İrfan SARP |
Emekli Hava Pilot Tümgeneral |
|
|
Unutulmaz 142nci Filo ve
Dünyalar Güzeli F-86
Uçağı |
ABD’de iki yıllık
pilotaj eğitimimi
tamamlayıp Ağustos
1958’de Türkiye’ye
döndüm ve ilk uçuş
birliğim olan Merzifon
142nci Filo’ya
(şimdiki151 nci Filo)
katıldım. ABD’de
T-33’lerden mezun
olduktan sonra
Arizona’da Williams Hava
Üssünde 47 saat
F-86F’lerde uçmuş;
hava-hava ve hava-yer
atışlarımızı da
tamamlayıp harbe hazır
olmuştuk. Onun için
Merzifon’daki F-86
birliğime intibak etmem
çok kolay oldu. |
Biz göreve
katıldığımızda Filo
Komutanı Kur.Bnb
Lütfi Gündoğdu Harp
Akademisi’nde kursta
olduğundan, Filo
K.lığına Bnb
Selahattin Alpuğan
vekalet ediyordu.
Bnb.Gündoğdu, Hava
Kuvvetlerimizin jet
uçaklarıyla ilk
tanıştığı 1952
yılında bu uçaklarla
ilk uçan, pervaneli
uçaklardan jetlere
tayin olan birçok
pilota uçuş
öğretmenliği yapan
ve ayrıca
F-84G’lerden kurulu
ilk dörtlü uçuş
akrotiminin lideri
olarak o zamanlar
Hava Kuvvetlerimizde
büyük isim yapmış
bir komutanımızdı.
Onun yerine vekalet
eden Bnb.Alpuğan da
Bnb.Gündoğdu gibi
jetlerde isim
yapmış, attığını
vuran, sakin,
hoşgörülü, hepimizin
taparcasına sevdiği
bir komutanımız idi.
Eğitim Subayı
Yzb.Yavuz Balcık her
zaman kolunda uçmaya
can attığımız taş
gibi sağlam bir
uçucuydu. |
Merzifon
142'nci
Filo,
Mayıs
1959 |
|
Ön sıra (Soldan) |
Tğm.F.BABAÇ, Tğm.A.AKGÜN, Tğm.Ö.SANDIKÇI, Tğm.A.ÇÖREKÇİ, Ütğm.A.ÇOKGÖR, Ütğm. M.KEÇİK, Ütğm.S.BALİ. |
|
|
Orta sıra |
Ütğm.Z.ALPER, Ütğm.H.GÜNDÜZ, Ütğm.A.TURAGAY, Bnb.L.GÜNDOĞDU, Tğm.İ.SARP, Tğm. S.ÇELİK, Tğm.A.ERENGEZGİN, Tğm.Z.ALTAY, Ütğm.İ.TUR, Ütğm.N.GENÇASLAN. |
|
|
Arka sıra |
Ütğm.A.KURAY, Tğm.Y.CAN, Bnb.S.ALPUĞAN, Ütğm.H.ÜVEYİK, Tğm.B.CÖMERT, Tğm.İ.ÖZTARHAN, Ütğm.O.BOZDAĞ. |
|
|
Filoya ilk
katılanlara F-86 ile
uçuşa başlamadan
önce T-33 uçağında
birkaç sorti intibak
uçuşu yaptırılırdı.
İlk intibak
uçuşlarını Filonun
T-33 intibak
öğretmeni Başçavuş
Alaaddin Ersöz
yaptırırdı. Ütğm
Atilla Turagay
filonun Alet Uçuş
Sorumlusu ve T-33
alet öğretmeni idi.
Filomuzun bu çok
sevilen iki T-33
öğretmeninin, 1959
yılının bir yaz günü
kart tazeleme uçuşu
için T-33 uçağında
beraber uçarken
alçak irtifada
ağaçlara çarpıp
düşerek şehit
olmaları hepimizi
büyük bir kedere
boğmuştu. Filodaki
pilotlar pilotaj
eğitimlerini ABD ve
Kanada’da yapmış,
F-86 uçağını çok iyi
bilen tecrübeli
uçuculardı. Filoya
yeni katılan
bizlerin
yetişmesinde
hepsinin unutulmaz
emekleri geçmiştir.
Özellikle hava
muharebelerinde;
ikilinin ikiliye ve
dörtlünün dörtlüye
taarruzlarında
yapılacak
hareketlerin
inceliklerini, yeni
gelen bizlere
sabırla öğretmeye
çalışırlardı. Arada
bir onlarla kaçamak
disiplinsizlikler de
yapmıyor değildik.
Bu kaçamaklardan bir
tanesi, Kızılırmak
Nehrinin Bafra
Ovasına ulaşmadan
önce, Osmancık-Kargı
taraflarında meydana
getirdiği ve ancak
iki uçağın kolda
sığabileceği kadar
dar ve derin vadiden
geçmek idi. En çok
sevdiğimiz diğer
kaçamaklar da kolda
akrobasi hareketleri
ve silahlı keşif
görevlerinde yollar
üzerinde alçak
uçarak araç ve
konvoy hedeflerini
bulma ve onlara
alçaktan taarruz
etme eğitimleri idi.
Bugün düşündükçe
insanın aklının
almadığı, dozu çok
fazla kaçırılmış bir
disiplinsizlik
örneği de, bir
pilotun, evinde
beslediği evcil bir
sincabı; diğer bir
pilotun da küçük bir
köpek yavrusunu F-86
uçağıyla uçurması
idi. |
İlk
göz ağrım, dünyalar
güzeli F-86 uçağını
hepimiz tutku halinde
seviyorduk. Bu uçağı bu
kadar çok sevmemizin
tabii ki birçok sebebi
vardı. F-86 uçağı, köpek
balığı ağzını andıran
hava alığıyla, geriye
kanatları ve kuyruğuyla
çok güzel bir
aerodinamik görünüşe
sahipti. Uçağın
kokpitine oturduğumuzda,
kokpitin rayları koltuk
altı hizamızı geçmezdi.
Kokpite girip kanopiyi
kapatınca, kendimizi her
tarafı tamamen açık bir
terasta oturur gibi
hissederdik. Kokpitin
pilota sağladığı
kesintisiz görüş, bu
uçağın, zamanının en
mükemmel av uçağı
olmasını sağlayan
özelliklerinden birini
teşkil etmiştir. Yüksek
hidrolik tazyikiyle
çalışan uçuş
kumandaları, verilen her
kumandaya anında itaat
ederek uçağa istediğimiz
yerde istediğimiz
hareketi yaptırmamıza
imkan sağlardı. Ancak
uçağın taşıdığı yakıt
miktarının az olmasına
bağlı olarak havada
kalış süresi azdı |
Hava
Atışında İki
F-86'nın
Çarpışması |
9 HAZİRAN
1960 |
|
Üç yıl görev
yaptığım
Merzifon 142nci
Filoda hiç
unutamadığım
hatıram, 9
Haziran 1960
tarihinde
hava-hava atışı
esnasında 3
numara olarak
uçtuğum kolda,
iki uçağın
havada
çarpışması
olayıdır. |
O gün kol teşkili
şöyle idi: |
1 numara |
: Kur.Bnb. İsmet AKINCI |
2 numara |
: Tğm.
Nizamettin
AKAL |
3 numara |
: Tğm. İrfan SARP |
4 numara |
: Tğm. Adnan AKGÜN |
Manş |
: Tğm. Akın ERENGEZGİN |
|
Önce hedef manşının ne
olduğunu havacı olmayan
okurlarım için izah
edeyim. Av pilotlarının
havada atış eğitimleri
yapmaları için diğer bir
uçağın arkasından bir
çelik kabloyla çekilen
ve koldaki pilotların
bir sıra dahilinde
yaklaşıp makineli top
atışı yaptığı naylon
file kumaştan yapılan
hedeftir. File
şeklindeki hedefin
uzunluğu 30 feet (9
metre), genişliği 6
feettir (1,8 m.). Uçağın
atış reflektörüyle nişan
noktası olarak alınan
manş üzerindeki siyah
renkli yuvarlağın çapı 2
feettir.(61 cm.)
|
Aşağıdaki
fotoğrafta
uçağın arkasında
temsili olarak
çizilen bir manş
hedefi
görülmektedir.
Manş hedefi F-86
uçağının pike
flabı yuvasına
takılı 1.000
feet (304 metre)
uzunluğundaki
çelik kablo ile
çekilmektedir. |
|
(NOT:
Yukarıdaki
fotoğrafta
görülen,
198
no.lu
F-86
uçağı,
benim
ilk uçuş
filom
olan,
Merzifon
142'nci
Filo'ya
bağlı
uçaklardan
biriydi.
O
yıllarda
Eskişehir'de
konuşlanan
141'nci
Filo
uçaklarının
burun
kısımları
kırmızı;
Merzifon'da
bulunan
142'nci
Filo'nun
sarı ve
143'ncü
Filo'nun
mavi
renkte
idi. 198
no.lu
uçak
Merzifon'da
o
tarihlerde
kurulan
akrotim
filosu
uçaklarının
rengine
boyanmış
görülüyor.
Ne yazık
ki bu
uçak,19
Eylül
1964
tarihinde
Merzifon
pistine
kötü bir
havada
alet
alçalması
yapılırken
düşmüş
ve
Teğmen
rütbesindeki
pilotu
şehit
olmuştur) |
|
|
Manş
hedefi bir F-86 veya
T-33 uçağı ile
çekilebilir. Biz 1958
yılında Amerika'da
Arizona'nın Williams
Hava Üssü'nde F-86'larla
atış ve harbe hazırlık
eğitimi görürken hedef
manşı T-33 uçağıyla
çekiliyordu. Arizona
çölü üzerinde yaptığımız
hava atış eğitimlerinde
manşın görülmesini
kolaylaştırmak için atış
yapan pilot tarafından
manş çeken pilota
telsizle "smoke" (duman)
dendiğinde manş uçağı
beyaz bir duman salar ve
pilot da hedef manşının
yerini kolayca görüp ona
göre manşa yaklaşırdı.
Merzifon'da yaptığımız
görevlerde manş çeken
F-86 uçaklarında böyle
bir duman salma özelliği
olmadığından, hedef
manşının yanca 4.000
feet yüksekliğinde
bulunan dalış
pozisyonundan (pörç
noktası) görülmesinde
zorluklar olabilirdi. |
Filomuzda atış görevine
planlanan kol için
yapılan uçuş öncesi
brifinglerinde,
hava–hava atış
teknikleri anlatılırken,
atış paterni içinde
koldaki her pilotun
bütün uçakları ve manş
uçağını hiç gözden
kaybetmemesinin çok
önemli olduğu ve
özellikle1 numaranın 3
numara ile ve 2
numaranın da 4 numara
ile “tepede dalış” ve
“atıştan çekiş”
noktalarında çarpışma
tehlikesi olduğu ısrarla
belirtilirdi. Atışlar
Gerze Doğusu-Sinop
arasındaki rotada
yapılırdı. Normal hava
şartlarında manş 12.000
fit irtifada çekilir,
atış için tepe (pörç)
noktası 16.000 fit
olurdu. Sabah
sortilerinde güneş
arkada olduğundan patern
içindeki uçakların
görülmesinde zorluk
çekilmezdi. Ancak
öğleden sonra yapılan
atışlarda güneş sol
önde, çekiş
istikametinde
olduğundan, patern
içinde özellikle tepe
noktasındaki uçağın
görülmesinde zorluk
çekilirdi. |
Filoda uçuş öncesi
brifinglerinde,
hava–hava atış
teknikleri
anlatılırken, atış
paterni içinde
koldaki her pilotun
bütün uçakları ve
manş uçağını hiç
gözden
kaybetmemesinin çok
önemli olduğu,
özellikle 1
numaranın 3 numara
ile ve 2 numaranın
da 4 numara ile
“tepede dalış” ve
“atıştan çekiş”
noktalarında
çarpışma tehlikesi
olduğu ısrarla
belirtilirdi.
Atışlar Gerze
Doğusu-Sinop
arasındaki rotada
yapılırdı. Normal
hava şartlarında
manş 12.000 fit
irtifada çekilir,
atış için tepe (pörç)
noktası 16.000 fit
olurdu. Sabah
sortilerinde güneş
arkada olduğundan
patern içindeki
uçakların
görülmesinde zorluk
çekilmezdi. Ancak
öğleden sonra
yapılan atışlarda
güneş sol önde,
çekiş istikametinde
olduğundan, patern
içinde özellikle
tepe noktasındaki
uçağın görülmesinde
zorluk çekilirdi.
|
O gün öğleden
sonra saat 15.00
sıralarında
dörtlü kol
kalkışımızı
tamamlayıp manş
pilotuyla
Gerze’nin
doğusundaki
randevü
noktasında
buluştuk. Manş
pilotunun rotaya
girişini takiben
paterne girip
atışa başladık.
Atıştan sonra
pörç noktasına
tırmanmak için
sol yukarıya,
güneşin içine
doğru çekişte,
patern içindeki
diğer uçakların
görülmesi güç
oluyordu. Üçüncü
veya dördüncü
dalışta ben
manşa yaklaşıp
atış
pozisyonunda
tetiği çekmek
üzere iken, manş
pilotunun
telsizde:”ateş
etme
çarpıştılar”
dediğini duydum.
Manşın üzerinden
geçip sola
yukarı
baktığımda,
paternin tepe
noktasında bir
alev topu
gördüm. O anda,
her zaman
brifingte ikaz
edildiği gibi 2
numara ile 4
numaranın
çarpıştıklarını
zannettim. Ancak
telsizde 2
numaranın
konuşmasını
duyunca, o zaman
1 numara
Bnb.Akıncı ile 4
numara
Tğm.Akgün’ün
çarpıştıklarını
anladım. Alev
topunun olduğu
noktaya iyice
yaklaşınca
gördüğüm manzara
şuydu:
Uçaklardan biri
konfet gibi
havada
dağılmıştı. El
kadar küçük
madeni parçalar
havada
uçuşuyordu.
Diğer uçak ise
ters virile
girmişti. Ben
ters viril
içinde olan
uçağa yaklaşıp
belirli bir
mesafeden onun
etrafında daire
çizerek
alçalmasını
takip etmeye
başladım. Bir
taraftan da
“atla! atla!”
diye
bağırıyordum.
Ayni şekilde
manş pilotu da
”atla! atla!”
diye
bağırıyordu.
Ters viril
içindeki uçağın
alçalma hızı
bana çok yavaş
geliyordu.
Uçaklar 16.000
fit civarında
çarpışmışlardı.
Ters viril
içindeki uçağın
alçalış varyosu
4-5 civarında
olsa, demek ki
uçağın 16.000
fitten denize
vuruşu arasında
yaklaşık 3-4
dakika zaman
geçmişti. Ancak
bu 3-4 dakika
zaman bana
saatler kadar
uzun gelmişti.
Ben, pilotun bu
uzun süre içinde
uçaktan
ayrılamayışının
sebebini bir
türlü
anlayamıyordum.
Bu arada irtifa
kaybetmeye devam
ediyor ve denize
yaklaşıyorduk
Ben artık
pilotun
paraşütle
atlayacağından
iyice ümidimi
kesmiştim. Diğer
uçak havada
dağıldığından,
onun pilotunun
çarpışma
esnasında
hayatını
kaybettiği
anlaşılıyordu.
Ters viril
içindeki
uçaktaki pilot
paraşütle
atlayamadığına
göre, ya
çarpışma
esnasındaki
darbenin
şiddetiyle
kendinden geçmiş
veya o da
hayatını
kaybetmiş olmalı
diye
düşünüyordum ki,
denize birkaç
bin fit kala bir
paraşütün
açıldığını
sevinçle gördüm.
Paraşüt
açıldıktan çok
kısa süre sonra
da pilot denize
indi. Ben uçağın
havada
tutunabileceği
en düşük süratle
pilotun
etrafında
dönmeye devam
ederken onun
deniz içinde
paraşütten
kurtulduğunu ve
bir süre sonra
da kulaç atarak
yüzmeye
başladığını
gördüm. Yılın
pek çoğu
günlerinde
dalgalı olan
Karadeniz o gün
şans eseri
çarşaf gibi
dümdüz idi.
Denizin üzerinde
en küçük bir
kırışıklık
görünmüyordu.
Masmavi
gökyüzünde tek
bir bulut
parçası bile
yoktu. |
Bulunduğumuz
noktadan Merzifon
uçuş kulesi ile
telsiz teması mümkün
olmadığından,
uçakların
çarpıştığını biz
Merzifon radarına
bildirmiş, Merzifon
Radarı da kaza
haberini Üs Harekat
Merkezi’ne aktarmış
idi. Henüz o
yıllarda şimdi
olduğu gibi Üs’lerde
arama kurtarma
helikopterleri ve
arama kurtarma
timleri mevcut
değildi. Pilotun
denizden
kurtarılabilmesi,
ancak kendisine
ulaşabilecek bir
deniz motoru ile
mümkün olabilirdi.
