsubay ve 12.828 er esir alınmıştır.

KUTÜL'AMARE YENİLGİSİNDEN SONRA BÖLGEDE GENİŞ ÇAPLI BİR LOJİSTİK HAZIRLIĞA GİRİŞEN İNGİLİZLER, YOLLAR İNŞA ETMİŞ, BÜYÜK MÜHİMMAT STOKLARI YAPMIŞ, ASKERLERE HER GÜN TAZE ET YEDİRMEK İÇİN SOĞUK HAVA DEPOLARI VE KÜMESLER KURMUŞ, SEBZE BAHÇELERİ, BUZ FABRİKALARI TESİS ETMİŞ, ASKERLERİN BARINDIKLARI YERLER VANTİLATÖRLERLE, CİBİNLİK VE TEL KAFESLİ PENCERELERLE DAHA SIHHİ BİR DURUMA GETİRİLMİŞTİR

Kutül'amare yenilgisinden sonra İngilizler bölgede kesin sonuç alabilecek bir taarruz için geniş çaplı lojistik, hazırlıklara girişmişlerdir. 8 ay içinde tamamlanan bu hazırlıklardan bazıları şunlardır:

1. Dicle Nehri üzerindeki ulaştırmayı temin etmek üzere 1000 kadar buharlı taşıt gemisi getirilmiştir.

2. Basra Limanı'na büyük gemilerin yanaşabilmesi için 5 kilometre uzunluğunda yeni rıhtım inşa edilmiştir.

3. Basra Limanında depolanan mühimmat ve malzemeyi cepheye taşımak üzere, buharlı nehir taşıt gemileriyle yetinilmeyerek, Fırat Nehri boyunca Nasriye'ye; Dicle Nehri boyunca Ammare'ye kadar uzanan, başlangıç kısmı 1 metre, ilerdeki kısmı 60 santimetre genişlikte, 711 kilometre uzunluğunda demiryolu inşa edilmiştir.

4. Bu yollardan taşınan malzemeyle yeni hava meydanları, tamirhaneler ve uçak hangarları inşa edilmiştir.

5.İngiltere'den taşınan uçaklarla hava kuvvetlerinin taarruz gücü arttırılmıştır.

6. İngiltere'den cepheye 17.000 ton cephane getirilmiştir.

7. Erata her gün taze et yedirilebilecek tedbirler alınmıştır. Eratın taze sebze ihtiyacını karşılamak için 2000 hektar genişliğinde sebze bahçeleri hazırlanmış, taze tavuk eti ve yumurta yedirebilmek için kümesler tesis edilmiştir.

8. Hastaneler günün koşullarına uygun en modern hale getirilmiş, yatak sayısı 16.000'e çıkarılmış, buz fabrikaları tesis edilmiş, askerlerin barındıkları yerler vantilatörlerle, cibinlik ve tel kafesli pencerelerle daha sıhhi bir duruma getirilmiştir.

Bütün bu Iojistik hazırlıklarını tamamlayan İngilizler 13 Aralık 1916 günü bütün cephe boyunca kuvvetli bir topçu ateşiyle taarruzlarını başlatmışlardır. Üstün düşman kuvvetlerine karşı bütün fedakarca direnmelerine rağmen tutunamayan birliklerimiz, önce Aziziye'yi daha sonra da Bağdat'ı boşaltarak geri çekilmişlerdir.

ÇANAKKALE, İZMİR VE EGE ADALARI BÖLGESİNDE GECE HAVA TAARRUZLARI YAVAŞ YAVAŞ ÖNEM KAZANMAYA BAŞLIYOR

Düşmanın Gelibolu yarımadasından çekilmesinden sonra Çanakkale savaşları karada nihayete ermiş olmasına rağmen havalarda savaş devam ediyordu. Ege Adaları'ndaki meydanlarından kalkan düşman uçakları gece ve gündüz Boğazlar bölgesindeki hedeflere taarruzlar düzenlemekte, Türk uçakları da bu akınlara karşılık vermekte idiler. Gündüz hava savaşlarında ve uçaksavar atışlarıyla uçak kaybetmek istemeyen düşman havacıları, gece taarruzlarına ağırlık vermeye başlamışlardı. Mesela eldeki kayıtlara göre düşman uçakları Çanakkale bölgesinde 18 Mart 1917 tarihinden 31 Nisan 1917 tarihine kadar hiç gündüz uçuşu yapmamış, yalnız geceleri olmak üzere deniz uçak filomuzun bulunduğu Nara'ya ve Kiliya ile Akbaş iskelelerine bomba taarruzları yapmıştır.

3 Temmuz 1917 günü 8 uçaktan meydana gelen bir düşman filosu gündüz ve gece yarısı iki defa bombalarla Gelibolu ve Çanakkale şehrine taarruz etmişlerdir. Bu taarruzlarda asker ve sivil halktan ölen ve yaralananlar olmuştur.

GECE UÇUŞUNDA PİLOTUN UÇUŞ SAATLERİNİ GÖRMEK İÇİN KULLANDIĞI CEP FENERİNİN PİLİ BİTİNCE VE PİSTİ GÖRMEK İÇİN YERDEN ATEŞ DE YAKILMAYINCA UÇAK İNİŞTE KIRILIYOR

Ege Denizindeki düşman faaliyetlerini gözetlemek ve kontrol etmek üzere İzmir'de konuşlanmış bulunan 5 nci Uçak Bölüğünde de gece uçuşu denemelerine başlanmıştı. O zamanki uçaklarda, şimdiki gibi pilot mahallini aydınlatma ve harici seyrüsefer ışıklandırma sistemi olmadığından, gece uçuşunda pilot yanında taşıdığı pilli bir cep feneriyle uçuş ve motor saatlerini okuyabiliyordu. Şimdiki meydanlarımızdaki gibi pistin kenarlarını aydınlatan elektrikli ışıklandırma sistemi de olmadığından, pilotun havadan vereceği işarete göre pistin kenarında ateş yakılır ve pilot bu ateşin pozisyonunu referans alarak ve uçuş saatlerini de cep feneriyle okuyarak inişini yapardı. Bölgeye gelebilecek herhangi bir düşman uçağının meydanı bulup taarruz etme ihtimaline karşı, havadaki pilotumuzdan, daha önce yerde kararlaştırılan işaret alınmadıkça pistin yerini gösteren ateş yakılmazdı.

5/6 Mayıs 1917 gecesi 5 nci Uçak Bölüğünden iki pilot gece eğitim uçuşu için havalanmışlardı. Uçuşu tamamlayıp inişe geldiklerinde, pilot mahallindeki saatleri gösterecek cep fenerinin pili bitmişti. Pistin kenarındaki ateşin yakılması için rasıt tarafından verilen işaret yerden görülmeyince ateş de yakılmamıştı. O zaman uçaklarda henüz telsiz bulunmadığından pilotun yerdekilere isteğini bildirmesi mümkün olmuyordu. Bu şekilde, pilot mahallinde ve yerde hiçbir ışık olmadan inişe gelen uçak düşmüş ve her iki pilot da muhtelif yerlerinden yaralanmışlardı.

