|
|
BÖLÜM II |
1 NCİ
DÜNYA SAVAŞI YILLARI |
|
|
1 NCİ
DÜNYA SAVAŞINA GİRDİĞİMİZDE TÜRK SİLAHLI
KUVVETLERİNDE PİLOT SAYISI 9 HAVACI VE 3 DENİZCİ
OLMAK ÜZERE TOPLAM 12 SUBAYDI |
|
Balkan Savaşından hemen sonra, Ordunun
geliştirilmesi için General Liman Von Sanders'in
başkanlığında bir Alman heyeti Türkiye'ye
gelmişti. Hava Kuvvetlerinin geliştirilmesi için
ise o yıllarda havacılığın en ileri ülke olduğu
kabul edilen Fransa'dan bir heyet getirtilmişti.
Fransız Binbaşı De Goys başkanlığındaki bu heyet
kısa süre içinde teşkilatın düzenlenmesinde
başarılı hizmetlerde bulunduktan sonra
Türkiye'den ayrılmış, bunun üzerine zaten
Almanlarla her sahada yakın işbirliğine girmiş
olan Türk Hükümeti, Almanya'dan Yüzbaşı Serno
başkanlığındaki bir heyeti, Hava Kuvvetlerimizin
geliştirilmesi için getirtmişti. Böylece Türk
havacılığı, Alman havacılığıyla, savaşın sonuna
kadar sürecek olan bir işbirliği içine
giriyordu. |
Balkan Savaşından yeni çıkan memleketin
perişan hali, milli sınırlar içinde bulunan
silah, cephane, erzak, giyim - kuşam
stoklarının azlığı, karayolu ve
demiryollarının yetersizliği göz önüne
getirildiğinde, birbirinden binlerce
kilometre mesafelerle ayrılmış olan Ordulara
ve bu Orduları destekleyecek olan Hava
Kuvvetlerine düşecek olan yükün büyüklüğü,
devrin Komutanlarını derin derin
düşündürmekte idi. |
Zaten sayıları parmakla sayılacak kadar az
olan pilotlarımızdan Balkan Savaşında ve
İstanbul - Kahire seferinde şehit
düşenlerden sonra, 9 havacı ve 3 denizci
subay olmak üzere, savaşın başında toplam
pilot sayısı 12'ye, inmişti. Ayrıca
kendilerinden en çok hizmet beklenen bir
zamanda iki değerli pilotumuz da Rus'ların
eline esir düşmüştü. Doğuda 3 ncü Ordunun
keşif ve gözetleme görevlerinde kullanılmak
üzere 2 uçaktan teşkil edilen bir müfreze,
Trabzon'a asker, mühimmat ve malzeme
nakleden üç vapurluk bir konvoya
yüklenmişti. Müfrezenin başında, Fransa'dan
mezun olup ilk Türk pilotu unvanını kazanan
Yüzbaşı Fesa ile, İstanbul - Kahire seferini
yapan iki uçağımızın kazaya uğramasından
sonra, seferi yarıda kaldığı yerden
tamamlayan Yüzbaşı Salim İlkuçan da vardı.
Rus Donanmasına bağlı harp gemileri bu
vapurları Karadeniz'de yakalayıp
batırmışlardı. Batırılan vapurlardan denize
dökülenler arasında bulunan bu iki pilotumuz
tesadüfen Ruslar tarafından denizden
toplanmış ve esir edilerek Sibirya'ya
gönderilmişlerdi. Savaşın sonunda serbest
bırakılıncaya kadar Rusya'da esarette kalan
iki pilotumuzdan bu savaşta istifade
edilememiştir. |
1914
- 1915 YILLARINDA TÜRK HAVA KUVVETLERİ TEŞKİLATI |
|
Savaşın başlangıç yıllarında Hava Okul
Komutanlığı ve Balon Müfrezesinden başka 7
ayrı yerde uçak birlikleri teşkil edilmişti.
Bunlardan başka, iki uçak bölüğü daha teşkil
edilmek istenmişse de, pilot ve makinist
noksanlığından dolayı bu yıl içinde bunun
teşkili mümkün olamamıştı; Bu hava
birliklerinden bir kısmı tamamen Türk, bir
kısmı tamamen Alman, bir kısmı da Türk ve
Alman havacıların karışımlarından teşkil
edilmişti. |
Bu Birliklerin Kuruluş Yerleri Şöyledir: |
1 No. lu Uçak Bölüğü - Çanakkale |
: Alman Havacılarından Teşkil
Edilmiştir. |
2 No. lu Uçak Bölüğü - Irak |
: Uçucuların Bir Kısmı Türk,
Çoğu Alman'dır. |
3 No. lu Uçak Bölüğü - Uzunköprü |
: Alman Havacılardan Teşkil
Edilmiştir. Rasıtları Türk'tür. |
4 No. lu Uçak Bölüğü - Adana |
: Uçucuları Türk'tür. |
5 No. lu Uçak Bölüğü - İzmir |
: Uçucuları Türk'tür. |
6 No. lu Fokker Uçak Bölüğü -
Çanakkale |
: Uçucuları Alman'dır. |
7 No. lu Uçak Bölüğü - Kafkas
Cephesi |
: Uçucuları Türk'tür. |
8 No. lu Uçak Bölüğü - Şam |
: Uçucuları Türk'tür. |
9 No. lu Uçak Bölüğü - Keşan |
: Uçucular Kursu Tamamlayınca
Kurulacaktır. |
Sabit Balon Bölüğü |
: Mürettebatı Türk'tür. |
|
1 NCİ
DÜNYA SAVAŞINDA BİRBİRİNDEN ÇOK UZAKTA VE GENİŞ
CEPHELERDE HAREKATA KATILMAK ZORUNDA KALAN TÜRK
HAVA KUVVETLERİ, UÇAK İHTİYACINI MÜTTEFİK
ALMANYA'DAN TEMİN EDEBİLİYOR. ANCAK ALMANYA'NIN
RUSYA VE YUGOSLAVYA İLE HARP HALİNDE OLMASI VE
AYRICA BULGARİSTAN İLE ROMANYA'NIN
TARAFSIZLIKLARINI MUHAFAZA ETMESİ, TÜRKİYE İLE
ALMANYA ARASINDA COĞRAFİ BİR PERDE MEYDANA
GETİRİYOR VE ALMANYA'DAN TÜRKİYE'YE UÇAK
TAŞINMASI İŞİNİ ZOR DURUMA SOKUYORDU |
|
|
Türkiye'nin İngiltere ve Fransa ile harbe
girmesiyle, daha önce Fransa'ya sipariş
edilen 12 uçağın alınması işi suya düşmüştü.
Balkan Savaşı ile 1 nci Dünya Savaşı
arasındaki devrede uçuş eğitimine verilen
hız ile oldukça fazla sayıda pilotumuz
yetişmişti. Ancak bu defa da mevcut uçak
sayısı pilotlarımız için yetersiz kalmıştı.
Halbuki bütün cephelerde uçaklara duyulan
ihtiyaç çok fazla idi. |
Türk Hava Kuvvetleri teşkilatının
geliştirilmesi için Almanya'dan getirilen
Yüzbaşı Serno, bir miktar uçak temin
edebilmek için Alman Hükümeti nezdinde
ısrarlı girişimlerde bulunuyordu. Neticede
Alman Hükümeti bir miktar uçak vermeyi kabul
etti. Ancak, bu uçakları Türkiye'ye
taşıyacak pilot veremiyordu. Almanlar, bu
uçakları Macaristan'a getirip
bırakacaklarını, buradan uçakların taşınması
işinin Türkiye'nin sorumluluğunda olacağını
bildirdi. |
Fakat savaşın Avrupa'da yarattığı siyasi
bölünmeler, bu uçakların Almanya'dan
Türkiye'ye taşınmasında engeller meydana
getiriyordu. Çünkü Almanya; Rusya ve
Yugoslavya ile harp halinde olduğundan bu
ülkelerden geçen yollar her türlü trafiğe
kapalı idi. Romanya ve Bulgaristan ise
tarafsızlıklarını muhafaza ettiklerinden
kendi ülkeleri üzerinden uçak ve buna benzer
harp malzemesinin taşınmasına müsaade
etmiyorlardı. Bu durumda uçaklar Türkiye'ye
ancak uçarak getirilebilirdi. |
Bu iş için şöyle bir plan yapıldı. Uçaklar
Almanya'dan trenle Macaristan'ın güneyindeki
Mehadya şehrine taşınacak, burada Alman
teknik personeli tarafından monte edilerek
uçar hale getirilecekti. Uçakları taşıyacak
Türk Pilotları, tarafsız ülkelerden seyahat
ederek Macaristan'a gelecek ve uçakları
burada teslim alacaklardı. |
Macaristan'dan kalkış yapıldıktan sonra,
hiçbir yere inilmeden Yugoslavya veya
Romanya'yı takiben Bulgaristan üzerinden
geçilip, Edirne'ye gelinecek, Edirne'de
benzin ikmali yapıldıktan sonra İstanbul'a
uçulacaktı. |
Pilot olarak Almanya'da henüz uçuş
eğitimlerini tamamlayan Üsteğmen Hasan
Tahsin, Üsteğmen Ali Rıza, Üsteğmen Abdullah
ve Üsteğmen Mehmet Ali, uçakların
Macaristan'dan taşınması işiyle
görevlendirildi. |
AVRUPA'DAN TÜRKİYE'YE UÇAK TAŞIMAK İÇİN
GÖREVLENDİRİLEN PİLOTLARIMIZ MACARİSTAN'DA
PARASIZ KALIYOR |
|
|
"Türk Havacılık Tarihi" kitabı
pilotlarımızın Avrupa'da parasız kalışının
hikayesini şöyle anlatıyor: |
Türk Ordusu mensuplarının Avrupa
seyahatlerinde sık sık başlarına gelen ve
giderilmesi mümkün olmayan bir dert varsa o
da parasız kalma sorunudur, Berlin
Büyükelçisi Muhtar Paşa'dan 30 Nisan 1915
tarihinde Savunma Bakanı ve Genelkurmay
Başkanı Enver Paşaya çekilen aşağıdaki
telgrafta, nedense bir türlü çare
bulunamayan bu hastalıktan bahsedilmektedir: |
"Türkiye'ye uçak taşımak üzere
Macaristan'ın Mehadya şehrine gelen
pilotlarımız parasız kaldıklarından,
borçlarını ödeyip buradan ayrılabilmeleri
için 500 liraya ihtiyaçları olduğunu Askeri
Ataşeliğimize bildirmişlerdir. Bu miktar
paranın pilotlarımıza verilmek üzere çok
acilen Büyükelçiliğimize gönderilmesini arz
ve temenni ederim."
(Türk Havacılık Tarihi I, sayfa 52) |
MACARİSTAN'DAN TÜRKİYE'YE UÇAK TAŞIYAN
PİLOTLARIMIZ MÜKAFATLANDIRILIYOR |
|
|
Macaristan'dan hava yoluyla Türkiye'ye
uçak getiren pilotlarımız arasında temayüz
ederek takdire layık olanların
mükafatlandırılması için, Uçuş Okul Komutanı
Yüzbaşı Serno tarafından Savunma Bakanlığına
şu teklif yazısı gönderilmiştir: |
"Macaristan'dan uçarak Yugoslavya ve
Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye başarıyla
ve arızasız bir şekilde uçak getiren
Üsteğmen Hasan Tahsin ve Üsteğmen Ali
Rıza'ya ikişer yıl kıdem verilerek taltif
edilmelerini arz ederim."