Üs Komutanlığı kaza
haberini alır almaz
Gerze Kaymakamlığı
ile temas etmiş,
pilotun tahmini
yerini tarif ederek
pilotu kurtarmak
üzere olay yerine
ellerinde mevcut en
süratli motorlarını
göndermelerini
istemişti. |
Ben
kritik yakıta gelinceye
kadar yaklaşık 20-25
dakika daha pilotun
etrafında tur atmaya
devam ettim. Pilot, can
yeleğinin dış kısmında
bir cep içinde olan ve
paketi açılıp denize
bırakıldığında geniş bir
çevreye turuncu renkli
göz alıcı bir boya
maddesi salarak pilotun
olduğu noktayı uzak
mesafelerden bulmaya
yarayan maddeyi
kullanmamıştı. Denizin
üzerinde en küçük bir
kırışıklık olmaması,
boya maddesi olmamasına
rağmen, benim alçak
irtifada dönüş içinde
pilotu hiç gözden
kaçırmadan rahatlıkla
görmemi sağlıyordu.
Pilotun can yeleği
şişmiş olarak kara
istikametine kulaç
attığını gayet net bir
şekilde takip
edebiliyordum. Yakıtım
iniş için kritik yakıta
gelince pilotun
üzerinden ayrılarak
meydana dönüş için
tırmanmaya başladım.
|
Bu esnada bizden
sonra atış için
planlanan dörtlü
kolun lideri Ütğm.
Osman
Kayadibinli’nin beni
telsizle aradığını
duydum. Kalkışını
henüz tamamlayan
Ütğm. Kayadibinli’ye
kazanın meydana
geldiği uçuş kulesi
tarafından
bildirilmiş ve hava
atış görevini iptal
ederek denize düşen
pilotu araması
istenmiş idi. Ütğm.Kayadibinli’ye
pilotun deniz içinde
bulunduğu noktayı
tarif ettim. Çok
küçük bir sahada ve
deniz üzerinde alçak
irtifada tek kişilik
bir uçakla arama
esnasında
birbirlerini
göremeyip onların da
çarpışabileceği
ihtimali düşünülerek
ayni anda iki
uçaktan fazla uçağın
arama görevine
katılması Üs
tarafından tehlikeli
bulunmuştu. Ütğm.
Kayadibinli pilotu
aramak üzere tarif
ettiğim noktaya
giderken ben de
meydana gelip
inişimi yaptım.
Uçağı park ettikten
sonra Karargahta
beni beklemekte olan
Komutanlarıma olayı
anlattım. |
Bu arada
Gerze’den iki
balıkçı
motorunun
paraşütle
atlayan pilotu
kurtarmak üzere
denize
açıldıklarını
bildirdiler. Ben
Komutanıma,
pilotun denizde
bulunduğu yeri
çok iyi
bildiğimi, eğer
tekrar o bölgeye
gidersem pilotu
bulabileceğimi,
onun etrafında
dönerek gelen
motorları
pilotun
bulunduğu
noktaya
yönlendirebileceğimi
ve böylece hava
kararmadan
pilotun
bulunmasına
yardımcı
olabileceğimi
arz ettim.
Komutanımız,
uçtuğum kolda
meydana gelen
kazanın
etkisiyle benim
moralimin bozuk
olabileceğini
düşünerek bu
aramayı F-86 ile
değil de T-33
uçağı ile,
arkama diğer bir
pilot alarak
yapmamı istedi
(ben o tarihte
Üs’de T-33 alet
öğretmeni idim).
Bu emir üzerine
bir pilot
arkadaşımla Üs
İrtibat Kıtasına
gittik. Ancak
İrtibat Kıtası
Baş Makinisti,
Üs’deki tek T-33
uçağımızın fren
arızası
nedeniyle gayri
faal olduğunu
söyledi. Üs
İrtibat
Kıtasında mevcut
tek T-11
uçağımız da
motor
arızasından
parça bekler
durumda idi.
T-11 ve T-33
uçaklarının her
ikisinin de
gayri faal
durumda olduğunu
Komutanıma
bildirdim ve
arama görevini
F-86 ile
yapabileceğimi
söyledim.
Komutanımın F-86
ile arama
görevini
yapabileceğimi
kabul etmesi
üzerine, uçuş
hattında hazır
beklemekte olan
bir uçağı
çalıştırarak
acele kalkışa
gittim. |
Üs Komutanlığı kaza
haberini Gerze’deki
yetkililere
bildirirken,
denizdeki pilotun
üzerinde bir uçağın
alçak irtifada
devamlı dönüş
yaparak uçacağını,
pilotu aramak üzere
denize açılan
balıkçı motorlarının
kaptanlarına tembih
edilerek, denizdeki
pilotu, alçak
irtifada dönüş
yaparak uçmakta olan
bu uçağın bulunduğu
noktanın civarında
aramalarını
istemişlerdi |
Gerze
üzerine gelip deniz
istikametine baktığımda,
iki balıkçı motorunun
birbirinden yaklaşık
üç-dört mil aralıkla
Gerze’nin yedi-sekiz mil
uzağında, karadan açığa
doğru seyretmekte
olduklarını gördüm.
Benden sonra olay yerine
gelen Ütğm Kayadibinli
yaklaşık 1 saate yakın
deniz üzerinde sağlı
sollu her yeri aramasına
rağmen pilotu bulamamış,
kritik yakıta düşünce
olay yerinden ayrılarak
meydana dönmüştü. |
Ben bulunduğum
irtifadan Sinop
Burnu ve Gerze’den
kerteriz alarak daha
önce tespit ettiğim
noktaya doğru
alçaldım. O anda
saat 18.00 civarına
gelmişti. Demek ki
pilot yaklaşık üç
saattir denizde
bulunuyordu. Havanın
kararmasına da az
bir zaman kalmıştı.
Kazanın olduğu 9
Haziran tarihinde
deniz henüz tam
olarak ısınmamıştı.
O nedenle pilotun
hava kararmadan
bulunamaması ve
bütün geceyi soğuk
denizde geçirmesi
halinde, yaşamını
sürdürebileceğinden
endişe ediyordum.
F-86 uçaklarının
taşıdığı 120
galonluk drop
tankları ile havada
kalış süresi alçak
irtifada 1.30 saati
geçmiyordu.
Kalkıştan sonra
bölgeye geliş ve
meydana dönüş yakıtı
hesaplandığında
pilotun aranması
için geriye en fazla
1 saat kadar bir
zaman kalıyordu. Ben
kerterizle tespit
ettiğim noktaya
gelip pilotu aramaya
başladığımda, arama
görevi verilen diğer
pilot Ütğm.
Selahattin Yılmaz da
ayni bölgeye gelmiş
ve aramızda bir
mesafe bırakarak
arama görevini
sürdürmeye
başlamıştık. |
Ben, pilotun
paraşütle denize
düştüğü noktayı
Sinop Burnu ve
Gerze’den
aldığım
kerterizle çok
iyi saptadığımı
düşünüyordum. O
nokta etrafında
10 dakika
dolaştığım halde
pilotun izine
rastlayamamıştım.
Batı
istikametinde
güneşin ufka
iyice
yaklaşmakta
olduğunu
gördükçe, bende
yavaş yavaş bir
panik
başlamıştı.
Kerteriz aldığım
noktadan çok
emindim. Denizin
üzerinde en
küçük bir
kırışıklık
olmadığına göre
pilotu mutlaka
görmem lazımdı
diye
düşünüyordum.
Hem ben, hem
benim biraz
uzağımda arama
yapan
Ütğm.Yılmaz, hem
de bizden önce o
noktada bir
saate yakın
dolaşarak arama
yapan Ütğm.Kayadibinli’den
hiç birimiz
denizdeki
arkadaşımızı
bulamadığımıza
göre acaba onun
can yeleği
sönmüş, soğuk
suyun etkisine
dayanamayıp
takati kesilerek
denize mi
gömülmüştü?
|
Aklımdan böyle kötü
bir düşünce
geçmesinin çok
geçerli bir sebebi
vardı. Biz o
zamanlar pist başı
alarm nöbeti
tutarken, pist
başında pilot ve
makinistlerin
istirahat
edebilecekleri bir
alarm binası yoktu.
Alarm nöbetlerini,
ayni zamanda pist
başı telsiz aracı
olarak da
kullanılan, kapalı
bir kamyon kasası
şeklindeki jeneratör
aracının içinde
tutardık. Jeneratör
aracının iç
bölmesinde
uzunlamasına
yerleştirilen iki
tahta sıra,
pilotların istirahat
etmeleri için yatak
vazifesi görürdü.
Araçta yastık veya
minder gibi bir şey
olmadığından,
istirahat için tahta
sıraların üzerine
uzandığımızda,
paraşüt ve
kaskımızla beraber,
deniz üzeri uçuşları
için pist başına
getirdiğimiz can
yeleklerimizi
ağzımızla şişirir ve
başımızın altına
koyarak yastık gibi
kullanırdık. Uçuş
emniyet
toplantılarında Üs
Uçuş Emniyet Subayı,
gündem maddeleri
arasında her zaman
bu konuyu dile
getirir, can
yeleklerinin
şişirilip yastık
gibi kullanılmasının
sakıncalarını
anlatır, şişirilen
can yeleğinin pist
başı aracında çivi
veya bunun gibi
sivri bir şeyle
delinebileceğini,
asıl ihtiyaç
duyulduğunda can
yeleğinin
sönebileceğini
söylerdi. Biz Uçuş
Emniyet Subayının bu
uyarılarına rağmen,
can yeleklerini
şişirip yastık gibi
kullanmaya devam
ederdik. |
İşte
şimdi deniz üzerinde
yerini çok iyi tespit
ettiğimden emin olduğum
noktada pilotun izine
rastlayamayınca, aklıma
Üs Uçuş Emniyet
Subayının söyledikleri
geliyor ve pilotun can
yeleğinin sönerek denize
gömülmüş olabileceğini
düşünüyordum. |
Bu arada her iki
balıkçı motorunun,
arama yapan diğer
uçakla benim uçtuğum
noktaya doğru
yaklaştıklarını
görüyordum. Panik ve
ümitsizlik içinde
aramaya devam
ederken, pilotun
akıntıyla açığa
sürüklenmiş
olabileceğini
düşünerek,
bulunduğum noktadan
açığa doğru uçmaya
başladım. “Epey
açılmış olmalıyım
buraya kadar
gelemez” diye
aklımdan geçirdiğim
anda birden denizin
içinde pilotun
çırpınarak meydana
getirdiği köpüğü
fark ettim. Tabii o
an duyduğum sevinci
burada anlatabilmem
çok zor. Pilotu
bulduğumu telsizde
Ütğm.Yılmaz’a
bildirdim ve
yaklaşık 1000 feet
irtifadan pilotun
etrafında dönmeye
başladım. Ütğm
Yılmaz ise Balıkçı
motorlarının
bulunduğu noktaya
gidip üzerlerinden
yaptığı alçak
geçişlerle onları
benim daire çizdiğim
noktaya doğru
yönlendiriyordu.
Balıkçı motorları
bulunduğum noktaya
gelinceye kadar ben
pilotun üzerinde
dönmeye ve
Ütğm.Yılmaz da
motorların üzerinden
alçaktan uçarak
onları yönlendirmeye
devam ettik. Balıkçı
Motorlarından bize
yakın olanı pilotun
yanına geldiği zaman
güneş de batmak
üzereydi. Yakıtım
kritik yakıta
gelince dönüşten
çıkıp optimum
irtifaya tırmandım
ve inişe geldim.
Pilotlardan biri
kurtulmuştu ama
acaba kurtulan
Bnb.Akıncı mı yoksa
Tğm.Akgün mü idi?
|
Gecenin
ilerleyen
saatinde nihayet
Gerze’den
beklenen haber
geldi. Kurtulan
pilot Tğm.Akgün
idi.
Kur.Bnb.İsmet
Akıncı maalesef
şehit olmuştu.
Tğm Akgün'ü
kurtaran balıkçı
motoru,
Tğm.Akgün’den
önce
Bnb.Akıncının
naaşını da
denizde
bulmuşlar ve
motorlarına
almışlardı.
|
Ertesi günü
arkadaşlarımızdan
bir kısmı
şehidimizin naaşını
ve Tğm.Akgün’ü almak
üzere Gerze'ye
gittiler. Gerze
Kaymakamı şehidimiz
için ilçe merkezinde
küçük bir tören
yapmak istemiş. “O
bizim Gerze’mizin
şehidi, tören
yapmadan
bırakamayız” demiş.
Şehidimizin bayrağa
sarılı tabutu önde;
bütün ilçe halkı
başta Kaymakamları
ve Merzifon'dan
giden arkadaşlarımız
arkada, Gerze’nin
ana caddesinden
geçerek bir tören
yapmışlar. Şehidine
böylesine sahip
çıkan değerli
Kaymakamın ve Gerze
halkının bu asil
davranışları ne
kadar ibret verici
ve örnek bir
davranıştır! |
Gerze’nin değerli
kaymakamı gibi, Gerzeli
balıkçı motorunun
kaptanının davranışı da
hafızamda unutulmaz bir
yer bırakmıştır.
Tğm.Akgün’ün bize
sonradan anlattığına
göre, balıkçı
motorlarına kaza haberi
verilince, sahilden
açığa doğru, kendilerine
tarif edilen noktaya
yaklaşırken, tayfalardan
biri deniz üzerinde
hareketsiz bir cisim
görmüş. Cismin yanına
geldiklerinde bu cismin,
üzerinde can yeleği
şişmiş durumda bir pilot
naaşı olduğunu
anlamışlar. Şehit pilotu
denizden çıkarıp motorun
içine aldıklarında
kaptan, motorun
direğindeki bayrağı,
şehide duyulan saygı ve
matemin gereği olarak
yarıya indirmiş. Denizci
geleneğinin ve şehide
duyulan saygının en
güzel bir örneğini
veren, alnından öpülecek
temiz yürekli bu yiğit
Gerze’li kaptanı her
zaman saygıyla
anmışımdır. |
Şimdi olayı bir de
Tğm.Akgün’ün
ağzından dinleyelim.
Tğm.Akgün pörç
noktasında sağa
dönüş içinde manşa
dalış için pozisyon
alırken, bir anda
diğer uçakla
çarpışmış ve uçağı
ters virile girmiş.
Ters viril içinde
negatif “G”
tesiriyle sırtı
kanopiye yaslanmış.
Sırtı kanopiye
yaslanmış durumda
olduğu için, sağ
elini uzatıp oturma
koltuğunun sağ
altında yer alan
jettison koluna bir
türlü uzanamıyormuş
(F-86 uçaklarında
jettison kolu
şimdiki uçaklarda
olduğu gibi “D”
halkası şeklinde
üstte, pilot
koltuğunun baş
hizasında değil,
koltuğun sağ
altında, kokpitin
döşemesine yakın bir
yerde bulunuyordu).
Uçak denize doğru
irtifa kaybederken
eliyle defalarca
jettison koluna
ulaşmaya çalışmış.
Jettison kolunu
çekemeyeceğini
anlayınca, hiç
olmazsa omuz
bağlarımı çözeyim ve
kanopiyi açayım da
uçak denize
düştüğünde belki
kokpitin içinden
çıkarım ve uçakla
birlikte denizin
dibine gitmem diye
düşünmüş. Omuz
bağlarını çözdükten
sonra kanopiyi
açmış. Kanopi uçup
gidince, omuz
bağları da çözülmüş
durumda olduğundan,
vücut ağırlığı ve
negatif ”G”
etkisiyle kokpitin
içinden dışarıya
fırlamış. F-86’nın
jettison sisteminde
alçak irtifada
jettison
yapıldığında
paraşütün
açılmasında bir
gecikme olmaması
için, paraşütün
deklanşörüne bağlı
bir “Sıfır Saniye
Halkası” bulunurdu.
Tırmanışta 5.000
feet kontrolünde bu
halka yerinden
çıkarılarak paraşüt
üzerindeki yerine
takılırdı. Ancak
alçak irtifa
uçuşları ile atış
görevlerinde bu
halka kalkıştan
itibaren pilot
sandalyesine bağlı
bırakılırdı.
Tğm.Akgün kokpitten
boşluğa fırlayınca,
sandalyeye bağlı
olan “Sıfır Saniye
Halkası” paraşütün
deklanşör kolunu
çekerek paraşütün
açılmasını sağlamış.
Belki de Tğm Akgün,
F-86 uçaklarının
tarihinde jettison
sistemini
kullanmadan
paraşütle atlayan
ilk pilot olmuştur. |
Paraşütü
açıldıktan sonra
saniyelerle
sayılacak kısa
süre içinde
Tğm.Akgün denize
temas etmiş.
Denize girer
girmez hemen
paraşütten
kurtulup can
yeleğini
şişirmiş. İkinci
olarak da
yüzerken
ayaklarında
ağırlık yapan
botlarını
çıkarıp denize
bırakmış ve
sahile doğru
yüzmeye
başlamış. Ancak
geçirdiği şokun
etkisiyle olsa
gerek, Tğm.Akgün
bunları
yaparken, can
yeleğinin
cebinde bulunan
boya maddesinin
paketini açıp
denize bırakmayı
unutmuş! |
Tğm.Akgün sahile
doğru yüzmeye
çalışırken,
akıntının kendisini
açığa doğru
sürüklediğini fark
ediyormuş. Kendisini
aramaya gelen
uçakların civarda
dolaştıklarını
görüyor, ve
pilotların kendisini
fark etmesi için
eliyle, koluyla suya
vurup denizde köpük
meydana
getiriyormuş.