İZMİR'DEN KALKAN 3 UÇAĞIMIZ TARAFINDAN MİDİLLİ ADASINDAKİ DÜŞMAN HAVA MEYDANINA YAPILAN GECE TAARRUZUNDA, MEYDANDA BULUNAN 8 DÜŞMAN UÇAĞINDAN 6 ADEDİ TAHRİP EDİLİYOR

3-4 Eylül 1917 gecesi İzmir'den kalkan 3 uçağımız tarafından Midilli Adasına bir gece baskını yapılmıştır. Bu gece baskınına 5 nci Bölük uçucularından Üsteğmen Sabri de rasıt olarak katılmıştır. Bu taarruzu takip eden günlerde Midilli adasından kaçarak ülkemize iltica eden 3 Türkün verdiği ifadelerden, taarruzun çok başarılı olduğu anlaşılmıştır. Bu konuda 5 nci Ordu Kurmay Başkanının gönderdiği mesaj şöyledir:

"BAŞKOMUTANLIK YÜKSEK VEKALETİNE

MidiIli'den firar edip iltica eden 3 Türkün ifadelerine göre, Midilli meydanına gece icra edilen uçak bombardımanları neticesinde, uçak hangarlarında mevcut 8 uçaktan yalnız 2'sinln kurtulabildiği, geri kalan 6 uçağın, hangarları ile birlikte hasara uğradığı, subayların kaldıkları yerlerin harap olduğu, civardaki 2 uçaksavar topundan birisinin namlusunun parçalandığı ve hangarların başka bir yere nakledildiğini bizzat gördükleri öğrenilmiştir.”  (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 52)

  KOMUTAN EMRİYLE
  5 nci Ordu Kurmay Başkanı
  Kurmay Albay Kazım

2 İNGİLİZ UÇAĞI 9 TEMMUZ 1917 GECE YARISI İSTANBUL'A YAPTIKLARI HAVA TAARRUZUNDA YEŞİLKÖY MEYDANINI, SAVUNMA BAKANLIĞI BİNASINI VE ZEYTİNBURNU FİŞEK FABRİKASINI BOMBALAMIŞ, SONRA BOĞAZA YÖNELİP İSTİNYE KOYUNDA DEMİRLİ BULUNAN HARP GEMİLERİMİZE GECE 800 FİT İRTİFADAN BOMBA TAARRUZU YAPARAK 2 HARP GEMİMİZDEN BİRİNİ BATIRMIŞ, DİĞERİNİ HASARA UĞRATMIŞ VE 63 ASKERİMİZİ ŞEHİT ETMİŞLERDİR

9 Temmuz 1917 gecesi saat 23.00 sularında 2 uçak Çanakkale ve Şarköy üzerinden geçerek Yeşilköy meydanı üstüne gelmiş, açılan uçaksavar ateşine rağmen meydana bir bomba atmış, Yeşilköy'den şimdiki Beyazıt meydanı yanında Üniversite olarak kullanılan o tarihteki Savunma Bakanlığı binasının üzerine gelerek çok alçak bir irtifadan 4 bomba atmış, bu bombalardan 2'si Bakanlığın bahçesindeki Bekirağa Bölüğü binasının damını uçurmuş, buradan Zeytinburnu'na giden uçak Fişek Fabrikası üzerine de bir bomba atmıştır.

Zeytinburnu civarından Üsküdar sahiline, oradan da İstinye koyuna gelen uçaklar, koyda demirli bulunan Yavuz Zırhlısına ve diğer harp gemilerine bomba taarruzları yapmışlardır.

Bu taarruzla ilgili olarak 1 nci Kolordu Komutanlığından Ordu Komutanlığına gönderilen rapor şöyledir:

"1 NCİ ORDU KOMUTANLIĞINA:

  19 Temmuz 1917

9 Temmuz 1917 gece saat 24.00'den sonra İstinye'deki Deniz Filomuza yapılan hava taarruzu hakkındaki rapor aşağıda sunulmuştur:

Kolordu Süvari Bölüğü tarafından görüldüğüne göre gece saat 24.00'den sonra biri büyük, diğeri küçük 2 düşman uçağı İstinye vadisi boyunca Doğu istikametinden yüksek bir irtifadan yaklaşmış, uçaklardan büyük olanının işaret fişeği yakması üzerine her iki uçak birden alçalarak, İstinye koyunda demirli bulunan harp gemileri üzerine saldırıya geçmişlerdir.

Uçaklardan atılan 2 bomba İstinye deresine düşmüş, Yavuz Kruvazörüne atılan 2 bombadan biri kruvazörün kıç tarafına demirlemiş olan «Yadigarı Millet» torpido botunun baş tarafına isabet etmiştir. Geminin mürettebatı bu esnada baş tarafta koğuşlarında bulunduklarından 63 deniz eri şehit olmuştur. Kıç kamaralarında bulunan subay ve astsubaylardan şehit ve yaralı yoktur. Gemiye isabet eden bomba, yakıt deposunu da tutuşturduğundan gemi yanmaya başlamış, mürettebat ön taraftaki muslukları açarak geminin baş tarafını batırmaya karar vermişler, su baş taraftaki bölmeyi doldurduktan sonra, diğer bölmeyi de delerek geminin iyice su almasına sebep olmuş, tahliye edilen gemi 6 kulaç suya batmıştır.

Diğer bomba, Muaveneti Milliye gemisinin yanında patlamış, bu geminin güvertesinde bulunan 8 deniz eri yaralanmıştır. Gemi daha sonra su almaya başlamış ve baştankara edilmiştir.