(Türk Havacılık Tarihi I, sayfa 53) |
Personel Dairesinin 31 Aralık 1915 gün ve
856 sayılı emirleriyle de taltif olunan
pilot subaylar açıklanmaktadır: |
"Başkomutanlığın yüksek iradeleriyle,
Pilot Üsteğmen İstanbullu Nazmi oğlu Ali
Rıza ve Yanyalı İbrahim oğlu Hasan
Tahsin'in, savaş esnasındaki çok yararlı
hizmetleri dolayısıyla, ikişer yıl kıdem
verilerek Yüzbaşılığa terfilerine; Pilot
Teğmen Hüseyin Avni'nin kıdeminin bir derece
yükseltilmesine 31 Aralık 1915 tarihinde
karar verilmiştir."
(Türk Havacılık Tarihi I, sayfa 53) |
1915
YILINDA İLAVE DENİZ UÇAKLARI SATIN ALINARAK
DENİZ HAVACILIĞININ GELİŞTİRİLMESİNE ÇALIŞILIYOR |
|
|
Özellikle Çanakkale, Adalar ve deniz
sahillerimize yakın harekat bölgelerinde
kullanılmak üzere ihtiyaç duyulan ve suya
iniş - kalkış yapma özelliğine sahip deniz
uçaklarından satın alınmak üzere, Donanma
Cemiyeti tarafından Almanya'da L.V.G. Uçak
Fabrikasına üç adet deniz uçağı
ısmarlanmıştı. Bu fabrika son zamana kadar
karadaki pistlerden iniş kalkış yapan
uçaklar imal etmekte idi. Donanma Cemiyeti
tarafından sipariş edilen bu uçaklar,
fabrikanın yapacağı ilk deniz uçakları
olacaktı. |
Almanya'da imal edilmekte olan bu
uçakları taşımak üzere Deniz Pilot Yüzbaşı
Savmi Uçan'ın başkanlığında Deniz Pilot
Yüzbaşı Sami ve Deniz Pilot Üsteğmen
İsmail'den teşkil edilen bir heyet 18 Şubat
1915 tarihinde Almanya'ya gönderilmişti.
Heyet Almanya'ya gittiğinde uçakların henüz
imalatının devam etmekte olduğu ve kısa
zamanda tamamlanamayacağı anlaşılınca Deniz
Kuvvetleri Komutanlığına durum bildirilmiş
ve Komutanlık da bu pilotları Alman Uçuş
Okuluna, ilave uçuş eğitimi için tertip
etmiştir. |
Bu denizci subaylarımız önce kara uçuş
okulunda sonra da deniz uçuş okulunda
pilotaj eğitimlerini aynen Alman pilotları
gibi tamamlayarak, pilot diplomalarını
almaya hak kazanmışlardır. |
Siparişe verilen L.V.G. uçakları,
zamanında teslim edilemeyince, bunların
yerine Alman Deniz Bakanlığı tarafından üç
adet Gota tipi uçak verilmiştir. |
Almanya ile Türkiye arasındaki demir ve
karayolları kapalı olduğundan, bu uçakların
aynen bundan önce yapıldığı gibi Macaristan
üzerinden uçarak taşınmasından başka bir yol
yoktu. Daha Önce olduğu gibi bu üç uçak,
trenle Macaristan'ın güneyindeki Mehadya
mevkiine getirilmiş ve orada filatörlerin
(uçağın suya iniş kalkışı için alt kısmına
takılan su kayağı şeklindeki yüzen kızaklar)
yerine tekerlek takılarak 28 Eylül 1915 günü
Deniz Pilot Yüzbaşı Savmi Uçan, Deniz Pilot
Yüzbaşı Sami ve Deniz Pilot Üsteğmen İsmail
tarafından uçurularak Bulgarlarla yapılan
anlaşmaya göre önce Bulgaristan'da
Lompalanga'ya inilip benzin ve yağ ikmali
yapılmış, daha sonra da Türkiye'ye
getirilmiştir. |
HARBİN İÇİNDE UÇAK SAYISININ AZ OLUŞUNDAN
KIVRANILIRKEN, SUDAN SEBEPLER İLERİ SÜRÜLEREK,
12 ADET DENİZ UÇAĞININ SATIN ALINMASINDAN VAZ
GEÇİLİYOR |
|
|
3 Ekim 1915 tarihi itibariyle Deniz
Kuvvetlerinin envanterinde 2 adet Nieuport
eğitim uçağı, 1 adet Curtis ve 8 adet Gota
muharip uçağı olmak üzere toplam 11 adet
uçak bulunuyordu. |
Almanya'dan
Türk Hava Kuvvetleri teşkilatının başına
getirilen Yüzbaşı Serno o tarihlerde Türk
Hava Birliklerinin uçak ve yedek parça
ihtiyaçları konusunu Alman Genelkurmay
Başkanlığı yetkilileriyle görüşmek üzere
Almanya'ya gitmişti. Bu arada Deniz
Kuvvetlerimiz için 12 adet Dornier tipi
deniz uçağı almak için teşebbüse geçti.
Yüzbaşı Serno'nun bu teşebbüsü Deniz
Kuvvetlerimiz tarafından öğrenilince, bu
uçaklara ihtiyaç bulunmadığı, eldeki
mevcutların şimdilik yeterli olduğu,
alınması düşünülen bu yeni tip uçaklarla,
Deniz Kuvvetlerindeki uçak cins ve
tiplerinin artmasının mahzur teşkil edeceği
gibi sebepler gösterilerek, uçakların
alınmasından vazgeçilmesi istendi. |
"Türk
Havacılık Tarihi" kitabında bu olayın yorumu
şöyle yapılmaktadır: |
"Bu düşüncede, karacılık ve denizcilik
çekişmesinin hakim olduğu göze çarpmaktadır.
Memleket ölüm kalım savaşındadır. Elde
mevcut uçaklar ihtiyaca hiç de kafi gelecek
durumda değildir. Büyük Harbin havacılıktan
istediği vazifeler karşısında, uçaklarda her
gün, her saat yapılmakta olan gelişme ve
tadilatlar sebebiyle, aynı tipteki bir
uçağın iki ay önce inşa edileniyle İki ay
sonra inşa edileni arasında elbette bazı
farklar olacaktır. Aynı tipten 12 adet
uçağın memleketimize gelmesi, o gün için
hava gücümüze büyük bir güç katacaktı. Fakat
Deniz Havacılığının Deniz Kuvvetlerine, Kara
Havacılığının Savunma Bakanlığına bağlı
olması, aradaki bu görüş farkını
doğurmuştur."
(Türk Havacılık Tarihi I, sayfa 57) |
ÇANAKKALE'YE SALDIRIYA HAZIRLANAN DONANMANIN
KOMUTANI AMİRAL CARDEN, HAVA BİRLİKLERİ TAKVİYE
EDİLİNCEYE KADAR HİÇBİR ŞEY YAPAMAYACAĞINI VE
TAARRUZA BAŞLAMAYACAĞINI SÖYLÜYOR |
|
|
Çanakkale Savaşları 1915 yılı Şubatının
19 ncu günü Fransız ve İngiliz harp
gemilerinden teşkil edilen bir donanmanın
Çanakkale Boğazını zorlamak istemesi ve
Boğaz girişindeki siperleri bombardıman
etmesiyle başlamıştır.
|
Birçok otorite tarafından 20 nci asırda
İngilizlerin en büyük askeri düşünürü ve
tarih yazarı olarak kabul edilen Sir Liddell
Hart, "Birinci Dünya Savaşı Tarihi" isimli
kitabında o günleri şöyle anlatıyor: |
"Donanmanın taarruzu 19 Şubat günü
başladı. Bu tarih, tesadüfen 1807 yılında,
Amiral Duckworth komutasındaki donanmanın
Boğazları başarıyla geçişe teşebbüs edişinin
yıldönümüne rastlıyordu. Çok kötü hava
şartları yüzünden bombardımana beş gün ara
verildikten sonra 25 Şubat günü yeniden
atışa başlandı. Bombardımanın şiddeti
arttıkça Türkler en uçtaki siperlerden
geriye doğru çekilmeye başladı. 26 Şubatta
ilk küçük müfreze karaya çıktı. Bunları 3 ve
4 Mart tarihlerinde diğer müfrezeler takip
etti. |
Harekatın en kritik olan başlangıç
safhasında, en fazla ihtiyaç duyulan anda,
kötü hava şartlan ve diğer sebeplerden
dolayı bombardımanlardan istenen sonuçlar
alınamıyordu. Bombardımanların dağınık ve
istikrarsız oluşunun bir sebebi de atışların
havadan uçaklarla tanzim edilememesi idi.
Elde atış tanzimi ve keşif için yeterli
uçağın bulunmayışı büyük bir engel olarak
ortaya çıkmıştı. |
Bunun üzerine, Donanmaya komuta etmekte
olan Amiral Carden, hava birlikleri takviye
edilinceye kadar Çanakkale'de hiçbir şey
yapamayacağını ve bu arada mayın
tarlalarının temizlenmesine çalışılacağını
üst makamlara bildirdi. |
Fakat günler ve haftalar gelip geçiyordu.
İngiliz Hükümeti Amiral Carden'in hava
takviyesiyle ilgili endişelerini, harekâtın
önemi ve görevin aciliyetiyle
bağdaştıramamıştı. 11 Martta Amiral Carden'e
çekilen telgrafta, böyle bir endişeye
kapılmadan derhal harekete geçmesi
emrediliyordu. Tam bu sırada Amiral Carden
hastalandı ve yerine yardımcısı Amiral
Robeck getirildi. |
(NOT: Acaba Amiral Carden gerçekten
hastalanmış mıydı; yoksa hava desteği
olmadan Türk Boğazlarına yapılacak harekatın
başarılı olamayacağım söylediği için
görevinden ayrılmak zorunda mı bırakılmıştı,
bilinmiyor.) |
Taarruz 18 Mart günü başladı. Bir gece
önce küçük bir Türk gemisi, İngiliz devriye
botlarının gözünden kaçarak, asıl mayın
hattının çok dışındaki bir bölgeye, taarruz
nizamına girmiş bulunan İngiliz ve Fransız
donanmasının ön tarafına, Erenköy Limanına
paralel bir şekilde mayın döşemeğe muvaffak
olmuştu."
(Liddell Hart, History Of The First World
War, sayfa 163 - 164) |
KEŞİF UÇAKLARININ TESPİT EDEMEDİKLERİ MAYINLAR
İNGİLİZ VE FRANSIZ DONANMASININ FELAKETİNİ
HAZIRLIYOR |
|
|
"Sabah güneşinin ilk ışıklarıyla beraber
deniz keşfine gelen uçaklar, küçük Türk
gemisinin döktüğü bu mayınlan göremediler.
Halbuki o zamanlar 3000 fit yükseklikten
uçan bir uçağın 8 metre derinliğe kadar
döşenmiş bulunan mayınları görebileceği
defalarca ispat edilmiş, hatta Deniz ve Hava
Kuvvetlerinin yönergelerinde de bu şekilde
yer almıştı. Denizin dalgalı ve çırpıntılı
olması da mayınlanın görünmesine mani teşkil
etmiş olabilir. |
Pilotların havadan göremediği bu mayınlar
İngiliz ve Fransız Donanmasına hiçbir zaman
unutamayacakları bir ders verecek ve tarihin
akışını değiştirecekti. |
İlk mayına çarpan Fransız Bouvet zırhlısı
büyük bir patlamayla gökyüzüne kadar
yükselen dumanlar arasında iki dakikadan
kısa bir süre içinde, hemen hemen bütün
mürettebatıyla beraber denizin dibini
boyladı. İngiliz dev zırhlıları Inflexible,
Irresistable ve Ocean da, birbirini takiben
aynı akıbete uğradılar. |
Oysa harekâtı aylarca önce planlayanlar
her ihtimali düşünmüşlerdi. Keşif amaçları
için 7000 ton hacmindeki Arc Royal uçak
gemisi, taşıdığı iki adet karadan
havalanabilen uçak ve beş adet deniz
uçağıyla birlikte Bozcaada'ya demirlenmişti. |
Hatta Boğazın keşfine daha barış
zamanından başlanmıştı. Boğazların her iki
yanındaki tahkimat ve siperler, Boğaz
sularının her mevsimdeki akıntılarının yönü
de dahil olmak üzere İngiliz ve Fransız Kara
ve Deniz Ataşeleri tarafından en ince
ayrıntılarına kadar tespit edilmişti.