Uçaklar denizde
bulunduğu noktaya
yakın bir yerde
arama yaptıkları
halde bir türlü
kendisini
bulamayınca, giderek
ümitsizliğe
düşüyormuş. Nihayet
bir uçak bulunduğu
noktaya yaklaşıp
üzerinde dönmeye
başlayınca
kurtulacağını
anlayıp büyük bir
sevince kapılmış.
Bir süre sonra bir
balıkçı motorunun
kendisine
yaklaşmakta olduğunu
görmüş. Güneş batmak
üzereyken tayfalar
kendisini motorun
içine almışlar. |
Tğm.
Akgün kendisini kurtaran
motorun içinde Bnb.
Akıncı’nın naaşının
olduğunu bilmiyormuş.
Balıkçı motorunun
kaptanı, Tğm. Akgün’ün
morali bozulmasın diye,
diğer pilotun naaşının
motorda olduğunu
söylememiş. Ama bir
taraftan da Tğm.
Akgün’ün , motorun
bayrağının yarıya inmiş
olmasından, diğer
pilotun naaşının motorda
olduğunu anlayacağını
sanarak endişe
ediyormuş! Gece saat
21.00 civarında motor
Gerze iskelesine
yanaşmış. İskeleye
çıktıktan sonra motorun
kaptanı diğer pilotun
naaşının motorda
olduğunu büyük bir
üzüntüyle Tğm. Akgün’e
bildirmiş. |
Aradan kırk yıldan
fazla bir zaman
geçmesine rağmen bu
olayı en ince
ayrıntısına kadar
hatırlamamın
sebepleri var.
Kur.Bnb.İsmet
Akıncı’yı babacan
hali, alçak
gönüllülüğü,
esprileri, ve biz
gençlere gösterdiği
yakınlığı ve
hoşgörülü
davranışları ile
hepimiz çok sevmiş
ve şehit oluşuna çok
üzülmüştük. Tğm.
Akgün ise yediğimiz
içtiğimiz ayrı
gitmeyen, filoda her
türlü işe koşan,
hepimizin sevdiği
çok can bir
arkadaşımızdı.
Bnb.Akıncının şehit
oluşuna ne kadar
üzülmüşsek, Tğm.
Akgün’ün kurtuluşuna
da o kadar
sevinmiştik. Gerze
Kaymakamı ile
balıkçı motorunun
kaptanının asil
davranışlarını da
unutmak mümkün
değil. Bu kazada
bizler, büyük bir
kederi, büyük bir
sevinci ve ayni
zamanda büyük bir
onuru bir arada
yaşamıştık. |
Hedef Manşı
Meydanda
Kayboluyor |
F-86 uçağında
yaptığımız görevler
içinde en heyecan
verici ve zevkli
olanı, manş hedefine
yaptığımız hava-hava
atış görevleri idi.
O yıllarda Hava
Kuvvetlerimizin Av /
Önleme rolündeki
yegane uçağı F-86
idi. Bu uçağın asli
rolü olan Av /
Önleme görevlerinde
başarılı olabilmesi
için filoların
hava/hava atışlarına
önem veriliyordu.
Hava / Hava atış
görevinin
planlanması ve
yerine
getirilebilmesi için
pek çok şartın bir
araya gelmesi
gerekiyordu. Aranan
şartlardan ilki, hem
meydanda hem de atış
sahası civarında
havanın açık olması
idi. Bazen meydanda
hava müsait olur,
ancak atış sahası
kapalı olduğundan
atış planlanamazdı.
Bazen manş hedefi
kalkışta kopar,
dörtlü kol yedek
manşı bekler, yedek
manşın kalkışı
gecikirse ve kollar
motor çalıştırmış
ise, yerde uzun süre
beklemekten yakıt
kritik duruma düşer,
atış iptal edilirdi.
Atış esnasında bazen
pilotlardan biri
manş telini vurup
manşı kopartır, veya
nadir de olsa manş
hedefine girerek
manşa kanadını
taktırıp bu durumda
inişe gelir: bazen
da manş pilotu
herhangi bir
arızadan dolayı
manşı meydana
getirmeden deniz
veya kara üzerinde
atmak zorunda
kalırdı. F-86
uçağında manşı çeken
telin ucu, uçağın
sol pike flabının
yuvası içindeki bir
kancaya takılırdı.
Manşın kopmaması
için de uçağın
süratinin 165
Knot’ın üzerine
çıkarılmaması
gerekirdi. Eğer
uçağın sürati biraz
artar ve pilot da
sürati azaltmak için
dalgınlıkla pike
flabını açarsa, manş
kancasından ayrılıp
düşerdi. Velhasıl,
bütün şartlar bir
araya gelip atış
tamamlanmış ve pilot
da manşı getirip
manş bırakma
noktasına atmış ise,
herkes derin bir
nefes alırdı. Manş
yere düştükten sonra
silahçı personelin
manşı düştüğü yerden
bulup getirmesi
heyecanla
beklenirdi. Atış
arabası tarafından
filonun önüne
getirilen manş,
araçtan indirilip
yere serildikten
sonra, eğer üzerinde
beklenen vuruş
olmazsa pilotlar
hayal kırıklığına
uğrayıp içten içe
üzülürler, üzerinde
pıtırak gibi çok
sayıda delik varsa,
kolun pilotları o an
için en büyük keyif
ve mutluluğu
yaşarlardı. |
Şimdi
anlatacağım bu olayı,
Hava Kuvvetlerimize
1980’li yıllardan sonra
katılan gençlerin
inanmaları çok zor. Bu
olay, hava atışından
sonra manş uçağı
tarafından Merzifon
Meydanı’na getirilip
atılan bir hedef
manşının uzun süre
bulunamaması olayıdır. |
Hava Kuvvetlerimizin
jet uçaklarına
geçtiği 1950’li
yıllarda jet
meydanlarımız kısa
sayılacak bir zaman
dilimi içinde inşa
edilmiş ve ABD
kaynaklarından temin
edilen jet uçakları
bu meydanlara
konuşlandırılmıştır.
Jet uçaklarının
konuşlandırılacağı
bu meydanların
inşaatları
sırasında, standart
uçuş kriterlerinin
dışında arazi
üzerindeki pek çok
tümsek, çukur ve
engebeler
düzeltilmeden o
halleriyle
bırakılmıştır. Bu
inşaatlar sırasında
pist, hangar ve uçuş
tesislerinin inşaat
artıkları da
oldukları yerlerde
terk edilmiştir.
Meydanda arazinin
çukur oluşturup
suların biriktiği
bazı yerlerde küçük
göletler oluşmuş ve
orada zamanla iki
metreyi geçen
sazlıklar ve
çalılıklar meydana
gelmiştir. |
Merzifon
Meydanında manş
bırakma noktası
ana pist ile
eski 143ncü Filo
binasının
arasında kalan
bir yerde idi.
Manş bırakma
noktası nispeten
düzlük bir
sahaydı, ancak o
noktanın
uzantısı, adam
boyunu geçen
sazlıklar ve
çalılıklarla
kaplı idi. |
Hava atışının
öğleden sonra olduğu
bir gün, manş pilotu
pasaja girmiş, fakat
manşı bırakmak için
pike flabını açma
kumandasını vermekte
biraz gecikince
manş, istenen
noktanın biraz
uzağına düşmüştü.
Pilotlar filonun
önünde manşın
gelmesini bekliyor,
ancak manşı almak
üzere giden atış
arabası aradan
saatler geçmesine
rağmen bir türlü
manşı bulup
getiremiyordu. Mesai
araçlarının da şehre
hareket etmesine az
bir zaman kalmıştı.
O zamanlar filoda
hiçbir kimsenin
otomobili
olmadığından, mesai
aracını kaçıran
kimsenin şehre
gidebilmesi ancak
şansa kalmıştı.
Koldaki pilotlardan
manş üzerinde çok
iyi bir vuruş
yaptığını tahmin
eden bir
arkadaşımız, mesai
aracını kaçırmak
pahasına filonun
Jeep’i ile manş
bırakma sahasına
gidip manşı aramakta
olan silahçı ekibe
katıldı. O
arkadaşımız ve
silahçı ekibi akşam
hava kararıncaya
kadar aramalarına
rağmen manşı
bulmaları mümkün
olmadı. Manşın
aranmasına ertesi
gün devam edildi ve
saatler sonra manş
çalılıkların ve
sazlıkların arasında
bir yerde bulundu.
Eskiden, havadan
atılan bir manş
hedefinin
bulunamayacağı kadar
kötü, düzensiz ve
bakımsız meydanlara
sahipken; bugün,
Avrupa ve Amerika’da
bulunanlar
seviyesinde ve hatta
onlardan da güzel ve
bakımlı meydanlara
sahip olmak ne kadar
gurur verici bir
şey! |
(NOT:Tepeleriyle,
tümsekleriyle,
çukurlarıyla, öbek öbek
taş yığınlarıyla, sazlık
ve çalılıklarıyla uzun
yıllar çok kötü durumda
kalan ana ve yedek
meydanlarımız,
Hv.Orgeneral Tahsin
Şahinkaya’nın Hava
Kuvvetleri Komutanlığı
yaptığı yıllarda
verdikleri emir ve
direktifler
doğrultusunda; o zamanki
Üs Komutanlarının ve
Üs’lerde görevli
personelin yoğun
çabaları ve fedakar
çalışmalarıyla ve
mahalli sivil
idarelerden sağlanan iş
makineleri desteğiyle,
eski kötü durumlarından
kurtarılmış; tepeler,
tümsekler düzeltilip,
çukurlar doldurulmuş ve
meydanlarımız bugünkü
modern, düzgün, çiçek
gibi, tertemiz
görünümlerine
kavuşturulmuştur.) |
Bugün çiçek gibi
görüntüleriyle
hepimizi
gururlandıran hava
üslerimizin eskiden
ne kadar kötü bir
görünüme sahip
olduğunu gösteren
aşağıdaki resme
bakınız. Bir
fotoğraf bin
kelimeye bedeldir
derler, işte bu
fotoğraf da o
zamanki üslerimizin
ne kadar bakımsız
olduğunu bir bakışta
çok güzel gözler
önüne seriyor.
|
1973 yılında
Mürted (Akıncı)
141nci F-104
Filo Komutanı
iken fırsat
buldukça şimdiki
eski nizamiyenin
yanına hatıra
amacıyla konulan
103 kuyruk
numaralı F-86
uçağının başına
gidip kokpitine
girerdim. Eski
F-86’cılar çok
iyi bilir, F-86
kokpitinin diğer
uçaklara göre
çok değişik ve
kendine özel hoş
bir kokusu
vardır. O
tarihte
F-86’ların Hava
Kuvvetleri
envanterinden
çıkarılışının
üzerinden
yaklaşık beş yıl
geçmesine rağmen
F-86’nın eski
pilotlarını
etkileyen o hoş
kokusu hala
kokpitinden
gitmemişti. O
tarihte
Mürted’de F-102
ve F-104’lerde
uçan
arkadaşlarımız
bir gün
birbirimize
haber verip
sözleştik ve
sevgili
uçağımızın
önünde aşağıda
görülen hatıra
fotoğrafını
çektirdik.
Fotoğrafa
dikkatle
bakıldığında o
zamanlar hava
üslerimizin
otlar ve
çalılarla kaplı
içler acısı
durumu net
olarak
görülmektedir.
Bu vesileyle
fotoğraftaki
arkadaşlarımızdan
bugün hayatta
olmayanları
sevgi, özlem,
hasret ve
rahmetle
anıyorum. Nur
içinde
yatsınlar! |
Eski F-86 Pilotları
- Mürted (Akıncı)
1973 |
|
Eski F-86 Pilotları Çok Sevdikleri Uçaklarıyla Hatıra Fotoğrafı Çektiriyor |
Mürted/Akıncı - 1973 |
|
Ön sıra (Soldan) |
: O.Başçelik, Z.Altay, İ.Sarp, L.Akdemir, O.N.Kefeli, S.Tekyıldırım |
Orta sıra (Soldan) |
: Ö.Özden, V.Sezer, L.E. Tüzgel |
Arka sıra (Soldan) |
: A.Çağlayan, T. Gürgenç, S.Şener |
|
|
|
Merzifon’da
yaşadığımız
mutlulukların
yanında, o
yılların
mahrumiyetlerle
dolu ortamında
çekilen
sıkıntılardan da
bir nebze
bahsetmeliyim. |
O
tarihlerde Merzifon
Filoları 44ncü Uçuş
Grup K.lığı
teşkilatı altında
Eskişehir’de bulunan
4ncü Üs
Komutanlığına bağlı
idi. Hava
Kuvvetlerimizde daha
faks cihazının
bilinmediği, iki üs
arasında telefon
irtibatlarının
güçlükle sağlandığı,
karadan ulaşımın
çok zor olduğu, Üs
İrtibat Kıtası’nda
bulunan T-11
uçaklarının bulutlu
havalarda ve gece
şartlarında
uçamaması nedeniyle
havadan ulaşımın
ancak haftada bir
Üs’se gelen C-47
kurye uçağına bağlı
kaldığı bir ortamda;
Merzifon 44ncü Uçuş
Grup Komutanlığının
Eskişehir’deki 4ncü
Üs Komutanlığına
bağlı olması, birçok
idari ve lojistik
sıkıntıları
beraberinde
getiriyordu. O
zamanlar uçuştan
başka yapacak başka
hiçbir işimiz yok
gibiydi. Büyük bir
hevesle sabah filoya
gelip eğitim
subayının masasının
başında toplanarak
uçuş yazılmasını
beklerken,
bakarsınız filoya
bir haber gelir,
uçuş kesilmiştir.
Neden diye sorulur,
Üs’de oksijen
bitmiştir. Bir başka
gün uçuş kesilir,
jet yakıtı
bitmiştir. Başka bir
gün uçak lastikleri
harp stokunun altına
düştüğü için ancak
bakımdan çıkan
uçaklar tecrübe
uçuşu için
uçabilecektir. Başka
bir gün GCA parça
bekler durumdadır.
Bizim lojistik
sorunlar nedeniyle
uçamadığımız
günlerde
Eskişehir’deki F-86
filosunun uçtuğu
haberini alırsak
buna çok kızar ve
üzülür, Merzifon
filolarına üvey
evlat muamelesi
yapıldığını
düşünürdük. Çok
sevdiğimiz bakımcı
ve ikmalci
arkadaşlarımız bu
lojistik
kısıtlamalar
nedeniyle uçuşun
kesilmesine en az
bizler kadar üzülür,
duruma çareler
bulmak için çırpınıp
dururlardı. |
Pilot
Teğmen olarak elimize
geçen maaş 225 (iki yüz
yirmi beş!) lira
civarında idi. Subay
Gazinosu’nda yediğimiz
içtiğimizin parası peşin
alınmaz, borç hesabımıza
yazılırdı. Tabldotta
yediğimiz yemeğin de
parası ayni şekilde
hesabımıza yazılırdı.
Hem gazinonun hem de
tabldotun hesapları, ay
sonu itibariyle
maaşlarımızdan
kesilirdi. Ay içinde
gazinoya yaptığımız
borcun miktarını
bilemediğimizden, bazı
aylar maaşımızdan yüklü
bir miktar kesilince bu
bize bir sürpriz olur ve
ay sonunu nasıl
getireceğimizi kara kara
düşünürdük. Bu gibi
durumlarda, çok
sevdiğimiz Eğitim
Subayımız Yüzbaşı Yavuz
Balcık hızır gibi
imdadımıza yetişirdi.
Yzb. Balcık, Filo
personelinin
maaşlarından her ay
kesilen 10’ar liraları
Filo Kasası (Gıdıbank!)
adı altında muhafaza
eder ve ay sonunu
getiremeyenlere mali
destek sağlardı. Bizim
fazla açılmamamız için
de istediğimiz paranın
her zaman altında bir
miktar verirdi. Biz onun
bu huyunu iyi bildiğimiz
için, eğer 20 liraya
ihtiyacımız varsa ondan
40 lira vermesinde ısrar
eder, o da bizim
ihtiyacımızın iki
mislini istediğimizi çok
iyi bildiğinden 20
liradan fazlasını
vermez, bize tatlı tatlı
nasihat eder, ”siz
gençlere ayağınızı
yorgana göre uzatmayı
bir türlü öğretemedim!”
derdi. |
O
zamanki 142nci Filo
binasında pilotların
istirahat
edebilecekleri bir
filo gazinosu yoktu.
Filo binasının
karşısında, meydanın
inşaatı sırasında
şantiye olarak
kullanılmış olan
binanın genişçe bir
odası, temin edilen
iki masa ve beş-altı
sandalye ile filo
gazinosu olarak
kullanılıyordu.
Yakınımızdaki
143'ncü Filo'nun da
filo gazinosu yoktu.
143'ncü filo
arkadaşlarımızla
burasını müşterek
olarak
kullanıyorduk.