Uçaksavar takımları top başında oldukları halde uçakların alçaktan vadi içerisinde uçmasından ve özellikle gece şartlarında uçakları göremediklerinden ateş edememişlerdir. Yavuz Zırhlısının uçaksavarları birkaç el ateş etmişlerse de isabet kaydedilememiştir." (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 57-60)

İngilizlerin, İstanbul'a yaptıkları bu gece hava taarruzu hakkındaki resmi açıklamaları ise şöyledir:

    “Doğu Akdeniz Deniz Kuvvetleri Komutanı tarafından bildirilmiştir :

Deniz uçaklarımız Pazartesi gecesi İstanbul önünde bulunan Türk Donanmasına başarıyla taarruz etmiştir. Uçaklar, Yavuz Zırhlısının ve etrafındaki harp gemileri ile denizaltıları tespit ettikten sonra 800 Fit irtifadan yaklaşarak gemilerin üzerine bomba atmışlardır. Gemilerde ciddi patlamalar meydana geldiği ve yangınlar çıktığı görülmüştür. Uçaklarımız Savunma Bakanlığı binasına dahi bombalar atarak isabet ettirmişlerdir. Anlaşılan düşman gafil avlanmıştır. Çünkü uçaksavar bataryaları ancak bombalar atıldıktan sonra ateş etmeye başlamışlardır.” (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 60)

DOĞU CEPHESİNDE 2 NCİ ORDU KOMUTANI MUSTAFA KEMAL PAŞA, KENDİ ORDUSUNA TAHSİS EDİLECEK UÇAKLARIN KARADAN DEĞİL, HAVADAN UÇARAK GÖNDERİLMESİNİ İSTİYOR

Daha önceki bölümlerde de söz konusu edildiği gibi cepheye gönderilecek uçaklar, anlaşılması zor bir zihniyet yüzünden, hizmet görecekleri birliklere havadan uçarak ulaştırılacak yerde kara vasıtalarıyla taşınıyordu. Bu yüzden cepheye 1-2 günde uçarak gidebilecek bir uçak, karadan 1-2 ayda taşınabiliyordu. Uçağa en fazla ihtiyaç duyulan kıymetli zamanlar yollarda harcanıyor, cepheye ulaştığı zaman ise kanadı, gövdesi veya motoru çoğunlukla taşıma esnasında hasarlandığından uçaktan uzun süre istifade edilemiyordu.

Uçakların karadan taşınmasının bütün zorlukları ve mahzurları bilindiği halde yetkili makamlar, konuya bir türlü çare bulamıyor ve bu mahzurları ortadan kaldıracak köklü usul ve tedbirleri uygulamaya koyamıyorlardı.

Bütün bu mahzurları çok yakından bilen 2 nci Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa kendi ordusuna tahsis edilecek uçakların karadan değil havadan uçarak gönderilmesini istemiş ve Başkomutanlığa şu mesajı göndermiştir:

«BAŞKOMUTANLIK VEKALETİNE

  21 Mart 1917

Uzun bir yolu takip ederek kara vasıtalarıyla gelen uçaklardan Ordu' da gerektiği şekilde istifade edilemediğini daha önce edinilen tecrübeler ortaya çıkarmıştır. Bu durum, Ordu nezdindeki Uçak Bölük Komutanı tarafından da defalarca ifade edilmiştir. 16 Mart 1917 tarihli emirleriniz ile gönderileceği bildirilen uçağın karadan değil, uçarak Ulukışla - Maraş - Malatya üzerinden Elazığ'a getirilmesi için ilgililere emir buyrulmasını. Malatya'da bir uçuş meydanı vardır. Maraş'ta da meydanın hazırlanması için Uçak Bölük Komutanına emir verilmiştir. Bu konudaki talimatınızın beklenmekte olduğunu arz ederim.” (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 76)

  2 nci Ordu Komutanı
  Tümgeneral Mustafa Kemal

İNGİLİZLER FİLİSTİN CEPHESİNDE İLERİ HAREKÂTA BAŞLAMALARIYLA BERABER ORDUNUN LOJİSTİK İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI İÇİN TAARRUZ İSTİKAMETİNDE HER GÜN 1 KİLOMETRE UZUNLUĞUNDA BİR DEMİRYOLU İNŞA EDİYORLAR. ÇÖLDE ORDUNUN SU İHTİYACININ KARŞILANMASI İÇİN NİL NEHRİNİN SUYU SÜZÜLÜP SİFONLA SÜVEYŞ KANALININ ALTINDAN GEÇİRİLDİKTEN SONRA DEMİRYOLUNA PARALEL OLARAK DÖŞENEN BORULARLA EN UÇ MEVZİLERDEKİ BİRLİKLERE KADAR SU GETİRİLİYOR

Türk Ordusunun giriştiği Süveyş Kanalı seferinde bir dönüm noktası olan Romani savaşından sonra insiyatifi ellerine alan İngilizler yavaş yavaş Doğu istikametinde ilerlemekte idiler. İngilizler bu ileri hareketlerinde Ordunun ihtiyacı olan yiyecek, mühimmat, teçhizat, akaryakıt ve her türlü ikmal maddelerini, en ilerdeki birliklerin ayağına kadar ulaştırmak üzere, her gün 1 kilometre uzunluğunda bir demiryolu inşa ediyorlardı.

Çölde ilerleyen Ordunun her şeyden önce gelen ihtiyacı ise su idi. Sayısı yüzbinlere varan bu Ordunun su ihtiyacının çölde bulunacak küçük ve acı su kuyularından karşılanması mümkün değildi. Bunun için içme ve kullanma suyunun Nil Nehrinden borularla taşınarak temin edilmesi düşünüldü. Bu amaçla şöyle bir mühendislik yöntemi uygulandı:

Nil Nehrinden Portsait ve Kantara'ya kadar kanallarla getirilen su, Kantara'da süzülüp temizlendikten sonra Süveyş Kanalı altındaki sifonlardan, kanalın doğu kıyısındaki beton su depolarına pompa tazyiki ile sevk olunmaktaydı. Kantara'dan El'Ariş'e kadar, her birisi takriben 40 kilometre uzunluğunda 4 ayrı çelik boru sistemi döşenmişti. Ordu ilerledikçe çelik borular da uzatılmakta, temizlenmiş Nil Nehrinin suyu bu borular vasıtasıyla cephenin en ilerisindeki en küçük birliğe kadar ulaştırılmakta idi.

DÜŞMANI SUSUZ BIRAKMAK AMACIYLA 300 NCÜ PAŞA BÖLÜĞÜNDEN BİR UÇAK, DÜŞMAN DERİNLİĞİNDEKİ SU BORU HATTININ YAKININA İNİYOR VE PİLOTLAR DİNAMİT KALIPLARIYLA SU BORULARINI TAHRİP EDİYOR

İngilizlerin her gün ortalama 1 kilometre uzunluğunda inşa etmekte oldukları demiryolu ile su boru hattı, 300 ncü Paşa Bölüğüne bağlı keşif uçaklarımız tarafından havadan adım adım kontrol edilmekte idi. Bu su boru hattı havaya uçurulduğu takdirde düşmanın önemli ölçüde sıkıntı çekeceği ve hatta ileri hareketinin duracağı tahmin ediliyordu. Kuvvetli İngiliz birlikleri tarafından muhafaza edilmekte olan su boru hattının yanına karadan tahripçi müfrezelerin gönderilmesi mümkün görülmüyordu. Havadan bombardımanla bu ince borunun tahribi ise o zamanki şartlar altında çok zordu. Bu durumda bir tek çare kalıyordu. Boru hattının civarında düşman askerlerinin bulunmadığı bir yere uçakla inerek boruları dinamitle havaya uçurmak!