Çanakkale'deki İngiliz Konsolosu gezinti
yapmak amacıyla bölgeyi defalarca gezmiş ve
hazırladığı krokilerle bütün askeri
tesisleri en ince ayrıntılarına kadar
işaretleyerek bu krokileri Harp Bakanlığına
göndermişti. Bu bölgeyi sulh zamanında
turist gibi gezip inceleyen subaylardan çoğu
da şimdi taarruz eden birliklerin başında
görevlendirilmişti."
(Türk Havacılık Tarihi I, sayfa 63 - 64) |
Sir Liddell Hart, harekatın hazırlık
safhasını şöyle anlatıyor: |
"Diğer taraftan yapılan bazı lojistik
hatalar ise akıl alacak gibi değildi.
General Ian Hamilton, harekâtın
başlamasından bir gün önce, 17 Mart
gecesinde bölgeye ulaşmıştı. Gördüğü ilk
şey, ileri bir harekât üs'sü seçilen Limni
Adasında yığınak yapmış binlerce askerin en
önemli ihtiyacı olan yeterli suyun ve ayrıca
yüklerin bindirilip boşaltılması için
gerekli olan rıhtımın bulunmayışı idi,
Boğazlara taarruzun başlayacağı en kritik
zaman olan 18 Mart günü General Hamilton'un
ilk talihsiz kararı üs'sün bütün ağırlıkları
ve deniz ulaştırma vasıtalarıyla beraber
Limni Adasından İskenderiye Limanına
taşınması emrini vermesi oldu. |
Çıkarma birlikleri gemilere o kadar kötü
ve düzensiz bir şekilde yerleştirilmişti ki
bunların bilinmeyen bir düşman arazisine
çıkarılmadan önce gemilerden boşaltılması ve
yeniden düzenli bir şekilde bindirilmesi
şart oluyordu. İlk yerleştirme planında
yapılan hatalar General Hamilton'u şaşkına
çevirmişti. Öyle ki taburlar karaya çıkar
çıkmaz kullanacakları silah ve vasıtalardan
ayrılmış, atlar bir gemiye, atların çekeceği
arabalar diğer gemiye yüklenmiş, toplar
mühimmatından ve hatta top mermileri
tapalarından ayrı gemilere yerleştirilmişti.
Meselâ 29 ncu Tümenin bir taburu dört ayrı
gemiye bindirilmişti."
(Liddell Hart, History Of The First World
War, sayfa 164-169) |
Yapılan bütün lojistik hatalar ve
başlangıçta Görev Kuvveti Komutanı Amiral
Carden'in ısrarla istediği hava desteğinin
temin edilememesi, işte bu felaketi yaratan
başlıca sebepler olmuştu. |
ŞİMDİ BAZI TARİHÇİLER ŞU SORUYU SORUYOR: |
ACABA ERENKÖY LİMANINDAKİ MAYINLAR, HAVA
KUVVETLERİNDEKİ YÖNERGELERDE YAZILDIĞI GİBİ
KEŞİF UÇAKLARI TARAFINDAN TESPİT EDİLSE VE
İNGİLİZ VE FRANSIZ DONANMALARININ TAMAMI,
BAŞTA DEV ZIRHLILARI OLMAK ÜZERE ÇANAKKALE
VE MARMARA'YI GEÇİP DOLMABAHÇE SARAYININ
KARŞISINA DEMİRLESE TARİHİN AKIŞI NASIL
OLURDU? |
ÇANAKKALE'Yİ SAVUNAN 5 NCİ ORDUNUN KOMUTANI
GENERAL LİMAN VON SANDERS, TÜRK ORDUSUNUN
ÇEKTİĞİ LOJİSTİK SIKINTILARI ANLATIYOR. |
|
|
Harbin başlamasıyla birlikte Genelkurmay
Başkanlığı tarafından Çanakkale'nin
savunmasından sorumlu 5 nci Ordunun
Komutanlığına getirilen General Liman Von
Sanders, o günkü faaliyetlerle ilgili
şunları anlatıyor: |
"Yeni gruplanma tedbirleri gece
yürüyüşleri İle sağlandı. Bu suretle düşman
keşif uçaklarının birliklerimizin
hareketlerini tespit etmeleri mümkün olmadı. |
5 nci Orduda o sırada uçak yoktu.
Çanakkale'de bulunan birkaç uçak, müstahkem
mevki komutanlığı emrine verilmişti ve ancak
onun ihtiyacını karşılamaya yetiyordu. |
Birliklerin talimlerini tertiplemek bile
belirli bir zamana ihtiyaç gösteriyordu.
Çünkü düşman harp gemileri, her gördükleri
yerde birliklerimizin üzerine ateş
açıyorlardı. Hatta tek başına giden bir
yayanın veya süvarinin dahi üzerine ateş
açıldığı oluyordu. |
Tehlikeli sahil kesimlerinde sahra
tahkimatını bütün kuvvetimizle ve geceleri
takviye ediyorduk. Engel inşaatı için
Türkiye'de hem malzeme, hem de alet ve
teçhizat noksandı. O kadar ki, basılınca
patlayan kara mayınları yerine torpido
başlıklarını ve dikenli tel engeli olarak da
bahçe ve tarla kenarlarındaki telleri
kullanmak zorundaydık. |
Düşman gazeteleri daha sonra, İngiliz
uçaklarının Türk birliklerinin sahildeki
gruplaşmalarını yanlış olarak tespit edip
bildirdiklerini yazdılar. Bu haberler
gerçeğe uygun değildi. Uçaklar gruplaşmaları
doğru olarak tespit edip bildirmişlerdi. Ama
ne var ki bizim bu tertipleri gece
değiştirdiğimizi görememişlerdi. |
5 nci Orduya yiyecek ve malzeme nakli
büyük zorluk gösteriyordu. En yakın
demiryolu istasyonu Trakya'daki Uzunköprü
idi. Bu istasyon Ordu Karargahına yaya
yürüyüşü ile yedi günlük mesafedeydi. O
zamanlar Ordunun nakliye kamyonu yoktu. Öküz
arabalarıyla, deve kollarıyla, çok engebeli
yerlerde ise at ve katır sırtında pek az şey
taşınabiliyordu. Bu sebeple bütün
ulaştırmanın Marmara üzerinden deniz yoluyla
yapılması zorunluydu. Ancak Çanakkale
Boğazından sızarak Marmara'ya giren İngiliz
ve Fransız donanmasına mensup denizaltı
gemileri bu bölgede yapılacak deniz
ulaştırması için bir tehlike teşkil
ediyordu. Türkler için en büyük şans düşman
denizaltılarının bu işi başaramamalarıydı.
Yoksa 5 nci Ordu açlıktan ölürdü. Her iki
taraf tahkimatlarını yaparken düşman
tarafında en modern ve her türlü malzeme
mevcuttu. Fakir Türkler ise yeteri kadar
kazma ve küreğe dahi sahip değillerdi. Çok
defa bu malzemeyi savaş yoluyla düşmandan
almak gerekiyordu. Demir ve ağaç malzemesi
ise civardaki yıkılmış köy ve kasabalardan
sağlanıyordu. Mevzilerin sağlamlaştırılması
için yeterli miktarda kum torbası bile
bulunamıyordu. Tahkimatlar için bazen
İstanbul'dan birkaç yüz yeni torba getirildi
mi, bunların mevzilerin
sağlamlaştırılmasında mı, yoksa erlerin
harap elbiselerinin tamirinde mi
kullanılacağını kestirmek zordu. |
Bütün bu güçlüklere karşı koyma imkanını,
Anadolu insanının kanaatkarlığı, tahammül ve
direnme azmi sağlıyordu."
(Liman Von Sanders, Türkiye'de 5 Yıl,
sayfa 82-94) |
ÇANAKKALE'DE DÜŞMANA KARŞI DİRENEN ORDUMUZA,
PİLOT VE UÇAK SAYISININ AZLIĞI YÜZÜNDE YETERLİ
HAVA DESTEĞİ SAĞLANAMIYOR |
|
|
Seferberliğin başlangıcında Hava
Kuvvetlerinin elinde savaş uçağı olarak
kullanılabilecek çok az sayıdaki uçaktan iki
adedinin İzmir'e ve bir adedinin de
Çanakkale'ye gönderilmesine karar
verilmişti. |
Çanakkale'ye gitmek üzere deniz uçağıyla
Yeşilköy'ün güneyindeki küçük Iimandan
havalanan Deniz Pilot Yüzbaşı Savmi Uçan,
Marmara'nın ortasını biraz geçtikten sonra
motor arızasıyla karşılaştı. Motor yağının
bitmesi üzerine pervaneyi durdurmak zorunda
kalan Yüzbaşı Savmi denize mecburi iniş
yaptı. Uçak, yüzen kızakların üzerinde deniz
ortasında 24 saat kaldıktan sonra oradan
geçmekte olan bir motor tarafından görülerek
yedekte Çanakkale'ye çekildi. |
Diğer bir deniz uçağı da Üsteğmen
Fazıl'ın komutasında Çanakkale'ye
gönderildi. Çanakkale'de Nara civarında
Üsteğmen Fazıl bu çok küçük ve tek kişilik
uçakla bir kaç uçuş yapmışsa da malzeme
noksanlığı yüzünden bu uçağı faal tutmak
mümkün olamamıştı. |
İzmir'e gönderilen iki uçak da hemen her
görevde bir arızayla karşılaşıyordu. Yedek
malzeme yokluğundan ve ayrıca iniş ve
kalkışlarda yapılan kazalar yüzünden
uçaklardan yeteri derecede istifade
edilemiyordu. |
Ordularımız cephelerde şiddetle uçağa
ihtiyaç duyduğu halde uçak teminine ve pilot
eğitimine bir türlü öncelik verilemiyordu.
Öyle ki harbin başlangıcında toplam 12 olan
pilot sayısı 1916 yılında 30'u bile
bulamamıştı. Yetiştirilen pilotlar işe çok
kısa bir eğitim programına tabi tutuluyor,
10-15 saat eğitim uçuşu yapan pilot, daha
doğru dürüst iniş kalkışı bile öğrenmeden
cepheye gönderiliyordu. |
PİLOT ÜSTEĞMEN ALİ RIZA İLK DEFA BİR DÜŞMAN
UÇAĞINI DÜŞÜREN TÜRK PİLOTU UNVANINI KAZANIYOR |
|
|
Çanakkale savaşları devam ederken
Almanya'dan temin edilen uçaklardan üç adedi
Çanakkale'deki birliklerimizin desteğine
tahsis edildi. Fokker Fabrikasının imali
olan bu uçaklar pervanenin arasından
senkronizeli olarak ateş etme kabiliyetine
sahip makineli tüfeklerle teçhiz edilmişti. |
30 Kasım 1915 günü Pilot Üsteğmen Ali
Rıza, rasıdı Teğmen Orhan'la beraber,
Çanakkale Boğazı girişinde karaya oturmuş
bulunan bir düşman kruvazörüne taarruz etmek
üzere görevlendirildi. Bu kruvazör ile bunu
tahliyeye gelen diğer bir gemiye bomba ve
makineli tüfekle taarruz etti. Kruvazörü
tahliyeye gelen gemi oradan uzaklaşmak
zorunda kalmıştı. Tam bu esnada, gemilerini
Türk uçağının taarruzundan kurtarmak üzere
bir düşman uçağının yaklaşmakta olduğu
görüldü. Yapılan hava savaşında Üsteğmen Ali
Rıza Fransız uçağını makineli tüfek ateşiyle
düşürmeyi başardı ve böylece düşman uçağını
düşüren ilk Türk pilotu unvanını kazanmış
oldu. |
FİLİSTİN CEPHESİNDE ORDU KOMUTANI: "BÖYLE ADİ
VE AZ SAYIDAKİ UÇAKLA KANAL HAREKATI YAPILAMAZ."