Kullandığımız bu
şantiye binasından
bozma gazinoya Sahra
Pavyonu ismi
verilmişti. Ancak
filo binalarında
olduğu gibi Sahra
Pavyon'un da
kalorifer sistemi
yoktu. Kışın ve
soğuk havalarda
ısınmak için filo
brifing salonundaki
kömür sobasının
etrafında oturulup
sohbet edilir veya
kitap okunurdu.
|
|
Merzifon 142nci Filo Gazinosu - 1959 |
Soldan: Tğm. Z.Altay, Tğm. İ.Sarp, Ütğm. O.Bozdağ, Ütğm. Z.Alper, Ütğm. A. Küray, Ütğm. A.Çokgör |
|
|
Çekilen sıkıntılardan
biri de, Üs’sün araç
eksikliği idi. Personeli
mesaiye getirip götürmek
üzere Oto Taburu’nun
elinde sadece iki adet
otobüs vardı. Kıdemli
personel bu otobüslere
biner, kıdemsizler ise
arkası tenteli, tahta
sıralı GMC araçlarıyla
mesaiye gelir giderdi.
Filomuza tahsis edilen
tek bir küçük Jeep ile
tüm ihtiyaçlarımızı
karşılamak zorundaydık.
Uçuş programlarının pist
başına, Meydan Harekata
ve Karagaha götürülmesi,
pist başı ve alarm
nöbetçilerinin
değiştirilmesi, kantin
ihtiyaçlarının
karşılanması gibi akla
gelebilecek her işi tek
başına bu Jeep ile
görmeye çalışıyorduk.
Uçuş programlarının
ilgili yerlere
ulaştırılması, kantin
hizmetleri, vesaire gibi
işlerin görülmesinde
küçük bir Jeep’in
kullanılması bir problem
yaratmıyordu. Ancak
pilotların uçak başına
götürülüp getirilmesinde
problemlerle
karşılaşıyorduk. |
Uçuş hattımız filo
binasından epey
uzakta olduğundan,
sırtta paraşütle
uçak başına
gidilmesi hem
meşakkatli olur, hem
de çok zaman alırdı.
Jeep ile ikili kolun
uçuşa gidişinde,
pilotun biri şöförün
yanına, diğeri arka
koltuğa oturur,
paraşütler de arka
koltukta oturan
pilotun yanına konur
ve uçuşa gidilirdi.
Paraşütler sırtta
olduğu halde Jeep’in
koltuklarına sığmak
mümkün olmadığından,
dörtlü kolun uçuşa
gitmesinde büyük
problem yaşanırdı.
Dörtlü kol uçuşa
giderken kol
liderinin şoförün
yanına oturması
adettendi. Diğer üç
pilot Jeep’in arka
koltuğuna otururdu.
Arka koltukta
paraşütleri koyacak
yer olmadığından,
dört adet paraşüt
Jeep’in motor
kaputunun üzerine
yerleştirilir ve
şöföre de yavaş
gitmesi tembih
edilirdi. Şöför ne
kadar dikkat ederse
etsin, uçuş hattına
giden yolun
üzerindeki iki
virajdan birinde
olmazsa, diğerinde
mutlaka
paraşütlerden en az
biri veya ikisi
savrulup yere
düşerdi! |
Uçuş
Elbiselerinin
Perişan Durumu |
Çektiğimiz
sıkıntılardan bir
tanesi de pilotlara
dağıtılan uçuş
teçhizatının yeterli
olmamasından
kaynaklanıyordu.
Özellikle giydiğimiz
uçuş elbiselerinin
durumu içler
acısıydı. Uçuş
elbiselerinin büyük
bir problem olarak
ortaya çıkmasının
sebebi, daha önce
Amerikan yardımından
sağlanan uçuş
teçhizatı ikmalinin
birden kesilmesi
idi. Üs İkmal
Deposunda uçuş
elbisesi stokları
bitmiş olduğundan,
pilotlara
ellerindeki uçuş
elbiseleriyle idare
etmeleri
söylenmişti. Uzun
süre giyilen uçuş
elbisesinin önce
oturma kısmı
eskimeye başlar, bir
süre sonra da
eskiyen kısmından
yırtılırdı. Uçuş
teçhizatı, bağlı
olduğumuz ikmal
merkezleri
tarafından, pilot
ismine göre, ancak
miatları
dolduklarında tertip
edildiğinden,
Üs’teki İkmal
subayımız uçuş
elbiselerinin
yırtıldığını gördüğü
halde yenisini
veremezdi. Oturma
kısmı yırtılan uçuş
elbisesine er
terzihanesinde yama
yaptırılırdı.
Amerika’dan ikmal
akışının birden
kesilmesi ile uçuş
elbiselerinin Hava
Dikimevi’nde imal
edilmeleri arasında
geçen sürede,
pilotlara uçuş
elbisesi dağıtımı
bir ara tamamen
durmuştu. Artık uçuş
elbisesi eskiyen ve
yırtılan her pilot
kendi başının
çaresine bakmak
zorundaydı. Evli
arkadaşlardan
eşlerinin elinden
dikiş işi gelenler,
çarşıdan aldığı bir
kumaşı eşine
diktirir ve onu
kullanırdı.
Bazılarımız
beğendiği renkte
aldığı bir kumaşı
şehirde bir terziye
diktirir ve onu
giyerdi. Tabii,
herkes canının
istediği gibi, kendi
zevkine göre
kırmızı, bej, haki,
mavi gibi çok
değişik renklerde
kumaş alıp
diktirdiğinden,
çeşitli renkteki
uçuş elbiseleri
filoda çirkin bir
görüntü meydana
getirirdi. Uçuş
elbiselerinin
yakaları kirlenmesin
diye kullandığımız
eşarpları da herkes
canının istediği
renkte ve desende
alır ve boynuna
takardı. Hepimiz
uçuş elbiselerinin
bu çirkin
görüntüsüne zaman
içinde alışmıştık
ama Üs’se NATO
denetlemeleri için
yabancılar
geldiğinde, yamalı
ve değişik renkte
giydiğimiz uçuş
elbiseleri yüzünden
onlara karşı mahcup
duruma düşerdik.
|
Hava
Kuvvetlerimizdeki hemen
bütün filolar uçuş
elbisesi konusunda
sıkıntı çekerken,
filolardan biri kendi
girişimleriyle soruna
çare bulmuş ve filodaki
pilotların hepsine tek
tip ve renkte uçuş
elbisesi temin etmeye
muvaffak olmuştu. O
yıllarda muharip filolar
hem yıllık intikal
eğitimlerini uygulamak,
hem de hava-hava atış
tasarılarını tamamlamak
için İncirlik Üssü’ne
intikal ederdi.
İncirlik’e intikal eden
bir filonun Adanalı
pilotu, Çukurova’nın
tanınmış kumaş imalat
fabrikalarından
birindeki yakın akrabası
vasıtasıyla, o filodaki
bütün pilotlara yetecek
kadar, fabrikanın üretim
fazlası mavi renkli
elbiselik kumaşlarından
temin etmişti.
Anlaştıkları bir dikiş
atölyesinde pilotların
beden ölçülerine göre
uçuş elbiseleri
diktirilmiş, ve o filo,
Hv.Kv.Üs’leri içinde
standart tek tip renkte
uçuş elbisesi giyen
yegane filo olmuştu.
|
Bir gün uçuş
elbiseleriyle ilgili
olarak hepimizi
sevindirecek bir
haber geldi. Hava
Dikimevinde, her
pilot için ikmal
kayıtlarındaki beden
ölçülerine uygun
olarak dikilen
ikişer adet uçuş
elbisesi C-47 kurye
uçağıyla Üs’se
getirilmişti. Hemen
Üs ikmale gidip uçuş
elbiselerimizi
aldık. Elbiselerin
rengi bej ile sarı
arasında, göze hiç
de hoş görünmeyen
bir renkteydi ama
olsun, buna çoktan
razıydık. Çünkü
arkası yamalı uçuş
elbisesi giymekten
nihayet
kurtulmuştuk. Yeni
uçuş elbiselerimize
kavuşmaktan büyük
sevinç duymuştuk ama
bu yeni elbiselerde,
hiç de aklımıza
gelmeyen bir
problemle
karşılaşmıştık.
|
O yıllarda jet
pilotu olmanın
(argo tabiriyle)
raconlarından
biri, sarı
kutulu Yenı
Harman sigarası
içmek idi. Benim
gibi daha önce
sigara içme
alışkanlığı
olmayanlar bile
filoya
geldiklerinde bu
raconun gereğine
uyar ve en kısa
zamanda, o
yıllarda fiyatı
en pahalı olan
Yeni Harman
sigarasını
tüttürmeye
başlardı. Daha
önce giydiğimiz
Amerikan malı
uçuş
elbiselerinin
fermuarlı göğüs
ceplerine kare
şeklindeki Yeni
Harman
sigarasının
kutusu rahat
sığardı. Uçuş
haritalarımızı
da o elbiselerin
diz altındaki
cebinde
taşırdık. Yeni
gelen uçuş
elbiselerinin
fermuarlı
cepleri o kadar
küçük dikilmişti
ki, ceplerine ne
Yeni Harman
paketi, ne de
uçuş haritası
sığabilmişti! |
Şimdi ben bu
hikayeleri biraz
uzattığımın
farkındayım ama,
istedim ki şimdiki
gençler, biz
eskilerin neler
yaşadıklarını
öğrensinler ve Hava
Kuvvetlerimizin
bugün nerelerden
nerelere gelmiş
olduğunu iyice
anlasınlar. |
Pist Başı Alarm Nöbeti
Tutan İki Pilot İçin Tek
Şezlong |
Diğer bir sıkıntı da
alarm nöbetleri
esnasında
yaşanıyordu. Alarm
nöbetlerini
tuttuğumuz pist
başında pilot ve
makinistlerin
istirahat
edebilecekleri bir
alarm binası yoktu.
Alarm nöbetlerini,
ayni zamanda pist
başı aracı olarak da
kullanılan, kapalı
bir kamyon kasası
şeklinde, ısıtıcısı
olmadığı için kışın
buz kesen, gürültülü
jeneratör aracının
içinde tutardık.
Jeneratör aracının
iç bölmesinde
uzunlamasına
yerleştirilen iki
tahta sıra,
pilotların istirahat
etmeleri için yatak
vazifesi görürdü.
Her pilota deniz
üzeri uçuşlar için
ismen dağıtımı
yapılan can
yeleklerimizi de
ağzımızla şişirip
yastık olarak
kullanırdık. Sıcak
yaz günlerinde
jeneratör aracının
gölgesindeki
çimenlere uzanırdık.
Tuvalet ihtiyaçları
için pist başı
aracının biraz
uzağında tenekeden
yapılmış bir sahra
tuvaleti vardı. |
Bir gün pist
başına kimin
gönderdiğini
bilemediğimiz
bir plaj
şemsiyesi ile
bir şezlong
getirip
bıraktılar. Plaj
şemsiyesini
jeneratör
aracından uzakta
bir yere kurunca
onun
gürültüsünden
kurtulmuştuk.
Ancak tek
şezlongun yanına
ikinci bir
şezlong bir
türlü temin
edilemediğinden,
alarm
pilotlarından
kıdemli olanı
şezlonga uzanır,
diğeri de
sandalyede
oturarak
nöbetleri
tutardık. |
Uçuş Botları Ve
Lastik Ayakkabılar |
Bir
de uçuş botlarının
hikayesini anlatmalıyım.
Şimdi tam olarak
hatırlayamıyorum ama o
yıllarda ya uçuş botları
ikmalde tükenmişti ve
pilotlara verilemiyordu
veya verilse de
pilotların çoğu nedense
uçuş botu giymiyordu.
Çok sevdiğimiz Filo
Komutanımız Bnb Alpuğan,
Üs içinde ve dışında
devamlı yüksek topuklu
mokasen ayakkabı
giyerdi. Uçuşa da bu
yüksek topuklu mokasen
ayakkabılarıyla giderdi.
Filomuzda uçuş botu
giyen pilot sayısı bir
kaç kişiyi geçmiyordu
Bazı arkadaşlar, uçuşta
hava muharebesi
hareketlerinde, keskin
dönüşler esnasında, eğer
ayakta uçuş botu varsa,
direksiyonlara verilen
kumandaların iyi
hissedilmediğini iddia
ediyordu. Pilotlardan
bir kısmı bu yüzden
uçuşta bot yerine lastik
ayakkabı giyiyorlardı.
Pilotun giydiği uçuş
botunun bir kaza
esnasında ayaklarını
koruyacağı bilindiği
halde, ayağımızda uçuş
botu olmadan uçmayı
sakıncalı bulmuyorduk.
Filoda ava meraklı
arkadaşlar uçuş
botlarını ava giderken
giyiyorlardı. Bir
arkadaşımızın da nedense
uçuşta er postalı
giydiğini gayet iyi
hatırlıyorum. Uçuş
ayakkabısı olarak benim
tercihim ise, Amerika'dan
getirdiğim Converse
marka lastik spor
ayakkabıları idi! |
İki Filo Arasında
Tatlı Rekabet Ve
Çekişmeler |
Merzifon’da, iki
filo arasında
tatlı bir
çekişme ve
rekabet hiç
eksik olmazdı.
Mesela
filolardan
birinin ikmal
subayı, uçak
lastiklerinin
kritik duruma
gireceğini
öğrenirse, bu
haberi bakımcı
arkadaşına
söyler, o da
önce davranarak
ikmal deposundan
temin ettiği
lastikleri
naylon torbalara
sarıp uçuş
hattının
yakınında,
kimsenin
bulamayacağı bir
yerde toprağa
açtığı çukura
gömüp saklardı.
Uçak lastiği
olmadığından
uçamayan filo,
diğer filonun
uçtuğunu
görünce, ikmal
deposunda tek
bir lastik
olmadığı halde,
nasıl olup da
diğer filonun
lastik temin
edebildiğinin
sırrını çözmeye
çalışırdı. Başka
bir sefer diğer
filo oksijenin
kritik duruma
düşeceği
haberini alır, o
filonun
bakımcıları da
ikmal deposundan
temin ettikleri
sanayi tipi dolu
oksijen
tüplerini
toprağa gömüp
saklarlardı.
Oksijen
olmadığından
uçuşun kesik
olduğu
bildirildiğinde,
bir filo
uçamazken diğer
filo toprak
altından
çıkardığı
oksijen
tüpleriyle
uçakların
oksijen ikmalini
yaparak uçuşa
gider, bu sefer
de diğer filo bu
işin sırrını
çözmeye
çalışırdı. Sabah
filoya
geldiğimizde
oksijen olmadığı
için uçuşun
kesildiği
söylendiği zaman
biz gençler bu
habere müthiş
içerler,
T-6’larda 10.000
fite kadar
oksijensiz
uçtuğumuza göre
F-86 uçağında da
uçmamızın hiçbir
sakıncası
olmadığı
konusunda eğitim
subayımızı ikna
etmeye
çalışırdık. O da
bizim bu saçma
isteğimiz
karşısında sakin
sakin bizi
dinler ve:
“Çocuklar
oksijen nasıl
olsa yakında
Üs’se gelir ve o
zaman bol bol
uçuş yaparız.
Hazır bugün hava
da güzelken siz
şimdi gidin,
karşı filoyla
bir futbol maçı
yapın. Öğleden
sonra da
tasarıda geri
kaldığımız yer
derslerini
tamamlamak üzere
şu saatte
brifing odasında
hazır bulunun”
derdi. |
Filoda F-86 uçağının
sadece bir adet
İngilizce Pilot El
Kitabı (- 1, veya
Dash-One) vardı. Bu
kitap Eğitim
Odası’nda ortadaki
masanın üzerinde
durur ve filonun
bütün pilotları bu
tek kitaptan
faydalanırdık. |
Filolar arasındaki diğer
tatlı bir rekabet de,
sabah uçuş başladığında
pistten ilk kesilen uçak
olma konusunda
yaşanırdı. O zamanlar
uçuş programları şimdi
olduğu gibi haftalık
veya bir gün öncesinden
yapılmazdı. Sabahleyin
filoya gelindiğinde
verilen uçak sayısı,
hava ve pilot durumuna
göre program yapılırdı.
Programı en kısa sürede
yapan, uçağı uçuşa en
kısa zamanda hazırlayan,
brifingi kısa kesen ve
elini çabuk tutan filo,
pistten en önce
kesilmenin keyfini
yaşardı. |
Bir keresinde diğer
filo üç gün arka
arkaya bizim filodan
önce kalkınca bu işe
epey içerlemiş ve
onlara iyi bir ders
vermek üzere bir
plan kurmuştuk.
Diğer filoya sürpriz
yapmak üzere uçuş
görevi verilen
pilotlar o sabah
erkenden filoya
geldik. Makinist
arkadaşlar da sabah
erkenden alarm
nöbetçilerini
getiren araçla uçuş
hattına gelmiş ve
dört uçağı uçuşa
hazırlamışlardı.
Mesai araçlarının
şehirden hareketleri
ile Üs
nizamiyesinden giriş
saatleri, bir iki
dakika farkla ayni
olurdu. Biz
araçların Üs
nizamiyesinden giriş
saatinden önce uçuş
hattına gidip 4 uçak
motorları
çalıştırdık ve 05
pistinde kalkış
yerlerimizi alarak
avın menzile
yaklaşmasını
beklemeye başladık.