Bu görev güç ve tehlikeli olmakla beraber uygulanması mümkün görülen bir görevdi. Nitekim 10 Nisan 1917 günü, 300 ncü Paşa Bölüğü'nden Üsteğmen Felmy ile rasıdı Falke düşman hatları gerisinde bir yere inerek demiryoluna paralel bir şekilde döşenmiş su borularını dinamitle tahrip ettikten sonra tekrar uçaklarına binip geri dönmüşlerdir.

Su borularının tahrip edilmesi bir müddet için düşman askerlerini zor durumda bırakmış ise de, İngilizler ellerinde bulunan yedek malzeme sayesinde, tahrip edilmiş olan boruları kısa zamanda onararak yeniden su akışını sağlamışlardır.

Bu olaydan sonra İngilizler su boru hattı boyunca uçaklarımızın inebileceği yerlerdeki müfrezelerini uçaksavar silahlarıyla takviye etmişlerdir.

Su boru hattının yeniden tahrip edilmesi için 6 Ağustos 1917 günü sabah saat 5'te düşman cephesinin 150 kilometre gerisinde, Hudsalman bölgesine inen Teğmen Schleiff ve Üsteğmen Daum komutasındaki uçağımıza makineli tüfek ateşi açılmıştır. Uçaklarına 17 mermi isabet eden pilotlar, açılan ateşe rağmen salimen geriye dönmeyi başarmışlardır.

TÜRK PİLOTLARININ DÜŞMAN HATLARI GERİSİNDEKİ KEŞİF UÇUŞLARI İLE DÜŞMAN KARARGAH VE ORDUGAHLARINA YAPTIKLARI BOMBA TAARRUZLARI BAŞARIYLA DEVAM EDİYOR. ANCAK BÖLÜKTE UÇAK BENZİNİ BİTİNCE, UÇUŞLAR DURDURULUYOR

1917 yılı Ağustos ayının ortalarında Filistin ve Irak cephesindeki kara savaşlarında bir durgunluk göze çarpmakla beraber havalarda keşif ve bombardıman faaliyetleri devam etmiştir.

Amman'da konuşlanan 3 ncü Uçak Bölüğümüz bu cephede düşmana karşı birçok başarılı uçuşlar yapmıştır. Pilot Üsteğmen Fazıl, Pilot Teğmen Şakir ve Rasıt Teğmen Osman Tayyar, 19 Ağustos'tan 31 Ağustos gününe kadar her gün, bir veya iki sorti uçarak düşman karargahı ve ordugahlarını bombardıman etmiştir.

Bunu takip eden aylarda da keşif ve bombardıman görevleri devam etmiştir. Aralık ayına kadar muhtelif düşman hedeflerine ve demiryolu hattına 51 sorti keşif ve bombardıman uçuşu yapılmıştır.

Aralık ayının başında bölükte pervane kalmadığından uçuş yapmakta sıkıntıya düşülmüştür. Ay sonuna doğru, bütün isteklere rağmen vagon tahsis edilip, bölüğe benzin gönderilememiş, nihayet 31 Aralık 1917 günü, bölükte 1 saatlik benzin kaldığından uçuşlar durdurulmuştur.

BAŞARIYLA GECE UÇUŞU YAPAN PİLOTUMUZA ORDU KOMUTANI TARAFINDAN KIYMETLİ BİR AT HEDİYE EDİLİYOR

Diğer yandan Türk Pilotları Doğu Cephesinde başarılı gece uçuşları yapmaya başlamışlardır.

1 Ocak 1918 tarihli Havacılık Dergisinde yayınlanan ve pilotlarımızın başarılı uçuşlarını .takdir eden 6 ncı Ordu Komutanı ve 18 nci Kolordu Komutanının yazıları şöyledir:

"Başarıyla gece uçuşu yapan Pilot Üsteğmen Cemal ile rasıdı Teğmen Luoss'a takdirlerimi iletirim.”  (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 243)

  6 nci Ordu Komutanı
  Tümgeneral Halil

Dergi, yazısına şöyle devam ediyor:

"6 nci Ordu Komutanı Tümgeneral Halil, takdir yazısıyla birlikte pilotlara 50'şer lira para mükafatı vermiş ve ayrıca Pilot Üsteğmen Cemal'i, kıymetli bir at hediye etmek suretiyle taltif etmiştir."

18 nci Kolordu Komutanının yazısı ise şöyledir:

"İmkân ve vasıtaların kısıtlı olmasına rağmen verilen görevi büyük bir şevkle ve derhal yerine getiren, Hamadan'dan Avej'e kadar uçup başarıyla geriye dönen Pilot Üsteğmen Cemal ile rasıt Üsteğmen Nüzhet'e takdirlerimi beyan ederim. Kendilerine altın olarak 50'şer lira para mükafatı verdim." (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 247)

  18 nci Kolordu Komutanı
  General Ali İhsan

1 Ocak 1918 tarihli Havacılık Dergisinde, 18 nci Kolordunun günlük emrinin aşağıdaki özeti de yer almaktadır:

"Bugün Pilot Üsteğmen Cemal ile Rasıt Üsteğmen Nüzhet, Hamadan' dan Avej'e kadar 545 kilometrelik bir uçuş yaparak başarıyla ve çok kıymetli bilgilerle dönmüşlerdir. Bu önemli görevin yapılmasında adı geçen subaylarımız şevk ve görev sevgisinin bir örneğini göstermişlerdir. Bu azimli ve fedakar subaylarımızın yaptığı görevden, Kolordunun bütün subayları büyük memnuniyet duymuşlardır. Kolordu, subaylarımızın cesaretle yerine getirdiği bu hizmetlere müteşekkirdir. Vatanın bu cesur ve fedakar evlatlarını Ulu Tanrı daima korusun." (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 247)

DÜŞMAN UÇAKLARININ ÇANAKKALE VE İSTANBUL'A YAPTIĞI GECE TAARRUZLARI HALKIN FENA HALDE MORALİNİ BOZUYOR

5 nci Ordu Uçak Birliğinin 1918 yılı Ağustos ayına ait aşağıdaki raporunda, düşmanın gece hava taarruzları hakkında ayrıntılı bilgi verilmektedir:

“Düşmanın Uçuş Faaliyeti:

Havaların uçuşa müsait gitmesi nedeniyle Ağustos ayı içinde düşmanın bilhassa Boğazlar üzerinde uçuş faaliyeti çok olmuştur. Düşman günde iki, bazen da üç defa Boğazlar Bölgesi üzerinde keşif uçuşu yapmıştır. Düşman iki kişilik uçakların bilhassa gece bomba atışlarında kullanmıştır.

Temmuz ve Ağustos ayının mehtaplı gecelerinde düşman bütün uçaklarını bomba atışında cesaretle kullanmıştır. Tek kişilik savaş uçaklarıyla da yerdeki uçaksavarlara makineli tüfek taarruzu yapmışlardır.