DİYOR VE HİÇ OLMAZSA KULLANILABİLECEK BİR TEK
UÇAK GÖNDERİLMESİNİ İSTİYOR |
|
|
Mısır'a karşı yapılacak Kanal Seferine
bir uçak müfrezesinin de katılması
düşünülmüş ve bu maksatla Beersheba'ya bir
hava birliği gönderilmişti. |
Müfrezede bulunan 4 uçaktan 3 adedi yedek
parçasızlıktan uçurulamıyor, yalnız 1 adedi
faal tutulabiliyordu, Hava desteğine
şiddetle ihtiyaç duyan Ordu Komutanı, bu
durum üzerine Başkomutanlığa şu mesajı
çekti: |
"BAŞKOMUTANLIK VEKALETİNE |
|
30
Mart 1915 |
1. Mevcut
iki uçaktan bir tanesi çöl
üzerinde uçarken motordaki arıza
yüzünden mecburi iniş yapmak
zorunda kalmış ve kötü bir
zemine inildiğinden motor hariç
olmak üzere uçağın büyük kısmı
hasarlanmıştır. |
2.
İngilizlerin çok güzel
uçaklarına karşı böyle adi ve az
sayıda uçak ve kanal harekâtı
yapılamaz. Bu sebeple
İstanbul'dan birkaç adet, yeni
ve iyi durumda uçağın, her türlü
teçhizatının da mükemmel olması
şartıyla gönderilmesini
fevkalade önemle beklemekte
olduğumu arz ederim."
(Türk Havacılık Tarihi II,
sayfa 85) |
|
4 ncü Ordu
Komutanı |
|
General Cemal |
|
|
Bu mesajı gönderdikten sonra geçen iki
buçuk aylık sürede isteğine hiçbir işlem
yapılmaması üzerine 4 ncü Ordu Komutanı
Cemal Paşa 14 Haziran 1916 tarihinde
gönderdiği mesajda ; "Hiç olmazsa bir tek
kullanılabilen uçak gönderilmesini rica
ederim. Zira mevcut iki uçağımızın ikisi de
kırıktır." demektedir. |
Neticede Süveyş kanalına yapılan taarruz
başarılı olamamış ve Türk birlikleri 1300
kişi zayiat verdikten sonra tekrar gerideki
mevzilerine çekilmişlerdir. |
İSTANBUL'DAN CEPHEYE HAVADAN BİR İKİ GÜNDE
UÇARAK GÖNDERİLEBİLECEK BİR UÇAK, TRENLE VEYA
KAMYONLA ANCAK BİR İKİ AYDA YERİNE
ULAŞTIRILABİLİYOR |
|
|
Avrupa'dan temin edilen uçaklar Önce
Yeşilköy'deki Hava Okulunun tamirhanesine
getiriliyor ve burada son kabul kontrolleri
ve uçuş bakımları yapılıyordu. Uçuşa hazır
duruma getirilen uçaklar cephede tahsis
edilmiş oldukları birliklere havadan uçarak
değil, kara vasıtalarına yüklenerek
gönderiliyordu, Çünkü uçaklar cepheye
havadan uçurularak götürüldüğü takdirde
pilotların Hava Okulundan verilmesi
gerekiyordu. Yolda bu uçakların kırılması
halinde kazanın sorumluluğu da tabiatıyla
Hava Okuluna ait oluyordu. |
Halbuki uçaklar cepheye tren veya kamyon
gibi kara vasıtalarıyla gönderildiğinde,
Hava Okulu sorumluluktan kurtuluyor,
cephedeki pilotlar o bölgedeki Ordunun
emrine verilmiş olduğundan, bu pilotların
yapacağı kazaların sorumluluğu, uçağın bağlı
olduğu Ordu Komutanlığına ait bulunuyordu. |
Hava Okulunun başka bir makama, Ordu
Komutanlığının başka bir makama bağlı
bulunması ve kazaların sorumluluğundan
kaçınılması, uçakların cephede faydalı
hizmetler görecekleri en kıymetli
zamanlarını haftalar ve aylar boyunca
yollarda geçirmelerine sebep oluyordu. |
1916 YILI NİSAN AYINDA İSTANBUL’A İLK DEFA GECE
HAVA TAARRUZU YAPILIYOR. GECE ŞARTLARINDA
ZEYTİNBURNU VE YEŞİLKÖY'DEKİ HEDEFLERİNİ BULAN
DÜŞMAN UÇAKLARI BU HEDEFLERE YANGIN (NAPALM)
BOMBALARI ATIYORLAR. |
|
|
İstanbul'a ilk hava taarruzu 14 - 15
Nisan 1916 gecesi yapıldı. Gece hava
karardıktan sonra Gökçeada'dan kalkan iki
İngiliz uçağı İstanbul üzerine gelerek,
bölgede o zaman için en kritik iki hedefi
teşkil eden Zeytinburnu'ndaki Fişek
Fabrikası ile Yeşilköy Uçak Meydanına napalm
bombalarıyla taarruz ettiler ve şehir
üzerine de bildiriler attılar. Bu gece
taarruzu hakkında Yeşilköy'deki Uçuş Okul
Komutanının verdiği rapor aynen şöyledir: |
"14
Nisan gecesi saat 22.20'de
Çanakkale'den İstanbul'a ulaşan
bir telgrafta, Lapseki kasabası
üzerinden saat 20.30 civarında
iki düşman uçağının İstanbul
istikametinde uçtuğu
bildiriliyordu. Bir iki dakika
sonra Bakırköy Komutanlığından
bizim uçaklarımızın uçurulup
uçurulmadığı soruldu ve iki
uçağın Bakırköy üzerinde
dolaştığı haberi verildi. Hemen
her yerden müracaatlar geliyordu
ki, meydana doğru uçak
seslerinin yaklaşmakta olduğu
duyuldu. Tam bu esnada iki
düşman uçağı okul binaları
üzerinden birbirlerini çok
yakından takip ederek geçtiler
ve hangarların üzerine 6 Napalm
bombası attılar. Bombalardan 5
adedi 80 metrelik bir daire
dahilinde hangarların önüne
düştü. Diğeri ise kırmızı
kiremitli hangarın sol köşesine
2,5 metre mesafeden açtığı 15
santimetre çapındaki delikten
geçip içerde yanmaya başladığı
esnada, hangarın nöbetçileri
bulunan 8 nci Mangadan Hamit, 10
ncu Mangadan Süleyman ve Devriye
Onbaşısı Osman tarafından
yetişilerek üzeri toprakla
örtülmek suretiyle
söndürülmüştür. Bu esnada
yangından kaçırılmak üzere
hangardan askerler tarafından
dışarıya çıkartılmakta olan
uçaklardan birinin kanadı kapıya
çarptırılarak hafif
hasarlanmıştır."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
127) |
|
Uçuş Okul Komutanı |
|
Binbaşı Mehmet Ali |
|
|
İZMİR'DE BULUNAN HAVA BİRLİĞİNİN ADALARDAKİ
DÜŞMAN FAALİYETLERİNİ GÖZETLEYEMEMESİ ÜZERİNE
BÖLGEDEKİ KOLORDU KOMUTANI, KEŞİF GÖREVLERİNİN
YAPILAMAYIŞ SEBEBİNİN BİR RAPORLA BİLDİRİLMESİNİ
İSTİYOR |
|
|
Ege Denizindeki düşman gemileri ve
Adalardaki düşman faaliyetlerini gözetlemek
üzere İzmir'de 5 nci Uçak Bölüğü teşkil
edilmişti. |
Bu hava birliğinden istenen keşif
görevlerinin yerine getirilememesi üzerine
bölgenin savunmasından sorumlu 4 ncü Kolordu
Komutanlığı şu yazıyla bunun sebebini sordu: |
"Sisam Adasının keşfine gönderilen uçağın
üç defa motorunun arıza yapması sebebiyle
geriye döndüğü ve bu adanın keşfinin
yapılamadığı anlaşılmıştır. Bunun sebebinin
incelenerek ayrıntılı bir rapor halinde
bildirilmesi beklenmektedir."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 136) |
İzmir'de teşkil edilen 5 nci Hava
Bölüğünün 4 adet Gota ve 1 adet Albatros
olmak üzere 5 uçağı bulunuyordu. Bunlardan
Gota uçaklarının üzerinde 120 beygir gücünde
Mercedes motoru vardı. Otomobil motoru
olarak imal edilip küçük bir tadilatla
uçaklara takılan bu motorlar daha önce
uçaklar üzerinde hiç denenmediğinden birçok
arızalar yapıyordu. Uçaklarda taarruz veya
savunma silahı yoktu. Pilotun haberleşmesi
için uçakta telsiz de bulunmadığından,
tespit edilecek bir düşman faaliyetinin
zamanında birliğe iletilmesi mümkün değildi. |
4 ncü Kolordu Komutanlığının ayrıntılı
bir rapor istemesi üzerine 5 nci Hava
Bölüğünün verdiği cevapta şu hususlar
belirtilmiştir: |
"Üsteğmen Zekeriya 4 Mayıs 1916 günü
Sakız Adasının keşfi için uçmuştur. Havaya
kalktıktan bir süre sonra motor devrinde
anormallik görüldüğünden meydana dönmek
zorunda kalmıştır. Yerde yapılan motor
kontrolünde soğutma sistemindeki
tıkanıklığın arızaya neden olduğu tespit
edilmiş ve müteakiben arıza giderilmiştir.
Yapılan 13 dakikalık bir tecrübe uçuşu
sırasında bu defa da motor devrinde azalma
görülmüş, uçak yere indikten sonra yapılan
kontrolde bujilerde yağ kaçağı olduğu tespit
edilmiştir. Bu durumda motorun sökülüp
atölyede incelemeye alınması gerekmektedir.
Neticenin ayrıca bildirileceğini arz
ederim."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 136) |
O günlerde meydana gelen uçak kazaları
hakkında "Türk Havacılık Tarihi" kitabında
şu görüşlere yer verilmektedir: |
"Hiç bilmedikleri, tahayyül bile
etmedikleri yüksek seviyedeki bir uçak
teknolojisiyle karşılaşan makinistlerimiz
uçakları uçuşa hazırlamakta aciz
kalıyorlardı. Teknikten anlayabilecek
olanların en iyilerinin içinden seçilmiş
oldukları halde makinistlerimiz uçak
motorlarına bir türlü aşina olamıyorlar, bu
yüzden kırımlara, hatta ölümlere sebebiyet
veriyorlardı. Alman makinisti olan uçak
bölüklerinde motorlar ve uçaklar mükemmel ve
muntazam çalıştığı halde Türk
makinistlerinin olduğu bölüklerde her zaman
arızalar çıkmakta idi."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 137) |
9 Mayıs 1916 günü Gota tipindeki bir
uçakla Rodos Adası üzerinde bir keşif
uçuşundan dönüş sırasında, radyatörün
tıkanması ve ayrıca uçağın daha önce tamir
görmüş olan sağ üst kanat bezlerinin
açılması üzerine Pilot Üsteğmen Hayrettin ve
Rasıdı Teğmen Kâmil mecburi iniş
yapmışlardır. İnilen yer engebeli olduğundan
uçak yerde ters dönmüş ve kırılmıştır. |
14 Mayıs 1916 günü Pilot Üsteğmen Hüseyin
Avni, Rasıdı Alman Üsteğmen Gorman ile
uçarken havada motor durması yüzünden
mecburi iniş yapmışlar, uçak hasarlandığı
halde tesadüfen kendilerine bir şey
olmamıştır. |
SARIKAMIŞ HAREKATI 80 BİN TÜRK ASKERİNİN
HAYATINA MAL OLUYOR |
|
|
1914 yılının son aylarında Kafkasya
cephesinde Rus Ordusuna taarruzla başlayıp 3
nci Ordumuzun imhasıyla sonuçlanan ve
tarihimize “Sarıkamış Faciası” diye geçen
harekât, hafızalardan silinmeyecek sayısız
derslerle doludur. |
Havacılık açısından bu harekâttan
alınacak en büyük ders, savaşın planlanması
ve icrasında hava keşfinin öneminin en acı
bir şekilde ispatlanmış olmasıdır. |
Kendi tarihçilerimiz Sarıkamış harekâtı
hakkında pek çok şey yazmışlardır. Bir
yabancı gözüyle General Liman Von Sanders bu
harekât hakkındaki görüşlerini şöyle ifade
etmektedir: |
"6 Kasım 1914 günü Savunma Bakanlığında
Alman Askeri Heyeti Başkanına ayrılan odama
Enver Paşa çıkageldi. Aynı akşam bir harp
gemisiyle Trabzon'a, oradan da 3 ncü Ordu'ya
geçeceğini söyledi. |
Enver Paşa elindeki haritanın üzerine 3
ncü Ordu'ya yaptıracağı harekâtın planını
çizdi. Bu plana göre 11 nci Kolordu cepheden
ana yol istikametinde Rus'ları oyalarken 9
ve 10 ncu Kolordular sola doğru ve dağlar
üzerinden günlerce devam edecek bir
yürüyüşle Sarıkamış'ta Rus'ların yan ve
arkasını çevirecek, sonra da 3 ncü Ordu
Kars'ı zaptedecekti. |
Bundan birkaç gün önce Türk Karargahında
bulunan bir Alman subayı, planlanan soldan
çevirme harekâtını anlatmış ve ben de
harekâtın başarı şansını araştırmıştım.