Filo otobüsünün
nizamiyeden girip
Karargahta inecek
personeli
bıraktıktan sonra
filoya doğru hareket
ettiğini anladığımız
anda frenleri
bırakıp kalkışa
geçtik. Liderimizin
zamanlaması o kadar
mükemmel olmuştu ki,
filo otobüsü çevre
yolu üzerinde 23
pist başının
hizasına geldiğinde,
iki kol çok yakın
aralıklarla otobüsün
üzerinden tam gaz
büyük bir gürültüyle
silme geçmiş ve üç
gün peş peşe bizim
filodan önce
kalkmalarının
hıncını onlardan bir
güzel almıştık!
|
İki filo
arasındaki
rekabet ve
çekişme
konularından
biri de
futboldu. Uçuşun
olmadığı
günlerde iki
filo binasının
arasındaki
düzeltilmiş
sahada oynanan
futbol maçları
görülmeye
değerdi. Sahada
kale direkleri
olmadığından
mahalle
maçlarında
olduğu gibi
kalenin
yerlerini üst
üste konulan
birkaç taş ile
belli ederdik.
Futbol
oynamasını bilen
bilmeyen hepimiz
sahaya doluşur,
kimimizin
ayağında uçuş
botu, kimimizin
ayağında resmi
günlük
ayakkabılar,
kimimizin
ayağında da
lastik spor
ayakkabılar
olmak üzere,
hiçbir oyun
kuralına bağlı
olmadan, kıran
kırana, futbol
maçı yapardık. |
Merzifon’da Zamanın
En Kıymetli
Hediyeleri: Yufka Ve
Muz |
Şimdi
biraz da o yılların
mahrumiyet bölgesi
Merzifon’da görev yapan
personelin sosyal
yaşantılarından
bahsedeyim ki, çekilen
fotoğrafın kareleri
tamamlanmış olsun.
Biz Merzifon’a
gittiğimizde daha
lojmanlar yapılmamıştı
ve şehirde bir tek
kaloriferli ev vardı.
Evli arkadaşların hepsi
sobalı evlerde
otururlardı. Yanlış
bilmiyorsam o zaman
Merzifon’da sadece iki
kişinin evinde buzdolabı
vardı. Kimsenin evinde
çamaşır makinesi
bulunmuyordu. Hele
bulaşık makinesinin
varlığı bile
bilinmiyordu. Zaten
bunlara sahip olunsa
bile, şehir ceryanı çok
sık kesildiğinden bu
cihazların düzenli
çalışması mümkün
olmazdı. Elektriğin ne
zaman geleceği, ne zaman
kesileceği hiç bir zaman
bilinemediği için herkes
evinde gaz lambası
bulundururdu. Yerli
buzdolapları ve çamaşır
makineleri yeni yeni
piyasaya çıkıyordu ama,
kimsenin maaşı bunları
almaya yetmiyordu. O
yıllarda daha henüz tüp
gaz ocakları piyasaya
çıkmadığından, evli
arkadaşlarımızın eşleri
mutfaklarında “pompalı
gaz ocağı”
kullanıyorlardı. |
Merzifon’un küçücük
çarşısında aranılan
pek çok şey
bulunmazdı. Evli
arkadaşlarımızın
eşleri çarşıda hazır
yufka
satılmamasından ve
bir de küçük
çocukları için muz
bulamamaktan
şikayetçi olurlardı.
Uçaklarımızın büyük
bakımlarının
yapıldığı Eskişehir
İkmal Bakım
Merkezi’ne görevli
gidenlerin
dönüşlerinde evli
arkadaşlara
getirebilecekleri en
kıymetli hediye,
hazır yufka ile
çocukları için muz
olurdu. Evli
arkadaşlardan kız
çocukları olanların
bulamadıkları diğer
bir şey de oyuncak
bebeklerdi. Üs’te
kalan bekar pilotlar
zaman zaman hafta
sonlarında evli
arkadaşlarımızın
pist başı alarm
nöbetlerini
tutardık. Onlar da
sayın eşlerinin
yaptıkları
börekleri, er
mutfağının erzak
aracıyla Üs’se,
oradan da Meydan
Harekatın “Arkamdan
Gel” aracıyla pist
başına göndererek
bize öğle yemeği
sürprizi yaparlardı. |
Pilot Yemeği:
Sucuklu Yumurta |
Biz her iki filonun
bekar pilotları,
şimdiki Üs K.lığı
Karargahının
bitişiğindeki eski
Karargah binasının
üst katındaki
misafirhanede
kalırdık. Hafta
içinde şehre pek
çıkanımız olmazdı.
Akşam yemeği için
eski revir binasının
yanındaki tek katlı,
eski, izbe gibi bir
binanın küçücük
salonunda
toplanırdık. Üs’de
kalorifer sisteminin
bulunmayışı kışın ve
soğuk havalarda
büyük bir problem
olarak karşımıza
çıkardı. Mesai
gittikten sonra
Üs’de sobanın yakılı
olduğu tek yer,
revirin yanındaki bu
küçük salon olurdu.
Buradaki soba hem
ısınmamıza, hem de
üzerinde yumurta
pişirilmesine
yarardı. Çok
sevdiğimiz Mardinli
çaycı er Mahmut,
kıdemliden başlamak
üzere, rütbe
sırasına göre
yumurta
siparişlerini
alırdı. Bir akşam
menemen, bir akşam
sucuklu yumurta,
sonraki akşam
yumurtalı sucuktan
(!) ibaret olan
akşam yemeğimizi
yiyerek hafta sonunu
getirirdik. |
O
yıllarda Cumartesi
günleri de mesai
yapılırdı. Hepimiz
Cumartesi akşamını iple
çekerdik. Üs’sün
bekarları, gazinonun
lokantasında hepimizi
alacak şekilde üç dört
masayı birleştirip güzel
bir sofra hazırlatır,
sofrada geç saatlere
kadar tayyarecilik
sohbetleri yaparak ve
kendi söylediğimiz
şarkılarla kendi
kendimizi eğlendirerek
haftanın yorgunluğunu
çıkarırdık. |
Günlük Gazete Okuma
Lüksü Yok |
Ankara –
Merzifon
arasındaki yol o
yıllarda henüz
asfalt
yapılmamıştı.
Bol virajlı,
tozlu, dar
yollarda karşı
karşıya gelen
iki otobüs bazı
noktalarda yan
yana geçemez,
biri arka arkaya
gelip yolu
açınca diğeri
onun yanından
geçebilir ve
böylece
yollarına devam
edebilirlerdi.
Merzifon’a
gelmek için
sabah Ankara’dan
bindiğiniz
Samsun otobüsü
akşam saatlerine
doğru Merzifon’a
ulaşabilirdi. Bu
otobüsle gelen
gazeteler ancak
ertesi gün
bayilerde
satılırdı. Yani
o zamanlar
günlük gazete
okuma lüksümüz
yoktu! |
Merzifon’un
Meşhur (!) Dans
Orkestrası |
Eski Merzifon
F-86’cı
arkadaşlarımızla
zaman zaman bir
araya geldiğimizde,
orada mahrumiyet
içinde yaşanan
mutlulukları
konuşuruz. Nedense
hiç birimiz o
mahrumiyetlerden
şikayet etmez, hep
güzel hatıraları yad
ederiz. O günlerin
tatlı hatıralarından
bir tanesi de, kendi
aramızda kurduğumuz
dans orkestrası ve
bu dans
orkestrasının
çaldığı müzik
eşliğinde organize
edilen hafta sonu
eğlenceleridir. |
|
Merzifon'un
Meşhur (!)
Dans
Orkestrası -
29 Ekim 1960
Balosu |
Bateri:
Ütğm. Kemal
Ayman,
Marakaz:
Tğm. Atilla
Bilge,
Saksafon:
Tğm. Mehmet
Sayan,
Akordeon:
Ütğm. İrfan
Sarp |
|
Düşünün ki o
yıllarda
televizyon
Türkiye’ye henüz
gelmemişti.
Sadece
İstanbul’da
Teknik
Üniversite
tarafından günde
iki saat
televizyon
deneme yayınları
yapılmaktaydı.
Makaralı teyp
çalarlar yeni
yeni piyasaya
çıkmakta, kaset
çalarların ne
olduğu
bilinmemekteydi.
Plak çalarlar
pahalı
olduğundan çok
az kimse onları
satın
alabiliyordu.
Herkesin tek
eğlence vasıtası
olarak radyo
vardı.
Merzifon’da
sadece uzun
dalga üzerinden
yayın yapan
Ankara radyosu
dinlenebiliyor,
orta dalga
üzerinden yayın
yapan İstanbul
radyosunun
Merzifon’da
dinlenmesi
mümkün
olmuyordu.
Kaliteli müzik
yapan FM radyosu
diye bir şey
bilinmiyordu.
Şehirde eski bir
kiliseden tadil
edilip sinema
binası haline
getirilen bir
yer vardı, ancak
bu sinema biz
gençlerin
sevdiği yabancı
filmleri hiçbir
zaman getirmez,
yöre halkının
tercih ettiği
yerli filmleri
oynatırdı.
Cumartesi
akşamları Subay
Gazinosunda
tertip edilen
yemekli
toplantılar,
personelin
yegane
eğlencesini
teşkil ediyordu.
|
Bizim Merzifon'a
katıldığımız yıl,
Subay Gazinosunda
Ütğm. Ahmet Küray’ın
baterisi eşliğinde,
Bakım Komutanlığında
görevli Başçavuş
Haydar, akordeonuyla
tek başına dans
müziği çalar ve bu
tek kişilik
orkestranın yaptığı
müzikle herkes dans
edip eğlenirdi. |
Ütğm.
Ahmet Küray'la Başçavuş
Haydarın o yıl
tayinlerinin çıkmasıyla
Subay Gazinosu dans
müziği yapan
elemanlarından yoksun
kalmıştı. Ancak
gazinonun yeni bir
orkestraya kavuşması çok
uzun sürmedi. Kuleli
Askeri Lisesi’nde
okuduğu yıllarda okul
bandosunun saksafon
çalan elemanı olan Tğm.
Mehmet Sayan’ın ayni yıl
çıkan tayinlerle
filomuza katılmasıyla
yeni bir orkestranın
kurulması imkanı doğdu.
Tğm Sayan sağlam
uçuculuğunun yanında:
hepimizin çok sevdiği,
arkadaş canlısı,
iyiliksever, sempatik ve
kabiliyetli bir
arkadaştı. Saksafonla
dans parçalarını,
profesyonel müzisyenlere
taş çıkartacak kadar
mükemmel çalardı.
Işıklar Askeri
Lisesi’nde iken bateri
çalan Tğm. Öner Dinçer
de bateriye geçince
Subay Gazinosunun iki
kişilik orkestrası
yeniden kurulmuş oldu.
Tğm. Dinçer’in Jet
Eğitim Filosu’na
tayininden sonra İkm.
Ütğm. Kemal Ayman
bateristlik görevini
üstlendi. Benim müziğe
karşı meraklı olduğumu
bilen Tğm. Sayan,
baterinin yanında tek
başına çaldığı
orkestrasına (!) üçüncü
bir eleman olarak benim
de katılmamı istiyordu.
Bana : “senin Konya
Askeri Orta Okulda iken
ağız mızıkası çaldığını
biliyorum. Ağız mızıkası
ile akordeonun çalınışı
birbirine benzer. Sen
gazinonun demirbaş
akordeonuyla mesaiden
sonra akşam üzerleri ve
hafta sonlarında
çalışsan, birkaç ay
içinde en az yedi sekiz
müzik parçasını çalmayı
öğrenirsin. Böylece
orkestramız yeni bir
enstrümanın katılmasıyla
repertuarını
zenginleştirmiş olur.
Merak etme, ben çalınan
parçalarda sana yardımcı
olurum” diye beni teşvik
ediyor ve bir an önce
gazinonun demirbaş
akordeonuyla çalışmalara
başlamamda ısrar
ediyordu. |
Subay Gazinosu’nun
demirbaşı olan bu
akordeonu,
Merzifon’da Spitfire
uçaklarının uçtuğu
1950’li yılların
başında, filo
pilotlarından çok
iyi akordeon çalan
Tğm Erol Akıncı’nın
gazino müdürünü ikna
ederek aldırdığını
duymuştuk.
(Erol Akıncı,
karizmatik kişiliği
ve üstün uçuş
yetenekleriyle ve
Hv.Kv. Pentatlon
Timi Lideri olarak
NATO üyesi ülkelerin
Hv.Kv.leri arasında
düzenlenen
müsabakalarda
kazandığı
derecelerle Hv.Kv.
camiasında büyük
isim yapmıştı.
Kurmay Subay olarak
Merzifon’a geri
hizmet uçuşuna
geldiğinde hepimiz
onun kolunda uçmaya
ve ondan bir şeyler
öğrenmeye can
atardık. Erol
Akıncı, Mürted 4ncü
Üs’te görev
yaparken, Yzb.
Muhsin Özdemir ile
birlikte 1968 yılı
Haziran ayında T-33
uçağıyla gece çok
orajlı bir havada
Sakarya vadisine
düşerek şehit
olmuşlardır. Nur
içinde yatsınlar!). |
Tğm. Erol
Akıncıdan sonra
Subay
Gazinosunun
kilerinin
raflarında yedi
sekiz yıl öylece
duran HOHNER
marka akordeonun
körüğü üç dört
yerinden yırtık
bir durumdaydı.
Akordeonun
körüğünün tamir
edileceği yer
olarak
İstanbul’da
Mercan
Yokuşu’nda bir
Ermeni ustanın
olduğunu
öğrenmiştik ama
akordeonun
İstanbul'a
götürülüp tamir
ettirilmesini
kimin, nasıl
yaptıracağı
konusunda
takılıp
kalmıştık. Bazı
özel durumlarda
İstanbul’a T-11
uçağı görevi
çıkarılırdı.
Ancak aradan iki
aydan fazla bir
zaman geçmesine
rağmen,
akordeonun
İstanbul'a
götürülebilmesi
için bir T-11
uçuşu
çıkmamıştı.
Körüğün tamiri
için çareler
ararken, bir
arkadaşımız,
Merzifon
çarşısında
Gözlükçü
Şinasi’nin bu
akordeonun
yırtık körüğünü
tamir
edebileceğini
söyledi.
(Gözlükçü
Şinasi,
havacıları çok
seven, sözü
sohbeti yerinde,
on parmağında on
marifeti olan,
her türlü
eşyanın
tamirinden
anlayan,
gözlükten
dolmakaleme,
çakmaktan
pompalı gaz
ocağına kadar
aklınıza gelen
her türlü
arızalı eşya ve
cihazı tamir
edebilen bir
kişi idi). |
Neyse, sözü fazla
uzatmayalım, işte bu
arkadaşımız Gözlükçü
Şinasi, bizim
akordeonun yırtık
körüğünü, yenisinden
ayırt edilemeyecek
şekilde iki günde
tamir ediverdi.
Şimdi iş bize
kalmıştı. |
Mehmet Sayanın
yönlendirmesiyle,
iki üç aylık
sıkı bir
çalışmanın
sonunda on-on
beş adet popüler
müzik parçasını
birlikte
çalabilecek
duruma geldik.
Tabii saksafonun
liderliğindeki
orkestraya bir
de akordeonun
katılması, Subay
Gazinosu’nda
bizlerin çaldığı
müzik eşliğinde
eğlenen subay
ailelerini
oldukça memnun
etmişti. |
Orkestra
elemanlarımız
ikiyken üç oldu
derken, bir süre
sonra, ABD’de
pilotaj eğitimini
tamamlayıp Üs’se
atanan ve çok güzel
İngilizce şarkılar
söyleyen Tğm. Ergin
Celasin’in de
dördüncü eleman
olarak katılmasıyla,
orkestramızın
repertuarı daha da
zenginleşti. Yine
bir süre sonra
orkestramıza çok
kıymetli bir eleman
daha kazandık. Jet
Eğitim Filosu’ndan
mezun olup
Merzifon’a katılan
Tğm. Ergene Işıksal,
üstün müzik
yeteneğiyle
klarnetten saza,
darbukadan piyanoya
kadar bütün müzik
enstrümanlarını çok
güzel icra eden bir
eleman olarak müzik
gurubumuza
katıldığında, artık
değme orkestraları
aratmayacak bir ekip
kurmuştuk. Bizim
amatör orkestranın
müziğiyle eğlenmeğe
gelen subay ve
ailelerinin giderek
artan sayısından ve
dolayısıyla elde
ettiği gelirden
gazino idaresi de
memnun kalırdı ve
müzik yaptığımız
akşamlar, içtiğimiz
içki ile yediğimiz
yemeğin parasını,
bizim her ay başında
ödediğimiz borç
hesabımıza
yazmazlardı. |
Orkestramızın o
dönemdeki en önemli
müzik icralarından
biri de, filo
pilotlarımızdan
Ütğm. Sabahattin
Çelik’in Samsunun
Kavak İlçesi’nde
yaptığı düğününde
çalması idi. Düğün
sahiplerinin ve
düğüne katılan
misafirlerin
orkestramızın
müziğiyle gecenin
geç saatlerine kadar
eğlenmeleri ve
orkestramızdan çok
memnun kalmaları, en
az onlar kadar biz
orkestra
elemanlarını da çok
mutlu etmişti! |
Bayram Günü
Verilen NATO
Alarmı |
Bizim görev
yaptığımız yıllarda
Hava Kuvvetleri Üs
ve Bağlı
Birliklerinde henüz
lojmanlar
yapılmamıştı. Başta
Komutanlarımız olmak
üzere tüm personel,
şehrin her bir
tarafına dağılmış
durumda, kira
evlerinde
oturuyordu.