27 Temmuz gecesi bir düşman uçağı Gelibolu istikametinde 400 - 500 metre yükseklikten yaklaşırken yerden açılan makineli tüfek ateşimizle Saroz Körfezine düşürülmüştür. Uçakları denize gömülen pilotlar, 8 saat su üzerinde kaldıktan sonra bölgeye gelen bir harp gemisi tarafından kurtarılmıştır.

Yine aynı gece 3 düşman uçağı, Nara'daki uçak tesislerine baskın taarruzu yapmış, 4 uçağımız ile uçak hangarı, bomba isabetleri sonucunda hasara uğramıştır. Bu taarruzlarda düşman uçakları, her biri 280 libre ağırlığında bombalar kullanmışlardır.

Nara'daki uçak istasyonuna taarruz için gece saat 01.00'de Gökçeada' dan kalkan bir düşman uçağı yolunu şaşırmış ve 4 saatlik bir uçuştan sonra sabaha karşı 05.00'te Çanakkale'de Tuzla civarındaki bir düzlüğe mecburî iniş yapmıştır.

Uçak ve pilotlar sağlam olarak ele geçirilmiştir.

Bizim uçaklarımız da misilleme olarak Gökçeada'daki düşman hava meydanına 26 ve 28 Temmuz tarihlerinde iki gece arka arkaya bomba taarruzları yapmıştır. Uçaklarımız tarafından bu taarruzlarda muhtelif ağırlıklarda toplam 4 bin libreden fazla bomba atılmıştır. Çanakkale'nin Tuzla mevkiine gece mecburi iniş yaptıktan sonra esir alınan İngiliz pilotların ifadelerine göre, uçaklarımızın 26 Temmuz gecesi Gökçeada meydanına yaptığı taarruzda 1 büyük hangar ve 4 baraka tahrip olmuş, ayrıca 4 ila 6 uçakları yanmıştır.

26 Temmuz 1918 gecesi saat 02.15'te 2 düşman uçağı, İstanbul üzerine gelerek elektrik fabrikası, tersane, balon müfrezesinin bulunduğu yerlere ve Galata Köprüsüne bomba atmıştır.

Devam eden bu gece taarruzları, İstanbul halkı üzerinde büyük bir moral bozukluğu meydana getirmiştir." (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 340-341)

GENELKURMAY BAŞKANI ENVER PAŞA, DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI VASITASIYLA İNGİLTERE HÜKÜMETİNİN İKAZ EDİLEREK İSTANBUL'A YAPILAN HAVA TAARRUZLARININ DURDURULMASINI İSTİYOR

İngiliz uçaklarının özellikle geceleri İstanbul'a yaptıkları hava taarruzlarını durdurmak mümkün olmayınca, duruma Dışişleri Bakanlığı vasıtasıyla diplomatik yollardan çare bulunmasına çalışılmıştır.

Enver Paşanın bu konudaki yazısı şöyledir:

"DIŞİŞLERİ BAKANLIĞINA

  İstanbul - 28 Ağustos 1918

Bakanlığınız tarafından uygun görülecek bir vasıta ile aşağıdaki hususların İngiltere Hükümetine bildirilmesini rica ederim:

İstanbul birçok kıymetli hastane ve kuruluşları bulunan açık bir şehir olup, burada önemli sayılacak hiçbir askeri tesis mevcut değildir. İstanbul'a karşı sürdürülen devamlı uçak taarruzları halkın hukukuna tecavüzden başka bir şey değildir. Eğer bu uçak taarruzlarına son verilmeyecek olursa, Türkiye Hükümeti, yabancı hükümetlere ait bütün şahısları, yaş ve cinsiyetlerine bakmaksızın esir kamplarına göndermeye kendilerini mecbur hissedecektir. Çünkü bu uçak taarruzlarıyla çok fazla sinirleri bozulan halkın, burada oturmakta olan itilaf hükümetleri uyruğundaki kişilere karşı bir misilleme hareketine başvurmaları halinde, bunun önüne geçilebilme ihtimalinin çok zor olacağını nazarı dikkate almayı hükümet kendisine bir vazife addeder.

Böyle bir misilleme hareketinin şimdiye kadar önlenebilmiş olması, polisin şükran duyulacak himayesi sayesindedir. Tensiplerinize sunulur.” (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 291)

  Genelkurmay Başkanı
  General Enver

DOĞU CEPHESİNDE 3 NCÜ ORDU KOMUTANI ACİL UÇAK İSTEĞİNDE BULUNUYOR

Rus Ordusunun işgal ettiği yerleri boşaltıp Kafkaslara çekilmesinden sonra 7 nci Uçak Bölüğü Kars'a, 8 nci Uçak Bölüğü Erzurum'a yerleşmişti. Her iki bölüğün elindeki toplam 3 uçağın da elden çıkması üzerine Ordu Komutanı, Başkomutanlığa şu mesajı göndermiştir:

"BAŞKOMUTANLIK VEKALETİNE

  11 Nisan 1918

7 ve 8 nci Uçak Bölüklerinde bulunan toplam 2 Albatros ve 1 Caudron uçağının durumları aşağıda belirtildiği gibidir:

1. Kars civarında keşif yapmak üzere 8 Nisan 1918 tarihinde Erzurum'dan kalkan Albatros uçağımız Sarıkamış hizalarında su borusu kırıldığından zorlukla Sarıkamış'a inmiş ve tamir edilip Erzurum'a gelmişse de bu defa Erzurum'a inerken, kanatlarının tahta bölümlerinin bir kısmı kırılmıştır. Uçağın en erken 20 günde onarılabileceği tahmin edilmektedir.

2. 8 Nisan 1918 günü Kelkit'den Erzurum'a uçan diğer Albatros uçağı Emce hizalarında arızalanarak düşmüş ve Pilotu Üsteğmen Rıfat şehit olmuştur.

3. Erzurum'a gelmek üzere 5 Nisan 1918 günü Suşehri'nden kalkan Caudron uçağı, motoru durduğundan mecburi iniş yapmış, engebeli arazide bir tümseğe çarparak devrilmiş ve kırılmıştır.

4. Bugün Orduda uçacak tek bir uçağımız kalmamıştır. Bundan Önce gönderileceğine dair defalarca söz verildiği halde yola çıkarıldığı hakkında bilgi alamadığımız uçakların en kısa zamanda Orduya tahsisi için emir buyrulmasını bilhassa istirham ederim."  (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 353-354)

  3 ncü Ordu Komutanı
  General Vehip

GÖKLERDE BİRBİRLERİNİ DÜŞÜRMEK İÇİN KIYASIYA MÜCADELE EDEN PİLOTLAR UÇUŞLARINI TAMAMLAYIP FİLOLARINA DÖNDÜKTEN SONRA DÜŞÜRDÜKLERİ PİLOTLARA EN BÜYÜK SAYGI GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRİYORLAR

Birinci Dünya Harbi yıllarındaki hava savaşları, pilotların birbirlerini düşürmek için kıyasıya mücadelelerine sahne olduğu kadar, uçuşun sonunda filolara dönüldüğünde, düşmanlıkların unutulduğu, düşürülüp hayatını kaybeden veya kurtarılarak esir düşen pilotlara gösterilen sevgi, saygı ve centilmenliklerin örnekleriyle doludur.