Kanaatim oydu ki bu harekât imkansız değilse
bile çok güçtü. Haritalardan ve diğer
kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre
yollar, çok elverişsiz ve ancak yayaların
geçebilecekleri patikalardan ibaretti. Bu
mevsimde de büyük ihtimalle bar ile
örtülüydü. Bu şartlar altında cephane ve
yiyecek ulaşımının eldeki vasıtalarla nasıl
yapılabileceği başlıbaşına bir meseleydi. |
Ben görevim icabı bu önemli noktalarda
Enver Paşa’nın dikkatini çektim. O cevaben,
bütün bu konuların incelendiğini, yol
keşiflerinin yapıldığını ve o tarihe kadar
diğer hazırlıkların da tamamlanacağını
söyledi. Konuşmamızın sonunda hayretle
karşıladığım hatalı fikirler ortaya attı.
Bana ilerde Afganistan üzerinden Hindistan'a
yürüyeceğini söyleyerek veda etti. |
Enver Paşa'dan biraz sonra, 3 ncü Ordunun
Kurmay Başkanı General Von Bronsart da veda
için yanıma geldi. Soldan çevirme
harekatının zorluğunu ona da anlattım ve
özellikle Alman Kurmay Başkanı sıfatıyla
yüklendiği sorumluluğun büyüklüğüne
dikkatini çektim. |
Sarıkamış Harekâtı Enver Paşa'nın
Başkomutanlığı altında 3 ncü Ordu tarafından
yapıldı ve bu Ordunun imhasıyla sonuçlandı.
1 nci Dünya Harbinde ilk imha edilen Türk
Ordusu bu oldu. |
90 bin kişilik Ordudan resmi tebliğlere
göre 12 bin kişi kurtulabilmişti. Diğerleri
ise ya şehit ya esir olmuş, ya açlıktan
ölmüş veya yollarda donmuşlardı. |
Ben Alman Askeri Heyetinin Başkanı olarak
Alman subaylarının şerefini korumak
zorundaydım. Enver Paşa'nın Kurmay Başkanı
sıfatıyla Kafkasya cephesinde büyük
yenilgiye sebep olanlardan General Von
Bronsart'ın bu görevden alınmasını istedim.
Bunu Türk ve Alman makamlarına yazdım. Ancak
bu konuda bir değişiklik olmadı."
(Liman Von Sanders, Türkiye'de 5 Yıl) |
Şimdi Askeri Tarihçiler şu soruyu
soruyor: |
ACABA 80.000 TÜRK ASKERİNİN HAYATINA MAL
OLAN SARI-KAMIŞ HAREKATINDAN ÖNCE BÖLGENİN
MUNTAZAM VE BİLİNÇLİ BİR ŞEKİLDE HAVA
KEŞİFLERİ YAPILABİLSEYDİ VE KOLORDULARIN
GEÇMESİ PLANLANAN ALLAHÜEKBER DAĞLARININ BU
MEVSİMDE GEÇİŞE İMKAN VERİP VERMEYECEĞİ
HAYALLERDE CANLANDIRILMAYIP BİZZAT GÖZLERLE
GÖRÜLSEYDİ, BU HAREKATIN YAPILMASINA YİNE DE
CESARET EDİLEBİLİR MİYDİ? |
Bu sorunun cevabını vermek bugün için
mümkün olmamakla beraber, Sarıkamış
Harekatında hava keşiflerine şiddetle
ihtiyaç duyulduğu ve bölgede uçak müfrezesi
kurulması için çok uğraşıldığı o zamanki
Ordu Komutanlarının ifadelerinden
anlaşılmaktadır. |
KAFKAS CEPHESİNDE RUSLAR TÜRK BİRLİKLERİNİN
HAREKETLERİNİ HAVADAN UÇAKLARLA HER AN
GÖZETLEYEBİLİRKEN, TÜRK ORDUSUNUN ELİNDE BU İŞİ
YAPABİLECEK SÜVARİDEN BAŞKA BİR VASITA YOKTU |
|
|
Böylesine dağlık ve on binlerce askerin
hayatına mal olacak kadar kritik bir coğrafi
bölgede bir Ordu Komutanının en başta
ihtiyaç duyduğu şeyin süratli bir keşif ve
gözetleme faaliyeti olduğu aşikârdır. |
Sarıkamış Harekâtından önce bu bölgede
çok ihtiyaç duyulan keşif ve gözetleme
maksatları için 2 uçaktan teşkil edilen bir
müfreze İstanbul'dan. Trabzon'a asker,
mühimmat ve malzeme nakleden üç vapurla yola
çıkarılmıştı. Ancak bu vapurlar Karadeniz'de
Rus harp gemileri tarafından yakalanıp
batırılmış, denizden toplananlar arasında
bulunan pilot Yüzbaşı Fesa ile pilot Yüzbaşı
Salim İlkuçan esir edilerek Sibirya'ya
gönderilmişti. |
Sarıkamış yenilgisinden sonra geçen
müddet içinde Ruslar cephane, erzak ve
ağırlıklarını ileriye naklederek bir istila
için hazırlanmakta idi. Nihayet kış
bastırınca bütün Doğu Cephesi boyunca, isyan
eden Ermenilerle birlikte zayıf ordumuzun
üzerine taarruza geçtiler. Ordumuz Azap ve
Köprüköy savaşlarında büyük bir azimle
direnmesine rağmen, üstün düşman kuvvetleri
karşısında mevcudunun üçte ikisini şehit ve
yaralı olarak kaybettikten sonra
tutunamayarak önce Erzurum dolaylarına ve
oradan da göğüs göğüse bir savaştan sonra
Erzurum'u terk ederek batıya çekildi. Ruslar
Erzurum'a taarruzlarında Nieuport tipi
uçaklarla keşif uçuşları yapmışlardır.
Erzurum'un yanışını ve boşaltılmasını
gerideki Rus Karargahına anında
bildirmişlerdir. |
Ruslar Türk birliklerinin bütün
hareketlerini, yığınaklarını, yürüyüş
kollarının yönlerini ve kuvvetlenin
miktarını havadan keşif uçaklarıyla
gözetleyip anında komuta makamlarına
bildirirlerken Türk Ordusunun elinde bu işi
yapabilecek süvariden başka bir vasıta
yoktu. Süvarilerin ise karla, buzla örtülmüş
dağ, vadi ve ormanlarda ve düşman
işgalindeki arazide böyle bir görevi
yapabilmeleri mümkün değildi. |
KAFKAS CEPHESİNE BİR UÇAK MÜFREZESİ
GÖNDERİLMESİNE ÇALIŞILIYOR |
|
|
3 ncü Ordu Komutanlığının hava keşfi
konusundaki acil harekat ihtiyacını dikkate
alan Başkomutanlık, ordu emrine bir uçak
müfrezesi göndermeye karar vermiş ve bu
konudaki emrini aşağıdaki mesaj ile
bildirmiştir: |
"3 ncü Ordu emrine Pilot Yüzbaşı Ali Rıza
komutasında bir uçak müfrezesi tahsis
edilmiştir. Müfreze Trabzon'a kadar
denizden, oradan Erzurum'a kadar da karadan
gönderilecektir. Uçakların karadan taşınması
için Müfreze Komutanlığına yeterli miktarda
asker, araba, at ve manda verilecek ve her
türlü kolaylık gösterilecektir."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa 143) |
Uçak Müfrezesi, Erzurum'a gönderilen
diğer takviye kuvvetleriyle birlikte
İstanbul'dan meşhur Yavuz zırhlısına
yüklenmiş ve Trabzon limanına çıkarılmıştır. |
Uçakların Trabzon limanına vardığı anda
Ruslar da Erzurum’u ele geçirmek üzere büyük
bir taarruza geçmişlerdi. |
3 ncü Ordu Komutanı, taarruza geçen Rus
yürüyüş kollarının yerlerini ve kuvvetlerin
miktarını öğrenmek için tek imkân olarak bu
uçaklar görüyor ve uçakların Trabzon'dan
harekat bölgesine bir an önce getirilmesi
için ilgili makamlara arka arkaya emirler
veriyordu. |
Ancak uçaklar Trabzon limanında karaya
çıkarıldığında bunları taşıyacak arabalar
maalesef hazır değildi. Arabaların hazır
hale getirilebilmesi için 10 Şubat tarihine
kadar beklemek zorunda kalındı ve ancak o
tarihten sonra yola çıkılabildi. Bu bekleyiş
sırasında uzun süre yağan kar yollan iyice
kapatmıştı. Uçakları taşımak üzere imal
edilen arabalar yollara sığamayacak kadar
geniş ye uzun olduğundan Trabzon'dan
ayrıldıktan biraz sonra karlı yollardaki
hendeklere girerek kırıldı ve tekrar
Trabzon'a geri dönüldü. |
Uçakların karadan taşınması sırasında
Trabzon Valisinin Başkomutanlık makamına
göndermiş olduğu aşağıdaki mesaj,
karşılaşılan lojistik sıkıntıların mahiyeti
hakkında bir fikir vermesi bakımından
oldukça ilginçtir: |
|
|
Yavuz
zırhlısıyla Trabzon'a gönderilen
malzeme ye teçhizat, 2 uçak
hariç olmak üzere hiç
geciktirilmeden yola çıkarılmış
ve Pazar günü Bayburt'tan
geçtiğine göre şimdiye kadar
herhalde Ordunun eline
ulaşmıştır. |
Uçakların karadan gitmesi
emredildiğinden, her bir uçak
için 9 metre uzunluğunda ve 3
metre genişliğinde iki araba
yaptırılarak 350 askerin
nezaretinde yola çıkarıldı.
Uçakların dar yollarda bu
şekilde yerine
ulaştırılamayacağı
anlaşıldığından durum Ordu
Komutanlığına arz olundu,
uçurularak gönderilmesi cevabı
alındı. Uçaklar geri getirilerek
imal edilen çadırlara
yerleştirildi ve kalkış
yapabilecekleri alan düzeltildi.