Komutanların
dışında, kilit
personel de dahil
olmak üzere kimsenin
evinde telefon
bulunmuyordu. Her
hangi bir alarm
durumunda personelin
haberdar edilip
görev başına
çağrılması için,
mevcut yönergeler
çerçevesinde
Personel Çağırma
Planları
hazırlanmıştı. Alarm
ve tatbikat
durumunun özelliğine
göre, ya sadece
kilit personeli, ya
da personelin
tamamını çağıracak
şekilde usuller
tespit edilmişti.
Personelin evlerinde
telefon
bulunmadığından,
mesai saatleri
dışında alarm veya
tatbikat emirleri,
personelin evine
elden teslim
edilecek sarı renkli
alarm zarflarıyla
ulaştırılırdı. Bu
alarm zarfları Üs
Nöbetçi Subaylığının
odasındaki kasa
içinde saklanır,
zarfların dağıtımını
yapacak olan
şoförler ve erler
ismen tespit edilir
ve evlerin bulunduğu
cadde ve sokak en az
bir defa bu erlere
gösterilirdi. |
NATO
tarafından planlanan
çağırma tatbikatının kod
ismi “QUICK TRAIN” idi.
Şöför ve erlerin bu
kelimeleri telaffuz
etmeleri zor olduğundan,
onlara bu tatbikatın
ismi “ÇABUK TREN
TATBİKATI” olarak
öğretilirdi. “QUICK
TRAIN” tatbikatının en
ileri safhası, NATO
standartlarının
gerektirdiği belirli bir
zaman süresi içinde tüm
personelin Üs’se
çağırılmasını, uçakların
uçuşa hazırlanarak
silahlarının
yüklenmesini ve kalkışa
hazır duruma
getirilmesini
gerektirirdi. En ileri
safhadaki “QUICK TRAIN”
tatbikatında zaman
faktörü çok önem
taşıdığından, şehirdeki
personele alarmın
bildirilmesi için, bir
F-86 uçağının pike
flapları açık durumda ve
yüksek devirle şehir
üzerinde uçurulması
planlarda yer almıştı.
Şehir üzerinde alçaktan
uçak uçurarak personelin
çağırılması yöntemi,
Merzifon’da görev
yaptığım üç yıl boyunca
sadece bir defa
uygulanmış, o da benim
pist başında alarm
nöbetçisi olduğum bir
Bayram gününe
rastlamıştı. |
Alarmın verildiği
gün ben Meydan
Harekat Nöbetçi
Subayı idim. Öğlene
kadar Myd.Hrk.
nöbetini tuttuktan
sonra, öğlen
saatlerinde evli bir
arkadaşımdan pist
başı alarm nöbetini
teslim almak üzere
pist başına
gidecektim. Nöbeti
değiştirme saatinde,
ben vakit
kaybetmemek için
ayrı bir vasıtayla
pist başına
giderken, Myd..Hrk.
şoförüne, benim kask
ve paraşütümü
“Arkamdan Gel”
aracıyla filodan
alıp pist başına
getirmesini
söyledim. Pist
başına henüz varmış
ve nöbeti diğer
pilottan teslim
almıştım ki, Üs
Nöbetçi Subayı beni
arayarak “QUICK
TRAIN” tatbikatı
verildiğini, en kısa
zamanda alarm
uçaklarından biriyle
kalkış yapmamı ve
yönergelerde
belirtildiği şekilde
şehir üzerinden
alçaktan, belirli
bir süre uçmamı
söyledi. O tarihte
Üs’se katılışımın
üzerinden daha henüz
bir yıl bile
geçmemişti ve şehrin
üzerinde alçak
irtifada, pike
flapları aşağıda,
yüksek devirle
uçmayı ilk defa
denemiş olacaktım.
|
Koşarak hemen
uçak başına
gittim. Paraşütü
sırtıma
geçirdiğimde,
kolonlarının
omuzlarımdan
düşecek kadar
bol olduğunu
görünce, Meydan
Harekat
şoförünün, benim
paraşütüm yerine
filodan başka
bir pilotun
paraşütünü
getirmiş
olduğunu
anladım.
Kolonları
vücuduma göre
ayarlayacak
zaman
olmadığından, bu
şekilde kokpite
girip bağlandım
ve motoru
çalıştırdım.
Kaskı kafama
giydiğimde ise
kaskın alın
tarafı
gözlerimin
hizalarına kadar
gelmiş, maske de
yüzüme
oturmamış,
burnumun
aşağısına
kaymıştı.
Myd.Hrk şoförü,
kaskın kolonları
ve kask
torbasının
üzerinde
isimlerimiz
yazılı olduğu
halde isimleri
karıştırarak,
benim kask ve
paraşütüm
yerine, bula
bula bizim
filonun en iri
yapılı pilotunun
kask ve
paraşütünü
getirmişti.
“Artık bu
saatten sonra
yapacak bir şey
yok” diyerek
acele piste
girip kalkışımı
yaptım. İniş
takımları ve
flapları alıp
sürati
ayarladıktan
sonra şehrin ana
caddesini
karşıladım. Pike
flaplarını
koydum ve yüksek
devirle, oldukça
alçaktan ilk
geçişimi yaptım.
Küçücük
Merzifon’un bir
başından diğer
başına uçuş
herhalde 10-15
saniyeden fazla
zaman almamıştı.
Şehir üzerinden
fazla
uzaklaşmadan,
ikinci geçiş
için “G”li
keskin dönüşe
girdiğimde,
kafamdaki
kocaman kask,
alnımın
hizasından aşağı
doğru kayarak
görüşümü
kapattı. Görüşüm
kapanınca sol
elimi hemen gaz
kolundan çekip
kaskın ön
tarafını tuttum
ve gözümün
hizasından
yukarıya doğru
kaldırdım. Sol
elimle kaskı
gözümün
yukarısında
tutup bu şekilde
dönüşe devam
ederek şehri
diğer
istikametten
karşıladım ve
yine çok
alçaktan ikinci
geçişimi yaptım.
Sağ elim devamlı
lövye üzerinde
olduğundan, sol
elle bir
taraftan gazın
ayarlanması ve
bir taraftan da
kaskın yukarıda
tutularak dönüş
yapılması zor
oluyordu ama
dönüşten
çıktıktan sonra
kask aşağı inip
görüşümü
kapatmadığından
geçişler de
rahatça
yapılabiliyordu.
|
Merzifon’daki mesai
uygulamasına göre,
personeli Üs’se
getirip götüren
araçlar, personeli
şehre bıraktıktan
sonra Üs’se geriye
dönmez, şehrin
yukarı kısmında
bulunan Üs Araç Park
Sahasına gider ve
orada beklerdi.
Alarmın verildiği
anda Üs Nöbetçi
Subayı direkt
telefon hattından
şehirdeki Araç
Tahsis Nöb. Astsb.’na
alarm haberini
vererek mesai
araçlarını derhal
şehirdeki mesai
güzergahına
çıkarmalarını
bildirmişti. Ben
kalkıştan sonra ilk
geçiş için şehrin
üzerine geldiğimde,
ana cadde üzerinde
Üs araçlarının
hareket halinde
olduğunu görmüş ve
“Araç Tahsis’in
alarm reaksiyonuna
doğrusu bravo!” diye
içimden geçirmiştim. |
İkinci ve üçüncü
geçişim daha
kontrollü ve
biraz daha
alçaktan,
evlerin
damlarını
yalayarak
olmuştu. Bu
geçişlerimde
şehrin alt
kısmında bulunan
Subay Gazinosunu
hizalamıştım. O
noktaya doğru
yaklaşıp aşağıya
baktığımda,
Gazino’nun
önünde Üs
personelinin
eşleri ve
çocukları da
dahil
toplandığını ve
uçağa el
salladıklarını
gördüm. Demek ki
arkadaşlar
eşlerini ve
çocuklarını da
almışlar ve
Subay Gazinosuna
Bayram yemeğine
gelmişlerdi. |
Doğrusunu söylemek
gerekirse, Üs
emriyle ve
disiplinsizlikten
yakalanma korkusu
olmadan, şehir
üzerinden yaptığım
bu alçak uçuşlardan
büyük bir keyif
almıştım. Tehlikeli
bir durum
yaratmayacak şekilde
dönüşleri
ayarlayarak, şehri
değişik
istikametlerden
karşılayıp ağaç
seviyesinden ve
evlerin damlarının
üzerinden geçişler
yapmaya devam ettim.
|
Herhalde bu şekilde
yedi-sekiz geçiş
yapmıştım ve kendi
kendime: “ bana hiç
kimse şu kadar geçiş
yapacaksın
demediğine göre
acaba daha kaç geçiş
yapmalıyım?” diye
düşünürken, Uçuş
Kulesi telsizle beni
arayarak: “Üs
Komutanı sizin
derhal Üs’se dönerek
iniş yapmanızı
istiyor” dedi.
Şehrin üzerinden
ayrılarak Üs’se
döndüm ve inişimi
yaptım. |
Uçağı park edip
filoya döndükten
bir süre sonra
Üs Komutanımız
Albay Kemal
Yada’nın Emir
Subayı aradı.
Komutanın
benimle konuşmak
istediğini
söyledi ve
telefonu
Komutana
bağladı. |
Komutanımız Albay
Kemal Yada o
zamanlar Hava
Kuvvetlerinde
herkesin sevip
saydığı efsane bir
komutandı. Pervaneli
uçaklar zamanında
pilotlar arasında
isim yapmış, jetlere
geçildikten sonra da
ayni saygılı ismini
devam ettirmişti.
Gece uçuşlarını
yaptığımız günlerde,
programa en son
kalkan kolun lideri
olarak kendi ismini
yazdırır; gece
uçuşuna en geç
kalkan ve en geç
inen pilot olma
unvanını başka bir
pilota bırakmazdı. O
zamanlar Merzifon’da
görevde olan
arkadaşlar
hatırlayacaklardır,
Albay Yada bizleri
ismimizle,
soyadımızla
çağırmaz, ya:
”oğlum” der,
veya.”Teğmen,
Üsteğmen” şeklinde
hitap ederdi |
Emir
Subayı telefonu
bağlayınca bana:” Oğlum,
Teğmen! Ortalığı boş
buldun. Üç defa geçtin,
beş defa geçtin! Gözümüz
kör değil, kulağımız
sağır değil! Alarm
verildiğini daha ilk
geçişte zaten herkes
anladı. Kuleye
söylemesem acaba daha
kaç defa geçmeyi
düşünüyordun? Sonra bu
kadar alçaktan geçmene
gerek var mı? Siz
gençlere vur deyince
öldürürsünüz! Oğlum sen
bu dünyadan başka bir
aleme doğru mekan mı
değiştirmek istiyorsun!
Bir daha sakın böyle
saçmalıklar yapma”
şeklinde ikaz edip
telefonu kapattı. |
Komutanımız, beni
odasına çağırmadan
telefonla ikaz etmek
gibi büyük bir
incelik göstermişti.
Herhalde odasına
çağırdığı takdirde,
beni haşlamak için
çağırdığını herkesin
anlayacağını ve
benim de bu duruma
üzüleceğimi
düşünmüştü. Değerli
Komutanımız Albay
Kemal Yada’yı en
derin şükran
hislerimle ve
rahmetle anıyorum.
Nur içinde yatsın! |
O
yıllarda Merzifon’da
görev yapmış olan
pilotlar,
bakımcılar,
ikmalciler,
muhabereciler, kule
ve GCA operatörleri,
uçuş doktorları,
otocular,
istihkamcılar, hava
piyadeler,
uçaksavarcılar,
kısaca tüm uçucu ve
yer personeli, bir
Üs ailesi olmanın en
güzel örneğini
teşkil etmişlerdir.
Karşılaşılan bütün
zorluklara rağmen
yer personeli,
uçakların faal halde
tutulması ve diğer
yer hizmetlerinin
yerine
getirilebilmesi için
olağanüstü çaba
gösterirlerdi.
Bakımcı arkadaşlar,
ikmal sıkıntısı
çekeceklerini tahmin
ettikleri
malzemeleri, sanki
bir hazineyi saklar
gibi muhafaza
ederlerdi. Filomuzun
Uçuş Hattı Baş
Makinisti Bilal
Başçavuşu bütün filo
pilotları çok sever
ve ona çok
güvenirdik.
Filomuzun uçuş
hattında, ismini şu
anda ne yazık ki
hatırlayamadığım
genç bir astsubay
arkadaş, uçuşun
olmadığı zamanlarda,
eline aldığı bir
bezle ve kavil
dediğimiz bir cila
maddesiyle filomuzun
uçaklarını
parlatırdı. O
zamanlar uçaklar
şimdi olduğu gibi
kamuflaj boyasıyla
boyanmaz, orijinal
metal yapısıyla
kullanılırdı.
Uçakların burun
kısmında o uçağın
hangi filoya ait
olduğunu gösteren
renkli bir şerit
bulunurdu. Bizim
142nci Filomuzun
rengi sarı, 143ncü
Filonun rengi mavi,
Eskişehir’deki
141nci Filonun rengi
ise kırmızıydı.
Filoda bizler kendi
filomuzun rengini
aynen tuttuğumuz
takımın renkleri
gibi sever ve o
renge bağlanır,
diğer filonun
renklerini de rakip
takımın renkleri
gibi görürdük. |
Kule
operatörleri
hava trafiğinde
bir aksaklık
olmaması için
canla başla
çalışırlar;
telsiz
operatörleri
telsizlerin
faaliyetlerini
kesintisiz devam
ettirmek için
büyük çaba
gösterirlerdi.
Telsiz
teknisyenleri,
telsiz
cihazlarının en
önemli parçasını
teşkil eden
kibrit kutusu
büyüklüğündeki
“Kristal”
malzemesini
temin etmekte
büyük sıkıntı
çekerlerdi. Bu
arkadaşlar söz
konusu “Kristal”
malzemelerini
bir yerlerden
ele
geçirdiklerinde,
kritik
durumlarda
kullanmak üzere
ceplerinde
saklarlardı.
|
O
zamanlar uçaklar
üzerinde UHF
telsizler henüz
bulunmuyordu.
Kullandığımız VHF
telsizlerinin A, B
(filo kanalı), C
(alet alçalma
kanalı), D, E, F
(atış kanalı),
G(guard kanalı) ve H
(radar kanalı) olmak
üzere sadece sekiz
kanalı vardı. VHF
telsizleri üzerinde,
UHF telsizlerinde
olduğu gibi frekans
ayarı
yapılamadığından,
herkes ayni kanalda
konuşmak zorunda
kalır ve uçuş
trafiğinin yoğun
olduğu saatlerde
telsiz
konuşmalarında büyük
bir curcuna
yaşanırdı. Özellikle
radarlarla yapılan
hava önleme
çalışmalarında,
birbirlerine yakın
radarların ayni
kanalda verdiği baş
ve irtifa
talimatları, değişik
filolardan göreve
kalkan önleme
kolları tarafından
karıştırılır; bir
radarın, kendisiyle
eğitim yapan bir
kola verdiği baş ve
irtifa
talimatlarını, diğer
bir radarla çalışan
başka bir kol
kendisine verilmiş
zanneder, önlemeler
birbirine karışınca
da havadaki kollar
arasında bazen teğet
geçmeler ve
tehlikeli durumlar
meydana gelirdi. |
Merzifon şehrinin
hemen eteklerinden
yükselen Tavşan Dağı
üzerinde kurulu
Merzifon Radarının
(TUFAN KONTROL)
üssümüze çok yakın
olması büyük bir
nimetti. F-86
uçağında tek
seyrüsefer
yardımcısı olarak
bulunan Radyo
Compass cihazı,
frekansına
bağlandığı meydanın
yalnız istikametini
gösterir, şimdiki
TACAN, VOR ve INS
sistemleri gibi
ayrıca mesafe
bilgisi vermezdi.
Meydana olan mesafe
bilinemediğinden,
bulut içinde yapılan
yaklaşma ve
alçalmalarda, piste
yaklaşma başı ile
belli irtifaların
tutulmasında hata
yapılması, pilotun
hayatına mal
olabilirdi. Radyo
Compass cihazı
orajlı havalarda
orajın istikametini
gösterdiğinden
pilotu yanıltırdı.
Ayrıca Merzifon
meydanının kuzey
taraflarında,
Karadeniz civarında
uçarken, özellikle
kapalı havalarda,
Ruslar tarafından
yapıldığı tahmin
edilen elektronik
karıştırma
sebebiyle, bazen
Radyo Compass
cihazının ibresi
Merzifon yerine,
Kuzey yönlerinde bir
istikameti
gösterirdi. Bulutlu
havalarda, pilotun
mevkiini bilmekte
tereddüt geçirdiği,
veya daha doğru bir
ifadeyle kaybolduğu
(!) durumlarda,
Merzifon Radarı
imdada yetişir, ve
sağladığı seyrüsefer
yardımı ile pilotu
meydanın üzerine
getirirdi. Şahsen
kendimin, kötü ve
bulutlu havalarda
uçarken, kaybolduğum
hissine kapılarak
(!) soğuk terler
döktüğüm birkaç
uçuşta bana
seyrüsefer yardımı
sağlayarak meydan
üzerine getiren ve
adeta kulağımdan
tutup GCA’ye teslim
etmek suretiyle
emniyetle piste
inişimi sağlayan
Merzifon TUFAN
KONTROL’un o zamanki
değerli radar
operatörlerine bu
vesileyle minnet
duygularımı ifade
ediyorum. |
Ayni minnet
duygularımı,
Merzifon Uçuş
Kulesi ile
GCA’nin değerli
operatörlerine
de iletmeyi bir
borç biliyorum.