Hava savaşları esnasında düşürülen pilotların sağlık durumlarının karşı tarafa bildirilmesi adeta bir gelenek haline gelmişti. Haberin karşı tarafa ulaştırılması için pilotun sağlık durumunu anlatan bir mektup yazılıyor, bu mektup bir torbanın içine konuyor, torbayı taşıyan uçak civardaki uçaksavar ve av uçaklarının tehlikesine rağmen düşman meydanı üzerinde alçalarak torbayı aşağıya atıyordu.

Eğer pilot şehit olmuş ise, mektupta şehidin nasıl bir askeri törenle ve nerede toprağa verildiği anlatılıyor ve yapılan askeri törene ait fotoğraflar da mektubun içine konuyordu. Şehide ait cüzdan, yüzük ve uçuş gözlüğü gibi şahsi eşyaları da torbayla gönderiliyordu.

Meşhur Alman pilotu Immelman'ın düşürüldüğü gün iki İngiliz pilotu birçok tehlikeyi göze alarak Immelman'ın görev yaptığı Üs'sün üzerine gelmiş, kendisine duydukları saygıyı ifade eden bir mektupla beraber cenaze töreninde taşınmak üzere bir çelengi aşağıya atmışlardı.

Düşürülen pilotların sağlık durumları iyi ise, mektupta esir olarak bulunduğu yer bildiriliyor ve hatta pilotların ailelerine ve arkadaşlarına ulaştırmak istedikleri mektuplar da torbanın içersinde karşı tarafa iletiliyordu.

Havacılık ruh ve anlayışının hiçbir zaman unutulmayacak örneklerinden bir tanesi de, düşman havacılarının, 300 ncü Paşa Bölüğünün meşhur pilotlarından Üsteğmen Dittmar'a karşı gösterdikleri asil davranıştır.

Filistin cephesinde birçok İngiliz uçağı düşürmesiyle meşhur olan 300 ncü Paşa Bölüğünden Üsteğmen Dittmar bir uçuşunda mecburi iniş yapmak zorunda kalmış ve İngilizler tarafından esir edilmişti.

İngiliz havacılarının kendisine karşı duyduğu saygının bir nişanesi olarak Üsteğmen Dîttmar esir kampına gönderilmemiş ve kendisinin daha önce düşmanı olduğu pilotların arasında, onların bir arkadaşı ve misafiri gibi yaşayarak esaret günlerini filo binasında geçirmesine müsaade edilmiştir.

Üsteğmen Dittmar'ın uçuş özlemini giderebilmesi için uçağına on dakikalık uçuşa yetebilecek benzin konarak meydan üzerinde zaman zaman uçmasına izin verilmiştir.

İNGİLİZLER FİLİSTİN CEPHESİNDE KESİN BİR HAVA HAKİMİYETİ KAZANDIKTAN SONRA GENEL TAARRUZA GEÇİYORLAR

İngilizler Filistin Cephesinde bütün lojistik hazırlıklarını tamamladıktan ve bölgede tam bir hava üstünlüğü kazandıktan sonra 19 Eylül 1918 günü cephe boyunca genel bir taarruza geçtiler.

İngiliz Başkomutanlığının bu taarruzla ilgili raporunun bir özeti aşağıya çıkarılmıştır:

"Harekâtımızın tamamen gizli kalmasına hizmet eden esas unsur Hava Kuvvetlerimiz tarafından sağlanan hava hakimiyeti idi. Hava üstünlüğünün kazanılması için düşman uçaklarının faaliyetlerinin engellenmesine bütün yaz boyunca başarıyla devam edildi. Haziranın ilk haftası boyunca hatlarımız üzerinde 100 düşman uçağı faaliyette bulunmuştu. Ağustos'un ilk haftasında bu miktar 80'e indi. Bunu takip eden haftalarda, yerde ve havada düşman uçaklarına durmadan yönelttiğimiz taarruzlar sonucunda bu rakam iyice eriyerek, Ordularımızın cephe boyunca taarruza başlayacağı günlerde yalnız 4 düşman uçağı hatlarımız üzerinde uçmaya cesaret edebildi. Düşman bu tarihlerde genel bir taarruza geçeceğimizi tahmin ediyordu. Ancak uçaklarının meydanlardan kalkarak keşif yapmalarına fırsat verilmediğinden sahil bölgesinde yaptığımız yığınaklardan ve taarruz hazırlıklarımızdan haberleri olmadı.

19 Eylül gecesi, 1500 libreye yakın bomba taşıyan bir bombardıman uçağımızın düşmanın Afule istasyonundaki telgraf ve telefon merkezlerini tahrip etmesiyle genel taarruz başlatılmış oldu. Diğer uçak birlikleri de, cephe üzerinde ve cepheye yakın yerlerdeki telgraf, telefon ve haberleşme merkezlerine taarruz ettiler. Saatlerce devam eden bu akınlardan sonra düşmanın bütün telgraf ve telefon haberleşmesi işlemez bir hale getirildi. Düşman ordu birlikleri aralarındaki irtibatı kaybettiği gibi, komuta makamları da hiçbir birliğinden haber alamaz duruma geldi."

O geceki taarruza katılan bir İngiliz pilotu, hatıralarında bu olayı şöyle anlatıyor:

"Düşman genel karargâhından ve Tülkerlm ile Nablus'tan cepheye giden bütün tel hatları küçük Afule şehrinden geçiyordu. Pilot Yüzbaşı Ross Smith bomba yüklü uçağıyla gece yansını biraz geçe yerden havalandıktan sonra doğruca Afule'ye uçtu. Yere birkaç yüz metre kalıncaya kadar alçalıp bombalarını hedeflere bıraktı. Gece karanlığında bir düzine infilak oldu. Bunların üçü tam birer isabetti. Gündüz süvarilerimiz dört nalla Afule'den geçerlerken bu üç büyük çukurda bütün telefon ve telgraf hatlarının paramparça olduklarını gördüler..

Düşman Komuta Heyeti büyük harp gücünün bütün ağırlığı ile kendi üzerlerine çöktüğünü hala takdir edemiyordu. Onlar, Yüzbaşı Ross Smith'in sadece bir tesadüf ve talih eseri olarak bu tahribatı yaptığını sanıyorlardı.