Uçuşa hazırlandıkları sırada
maalesef her iki uçağın da
motorlarında arıza bulunduğu
anlaşıldı. Pilot ve rasıtların
ifadelerine göre motorların faal
edilebilmesi için Alman
makinistler Welsh ve Shaw'ın
veya makinist İsmail'in deniz
yoluyla ve çok acele Trabzon'a
getirtilmesinin istendiği Ordu
Komutanlığına yazıldı."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
144) |
|
Trabzon
Valisi |
Cemal
Azmi |
|
|
|
26 Şubat tarihinde uçaklar faal edilip
havadan taşınabilir hale getirildiğinde
düşman Erzurum'u işgal etmiş olduğundan Ordu
Komutanlığı uçakların Erzurum yerine
Erzincan'a uçarak getirilmesi emrini
vermiştir. |
Aynı gün öğleden sonra Erzincan'a gitmek
üzere meydandan kalkan Bölük Komutanı Pilot
Yüzbaşı AIi Rıza motorda meydana gelen bir
arıza sebebiyle deniz kenarında bir yere
mecburi iniş yapmış, inilen saha dar ve kısa
olduğundan uçağın burun kısmı ve motorun
tamamı suya batmıştır. Uçak denizden
çıkarılıp, iniş esnasında kırılan sol
kanadın tahta kısımları ve yırtılan bezler
onarılarak yeniden faal hale getirilmiştir.
Bir müddet havanın müsait olması için
beklenmiş, hava müsait olunca iki uçak
Erzincan'a gitmek üzere tekrar Trabzon'dan
havalanmıştır. Kalkıştan bir süre sonra
uçaklardan biri motor arızasından mecburi
iniş yapmış, diğeri Erzincan meydanına
inmiştir. Mecburi inişte kırılan uçağın
yerine daha sonra diğer bir uçak Erzincan'a
getirilmiş ve buradan keşif ve gözetleme
faaliyetlerine katılmışlardır. |
KAFKAS CEPHESİNDEKİ ORDU KOMUTANI DA İZMİR'DEKİ
KOLORDU KOMUTANI GİBİ, UÇAKLARIMIZIN VERİLEN
GÖREVLERİ YAPAMAMASINDAN YAKINIYOR |
|
|
7 Mayıs 1916 günü sabahı 2 uçağa Erzincan
- Tercan - Erzurum yolunun keşif görevi
verilmiştir. Birinin pilotu Alman olan iki
uçağın Erzurum'a kadar gidemeyip yarı yoldan
dönmeleri üzerine Ordu Komutanı General
Vehip, durumu Başkomutanlığa şu mesajla
bildirmiştir: |
"BAŞKOMUTANLIK MAKAMINA |
7 Mayıs 1916 günü sabahı 2
uçak Erzincan - Tercan - Erzurum
yol boyu keşfi için
uçurulmuştur. Alman pilotun
idaresindeki uçak Tercan'a yarı
yol mesafedeki Kargın'a kadar
gidip geriye dönmüş, pilot
Yüzbaşı Ali Rıza ise Tercan
yakınındaki Kütür Köprüsüne
kadar gidip geriye dönmüştür.
Her iki pilotun da düşman
arazisi üzerinde uçmaya kafi
cesaretlerinin olmadığı
kanaatindeyim."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
145) |
|
3 ncü Ordu
Komutanı |
General Vehip |
|
|
“Türk Havacılık Tarihi” bu görüşün
gerçeği yansıtmadığını, her iki pilotun da
motor arızaları sebebiyle geriye
döndüklerini yazmaktadır. |
Düşman arazisi üzerinde uçmaya kâfi
cesareti olmadığı söylenen pilot Yüzbaşı Ali
Rıza ise Çanakkale'de yaptığı hava savaşında
makineli tüfek ateşiyle bir düşman uçağını
düşürdüğü için üst rütbeye terfi ettirilen
cesur ve değerli bir pilottur. |
Hatırlanacağı gibi Balkan Harbinin ikinci
safhasındaki sol Cenah Ordu Komutanı da,
görev uçuşuna giden bir pilotun kalkıştan
biraz sonra yere vurarak uçağın kırımına
sebep oluşunu, uçuştan çekinmesine bağlamış,
pilotun bu kazayı kasten yaptığını ve olayın
incelenmesini Başkomutanlığa mesajla
bildirmişti. |
Öyle anlaşılıyor ki havacılığımızın
başlangıç yıllarında teknik konulara bir
türlü aşina olunamaması, bilgisizlik,
itimatsızlık ve olaylara yanlış teşhisler
konulması yüzünden havacılığımız bir türlü
normal seyrinde ilerleyememiş ve Avrupa'daki
gelişmelere ayak uyduramamıştır. |
ŞARKIŞLA BÖLGE KOMUTANI UÇAĞIN İNEBİLECEĞİ YER
OLARAK ŞEHRİN İÇİNDEKİ PAZAR YERİNİ GÖSTERİYOR! |
|
|
Ruslar 5 Nisan 1916 tarihinde Trabzon'u
da işgal etmişlerdi. Karadeniz'de Rus
donanmasının giderek güçlenmesi üzerine
deniz ulaştırması iyice zorlaşmıştı. Doğu
cephesinde ihtiyaç duyulan uçakların daha
önceden olduğu gibi Karadeniz'den taşınması
imkanı ortadan kalkınca 3 ncü Ordu bölgesine
gönderilecek uçaklar için şöyle bir yol
düşünüldü: |
Uçaklar Haydarpaşa'dan trenle
Ulukışla'ya getirilecek, burada trenden
indirildikten sonra uçarak Kayseri,
Şarkışla, Sivas ve Suşehri üzerinden cepheye
ulaştırılacaktı. |
Uçakların inecekleri şehirlere daha
önceden talimat verilerek inişe elverişli
düz bir arazi hazırlamaları bildirildi. |
Uçaklar gelmeden önce hazırlanan iniş
yerlerini ve alınan diğer tedbirleri yerinde
incelemek üzere bir ön heyet teşkil edildi.
Bu ön heyette bulunan bir subay şunları
anlatmaktadır: |
"8 nci Uçak Bölüğüyle
Ulukışla'ya gelmiştik. Oradan uçarak Kayseri
- Şarkışla - Sivas'a inilerek Suşehri'ne
gidilecekti. Bu şehirlerdeki Bölge
Komutanlarına verilen talimata göre
bölgelerinde uçaklar için uygun birer iniş
alanı hazırlayacaklardı. |
Ulukışla'da bir uçağımız parçalandı,
Pilotuyla baş makinisti şehit oldu.
Kayseri'de de bir uçağımız inişte kırıldı. |
Şarkışla'ya gelince Bölge
Komutanlığıyla temas ettik. Hazırlanmış olan
uçak alanını görmek istedik. Bölge Komutanı
olan şahıs, şehrin içindeki Komutanlık
binasının penceresinden, ilerde, evlerin
arasında genişçe bir alanı bize eliyle
işaret etti ve: |
«İşte size uçağın iniş yeri olarak
şehrin pazar yerini hazırladık. Alanın eni
de var, boyu da var.» dedi. |
Komutanı ayıplamamak lazımdı. Çünkü
hayatında hiç uçak görmemiş ve uçuş hakkında
da hiçbir bilgisi olmamıştı."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
156) |
İNİŞE GELEN PİLOT, RÜZGARIN YÖN VE ŞİDDETİNİ
GÖSTEREN WINDSACK'I (RÜZGAR TULUMUNU) YERE
PARALEL 90 DERECE DİKİLMİŞ OLARAK GÖRÜNCE ÇOK
ŞİDDETLİ RÜZGAR ESTİĞİNİ HESAP EDEREK WINDSACK'A
GÖRE VERDİĞİ RÜZGAR DÜZELTMESİYLE YAPTIĞI İNİŞTE
UÇAĞI KIRAR |
|
|
Devletin uçak satın alınması için
bütçeden tahsisat ayıramaması üzerine her
şehirde hayırsever vatandaşların öncülüğünde
halktan bağış toplanıyor ve toplanan bu
parayla şehir adına uçak satın alınıyordu. |
Uçak İstanbul'a geldikten sonra uçağı
satın alan şehrin ismi üzerine yazılıyor, o
şehirde hazırlanan meydana inilerek uçak
şehir halkına gösterildikten sonra tahsis
edildiği uçuş birliğine gönderiliyordu. |
Bir kasaba için böyle bağışla satın alman
bir uçak İstanbul'a gelmişti. Kasabanın
kaymakamına telgraf çekilerek, iniş için bir
meydan hazırlanması istendi ve ayrıca, uçağı
getirecek olan pilota havadan rüzgarın yön
ve şiddetini göstermek üzere, kırmızı renkli
bir bezden iki tarafı açık, ince uzun çuval
şeklinde bir tulum dikilerek bunu bir direğe
asmaları talimatı verildi. |
Uçağın geleceği gün başta Mülki ve
Askeri Erkân olmak üzere kasabadan ve
civardan gelen bütün halk bir bayram
heyecanıyla iniş yapılacak meydanın
kenarında toplanmıştı. Masmavi gökyüzünde
tek bir bulut bile yoktu. En ufak bir rüzgar
esmiyor, yaprak kıpırdamıyordu. |
Hazırlıkları son defa kontrol eden
görevlilerden biri, direğe asılı kırmızı
rüzgar tulumunun böyle hiç kıpırdamadan
aşağı sarkık durumda bulunmasının normal
olmadığını, daha önce bir uçağın teslim
alındığı bir şehirde yapılan törende bu
tulumu dik gördüğünü söyleyerek tulumun
içinden uzun bir sopa geçirtti ve tulumu
yere 90 derece dik duruma getirtti. |
Nihayet uzaktan uçağın sesi duyuldu.
Meydan üzerine gelen pilot rüzgâr tulumuna
göre tam 90 derece yandan şiddetli bir
rüzgar estiğini değerlendirince yapacağı
iniş için epey endişeye kapıldı. Çünkü
rüzgâr tulumunun bu kadar dik olduğu bir
havada şimdiye kadar hiç iniş yapmamıştı.