Bir pilotun
uçuculuk
hayatında soğuk
terler döktüğü
çok kritik,
sayılı anları
olmuştur. Bir
defasında çok
sevdiğim devre
arkadaşım
Tğm.Yılmaz
Gürsoy’u ağır
bir hastasına
yetiştirmek
üzere T-33
uçağıyla
Eskişehir’e
bırakmıştım.
Eskişehir’den
Merzifon’a tek
olarak T-33 ile
dönüşte görüşün
çok kısıtlı
olduğu yoğun bir
sisin içinde
beni piste
yaklaştırıp
emniyetle iniş
yapmamı sağlayan
Merzifon GCA’nin
o zamanki
değerli
operatörlerine
çok, çok
teşekkür
ediyorum! |
F-86 ailesinin en
değerli
mensuplarından biri
de şüphesiz uçuş
doktorlarımız idi.
Merzifon’da o
tarihlerde uçuş
doktoru olarak görev
yapan Dr.Ütğm. İsmet
Bilgin ile Dr.Yzb.
Sedat hiç
unutamadığımız ve
her zaman sevgi ve
saygı ile andığımız
uçuş doktorlarımız
idi. Bu değerli
doktorlar bizim hem
arkadaşımız, hem
dert ortağımız, hem
de sağlığımızın
koruyucuları
hekimlerimiz olarak
kalbimizde unutulmaz
bir yer
bırakmışlardır. |
F-86 Av Uçağının
Radyosunda Dinlenen
Futbol Maçı |
Daha önce de
bahsettiğim gibi o
yıllarda TRT
teşkilatı henüz
kurulmamıştı. Ankara
Radyosu uzun dalga
üzerinden, İstanbul
radyosu da orta
dalga üzerinden
yayın yapardı.
Merzifon’da biz
sadece Ankara
radyosunu
dinleyebiliyorduk.
İstanbul radyosunun
yayınları gündüz
saatlerinde maalesef
alınamıyor, kısa
dalga radyolar gibi
ancak gece
saatlerinde gücü
yüksek radyolarla
dinlenebiliyordu.
İstanbul radyosunu
gündüz saatlerinde
dinlemeyi çok arzu
etmemizin sebebi,
radyodan yapılan maç
yayınları idi.
İstanbul’da yapılan
futbol maçlarını
sadece İstanbul
radyosu
yayınlıyordu.
Tuttuğumuz
kulüplerin
maçlarının oynandığı
gün, maç sonuçlarını
öğrenmek için
meraktan çatlardık.
O yıllarda Cumartesi
günleri öğlene kadar
mesai olur ve uçuş
yapılırdı. T-33 ve
F-86 uçaklarının
Radyo Compass
cihazlarıyla Ankara
ve İstanbul
radyoları
dinlenebilirdi.
Ankara Radyosunu
yerden itibaren
dinlemek mümkünken,
İstanbul radyosunu
dinlemek için Batı
istikametinde epey
bir mesafe
uzaklaşmak ve yüksek
irtifaya çıkmak
gerekirdi.
Fenerbahçe,
Galatasaray ve
Beşiktaş
takımlarının derbi
maçlarını yaptıkları
Cumartesi günü eğer
uçuş öğleden sonraya
sarkmış ise (veya
sevgili Filo
Komutanımızın rızası
ile sabah
sortisinden sonra
bir de öğleden sonra
sorti planlanmış
ise), uçuşlar
mutlaka Batı
istikametinde,
yüksek irtifa
seyrüsefer uçuşu
şeklinde
planlanırdı. O gün
programa yazılma
şansı yakalayıp
havada derbi maçını
İstanbul radyosundan
dinleyebilirsek,
dünyanın en mutlu
pilotu olurduk.
|
Mürted
(Akıncı)
Üssü -
1972 |
|
F-86'ların servisten çıkmasından beş yıl sonra eski F-86'cılar Mürted (Akıncı) Üssünde |
bir araya gelip çok sevdikleri uçaklarının önünde hatıra fotoğrafı çektirdiler |
|
Üst sıra soldan sağa: |
Yzb.D.Adar, Alb.M.Sirel, Alb.Cezmi Arı, Bnb.İrfan Sarp, Bnb.Ö.Sandıkçı |
Alt sıra soldan sağa : |
Ütğm.B.Akidil, Ütğm.T.Gürgenç, Bnb.Z.Altay, Uçk.Bkm.Astsb.H.Ateşler, Ütğm.A.Çağlayan, Ütğm. G.İnan |
|
|
Hoşgörü Sahibi
Değerli Komutanlarım |
İlk uçuş
birliğim olan
Merzifon’da F-86
uçaklarıyla dolu
dolu görev
yaptığım üç
yılımı ne zaman
düşünsem,
gözümün önüne,
çok iyi
tayyarecilikleriyle
bizleri
etkileyen ve
örnek olan
komutanlarımın
güzel hatıraları
gelir.
Mahrumiyet
bölgesinde görev
yapmamızın
şartlarından mı,
yoksa onların
görgü ve yetişme
tarzlarının bir
gereğinden midir
bilemiyorum, o
devirde
başımızda
bulunan
komutanlarımızın
hepsi de biz
gençlere örnek
olmuşlar,
bizlerin
yetişmesine
büyük katkılarda
bulunmuşlardır.
Kendilerini
bizlere çok
sevdiren
komutanlarımız
biz gençlere
karşı son derece
hoşgörülü
davranırlardı.
Bugün
disiplinsizlik
sayılacak pek
çok olayı
komutanlarımız
ya hiç görmemiş
veya duymamış
gibi yaparlar,
veya o kişiyi
odasına çekip
bir daha böyle
bir şey
yapmamasını ikaz
ederek olayı
kapatırlardı.
Merzifon’da o
yıllarda görev
yapıp hepimizin
gönlünde taht
kuran
komutanlarımızdan,
bu dünyadan göç
edenleri
rahmetle anıyor,
hayatta olanlara
da en içten
minnet
duygularımla en
derin
saygılarımı
sunuyorum. |
F-86 İLE İLK SES
SÜRATİNİ GEÇİŞİM |
Bizim devremizden
1956 yılı Eylül
ayında ABD'de uçuş
eğitimine giden dört
pilot (Emekli
Korgeneral Öner
Dinçer, Emekli Albay
Tekin Akkoyunlu,
Rahmetli Emekli
Tuğgeneral Kaya
Ergenç ve ben),
Greenville /
Mississippi üssünde
T-33'lerde jet
eğitim uçuşlarımızı
tamamlayıp pilot
brövelerimizi
taktıktan sonra
Arizona'daki
Williams üssüne F-86
Harbe Hazırlık
eğitimine
gönderilmiştik.
Orada F-86F'lerde 3
ay süren bir
eğitimle 50 saate
yakın uçtuktan sonra
Harbe Hazır statüsü
kazanmış ve Ağustos
1958'de yurda
dönmüştük. |
Bizler
Arizona'da F-86
üssünde önce
T-33'lerle civar
tanıma
uçuşlarımızı
yaptıktan sonra
uçuş
öğretmenimizin
tarifi ile,
kendisi de bizim
kolumuzda olarak
F-86'da ilk
kalkışımızı
yapmış, havadaki
hareketleri
tamamladıktan
sonra yine
öğretmenimizin
tarifine göre
inişimizi
tamamlamıştık.
İlk sorti bu
şekilde
kolumuzda uçan
öğretmenimizin
tarifiyle kalkış
ve inişimizi
yaptıktan sonra
normal uçuş
eğitimlerimize
devam etmiştik.
|
Bilindiği gibi
F-86'ların F-100,
F-104 ve F-16 gibi
öğretmenle ilk
intibak eğitimlerini
yaptıracak çift
kişilik tipleri
yoktur. İlk defa
uçulacak tek kişilik
bir uçak tipinde
pilotun uçağı
tanımasında çok
yardımcı olan bir
uçuş simülatörü de
mevcut
bulunmamaktadır. |
F-86
ile intibak uçuşlarımızı
tamamladıktan sonra
eğitim programının 8nci
veya 9ncu sortisi, ses
süratini geçme sortisi
olarak planlanırdı. Ses
süratini geçme
sortisinde F-86'nın
kanat altı (pylon) yakıt
tankları çıkarılır ve
uçak temiz (clean)
olarak uçuşa verilirdi.
Bu sortide kolda
öğretmen olmadan tek
olarak kalkılır ve ses
süratini geçiş için
tahsis edilen sahaya
gidilirdi. Arizona'nın
altı çöl olan ve
yakınlarında hiçbir
yerleşim yeri bulunmayan
bu eğitim sahası
üzerinde 35.000 feet
irtifaa tırmanılır, tam
gaz açılarak uçak iyice
koşturulup
süratlendirildikten
sonra terse geçirilir ve
terste dik bir açıyla
dalışa geçilirdi. Uçuş
öğretmenim 35.000 fitten
dalışa geçtikten sonra
25.000 feet civarında
sesi geçeceğimi
söylemişti. Ben şimdi bu
satırları yazarken ilk
defa sesi geçmek için
yaptığım o dalış anını
hatırladım. Gerçekten
aynen uçuş öğretmenimin
tarif ettiği gibi oldu.
F-86'nın sürat saatinde
uçuş süratini Knot
olarak gösteren ibreyle
beraber, üzeri kırmızı
beyaz çizgili MACH
süratini gösteren ikinci
bir ibre bulunur.
Uçtuğum o sortide 35.000
feetten terse geçtikten
sonra dik bir açıyla
dalışa devam ederken
25.000 feet civarında
MACH sürati ibresi 1
rakamının üzerine
geldiğinde uçakta hafif
bir sola çekiş olduğunu,
uçağın havada bir ara
sanki frenden kurtulmuş
gibi olup rahatladığını
ve o anda da MACH
ibresinin 1 rakamını
geçtiğini bugünkü gibi
hatırlıyorum. |
F-86'larda
eğitimimizi
tamamladıktan sonra
bizlere ses süratini
geçmiş olduğumuzun
belgesi olarak ekte
görülen MACH BUSTER
sertifikası ve bu
sertifikayla beraber
ceket yakasına
takılan küçük
yuvarlak bir MACH
BUSTER rozeti
verilmişti. MUCH
BUSTER
sertifikasının
kopyası ektedir.
Rozetin fotoğrafı da
ekteki fotoğrafta
MACH BUSTER'S CLUB
başlığının hemen
altında küçük
yuvarlak şekil
olarak görülüyor.
Rozetin ortasındaki
ucu sivri oval
şekil, bir uçak
burnunun silüetini
gösteriyor. Sağlı
sollu ikişer çizgi
de uçağın üzerinde
meydana gelen şok
dalgasını temsil
ediyor: Biz
F-86'cılar lacivert
ve beyaz renkte çok
hoş bir görünümü
olan bu rozeti
ceketimizin yakasına
takmaktan büyük bir
haz ve gurur
duyardık. Bu rozet
ceketimizin yakasına
takılı iken sanki
bir omzumuz aşağıda
gibi yürürdük. |
Sonraki yıllarda
F-104'lerde
uçarken 2 MACH
uçuşun sembolü
olan bir rozet
vermişlerdi. Bu
rozet, burun
kısmında 2
rakamı olan
küçük bir F-104
uçağı maketi
şeklindeydi.
Akıncı Üssü'nde
çift kişilik
F-102B uçağında
bir sorti
uçtuktan sonra
F-102 Uçuş
Sertifikası ve
yakaya takılan
F-102'yi temsil
eden mavi renkte
delta şeklinde
hoş görünümlü
küçük bir rozet
verilmişti. F-16
uçağının çift
kişilik
modelinde de bir
sorti uçma şansı
bulmuştum. Hava
Kuvvetleri
Lojistik Başkanı
iken 1983
yılında
F-16'ların
İkmal/Bakım
anlaşmasını
imzalamak için
ABD'ye
gittiğimde Fort
Worth Dallas /
Texas'ta,
tecrübe
pilotuyla bir
sorti uçmuştum.
Uçtuğumuz
sortinin HUD
görüntülerinin
yarım saatlik
videosu ile 9G
uçuş sertifikası
ve ceket
yakasına takılan
bir 9G rozeti
verilmişti. |
Şimdi bana aldığım
bu uçak rozetleri
içinde en çok
hangisini
beğendiğimi
sorarsanız, herhalde
ses üstü uçuşlarda
F-86 uçağı benim ilk
göz ağrım olduğu
için hiç tereddüt
etmeden F-86'nın
MACH BUSTER
rozetidir derim.
|
F-86 ile ses
süratini
geçen
pilotlara
verilen MACH
BUSTER
rozetinin
sertifikası. |
|
|
ARİZONA'DA, F-86
ATIŞ OKULUNDA
BAŞIMDAN GEÇEN KOMİK
OLAY |
Arizona'da F-86F
uçaklarında atış
eğitimi görürken
başımdan geçen komik
bir olayın
hikayesini sizlerle
paylaşmalıyım.
|
Filoda F-86F ile
8-10 sorti arasında
programlanan intibak
uçuşlarımızı ve ses
süratini (MACH)
geçiş sortimizi de
tamamladıktan sonra
atış eğitimlerine
başladık. Atış
sortilerine çıkarken
uçaklarımıza silah
yükü olarak 4 adet
25 librelik bomba, 4
adet 2,75 inçlik
roket ve 100 adet
12.7 mm.lik makineli
tüfek mermisi
yüklenirdi. |
Öğretmenimizin lider
olarak uçtuğu,
dörtlü kol düzeniyle
atışa giderdik. Atış
sahasında pasaja
girdikten sonra
(hedefleri
karşılayıp yaklaşma)
dört uçak belli
mesafelerle açılıp
atış paternine girer
ve atış sırasıyla;
önce sektirme
bombardıman, takiben
pike bombardıman,
roket, ve sonra da
makineli tüfek
atışları yapardık.
|
Sektirme usulüyle
yapılan
bombardımanda,
yerden 50 feet (15
metre) kadar
alçaktan düz uçuşla
ve yüksek süratle
hedefe yaklaşıp
hedefe belli
mesafeden bombayı
bırakırdık. Pike
bombardıman usulüyle
yapılan eğitimde,
yere beyaz
bidonlarla çizilen
bomba dairesine
8.000 feet'ten
dalarak
bombalarımızı atar,
roketleri de pike
bomba atışına
nazaran biraz daha
az bir dalış
açısıyla hedefi
karşılayarak
fırlattıktan sonra;
yerde sırayla serili
bulunan panolara
makineli tüfek atışı
yapardık. |
Belki kendimizi
övmek gibi olacak
ama, F-86 atış
okulunda yaptığımız
havadan yere
atışlarda biz Türk
pilotları olarak çok
başarılı sonuçlar
elde etmiştik.
Teğmen Kaya Ergenç
sektirme bombardıman
atışlarında, Teğmen
Öner Dinçer roket
atışlarında, ben de
pike bombardıman
atışlarında bizim
sınıfımızın en iyi
atış derecelerini
yaparak, Filo'nun
girişindeki büyük
levha üzerine
isimlerimizi
yazdırmıştık.
|
Uçuş
öğretmenlerimizin
hemen hepsi, Kore
savaşında F-86'larla
MİG'lere karşı
savaşmış ve çoğu MİG
uçağı düşürmüş çok
tecrübeli
pilotlardı. Bizim
öğrenci grubumuzda
İtalyan ve Filipin
Hava Kuvvetleri'nden
pilotlarla beraber
eğitim görüyorduk.
Klasik atış
panolarının ve bomba
dairelerinin
bulunduğu hava yer
atış sahasında
atışlarını başarıyla
tamamlayan pilotlar
için dört sorti de
Arizona çölünde Gila
Bend ismindeki
taktik atış
sahasında atış
görevleri
planlanıyordu.
Taktik atış
sahasında yollar
üzerine dizilmiş GMC
tipi kamyonlara,
F-86'nın burun
kısmının sol
tarafında üç adet ve
sağ tarafında da üç
adet olmak üzere
toplam 6 adet 12.7
mm.lik tüfeklerle,
tam mermi yüküyle
ateş ederdik. Taktik
atış sahasının bir
köşesindeki hava
meydanının park
yerlerinde bulunan
uçaklara roket
taarruzu, hava
meydanındaki hangar
ve tesislere de pike
bomba taarruzu
yapardık.
|
Öğretmenlerimiz
taktik atış
sahasındaki
hedeflere taarruz
ederken çok dikkatli
olmamızı, fazla
hırsa kapılmamamızı,
daha önce bu
hedeflere taarruz
ederken hem
Amerikalı hem de
yabancı pilotlardan
yere çarpıp hayatını
kaybedenler olduğunu
söylerlerdi. Gila
Bend Taktik Atış
Sahası'nda yapılan
atışlar, gerçek bir
harekat alanında bir
pilotun yapacağı
taarruzların bire
bir aynısıydı. Bu
atış sahasında
bulunan gerçek
hedefleri başarıyla
tahrip eden
pilotların
katılacakları bir
harekatta
karşılaşacakları
benzer hedefleri de
başarıyla tahrip
edecekleri gayet
tabii idi |
Geçenlerde Öner
Dinçer'le Arizona
hatıralarımızı yâd
ederken Öner, Gila
Bend taktik atış
sahasında yaptığımız
bir atış esnasında
kendisini çok
korkuttuğumu söyledi
ve olayın
ayrıntısını şöyle
anlattı. O günkü
uçuşta, lider
öğretmenimizin
kolunda ben 2
numara, Öner benim
arkamda 3 numara
uçuyormuşuz.