Türkler ulaştırma ve haberleşme hatları tamamen kesilince ümitsiz bir duruma düşmüşlerdi. Ne olup bittiğini ancak uçakları vasıtasıyla öğrenebilirlerdi. Buna ise biz imkan vermedik. Türk uçaklarının kalkacağı meydanların üzerinde 2 uçağımızı nöbetleşe devriye bekletiyorduk, Nöbeti biten 2 uçak taşıdığı 4 bombayı meydan üzerindeki hedeflere attıktan ve makineli tüfeklerindeki mermileri de canlı hedefler üzerine boşalttıktan sonra nöbetini diğer 2 uçağa devrediyor, nöbeti alan 2 uçak aynı işlemi uyguladıktan sonra görevi sonrakine bırakıyordu. Bu nöbet hizmeti gün boyunca dakik bir saat intizamıyla devam etti. Türklerin kendilerine en fazla muhtaç oldukları bir günde Jenin meydanından bir tek uçak bile havalanamadı.

Tülkerim'den Kuzeye doğru çekilmekte olan Türk birliklerine karşı 20 uçak ile taarruz edildi. Uçaklara karşı ellerinde bir savunma silahı olmayan bu birlikler çok zayiat verdi.

Afule kasabasını işgal edip, hemen hava meydanına yerleştik. Aradan birkaç saat geçmişti ki tepemizde Pfalz tipinde bir düşman uçağı belirdi, uçak gittikçe alçaldı. Hücum edeceğini beklerken uçak bize saldırmadan gelip meydana iniş yaptı. Pilot park yerindeki uçakların üzerindeki Mavi - Kırmızı - Beyaz yuvarlakları görünce meydanın İngiliz uçakları tarafından işgal edilmiş olduğunu anlayarak tekrar havalanmak istedi, Fakat zırhlı bir otomobil onun yolunun üzerine dikilince, pilot otomobile çarpmamak için dümen kırıp pistten dışarı çıktı ve uçağı yerde ters döndü.

Biz de pilotu esir aldık. Gelen bir posta uçağı idi ve Türk Genel Karargâhından resmi evrakları getiriyordu. Posta çantasındaki evraklar incelendiğinde şu ortaya çıktı ki düşman Yüksek Komuta Heyeti, Ordularının başına gelenleri henüz bilmiyordu.

Taarruz boyunca uçaklarımız, çekilmekte olan Türk birliklerine ara vermeden bomba ve makineli tüfekle taarruz ettiler.

22 Eylül...

Bomba, tüfek ve ölüm yağmuru... Yüzlerce Türk, oldukları yerlerde durarak sadece ölümü beklemekten başka bir şey yapamıyorlar! Az sonra uçağımla havalanıp kendilerini öldüreceğimden dolayı yüreğim sızlıyor...” (Türk Havacılık Tarihi II-2, sayfa 445-449)

İngiliz pilotunun hatıralarında yazdığı gibi yollarda yığılıp kalan veya vasıta bulamadığından yayan olarak çekilmekte olan toplu haldeki Türk birlikleri İngiliz uçakları için çok cazip hedefler teşkil ediyordu. Mafrak istasyonunda toplanıp tren bekleyen askerler ve yığdıkları bütün eşya ve malzemeler uçaklardan atılan yangın (Napalm) bombalarıyla tamamen yakılıp imha edildi. Muratlı istikametinde çekilmekte olan Türk birliklerine taarruz eden düşman uçakları, 15 metreye kadar gayet alçak mesafelerden makineli tüfek ateşi ile kuvvetlerimizi dağıtıp büyük zayiat verdirdiler. Yine, Cebelihamrin ve Fetha mevzilerinin boşaltılmasında düşman uçakları, geri çekilen birliklerimize ara vermeden saldırdılar. Hava taarruzlarında 10 metreye kadar alçalarak makineli tüfeklerle askerlerimizi taradılar. Çernaf boğazında birliklerimiz düşman cephesini yarmaya teşebbüs ettilerse de muvaffak olamadılar. Bu yarma harekâtı esnasında düşman uçakları, topçumuza ve toplu haldeki birliklerimize defalarca taarruz ederek 182 bomba attılar ve alçak irtifadan makineli tüfek ateşiyle birliklerimizi dağıttılar.

Kerkük üzerinden gelen 7 düşman uçağı, sabahın erken saatlerinde birliklerimize bomba ve makineli tüfek ateşiyle taarruz edip kayıplar verdirdiler.

Düşman hava saldırılan, ordularının kesin sonuca ulaştığı tarihe kadar gündüz ve gece aralıksız devam etti.

İNGİLİZ TARİHÇİSİ VE ASKERİ DÜŞÜNÜRÜ SIR LIDDELL HART, "BİRİNCİ DÜNYA HARBİ TARİHİ" İSİMLİ KİTABINDA FİLİSTİN CEPHESİNDE TÜRK ORDULARININ YENİLMESİNDE, HAVA KUVVETLERİNİN ÇOK ETKİN BİR ROL OYNADIĞINI YAZIYOR

İngiliz tarihçisi ve askeri düşünürü Sir Liddell Hart, Filistin cephesinde Türk ordularının yenilgisiyle biten savaşın değerlendirmesini şöyle yapıyor:

“19 Eylül'de yapılması planlanan genel taarruzda bir riske girilmemesi için her şeyden önce Türk Komutanlığının sağır, dilsiz ve kör duruma getirilmesi gerekiyordu. İngiliz Orduları Komutanı General Allenby'nin bu amaçla kullanabileceği nispeten yeni ve alışılmamış iki vasıtası vardı: Uçaklar ve yerli Araplar.

Albay Lawrence'in zeki komutası altında yerli Araplar, Hicaz Demiryolu hattı boyunca Türkleri devamlı olarak taciz edip zor durumlara sokuyorlardı. Onların, İngiliz birliklerinin son ve kesin darbesine en büyük yardımı yapmalarının sırası gelmişti. 16 ve 17 Eylül günleri, çölün kumları arasından çıkan hayaletler gibi Deraa Şehrinin Kuzey, Güney ve Batısında demiryollarını havaya uçurdular. Bu suretle Türklerin ikmal hatları kesilmiş oluyordu.

Hava Kuvvetlerinin yardımı ise iki safhadan meydana geliyordu. Birincisi, aralıksız devam eden hava savaşları ve meydanlara taarruzlar sonunda düşman uçakları havalardan tamamen silindi. Bu hava mücadelesi o kadar ileriye götürüldü ki sonunda Türk meydanları üzerinde bekleyen uçaklar, bir tek Türk uçağının yerden kesilmesine müsaade etmediler. Böylece, hazırlık safhasında düşmanın havadaki gözü körletilmiş oluyordu.