Havada yaprak kıpırdamadığı halde rüzgar
tulumunun dik durmasından şiddetli bir
rüzgar estiğini zanneden pilotun yanlış
rüzgar düzeltmesi ve aşın sürat ilavesiyle
yapılan inişte uçak maalesef pist üzerinde
tutulamayarak dışarı çıktı ve kırıldı. |
UÇAKLARIN LASTİK TEKERLEĞİ KALMAYINCA JANTIN
ÜZERİNE TAHTA PARÇALARI BAĞLANARAK TAHTA
TEKERLEKLERLE UÇUŞ YAPILIYOR |
|
|
2 nci Ordunun ihtiyacı için Diyarbakır'a
bir Uçak Bölüğü gönderilmesine karar
verilmişti. İstanbul'dan 1 Eylül 1916 günü
trenle hareket eden müfreze, İslahiye'ye
kadar trenle, oradan da kara vasıtalarıyla
tam iki ayda Diyarbakır'a ulaşabildi. Bölük
Komutanlığına atanan Alman Üsteğmen Westfal
de Diyarbakır'da Bölüğe katıldı. |
Yıl sonuna doğru Bölükte uçak lastiği
kalmamıştı. Almanlar kendi uçakları için
lastik bulamadıkları gibi tabii bize de
gönderemiyorlardı. Lastiksizlik yüzünden
verilen uçuş görevleri yapılamaz hale
gelmişti. Yakın zamanda lastiklerin temin
edileceğine ait bir ümit de olmayınca duruma
şöyle bir çare bulundu: |
Tekerlek jantının üst tarafına supap
yayları gibi bir çok yaylar konuyor ve
bunların üzerine de muntazam olarak
tahtacıklar bağlanıyor ve böylece
uçuluyordu. Tabii bu tekerleklerle yapılan
inişler çok sert oluyor, uçağın iniş ve
kalkış rulesinde acayip bir takım gürültüler
hasıl oluyordu. Lastik bulmak mümkün
olmadığına göre o zaman uçmak için tek çare
bu idi. |
10 ncu Bölük aynı zamanda pervane yokluğu
içinde idi. Meydanın sathının pürüzlü oluşu
ve uçakların tahta tekerleklerle yaptıkları
iniş ve kalkışlarda hoplayıp zıplaması
yüzünden bütün uçakların pervaneleri
kırılmıştı. Pervanesi kırılmayan tek bir
uçak kalmıştı ve bütün görevler onunla
uçuluyordu. |
1916 yılı başlangıcında müttefik
devletler Gelibolu Yarımadasını boşaltınca
gözler Süveyş Kanalına ve Filistin Cephesine
çevrilmişti. Asıl hesaplaşmanın ilerde bu
cephede yapılacağı belli olmuştu. |
Bu bölgede hazırlıklar devam ederken,
Alman Başkomutanlığından takviye istenmiş ve
Almanlar da 16 bin kişilik bir takviye
kuvvetini bu bölgeye göndermişti. Bu
kuvvetlerle beraber “300 ncü Paşa Bölüğü”
adını taşıyan bir Alman uçak birliği de bu
bölgeye gelmişti. |
Yüzbaşı Von Heemskerck komutasındaki bu
bölükte 14 adet Rumpler tipinde uçak
mevcuttu. Daha sonra Fokker ve Pfalz tipi av
uçaklarıyla bölük takviye edildi. |
Bölük; hangarları, depoları,
tamirhanesi ve karargahıyla Beersheba'da
konuşlandı. Beersheba'dan Mısır'ın
derinliklerine uçakların menzili
yetişemeyeceğinden, ileri meydan olarak
Elariş seçildi. Orada da bir meydan
hazırlandı, hangar çadırları kuruldu,
akaryakıt, mühimmat, yedek parça ve teçhizat
depolandı. |
“300 ncü Paşa Bölüğü” 15 Nisan 1916
tarihinden itibaren Mısır toprakları
üzerinde uçmaya başladı. Ordumuzun keşif ve
gözetleme hizmetlerini mükemmelen sağladı.
Düşmanın keşiflerine mani oldu. Aylarca,
fedakârlıkla ve kahramanca düşmanla
çarpıştı. Birçok düşman uçağını düşürdü ve
bölgede hava üstünlüğünü kurdu. Bu yolda
birçok kurbanlar da verdi. |
O günlerde düşman bölgesinin keşfi
amaçlarıyla çekilen fotoğrafların mükemmel
kalitesi bugün bu fotoğrafları
inceleyenlerde hayranlık uyandırmaktadır. |
21 Nisan 1916 tarihinde Portsait
limanının 2000 metre yükseklikten çekilen
bir fotoğrafında, Ferdinand De Lesseps’in
(Süveyş Kanalını inşa eden Fransız mühendis)
heykeli, sahildeki bir topçu bataryası,
deniz feneri, kanal muhafızlığı ve su deposu
net olarak görülmektedir. |
25 Nisan 1916 tarihinde Elariş sahillerine
yaklaşmış olan bir düşman uçak gemisinin
fotoğrafında, gemiye taarruzda atılan
bombaların düştüğü yerler ve denizdeki bir
uçak net olarak görülmektedir. |
29 Haziran 1916 tarihinde düşman
ordugahının 1800 metreden çekilen bir
fotoğrafında, ordugahın 85 adet çadırı
sayılabilmekte ve askerlerin et ihtiyacını
karşılamak üzere beraberlerinde götürdükleri
hayvanların barındıkları ağıl ve mandıra
teşhis edilebilmektedir. |
300
ncü Paşa Bölüğü Pilotları gece uçuşları da
yapmaya ve bu uçuşlarda oldukça başarılı
olmaya başlamışlardı. Bölük komutanı Yüzbaşı
Von Heemskerck'in raporuna göre bu bölüğe
ait 2 uçak 21/22 Mayıs 1916 gecesi Portsait
üzerinde uçarak 10 kilogramlık bombalarla
takriben 160 kilogram yanıcı ve patlayıcı
madde atmıştır. Sahildeki depolar ile şehir
alevler içinde kalmıştır. Uçakların bu gece
baskınına, limanda bulunan İngiliz harp
gemileri müthiş bir ateş ile karşılık
vermişlerse de uçaklar sabah saat 4'te
salimen üslerine dönmüşlerdir. |
İngilizler buna misilleme olarak,
kendilerine taarruz eden uçakların harekat
üssü olan Elariş meydanına 11 uçaklık bir
filo ile taarruz etmişlerdir. Bu taarruzla
ilgili İngiliz resmi açıklaması şöyledir: |
"Dün 11 uçağımız Elariş'in güneyindeki
düşmanın yeni uçak meydanıyla Süveyş
kanalının doğusundaki hedeflerine bombalarla
taarruz etmişlerdir. Hangarların dış
tarafında park etmiş bulunan 2 uçak tahrip
edildiği gibi, 1 pilot, 1 rasıt ve birkaç
makinist öldürülmüştür. 10 hangardan 2'si
tamamen yanmış, 4 hangara atılan bombaların
tesiriyle en az 5 uçak hasarlanmıştır.
Pilotlarımız düşmanın ordugahına da bomba ve
makineli tüfek ateşiyle taarruz ederek 76
bomba atmışlardır. Taarruz esnasında 3
uçağımız düşürülmüştür."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
174) |
Müslümanların mukaddes şehirlerinden
Mekke ve Medine'ye, bugün olduğu gibi o
yıllarda da Müslüman olmayanların girmesi
yasaklandığından, bu mukaddes şehirleri
içine alan Hicaz cephesinde ancak Türk
pilotları görev yapabiliyorlardı. Hatta çok
ihtiyaç duyulduğu halde Alman makinistlerden
istifade edilmesi bu sebepten imkânsız
bulunuyordu. |
Medine'de Araplara karşı yapılan askeri
harekatı desteklemek üzere görevlendirilen 3
ncü Uçak Bölüğü 23 Haziran 1916 tarihinde
İstanbul' dan hareket etmişti, Deraa'da
uçaklar göreve hazırlanmış ve Havran
bölgesinde uçuşlara başlanmıştı. |
Uçuşlardan bir türlü iyi neticeler
alınamıyordu. Uçaklar bir çok arızalar
gösteriyor, görevler yarım kalıyordu.
Halbuki Ordu Komutanlığı görev istiyordu.
Pilotlarla Bölük Komutanı arasında uçup
uçamamak yüzünden fikir ayrılıkları
doğmuştu. 3 ncü Bölük Komutanı Yüzbaşı
Cemil, pilotların uçaklarla ilgili
mazeretler belirterek uçmak istemediklerini
bir raporla üst makamlara bildirdi. Olayın
Hava Kuvvetleri Müfettişliğine aksetmesi
üzerine durumun tetkiki için, zamanın en
kıymetli ve en bilgili pilotu olan Üsteğmen
Fazıl, 3 ncü Bölüğe gönderildi, birkaç ay
sonra da Yüzbaşı Cemil'in yerine Bölüğe
Komutan olarak tayin edildi. |
Üsteğmen Fazıl'ın konuya ışık tutan
raporu şöyledir: |
"HAVA KUVVETLERİ MÜFETTİŞLİĞİ
YÜKSEK MAKAMINA |
|
Verilen
emir üzerine durumu incelemek ve
uçakları tecrübe etmek üzere 26
Eylül 1916 günü Medine'ye
geldim. 3 ncü Bölükte 4 uçak ve
ayrıca 2 adet yedek motor
bulunmaktadır. Medine'nin
havası, Türkiye'de uçuş yapılan
yerler içinde en sıcağı ve
dolayısıyla uçuşa en az müsait
olanıdır. Hava sıcaklığı 23
dereceden aşağı inmiyor. Uçuş
için en uygun zaman olması icap
eden güneşin doğuş saatlerinde,
yerin coğrafi enleminin bir
özelliği olarak sıcaklık çok
kısa zamanda yükseliyor. 500
metreden yukarıdaki hava her
saatte sıcak bulunuyor. Gecenin
etkisiyle soğumuş olan aşağı
tabakalardaki hava, güneşin
doğuşundan 20 dakika sonra,
uçağı taşıyamayacak şekilde
ısınıyor. |
Bölük Komutanı Yüzbaşı
Cemil, Parasol tipi uçaklarla
uçamadığından hakikati
anlayamamıştır. Pilotları uçmak
istememekle veya uçuştan
çekinmekle suçlamaktadır.. |
Yapılan görev uçuşlarının
raporlarını ilişikte
gönderiyorum. Raporlar
incelendiğinde güçlüklerin
sebebi anlaşılacaktır. Renkleri,
bu bölgedeki dik yalçın
kayaların renkleriyle aynı olan
çadırlardaki veya açıkta yaşayan
çöl bedevilerini havadan uçakla
bulmak, görmek ve bombalamak son
derece güçtür. Bunun yanında,
arazinin haritası bile yok ve
arazi de dünyanın en dağlık ve
yalçın kayalıklı bir parçasıdır. |
Parasol tipi uçakların
durumunu ise makinist Dikmar'ın
raporu izah etmeye kafidir. |
Motorlardan birinin karteri
havada kırıldığından kadrodan
çıkardım. Diğer motorlar da çok
çalışmıştır. Hiç olmazsa yeni 2
motora ihtiyaç vardır. Albatros
tipi uçakların tecrübesini
yaptım. Bu uçakların fevkalade
olduklarını gördüm. 3 ncü Uçak
Bölüğüne gönderilen bu
uçaklardan dolayı ben ve
arkadaşlarım şükranlarımızı
sunarız. |
Tamamen tarafsız bir gözle
hazırlandığına inandığım bu
raporumu yüksek müfettişlik
makamınıza takdim eder,
saygılarımın kabulünü arz
ederim."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
203-204) |
|
3 ncü Uçak Bölük
Komutanı |
|
Üsteğmen Fazıl |
|
|
4 NCÜ
ORDU KOMUTANI: “HİCAZ CEPHESİNDE YA BİRİNCİ
SINIF UÇAK OLMALIDIR VEYA HİÇ OLMAMALIDIR” DİYOR |
|
Hicaz cephesinde uçakların sık sık arıza ve
kaza yapması üzerine Ordu Komutanlığı
aşağıdaki mesajla durumu ve ihtiyaçlarını
Başkomutanlığa bildirmiştir: |
"BAŞKOMUTANLIK VEKALETİNE |
|
Deraa'da bulunan uçak
müfrezesinin ikinci kademesine
bağlı bir uçak Suveyde'de
düşmüş, uçağın pilotu Teğmen
Orhan ve Rasıdı
yaralanmışlardır. Hakikat şudur
ki bu uçaklar Hicaz bölgesi için
katiyen itimat edilecek bir
silah değildir. Uçakların
eskiliği ve pilotun kumandasına
itaat etmemesi yüzünden eğer
Hicaz'da uçaklar düşecek olursa,
bu durumun askerlerin
morallerine olumsuz yönden tesir
edeceği muhakkaktır. Hicaz için
ya birinci sınıf uçaklar
olmalıdır veya hiç olmamalıdır.
Çünkü motor hatası yüzünden uçak
kaybedilmesinin affedilecek
tarafı yoktur. Dolayısıyla I nci
Seferî Kuvvet'in emrinde hizmet
gören tek kanatlı harp uçakları
cinsinden en az 3 uçaktan teşkil
edilen bir müfrezenin Medine'ye
gönderilmesini çok önemle
istirham ederim."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
200) |
|
4 ncü Ordu Komutanı |
|
General Cemal |
|
|
KIBRIS ADASININ KEŞİF VE GÖZETLENMESİ AMACIYLA
TARSUS BÖLGESİNE BİR UÇAK MÜFREZESİ GÖNDERİLİR.