Öğretmenimiz atış
sahasındaki yollar
üzerindeki
kamyonlara makineli
tüfek taarruzu
yapacağımızı
söylemiş ve hedefe
dalmış. Öğretmenin
arkasından ben dalıp
konvoy halinde
sıralanan kamyonlara
makineli top atışı
yaparken çok
alçalmışım ve uçağı
son anda çekerken
yerden toz
kaldırınca, Öner'in
yüreğini ağzına
getirmişim. Bir
defasında da liderin
kolunda İtalyan
pilot 3 numara, ben
onun arkasında 4
numara olarak
meydandaki uçaklara
taarruz ederken,
benim önümden dalan
İtalyan pilot yere
çok yaklaşıp yerdeki
tozları kaldırmış ve
beni çok
korkutmuştu. |
Hava-yer
atışlarımızı
tamamladıktan sonra
havadan havaya
atışlara başladık.
Atışlarımızı, kuş
uçmaz, kervan
geçmez, uçsuz
bucaksız, altında
yerleşim yerleri
olmayan Arizona Çölü
üzerinde yapıyorduk.
|
Hava atış görevi
için, öğretmenimizin
liderliğinde 4'lü
kol düzeniyle
kalkıyor ve bir T-33
jet eğitim uçağı
tarafından, 1.000
feet uzunluğundaki
bir çelik kabloya
bağlı çekilen;
naylon file kumaştan
yapılı, uzunluğu 30
feet (9 metre) ve
genişliği 6 feet
(1.8 metre) olan
manş hedefine
makineli tüfek atışı
yapıyorduk. |
Hava-hava atışı
başlangıçta bize
oldukça zor
gelmişti. İyi bir
atış yapılabilmesi
için her şeyden
önce, atış yapacak
dört uçağın her
birinin, atış
paterninin belli
noktalarında belli
aralıklarda ve
özellikle iyi bir
atış pozisyonu almak
için manş hedefinden
belli bir mesafede
ve irtifada
bulunması
gerekiyordu. Manş
hedefini görmekte
gecikmişsek, manşa
atış pozisyonu almak
için bazen aşırı G
çektiğimiz oluyordu.
Akrobasi hareketleri
yaparken normal
olarak çekilen G
miktarının 4 G
olması gibi, iyi bir
hava-hava atış
paterninde, dönüş
hareketleri de 4
G'den fazla
çekilmeden
yapılabiliyordu. |
Bir gün dörtlü kol
olarak çıktığımız
atış kolunda ben 4
numara olarak
uçuyordum. Lider
öğretmenimizin manş
uçağının hizasından
geçip atış pozisyonu
alacağı noktaya (pörç
-pearch noktası)
çekişini, belli
saniye aralıkları
ile koldaki uçaklar
takip ettik. Manş
hedefine ikinci veya
üçüncü dalışta ben
manşı taşmamak için
uçağı fazla yatırıp
çekince 4 G'yi
aşarak 6,5 G çektim.
Atışlarımızı
tamamlayıp inişe
geldik. Brifing
salonunda uçuşumuzun
kritiğini yapan
öğretmenime
dalışımın birinde
6,5 G çektiğimi
söyleyince,
öğretmenim uçak
formuna bu aşırı
G'yi yazıp
yazmadığımı sordu.
(F-86 uçağının G
limitleri, +7 G ve -
3.3 G idi). Ben
maksimum G limiti
olan 7 G'yi
geçmediğimi ve 6,5 G
miktarının yazılması
gerektiğini
bilmediğim için uçak
formuna bunu
yazmadığımı
söyleyince
öğretmenim bana,
hemen uçuş hattına
gitmemi ve bakım
ekibi uçağı bir
sonraki uçuşa
vermeden önce,
uçağın G kontrolünün
yapılması
gerektiğini ve uçuş
hattına bir an önce
gidebilmem için
filonun önündeki
kendi scooter tipi
motosikletini
kullanmamı,
scooter'ın
anahtarının da
üzerinde olduğunu
söyledi.
|
İşte hikayemin
başlığı olarak
yazdığım "KOMİK
OLAY" bundan sonra
başlıyor..... |
Uçuş
hattında
öğretmenimin
kullandığı
scooter'ın
benzeri bir
modelin
fotoğrafı. |
|
|
Ben daha önce
bisiklete binmiştim
ama hiç scooter tipi
motosiklet
kullanmamıştım.
Öğretmenim hemen
acele scooter'ı ile
uçuş hattına gidip
formu yazmamı
isteyince, bir an
tereddüt ettim ama,
kendisine scootera
binmeyi bilmediğimi
söyleyemedim. Nasıl
olsa bisikletin bir
benzeri olan bu
aleti ben kolayca
kullanırım diye
aklımdan geçirmiş
olmalıydım. Aslında
çocukluğumda benim
bir bisikletim
olmamıştı. 12
yaşında Konya Askeri
Ortaokuluna yatılı
girmiştim. Konya'da
yaşayanlar bilir.
Belki de arazisi düz
ve yolları müsait
olduğundan o
yıllarda Türkiye'de
bisikletin en fazla
kullanıldığı yer
Konya idi. Ben de
hafta sonlarında
arkadaşlarımızla
bisiklet kiralanan
yerlere gitmiş ve
bisiklete binmeyi
orada öğrenmiştim.
Evet, F-86 gibi bir
savaş uçağını
uçuruyordum ama
hayatımda daha önce
bir scooter veya
motosiklet kullanmak
imkanım olmamıştı!
|
Scooter'ı
çalıştırdım ve el
tutamağının
üzerindeki yuvarlak
gaz kolunu çevirerek
uçuş hattı
istikametine dönüp
belli bir hıza
çıktım. Uçuş hattına
yaklaşırken gazı
kestim ve fren
yapmak için ayni
bisiklette olması
gerektiği gibi diğer
el tutamağının
üzerindeki kolu
çektim. Kolu bir kaç
defa çektiğim halde
en küçük bir
frenleme olmuyordu.
Uçuş hattında park
etmiş F-86'ların
yanından geçerken
scooter'ı az bir
süratle
kullanıyordum. Uçuş
hattı binasına
yaklaşırken, binayı
geçmemek için her
iki ayağımı ayak
basma yerlerinden
aşağıya indirdim ve
uçuş botlarımı yere
sürterek scooter'ı
uçuş hattının
önündeki uçak
makinistlerinin
yanında durdurdum.
|
Benim uçuş botlarımı
yere sürterek
scooterı
durdurduğumu gören
bir makinist hemen
yanıma geldi ve
bana: "Sir, sizin
scooterın
frenlerinde bir
arıza mı var?" dedi
ve scooterın sağ
ayak basma yerindeki
siyah pedalı
inceledi. İşte o
zaman scooterın
freninin bisiklette
olduğu gibi elle
değil, sağ ayakla
basılarak
yapıldığını
öğrendim!
|
Uçak formuna, uçuşta
6,5 G çektiğimi
yazdıktan sonra,
scooterı çalıştırdım
ve filo önüne
geldiğimde
bisiklette olduğu
gibi freni elle
değil, makinistin
öğrettiği şekilde,
sağ ayağımı basarak
durdurdum. |
Kaleme aldığım uçuş
anılarımda genç
pilotların yaşadığım
olaylardan kendileri
için dersler
çıkaracakları
ümidini taşıyorum.
Anlattığım bu
olaydan alınacak
dersi, 1925 yılında
Yunan hükümetiyle
yapılan mübadele
(karşılıklı göç)
anlaşmasından sonra
Drama şehrinin
Ravika köyünden göç
eden rahmetli annem,
babam ve
akrabalarımızın
kullandıkları bir
Rumeli özdeyişiyle
söyleyeyim: "Bilmediğin
otu otlamayacaksın!". |
T-33'LE GECE
UÇUŞUNDA İNİŞE
GELDİĞİMDE BURUN
İNİŞ TAKIMI
AÇILMIYOR |
1958 yılı Ağustos
ayında Merzifon
142'nci (şimdiki
151'nci) Filo'da
göreve katıldıktan
altı ay sonra
Eskişehir Jet Eğitim
Filosu'nda çift
kişilik T-33
uçağında öğretmen
kursuna
gönderilmiştim. Üç
aylık kursu
tamamladıktan sonra,
filomda hem F-86'da
uçuyor, hem de T-33
ile pilot
arkadaşlarımın alet,
intibak ve kart
kontrol uçuşlarını
yaptırıyordum.
|
F-86 filosuna yeni
atanan bir pilota
önce çift kişilik
T-33 jet eğitim
uçağıyla meydan ve
civar tanıma uçuşu
yaptırılırdı Gece
F-86 ile uçmadan
önce de yine T-33
ile gece civar
tanıma ve meydan
trafiği ile yeterli
iniş kalkış eğitimi
yaptırılıyordu.
|
Hava Harp Okulu'nda
ayni sırada
oturduğum sınıf
arkadaşım Teğmen
Mutlu Cumhurcu
uçuştan ayrıldıktan
sonra Merzifon
Radarı'na tayin
olmuştu. Bazen hafta
sonlarında şehirdeki
subay gazinosunda
buluşurduk.
Arkadaşım radardan
takip ettiği
uçuşlarımızı, ve
özellikle de gece
uçuşlarımızı, bir de
meydana gelip
yerinde izlemeyi çok
istiyordu. |
Merzifon Radarı,
şehrin kuzey
batısında bulunan
Tavşan Dağı'nın
yüksek bir tepesi
üzerine kurulmuştu.
Bizim zamanımızdaki
çağrı adı "TUFAN
KONTROL" olan
Merzifon Radarı
özellikle kötü
havalarda bizlere
seyrüsefer yardımı
sağlardı. Hem
F-86'da, hem de
T-33'te tek
seyrüsefer cihazı
olarak
kullandığımız,
sadece bağlı olduğu
istasyona olan
istikameti gösteren
radyo kompa
cihazının orajlı
havalarda meydan
istikametini
göstermediği
durumlarda, TUFAN
KONTROL, en büyük
kurtarıcımız olurdu.
Bize o yıllarda kötü
havalarda seyrüsefer
yardımı sağlayan ve
meydana sağlıklı bir
şekilde alçalma
yaptıran TUFAN
KONTROL'un değerli
kontrolörlerini bu
vesileyle sevgiyle
anıyorum.
|
Arkadaşım Mutlu
Cumhurcu, Radar'da
nöbetinin olmadığı
bir gün, uçakların
gece uçuşlarını
seyretmek üzere
Üs'se geldi. Ben de
o gün Üs'se yeni
katılan Teğmen
Necati Tarcan'a
T-33'le gece intibak
uçuşu yaptırmak
üzere programa
yazılmıştım. Tğm.Tarcan
Hava Harp Okulundan
bizden bir sonraki
devredendi. Jet
Eğitim Filosu'ndan
mezun olduktan sonra
Merzifon 143'ncü
(şimdiki 152'nci)
Filo'ya tayin
olmuştu. Filoda çok
sevilen, mert,
dürüst, sohbeti
zevkle dinlenen bir
arkadaşımızdı.
|
Biz Teğmen Tarcan'la
uçuş için T-33 park
yerine giderken,
arkadaşım Teğmen.
Cumhurcu'yu kalkış
ve inişleri en
yakından seyretmesi
için pist başına
bırakmıştık. İntibak
uçuşunu yapacak
Teğmen Tarcan ön
pilot mahallinde,
ben arka pilot
mahallinde, motor
çalıştırıp pist
başına geldik. Pist
başında uçakların
kalkışlarını
seyreden sınıf
arkadaşıma el
sallayıp piste
girdik ve
kalkışımızı yaptık. |
Havada civar tanıma
uçuşumuzu
tamamladıktan sonra
iniş için ilk
yaklaşmaya girdik.
Teğmen Tarcan pilofu
çekip, rüzgar altına
girdi ve istenen
noktada iniş takımı
kolunu aşağı duruma
getirdi. İniş takımı
göstergelerinde her
iki ana iniş
takımının çıktığını,
ancak burun iniş
takımı lambasının
kırmızıda olduğunu
görünce kumandaları
aldım ve durumu pist
başına rapor ettim.
Acaba burun iniş
takım göstergesinde
bir arıza mı vardı,
yoksa burun iniş
takımı gerçekten
çıkmamış mıydı? Pist
başı nöbetçisine
alçaktan geçiş
yapacağımı ve burun
iniş takımını
kontrol etmesini
söyledim. Pist başı
nöbetçisi her iki
ana iniş takımını
aşağıda, fakat burun
iniş takımını yukarı
durumda gördüğünü
söyledi. Gazı açıp
pas geçtim ve meydan
batısında, trafik
paterninin dışına
çıktım. |
İniş takımlarını
emergency usulleri
uygulayarak
çıkarmayı denedim
ama iki ana iniş
takımı çıktığı halde
burun iniş takımının
kırmızı lambası
yanmaya devam etti.
Böyle durumlarda
uygulanan bir yöntem
ile, aşırı G yükü
bindirerek burun
iniş takımını
çıkarmaya çalıştım
ama burun iniş
takımını aşırı G
çekerek çıkarmak da
mümkün olmadı.
|
Yaptığım uçuş
planlamasında, civar
tanıma uçuşundan
sonra Tğm Tarcan'a
en az üç, dört iniş
kalkış çalışması
yaptırmayı
düşündüğümden, inişe
geldiğimizde, havada
yaklaşık bir saat
kalacak kadar
yakıtım vardı. Uçuş
kulesine, havadaki
F-86'ların hepsi
indikten sonra
yakıtımı ana depoya
düşürüp iyice
azaltarak burun iniş
takımı içeride
inebileceğimi
söyledim.
|
Uçuş kulesi havadaki
F-86'ları inişe
çağırdı. F-86'ların
hepsi inişlerini
tamamladıktan sonra
ben iniş için
meydana yaklaştım.
Pisti uzaktan
karşıladım. Pist
başının biraz
ilerisine iki ana
iniş takımı üzerine
indim ve hemen
motoru durdurdum.
Bir süre burnu
yukarıda tuttuktan
sonra, sürat iyice
düşünce, yumuşak bir
şekilde burnu piste
koydum. |
Burnun piste
dokunması ve metalin
betona sürtünmesiyle
birlikte, gecenin
karanlığında burun
kısmında havai fişek
atıldığında ortaya
çıkan parıltılar
gibi büyük bir ışık
huzmesi meydana
geldi. Uçak burun
üzerinde hiç
istikamet
kaçırmadan,
sürtünmesi bitip
duruncaya kadar bu
ışık huzmesi devam
etti. Uçağın hızı
giderek azaldı ve
durdu. Uçak durunca,
hemen omuz
bağlarımızı çözdük
ve uçağı terk ettik. |
Biz inişe gelip
burun iniş
takımımızın
çıkmadığını rapor
edince pist başında
iniş kalkışları
seyreden sınıf
arkadaşım Mutlu
Cumhurcu pist başı
ile telsiz
konuşmalarımı
dinlerken çok
telaşlanmış. Biz
inişimizi
yaptığımızda çıkan
kıvılcım huzmesini
görünce de uçağın
yanmaya başladığını
zannetmiş ve çok
korkmuş. Mutlu
Cumhurcu arkadaşımla
sonradan ne zaman
bir araya gelsek,
benim uçuşlarımı
pist başından
seyretmek için ilk
defa Üs'se
geldiğinde, inişte
başıma gelen olayı
hiç unutamadığını ve
bu olayın kendisini
çok üzdüğünü
söylerdi. |
Ertesi gün bakım
hangarında uçağı
jaka alıp (krikoyla
uçağı yerden
yükseltmek) burun
iniş takımını
kontrol ettiler.
Arızanın iniş takımı
silindir kolunun
kırılmasından
meydana geldiğini
tespit edip
yenisiyle
değiştirdiler. Uçak
kaportacı arkadaşlar
da burunun alt
kısmında hasar gören
kısmı tamir edip bir
kaç gün içinde uçağı
faal olarak uçuşa
verdiler. |
Bizim başımıza gelen
bu olay gibi gövde
üzerine inişlerde
veya pistten toprağa
çıkma gibi
durumlarda pilotun
belinde bir hasar
olup olmadığını
tespit için
Eskişehir Hava
Hastanesi'nde uzman
hekimler tarafından
pilotun muayene
edilmesi usuldendi.
Teğmen Tarcan ve
beni de ertesi günü
uçakla Eskişehir'e
gönderdiler.
Hastanede çekilen
röntgen filminde ve
yapılan tetkiklerde
ikimizin belinde de
bir arıza bulunmadı
ve uçuşlarımıza
devam kararı
verildi. |
Merzifon'a döndükten
sonra ilk gece
uçuşunda Teğmen
Tarcan ve ben T-33
ile intibak görevi
için programa
yazıldık ve gece
intibak görevine
kaldığımız yerden
devam ettik! |
|