İkincisi, taarruz planının uygulamaya konulacağı gün geldiğinde, Hava Kuvvetleri düşmanın komuta ve kontrol sistemini sağır ve dilsiz hale getirdi. Daha sonra Avustralya'ya yaptığı tarihi uçuşla ün yapan pilot Ross Smith, Afule istasyonundaki ana telefon ve telgraf merkezini gece bombardımanıyla tahrip etmek suretiyle İngilizlerin zaferine yardımcı oldu. Ayrıca Türklerin Nablus ve Tul Keram'daki iki Ordu Karargahı da bombalandı. Bunlardan Tul Keram'da karargâhla beraber telgraf ve telefon hatları o kadar başarıyla tahrip edildi ki Türk Ordu Karargahının tümenleriyle irtibatı tamamen kesildi.

Havadaki diğer bir faaliyet de, belki bomba atmak kadar etkili olan propaganda broşürlerinin atılmasıydı, Bu bol resimli broşürlerde esir kamplarındaki Türk askerlerinin konforlu yaşantılarına ait fotoğraflar yer alıyordu. Elbette bu fotoğraflar, yan aç ve pejmürde durumdaki askerlerin kafalarında, o esirlere özenme duyguları yaratıyordu.

19 Eylül 1918 günü sabaha karşı cephe boyunca topçunun başlattığı yoğun ateşi takiben taarruza geçen birlikler fazla bir direnmeyle karşılaşmadan siperleri geçtiler. Geri çekilme esnasında Mesudiye geçidinde sıkışan 8 nci Türk Ordusuna alt birlikler üzerine bomba ve makineli tüfeklerle taarruz eden İngiliz uçakları bu birliklere büyük kayıplar verdirdiler.

Daha Doğuda, ÖIü Deniz civarında kıskaca alınmaya çalışılan Türkler, artçı birliklerinin inatçı savunmalarıyla, İngiliz piyadesinin başarılı ilerleyişini yavaşlatıyorlardı. 21 Eylül günü sabahın erken saatlerinde İngiliz uçakları, iki Türk Ordusundan arta kalan büyük bir yürüyüş kolunu, Nablus'tan Ürdün istikametinde kıvrılarak alçalan dik ve derin bir vadinin içinde yakaladılar. Uçaklar dört saat süreyle hiç ara vermeden bu birliklerin üzerine bomba ve makineli tüfek mermisi yağdırdılar. Dört saat boyunca aralıksız devam eden bu hava taarruzları sonunda büyük yürüyüş kolu hemen hemen erimiş ve geride, parçalanmış top ve vasıtalardan ve ölülerden ibaret bir enkaz kalmıştı. Bu andan itibaren 7 nci ve 8 nci Türk Ordularının mevcudu hemen hemen tükenmiş ve varlıkları sona ermiş oluyordu.” (Liddel Hart, History Of The First World War, sayfa 435-438)

1 NCİ DÜNYA SAVAŞI HAVACILIĞININ BİLANÇOSU

 

1. UÇAK İMALATI:

1 nci Dünya Savaşı esnasında Avrupa'daki uçak fabrikalarının imal ettiği uçak sayısının fazlalığı hiçbir tahmine sığmamakta ve bu rakamlar insanda hayret uyandırmaktadır. Amerika'da imal edilip Avrupa'daki müttefiklerine sevk edilen uçaklar hesaba katılmaksızın 4 yıllık savaş süresince yalnız Avrupa'da imal edilen uçak miktarları şöyledir: (Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 44)

Fransız Havacılık Endüstrisi :   67.982
İngiliz Havacılık Endüstrisi :   50.000
Alman Havacılık Endüstrisi :   47,637

Toplam

: 165,619

Bu rakamlara göre yalnız bu üç ülkede 4 yıllık savaş süresince günde 113 uçak hesabıyla, günün 24 saatinin her saat başında yaklaşık 5 uçak imal edilmiş olmaktadır.

 

2. ATILAN BOMBA SAYISI:

Savaş süresince atılan bomba sayısının fazlalığı da çok dikkat çekicidir.

Yalnız Alman Hava Kuvvetleri tarafından 4 yıllık savaş boyunca uçaklardan atılan bombaların ağırlık ve miktarları şöyledir:

  25 Librelik : 855.280 bomba
 110 Librelik : 147.225 bomba
 220 Librelik :   34.356 bomba
 660 Librelik :   15,386 bomba
2200 Librelik :       710 bomba olmak üzere

 

Toplam 1 milyon 52 bin 957 adet bomba atılmıştır. (Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 44)

Bu hesaba göre Alman uçaklarının 4 yıllık savaş boyunca attıkları bombaların toplam ağırlığı 58 milyon 274 bin 240 libreyi bulmaktadır.

1 nci Dünya Savaşının bez kanatlı iptidai uçaklarından atılan irili ufaklı 1 milyondan fazla bomba miktarını, bugün NATO standartları ve planlama faktörlerindeki 30, 60 ve 90 günlük stok seviyelerine göre mukayese ettiğimizde ortaya çıkan rakamlar çok düşündürücüdür.

Keza atılan bombaların ağırlığı da dikkati çekmektedir. Harbin başlangıcında kıta toplulukları üzerine çivi ve iğne şeklinde cisimler ve küçük el bombalan atılırken, harbin sonuna doğru uçakların performanslarının artmasıyla orantılı olarak atılan bombaların ağırlığı da 2200 libreye kadar çıkmıştır. Aradan bir yüzyıla yakın bir zaman geçtikten sonra bugün kullanılan en büyük klasik bombanın ağırlığı da 2000 libredir.

3. PİLOT VE UÇAK KAYIPLARI:

 

a. Türk Hava Kuvvetleri:

1 nci Dünya Savaşı süresince Türk Hava Kuvvetlerinin envanterine giren uçak sayısı 300 civarındadır. 17 Kasım 1919 tarihli Hava Kuvvetleri Müfettişliği raporundaki bilgilere göre o tarihte elde mevcut uçak sayısı 45 olduğuna göre demek ki 4 yıllık savaş boyunca 255 civarında, yani envantere giren uçakların % 85'î kaybedilmiş olmaktadır. Bu rakama, savaş alanlarında düşen uçaklar ve ayrıca eğitim uçuşlarında kazaya uğrayan ve uçakların karadan taşınması esnasında yollarda hasarlanıp kullanılmaz duruma gelen uçaklar da dahildir.

    Pilot kaybımıza gelince; kesin bir rakam tespit edilememiş olmakla beraber, harp boyunca şehit ve yaralı olarak kaybedilen pilot sayısı, uçuş okulundan mezun olan toplam pilot sayısının yaklaşık % 75'i civarındadır.

 

b. Alman Hava Kuvvetleri:

Alman Hava Kuvvetleri, hava savaşlarında 2128 ve diğer görevlerde 1000 olmak üzere, 4 yıllık savaş boyunca toplam 3128 uçak kaybetmiştir.

Bu kazalarda pilot ve rasıt olarak 4858 uçucu hayatını kaybetmiş ve 5123 uçucu yaralanmıştır. Alman Hava Kuvvetlerinin toplam uçucu kaybı 9981'dir. (Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 44)