BÖLGE TAMAMEN BATAKLIKLA KAPLI OLDUĞUNDAN UÇUŞ
İÇİN BATAKLIK ÜZERİNDE TAHTALARDAN BİR PİST İNŞA
EDİLİR. KEŞİF GÖREVİNE KALKAN PİLOT, DÖNÜŞTE
İNİŞ PİSTİNİN ÜZERİNE BİR KARA BİRLİĞİNİN
ÇADIRLI ORDUGAH KURDUĞUNU GÖRÜR! |
|
|
Düşmanın Adana - İskenderun bölgesine bir
çıkarma hazırlığı içinde olduğu Alman gizli
teşkilatı tarafından haber alınmıştı. Bu
bölgeye yapılacak bir çıkarma harekatında
yığınak için en uygun coğrafi saha Kıbrıs
Adası olabilirdi. Genelkurmay Harekat Şubesi
22 Aralık 1915 tarihinde Havacılık İşleri
Şubesine gönderdiği bir yazıda, Kıbrıs Adası
üzerinde uçakla keşif yapılabilmesi
maksadıyla Adana'ya bir uçak müfrezesinin
gönderilme imkanlarını sordu. |
Havacılık Şubesi, Genelkurmay Harekât
Şubesinin bu isteğini derhal yerine
getirerek 4 ncü Uçak Bölüğü ismi altında 2
uçaktan teşkil edilen bir müfrezeyi çok
acele Adana'ya gönderdi. Müfrezede pilot
olarak Müfreze Komutanı Üsteğmen Mithat Nuri
ve ayrıca Alman Hava Kuvvetlerinden Reder
isminde bir pilot daha vardı. |
Bölük Komutanının 8 Şubat 1916 tarihli
raporu, intikal eden bir uçuş birliğinin
karşılaştığı güçlükleri ve ibret alınması
gerekli birçok konuları açıklaması
bakımından aşağıya çıkarılmıştır: |
“4 ncü Uçak Bölüğünün 1916 yılı
Ocak ayına ait görev raporudur: |
1. Müfrezeye İstanbul'dan
hareketinde bisiklet, dürbün,
elbise, bir miktar para, harita
gibi ihtiyaçlar temin edilmiş,
fakat müfreze çok acele hareket
ettirildiğinden Müfreze
Komutanı, ne intikal
sandıklarında mevcut malzemenin
nelerden ibaret olduğunu
inceleyebilmiş ve ne de bu
husustaki ihtiyaçla meşgul
olabilmiştir. Böylece müfreze
Tarsus'a geldiğinde kayıtlarda
bulunan birçok malzeme ve
eşyanın sandıkta mevcut
olmadığını görmüştür. |
2. Tarsus'a gelindiğinde uçak
meydanı olmak üzere önceden 23
ncü Alay Komutanlığı tarafından
Kölek'te bir yer seçildiği ve
çadır bezinden bir hangar inşa
ettirilmekte olduğu görülmüştür.
Alay Komutanının kesin emriyle,
uçak meydanı olarak seçilen ve
diz kapağına kadar bataklıktan
ibaret olan araziye portatif
hangar kurularak uçaklar bu
bataklık üzerine konulmuş ve
subaylar yine bataklık
içersindeki çadırlı ordugaha
yerleştirilmiştir. Çadır
hangarlar bataklığın yumuşak
zeminine sağlam olarak
tutturulamadığından geceleyin
devrilmiş ve uçakların
hasarlanmasına sebep olmuştur.
Makinistler kötü hava
şartlarının tesiriyle hasta
olmuşlardır. |
3. Bu mevsimde bütün Tarsus
havzası, Adana dahil olmak üzere
bataklık halinde bulunduğundan
ve yalnız Adana'da İstasyon
yanında uçuşa elverişli bir
mevki olduğu anlaşıldığından, bu
yere geçilmesi için teşebbüste
bulunulmuş, ancak 4 ncü Ordu
Komutanlığı, Uçak Müfrezesinin
görev yapmak arzusunda
bulunmadığına hükmederek, derhal
Tarsus'ta bir yer bulunup
uçurulması için bölge komutanı
Remzi Paşa'ya emir vermiş, Remzi
Paşa da mecburen zemini sağlam
ve fakat sahası 100 metre eninde
200 metre boyunda, Tarsus'un 5
kilometre Kuzey Doğusunda
bulunan Özbek Köyü yanındaki
yerin uçak alanı olarak
kullanılması için derhal
inceleme yapılmasını
emretmiştir. Alman Pilot Reder
verdiği raporda bu yerden ne
kalkılabileceğini ne de
inilebileceğini bildirmiştir.
Uçak Müfreze Komutanı ise 4 ncü
Ordunun, Uçak Müfrezesi
hakkında, görev yapmak arzusunda
bulunmadıklarına ait kötü
izlenimini silmek için
Kölek'teki bataklık üzerine
tahtadan pist zemini yaptırarak
her türlü tehlikeye rağmen
buradan havalanmıştır. Pilot,
görev dönüşünde iniş yapacağı
pistin üzerine çadırlı ordugah
kurulduğunu görmüş, inişte
pistin üzerini işgal eden Kıt'a
Komutanının çadırına çarpınca
uçağın sağ kanadı kırılmıştır. |
4. Sonunda bölge komutanı Remzi
Paşa, hakikati kabul ederek 4
ncü Ordu Komutanlığına
müracaatla Uçak Müfrezesini
Adana'ya intikal ettirmiş ve
derhal gerekli tesis ve ahşap
hangarların inşası hususunda
Müfreze Komutanına her türlü
yetkiyi vermiş ve mali destek
sağlamıştır. |
5. Halen Adana'da uçak tesisleri
ve ahşap hangar tamamlanmıştır.
Uçak Müfrezesinin ihtiyaçlarının
temininde hiç bir zorlukla
karşılaşılmamaktadır. |
6. Alman Pilot Reder'in iki
günden beri uçağıyla yaptığı
tecrübe başarıyla
sonuçlanmamaktadır, Bunun yegane
sebebinin pervaneden ileri
geldiği anlaşılmıştır.
İstanbul'dan intikal edilirken
150 ve 152'Iik pervaneler
verilmiştir. Halbuki uçağa
145'lik pervane takılması
gerekmektedir. |
7. Yeni gönderilen uçak
Haydarpaşa'dan Pozantı
istasyonuna bir haftada
gelebilmiştir. Pozantı'da araba
mevcut olmadığından orada uzun
zamandır beklemektedir. Bugün
Bölge Komutanlığı tarafından söz
konusu uçağın nakli için bir
araba verilecektir. |
8. Uçak Müfrezesi buraya
geldiğinden beri gerek
telgrafla, gerek yazıyla
İstanbul'dan birçok malzeme ve
yedek parça isteğinde
bulunduğumuz halde şimdiye kadar
hiçbir isteğimiz
karşılanmamıştır. |
Teğmen Orhan ile gönderilecek
malzemeler gelmediği gibi
benzin, bilhassa yağ ve listesi
gönderilen malzemelerden hiç
biri elimize ulaşmamıştır. Yeni
uçağın nakil tamamlandığında
yağımız mevcut olmadığından
uçuşa başlanamayacak ve
dolayısıyla Uçak Müfreze
Komutanı, 4 ncü Ordunun gözünde
yine müşkül bir durumda
kalacaktır. |
9. Müfrezeye Şam'dan katılacak
olan Türk makinistlerin
gelmeyeceği karargahtan makinist
Dikmar tarafından telgrafla
bildirilmiştir. Halen mevcut 2
Alman makinistin ihtiyaca
yetmediği, eğer Şam'dan makinist
gelmeyecekse İstanbul'daki Türk
makinistlerden ikisinin
müfrezeye gönderilmesi
istenmişse de bu makinistlerden
bir haber alınamamıştır. |
10. Bu defa Pozantı'ya gelen
uçağın beraberine sorumlu bir
makinist verilmemiş ve uçak bir
askerin nezaretine
bırakılmıştır. Uzun süre
yollarda sahipsiz kalan uçağın
kanatlan, muhtelif yerlerinden
yırtılmıştır. |
11. Durumu yüksek takdirlerinize
sunar ve müfrezenin yağ, benzin,
malzeme ve teçhizata olan acil
ihtiyacının karşılanmasını arz
ederim."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
212-215) |
|
4 ncü Uçak Bölük
Komutanı |
|
Üsteğmen Mithat Nuri |
|
|
Bölük komutanı Üsteğmen Mithat Nuri,
yukarda yer alan aylık özet raporunun 3 ncü
maddesinde bahsedilen ve bir kara birliğinin
uçuş pisti üzerine çadırlı ordugah
kurmasıyla ilgili olayın ayrıntısını,
aşağıdaki telgrafla üst.makamlara
bildirmiştir: |
"HAVA KUVVETLERİ MÜFETTİŞLİĞİ
YÜKSEK MAKAMINA |
|
Dün, Kölek'te bataklık üzerine
inşa ettirmiş olduğum 60 metre
uzunluğunda ve 12 metre enindeki
tahta uçuş pisti üzerinden
uçağımla kalkış yapmayı ve
dönüşte Tarsus'un 5 kilometre
kuzeyindeki Özbek Köyü civarında
önceden hazırlatmış olduğum bir
yere inmeyi planlamıştım. Bu
yer, bataklık bölgeden uzakta,
toprağı kuru ve zemini sağlamsa
da, düzlük olarak en fazla 250
metre uzunluğunda, 80 metre
genişliğinde, ayrıca iki tarafı
dik yamaç, bir tarafı yol ve
diğer tarafı da köye bitişik bir
sahadır. |
Tahta uçuş pisti üzerinden
kalkıp Mersin açıklarında 1 saat
kadar süren keşif ve gözetleme
görevimi tamamladıktan sonra
Özbek Köyü üzerine geldiğimde,
iniş yapacağım yerin bir
kısmında çadırlı Ordugah
kurulmuş olduğunu gördüm.
Civarda daha önceden tesis
edilmiş olan hangar çadırına,
uçaklar için konulmuş olan
işaretlere ve orada özellikle
emniyet işi için görevlendirmiş
olduğum nöbetçi çavuşun ihtarına
rağmen, ben havada bulunduğum
sırada o bölgeden geçmekte olan
39 ncu Alayın 3 ncü Taburu
çadırlı ordugahını tesis
etmiştir. Ben çaresizlik içinde
köy üzerinde üç dört defa
döndükten sonra benzinim
azaldığından ve başka da gidecek
bir yer olmadığından, çadırların
bulunduğu yere inmek
mecburiyetinde kaldım. İnişte
tekerlekler yere değdikten sonra
bütün dikkatime rağmen iniş
rulesinde uçağımın sağ kanadı,
en ilerde ortada kurulu bulunan
Tabur Komutanının çadırına
çarpmış ve uçağımın kanadı
ortasından kırılmıştır. Kazada
başka bir hasar olmamıştır. Eğer
ben manyetoyu tamamen kesip
pervaneyi durdurmasaydım ve
frene de sonuna kadar
basmasaydım, bu Taburdan,
subaylarıyla beraber en az 20
kişi yere serilmiş olabilirdi.
Bu kazayla ilgili olarak Uçuş
Müfrezemize düşen sorumluluk
hakkında, bağlı bulunduğumuz
Alay Komutanlığı tarafından
soruşturma açıldığını arz
ederim."
(Türk Havacılık Tarihi II, sayfa
215) |
|
4 ncü Uçak Müfreze
Komutanı |
|
Üsteğmen Mithat Nuri |
|
|
Pilot Üsteğmen Mithat Nuri'nin komutanlığını
yaptığı Uçuş Müfrezesine verilen görevi
yerine getirebilmek için zorluklardan
yılmayarak bataklık üzerinde tahtadan bir
uçuş pisti inşa ettirmesi, görev aşkı ve
sorumluluk duygusunun en unutulmaz bir
örneğini teşkil etmektedir. |
|